Dersim’in Kutsal Yerleri Arasinda Bir Gezinti ‘ 6

Munzur Çem
Gezi Izlenimleri-6
Bir Kez Daha Harçîge Vadisindeyiz
-Pardîye ve Tasnîye-
26 Temmuz günü yine Harçîge vadisindeyiz ve hedefimiz bu kez, Dersim’in Kuzey yöreleri, yani Plemurîye (Pülümür) çevresidir. Kutu Dere, Rebat ve Zaxge (Zagge) derken Pirdo Sûr’a ulasiyoruz. Aysel Kilavuz ‘Buraya kadar gelmisken anne ve babamin mezarini ziyaret etmeden gitmeyeyim,’ diyor. Böyle bir istege kimsenin itiraz edecegi yok. Hangimiz olsak ayni seyi yapmak isteriz. Böylece, zaman kaybetmeden Plemurîye’ye gidis yönüne göre vadinin sol yakasindan yukariya dogru tirmanmaya basliyoruz. Yol yeni açilmis, hatta henüz tamamlanmamis ama yine de çikmaya elverisli. Derken bol meyveli, yesil yamaçlara kurulu köye ulasiyoruz. Burasi, Aysel Kilavuz’un köyü Pardîye’dir.
Oraya ulasincaya kadar sözünü etmedim ama aslinda burasi benim için bildik, tanidik bir yer sayilir. Nereden mi taniyorum? Babamin bana anlattiklarindan, halk türkülerinden Hem de bu tanisiklik 1. Dünya Savasi yillarina, 1938’lere kadar uzaniyor. Bu köyün halkindan olan Usêno Arêyij’in, bahsini ettigim dönemin olaylara iliskin agitlarini unutmak mümkün mü?
Köydeki ilk duragimizin hemen yani basinda bulunan tümsegin üzerinde mezarlar var. Aysel Hanim beklemeden oraya yöneliyor, çünkü anne ve babasinin mezarlari oradalar. Tabi biz de kendisini izliyoruz. Diz boyu kuru otlar yürümeyi zorlastiriyor ama kimsenin dinledigi yok.
Karsi tarafta, yani nehrin dogu yakasinda ise tipki Pardîye gibi yesil yamaçlara yayilmis modern ve hayli güzel evleri ile Tasnîye var. Elini uzatsan tutacakmissin gibi yakin duruyor. Pardîye’yi nasil ki yigit silahsorlarindan ve 1938’de ugradigi zulümden taniyorsam, Tasnîye’yi de Dersim’in kutsal mekanlari arasinda önemli bir sahip olmasindan biliyorum. Merkezi Muxundîye (Muhundu)’de bulunan Bamasuran Ocaginin bir koludur Tasnîye’deki ocak. Bu köydeki ziyaret yeri için halk arasinda kullanilan terim ‘Bone Tasnîye’dir. Ocakzade aile ise ‘Çê Ana Yêmose’ olarak taninmaktadir.
Çocuklugumda, ‘Bonê Tasnîye’ en fazla duydugum kutsal mekanlardan biriydi. ‘Ya Qilawuzê Bonê Tasnîye’ (Ya Tasniye Mekaninin Kilavuzu) ise çok sikça tekrarlanan yakarma ya da dua terimleri arasinda yer aliyordu.
Tasnîye, çetin kis kosullari, kari ve tipisiyle ünlüdür. Halk arasinda, Xizir (Hizir)’in, her yil Xêrdlas olarak adlandirilan Hizir Orucu ve bayraminda, Bonê Tasnîye’ye ugradigina inanilmasi bu yüzdendir. Söz bu noktadan açilmisken, küçüklügümde Tasnîye ile ilgili duydugum efsanenin ilgili bölümünü, o an çekim yapmakta olan TV 10 ekibine de özetliyorum:
‘Xizir (Hizir), her sene kisin aman vermedigi ‘Çele’de, yukarida bahsini ettigim ‘Bonê Tasnîye’ denilen eve gelir ve bu gezinin göstergesi olarak ta orada bulunan düz tasa kir atinin nal izi kalir. Ne var ki bunu her kes göremez. Onu ancak çok iyi yürekli, temiz, yardimsever insanlar görebilirler.’
Aysel Hanim köyü ve ailesi ile ilgili ha bire bilgi verirken; Ben bu güne kadar
görüsemedigim bir tanidigi soruyorum:
‘Usêno Areyîz bu köyden olsa gerek, taniyor musun?
Önce gülüyor, sonar da ‘Ap Usê! Ap Usên’i tanimaz olur muyum?! Tanimaz miyim onu! Onun omuzlarinda büyüdüm desem yalan olmaz. Beni çok severdi,’ diyor.
‘Iyi sanatçidir. Sazini ve sözünü çok seviyorum. Sade ve güzel bir kirmancca ile söylüyor.’
‘Onu kim sevmiyor ki, hepimiz seviyoruz. Keske görebilsem, özledim kendisini.’
Tepeyi terk edip araçlarimizin yanina geri geldigimizde, yine Aysel hanim, ‘Yasli bir kadinla röportaj yapmistin ya. Xecê teyze. Onun bahsettigi adamlarin mezarlari da su yukaridalar,’ diyor.
Mezarlardan bahsetmis olsa da söyledikleri bir müjde gibi geliyor bana ve ‘Öyle mi, o halde hemen gidelim,’ diye karsilik veriyorum.
Bahsettigi yer, köyün üst kisminda çiplak bir yerdir. Ama oraya yaklasinca önce yol kenarindaki çesmeye gidiyoruz. Yasli bir agacin altinda bulunan çesmenin suyu küçük bir havuza akiyor.
‘Burasi, aslinda ziyarettir, Hizir ziyareti. Bizim köyde kurbanlar burada kesilir. Eskiden suyu boldu, simdi gördügünüz gibi azalmis. Insanlar buraya gelir, çira yakar, niyaz dagitir, kurban keser, dua ederler.’
Pardîye’de Hênîyê Xizirî
Aysel bir yandan bunlari anlatirken bir yandan da Gulîstan ile birlikte Kirmanccada ‘Çiladêrike’ dedigimiz mum yakma yerine gidiyor ve yakiyorlar mumlari.
Çesme duvari üzerindeki baykus heykeli de dikkatimizden kaçmiyor. Heykel dedigim, baykus seklinde yontulmus bir tas ama her halükarda ilginç tarihi bir eser olarak önemlidir. Heykel ilgimizi çektigi için yani basimzdaki köylüye onunla ilgili bazi seyler soruyoruz.
‘Eskiden yoktu. Komsular su ileride buldular ve getirip buraya koydular,’ diyor.
Bes on metre ötede ise oturma banklari ve beton masalar var. Her hangi bir nedenle burayi ziyarete gelenler oturup dinlenebilsin, yemeklerini rahatça yiyebilsinler diye yapilmis bunlar. Güzel bir hizmet!
Bir süre sonra Aysel’in bahsettigi tarihi mezarlarin basina gidiyoruz.
Çocuk iken halk arasindaki sohbetlerde 1. Dünya Savasi yillarinda, Dersimliler ile Ruslar arasinda meydana gelmis çatismalardan çok bahsedilirdi. Her iki dedemin de katildigi bu savasla ilgili konusmalarda, ‘Dersimlilerle Ruslar önce savastilar sonra da baristilar,’ vurgusunu sik sik duyardik. Bu tür sohbetlerde. Plemurîye cephesinden ne söz edilse, laf döner dolasir, Arêzan asireti mensubu Mistefayê Hesenî ailesine gelirdi. Bunun nedeni, o çatismalarda, bu aileye mensup çok cesur ve çok yetenekli üç savasçinin yasamini yitirmis olmasiydi.
Bu aileden Xeca Xidirî, yillar önce kendisi ile yaptigim röportajda olay hakkinda aklinda kalanlari aktarmis ve onunla ilgili olarak söylenen bir halk türküsünden su dörtlügü aktarmisti.
1. Dünya Savasi’nda Erzurum’dan Erzincan’a dogru ilerlemekte olan Rus ordusu, güneye dogru sarkip Dersim’e girmek isteyince, Dersimliler Tasnîye’de bir toplanti yapiyor ve karsi koyma karari aliyorlar. Bu olayla ilgili olarak söylenen bir halk türküsünde:
Asîrî bîyê top
Son de sîyê Bonê Tosnîye
Uris do arê
Kerdo Duzonê Seterîye[1]
Türkçesi:
Aksam vakti
Toplanmis asiretler Tosnîye[2] Damin’da
Katmislari Ruslari önlerine
Sürmüsler Seterîye düzüne
Toplantinin bu ziyaret yerinde gerçeklestirilmis olmasi da bir tesadüf eseri degil elbet. Bu tür toplantilar kural olara kutsal yerlerde gerçeklestirilir ve birlikte yemin edilir.
Dersim direnisi, Ruslarin ilerlemelerine engel olacak derecede güçlü oldu. Dersim kuvvetlerinin ana direnis alani ise Xinus (Hinis)-Varto yöresinden Pulur( Ovacik)’a kadar olan dag silsilesiydi.
Iste bu çatismalar sirasinda, bahsini ettigimiz Mistefayê Hesenî ailesinden üç genç savasçi vurularak öldürülüyor. Bu kisiler Xidirê Musayî, Sey Usênê Kalî ile Mistefayê Kalî’ler. Tabi olay, o bölgedeki Dersim güçleri üzerinde çok olumsuz etki yapiyor. Çünkü öldürülen bu kisiler, olaganüstü savasçi yetenekleriyle adeta efsanelesmis kisilerdir.
Bir süre sonra, Dersimlilerle Ruslar arasinda anlasma saglaniyor ve çatismalar da sona eriyor. Yeri gelmisken belirtelim; o bölgenin önemli cephe komutanlarindan biri, Kurêsan asireti lideri Alîyê Gaxî’dir ve Ruslarla görüsmeleri sürdüren Dersimli ileri gelenlerden biri de yine odur.
Pardîyeli Ozan Usêno Areyîz, bir türküsünde bahsini ettigim üç silahsöre söyle sesleniyor:
( )
Hêfê mi bêro cêncênîya[3] to Sey Usênê Kalî,
Cêncênîya Xidirê Mursayî
Sima Hûrisî[4] de danê pêro leminê
Qerargaha Hurisî
Ede Plemurîye ra urzna ra
Verê Koyê Sulvisî[5] de
Sima zu roze pîya kîsîyayî
Hala reyê sarê xo wedarê
Sima ra têpîya otuz sekiz ame
Mordemê sima, derezayê sima
Têde qir kekerdî
Wax de derdo qedenayî[6]
Türkçesi:
Üzülüyorum sen Usênê Seykalî’nin gençligine
Xidirê Musayî’nin gençligine
Rus ile kavgaya tutusmussunuz
Plemurîye’yi terk etmis Rus Karagahi
Sulvis dagi eteklerinde
Birlikte vuruldunuz ayni günde
Kaldirin basinizi hele
Sizden sonra gelmis Otuz Sekiz
Akrabalarinizi, amca çocuklarinizi
Katlettiler, vah dertli basim,
Toptan yok ettiler.
Yukarida adi geçen Xidirê Musayî’nin kizi Xeca Xidirî, yillar once kendisi ile Xeca Xidirî, görüsmemiz sirasinda 1938 jenosidinin, kendi ailesine ödetilen agir bedel ile ilgili olarak:
‘Devlet önce Girmî ailesinden akrabamiz Ali’yi Plemurîye’ye çagirdi. Ali gider gitmez gözaltina alindi ve öldürüldü. Arkasindan, 6 adamimiz daha Tasnîye karakolu tarafindan öldürüldü,’ demisti.
Öldürülen kisilerin adlarini sordugumda ise; ‘Hepsinin isimleri su an aklima gelmiyor. Hatirladiklarim; Mursayê Ilyasî, Mursa’nin torunu Qemer ile Xidirê Kalî’dir,’ karsiligini vermisti.[7]
1. Dünya Savasindan Kalma Mezarlarin Basinda
Sonunda 1. Dünya Savasi’nda yasamini yitirmis olan Mistefayê Hesenî ailesinden bu üç gencin mezarlarinin basindayiz. Ne yalan söyliyeyim Dersim’de sürekli karsilastigim tatsiz sürprizlerden biriyle, hatta en kötülerinden biriyle daha yüz yüze gelmenin verdigi hüzünle baktim 97 yasindaki mezar taslarina.
1. Dünya savasinda yasamini yitirmis Pardîye’li üç gencin mezarlari
Üç gencin mezari, bir üçgen seklinde yerlestirilmis araziye. Her üçü de Koç seklinde yapilmis tas mezarlar ve üzerlerinde yazi yok. Taslarda, Gezi Notlarinin daha önceki bölümlerinde de bahsettigim Dersim’e özgü motifler var ve tabi hiç birisi islami degil.
Ne var ki her mezarin önüne garip sekilde mermer levhalar monte edilmis. Tabi yeni olan bu levhalarda yer alan bilgiler ile orijinalleri arasinda her hangi bir paralellik yok.
1. Bu üç gencin yasamlarini yitirdikleri yil 1916’dir. O dönemde T.C. devleti henüz kurulmus degil ve ‘Soyadi Kanunu’ diye bir kanun da yok. O tarihlerde isimlendirme Kürt geleneklerine göre oluyor ve kural olarak da baba, bazen de anne adi soyadi yerini aliyor. Ancak mermer levhalari hazirlayanlar o tarihte henüz var olmayan ve dolayisiyla de üç gence ait olmaya soyadlari onlara vermekte sakinca görmemisler. Böyle olunca da gerçek adlari Xidirê Musayî, Sey Usênê Kalî ve Mistefayê Kalî olan üç genç ‘Musa oglu Hidir Çelik’, ‘Gal oglu Seh Husen’ ile ‘Gal oglu Mustafa’ya dönüsüvermisler.
2. Mezar taslarinda Islami her hangi bir figür ya da yazi yer almadigi halde, mermer levhalarda ‘Ruhuna Fatiha’ yazilmis.
Kisacasi bu levhalari mezar taslarinin önüne sonradan koyanlar, 1916 yilinda yasamini yitirmis bu üç gencin sadece adlarini degil, dillerini ve dini inançlarini da degistirmis, Türkçe ile Arapça ‘Fatiha’yi monte etmisler.
Bir Yil Sonra Yeniden Hênîyo Pîl
Pardîye’yi geride birakip yeniden Plemurîye’ye yöneliyoruz. Ilçe’den bir kaç km. beride, ‘Odê Veyvikû’ denilen tarihi yer hakkinda gruba gerekli bilgileri verdikten sonra devam ediyor, Plemurîye’yî teget geçiyor, dolambaçli dagi bitirip Kertê Bêxî (Cankurtaran)’a varir varmaz hiç beklemeden sol yana sapiyoruz. Bu, bizi ünlü ziyaretlerden ‘Hênîyo Pîl’e götürecek olan yoldur. Yolun baslangiç noktasinda, Hênîyo Pîl’in türkçe tercümesi olan ‘Büyük Çesme’ levhasi yer aliyor.
Hênîyo Pîl, tipki geçen seneki ziyaretim sirasinda gördüm gibi oldukça kalabalik, oldukça canli Ziyaretçilerle konustukça Bölge halkinin bu makama gösterdigi ilginin ne kadar büyük oldugunu görmemiz güç olmuyor. Elbet bu çok sevindirici, çok olumlu bir durum. Ayrica bizzat ziyaretin bulundugu köyün halkinin, iyi bir hizmet için gösterdigi çaba da örnek denilebilecek nitelikte sayilir. Buradaki hizmetlerin, kurulmus olan bir dernek eliyle yürütülmesi, dogal olarak üzerinde durulmaya deger bir baska olumlu noktayi olusturuyor. Bu sayede, kimi Dersim ziyaretlerinde insani biktiracak derecede çok sayida bulunan dilencilere pek rastlanmiyor.
Henîyo Pîl’den bir görüntü
Peki bu olumlu yanlarina karsilik olumsuz olarak nitelendirilmesi gereken seyler yok mu? Tabi ki var. 2012’de yaptigim geziden sonra da degindigim gibi son derece güzel bir doga parçasinin görüntüsünü alabildigine bozan betonlasma, estetikten yoksun ve oraya buraya rast gele serpistirilmis binalarin yarattigi görüntü bozuklugu gözden uzak tutulacak gibi degil. Ayrica ibadet yerlerinin bir piknik alani haline getirilmis olmasi da yanlistir. Kutsal alan ile yenilip içilen yerler pekâlâ, aralarinda uygun bir mesafe bulunacak kadar birbirlerinden uzak tutulabilirler.
Ziyaretlerimizi gerçekdisi bilgi ve yorumlarla Islamilestirme, yani asimile etme çabasi burada da açik sekilde gözüküyor. Örnegin, koca bir levhaya yazili bir kaç cümle ile mum yakma yani çira geleneginin, Kur’andan bir ayete dayandirilmaya çalisilmasi, 12 Imam ve Zülfükar hakimiyeti bunlara örnek olarak gösterilebilir. Oysa Müslümanlara ait ibadet yerlerinde çiraya rastlanmaz. Ama Kizilbas (Alevi), Êzdî, Yaresan ya da Kakayî ve Hristiyanlarin ibadetinde bu çok temel bir yer tutar. Söz konusu inançlarin bu gelenegi Irani inanç ve kültürlerden almis olduklarini söylemek saniyorum yanlis olmaz.
Bavayê Bukî
Hênîyo Pîl ziyaretimizi bitirir bitirmez bas asagi inmeye basliyoruz. Önce, Dersim’i Erzincan-Erzurum karayoluna baglayan yola çikacagiz, sonra da bir baska kutsal mekan olan Bavayê Bukî’ye yönelecegiz. Ve böylece, bahsettigim karayolunun Awa Sîyaye (Karasu) ile bulustugu noktaya, yani Mitî (Mutu)’ye kadar gidiyoruz. Karsi tarafa geçmeden, köprünün Dersim yakasindaki ayagindan sola sapip yeniden yamaçlari tirmanmaya basliyoruz. Ormanla örtülü yolu yarim saatten fazla gittikten sonra nihayet hedefimize ulasiyoruz.
Bavayê Bukî ocagini ilk kez görmüyorum ama ilk kez geliyorum. Yillar önce, Foto Kaya tarafindan hazirlanmis olan ‘Tunceli Belgeseli’ adli belgeselde görüntülerini izlemistim buranin. O yüzden de nelerle karsilasabilecegimizin farkindayim.
Neyse beklemeden içeri giriyoruz. Iyi düzenlenmis bir bahçede iki ana binadan olusuyor ziyaret. Baska her hangi bir Dersim ziyaretinde göremedigimiz kadar düzenli ve bakimli. Gipta ile izlenebilecek derecede temiz.
Ayni anda ocakzadelerden Bava Binali ile karsilasiyoruz. Îlk izlenimimiz, onun mütevazi, sakin bir insan oldugu seklindedir ki ayrilirken de bu kanimiz degismiyor.
Az konusup dinlemeyi tercih eden, kendini yola adamis birini hali var üzerinde. Onunla birlikte binanin iç kisimlarini geziyoruz. Bava Binali, Bazen sordugumuz sorulara yanit veriyor, bazen de bir sey sormamiza gerek kalmadan kendisi açiklamalarda bulunuyor.
Gezme isini bitirdikten sonra bahçeye oturuyoruz. Açik söylemek gerekirse, önceden tahmin ettigim gibi burasi bir Alevi ocagindan çok bir Türk-Islam kültür merkezini andiriyor. Dersim’in kutsal yerleri içerisinde bu ölçüde Türkçü ve Islamci temaya baska hiç bir yerde yere rastlamis degilim.
Problem zinciri, en basta ziyarete adini veren ermisin adi ile basliyor. Halk arasinda bu ermisin adi ‘Bavayê Bukî’dir. Ocagin bulundugu yer de bu adla adlandirilir. Ancak daha dis kapida iken bizi karsilayan levhada ‘Büklü Baba’ yazilidir. Gerçek adi bir kenara atilmis, yabanci bir dilden baska bir ad verilmis kendisine. Öyle ya, ne ‘Büklü Baba’ diye bir adam tarihte yasamis, ne de bu adla anilan kutsal bir mekan ile yerlesim birimi var olmus. Bu ad, devlet kaynakli bir asimilasyon ürünüdür.[8] Üstelik ‘Büklü Dede’, ‘Bavayê Bukî’nin tercümesi bile degil.
Hz. Ali basta olmak üzere 12 Imamlara ait portrelerin bulunmasini bir yere kadar anlamak mümkün. Dersim ile dogrudan her hangi bir iliskisi olmasa bile Aleviligin bir kolu olan Bektasiligin kurucusu olarak Kabul edilen Haci Bektasi Veli bakimindan da durum öyle. Ya peki cem yapilan bölümde bile Mustafa Kemal’in fotografi ile sözlerinin bulunmasini nasil açiklamak gerekir? Bir yandan inançlar arasinda esitsizlik oldugundan, inancinizin asimilasyon yolu ile yok edilmek istendiginden, ona mensup olanlarin baski gördüklerinden sikâyetçi olacaksiniz, diger yandan da karsi çiktiginiz politikanin bas mimarinin fotograflarini ve sözlerini ibadethanenizin duvarlarina asacaksiniz! Aleviler arasinda sikça rastlanilan bu derin bir çeliskiyi nereye koymali, nasil açiklamali acaba?
‘Büklü Baba’ya dönüstürdükleri Bavayê Bukî ve geçmisi ile ilgili olarak verilen ‘tarihi bilgiler’ ise beterin beteri. Koca bir panoya yazilmis tekstten bazi bölümleri oldugu gibi aktarmak, okuyucunun gerçegi daha iyi görebilmesini saglamak bakimindan en uygun yoldur saniyorum.
‘ Türk kavimleri islamiyetten önce gelenek ve töreleri geregi ibadetlerini kadin-erkek ayirimi olmaksizin saz çalip semah yapiyorlardi.
13. Asrin sonlarina dogru gelindiginde Islam’in yüce degerleri yol boyunca zenginleserek, Anadolu’ya göç eden Horasan erenlerinin kafile önderlerinde Seyyid Mahmut Hayarani, Seyyid Haci Kureys, Haci Bektas Veli, Mevlana, Abdal Musa, Sari Saltuk, Kizil Deli Sultan, Yunus emre gibi yüzlerce, binlerce bilge insan yetismisti.
Seyyid Büklü Dede: Atalari Türk kabileler 13. Yüz yilin birinci yarisinda, Adiyaman’in Hisn-i Mensur bölgesine, 16. Yüzyilin ilk çeyreginde ise, 12 Türk asireti ile birlikte Nazimiye’nin Düzgün Baba’ya, oradan da Maskan Bölgesine, daha sonra su an ikametgahi bulunan Doganpinar-Büklü köyüne yerlesmistir.
Seyyid Büklü Dede: Evlad-ü Resul, Ehli-Beyt soyundan, sehitler sahi Hz. Imam Hüseyin’den Hz. Imam Musa-i Kazima, Seyyid Mahmut Hayraniye, Seyyid Ibrahim Sani, Seyyid Haci Kureys’den, Seyyid Düzgün Babaya, Seyyid Dervis Gazi, Seyyid Dervis Ilyas’a kadar soy seceresi uzanir.
16. yüzyilin ikinci yarisinda (Bük’te) hak’a yürümüstür.
( )
(Kazim Büklü)
Görüldügü gibi, Türk milliyetçilerinin asimilasyoncu amaçlarla yüz yila yakindir kafalara empoze etmeye çalistigi düzmece iddialar burada da aynen tekrarlaniyor ve sonuçta da Dersimli bir din adamina hayali, uydurma bir soy yamanmak isteniyor. Hem de bu is o kadar ileriye götürülüyor ki bir paragrafta ‘Türk’ oldugu ileri sürülen kisinin soyu, her ne hikmetse bir sonraki paragrafta Imam Musayî Kazim’a dayandirilarak Araplastiriliyor.
Bahçede bir agacin gölgesine oturup sohbete baslarken, söz ister istemez yukarida bahsini ettigim konulara geliyor. Mustafa Kemal gibi bir politikacinin, üstelikte Alevi asimilasyonunun bas mimari olan bir politikacinin fotografi ile sözlerinin ibadethanede neden yer aldigi, Bavayê Bukî olan pirin adinin hangi nedenle ‘Büklü Dede’ olarak degistirildigi, soy seceresi ile ilgili olarak verilen çeliskili ve yanlis bilgiler, Binali ile konustugumuz baslica konular oluyor. Tabi Binali bakimindan bazi seyleri hakli bir gerekçe ile açiklayabilme olanagi yok, bu gibi konularda hayli zorlaniyor.
Laf arasinda cemi hangi dilde yaptiklarini soruyorum. Yanit olarak ‘Eskiden Türkçeydi, simdi kendi dilimiz ile de yapiyoruz. Özellikle gençler kendi dilimiz Kirmancki ile cem yapilmasini istiyorlar,’ diyor.
Bavayê Bukî Ocaginin bahçesinde
Sordugum bir diger soru ise Kurêsan’in hangi koluna mensup olduklari ile ilgili oluyor. Binali buna ‘Kudan, Kudan kolundaniz’ diye yanit veriyor ve arkasindan ‘Aslinda Kurêsan mensuplarinda ocakçilik gelenegi Kudan ile sürdürülüyor. Bir-iki istisna var ama, Kudan kolu, bu hizmetin asil yürütücüsüdür,’ diye eklemede bulunuyor.
Kurês ile ilgili efsanelerde Kud’dan da bahsedilir. Kimine göre Kud, Kurês’in çobani, kimine göre evlatligi, kimine göre ise çocugudur. Bu yönden durumu ne olursa olsun, Kud’un bir özelligi, vücutça normal olmayisi, felç geçirmis bir insanin tasidigi izler tasimasidir. Zaten ‘kud’ sözcügü de bu anlami ifade ediyor. Bu sözcük Dersim’de konusulan Kürtçenin her iki lehçesinde de felçli, felce bagli vücut sakatligi olan kisi, kötürüm anlamina geliyor. Dolayisiyla de ‘Kud’ adinin, söz konusu bedensel sakatliktan ya da kismen kötürüm olma özelliginden kaynaklandigini söylemek yanlis olmaz. Ayrica, ‘Kud’ muhtemelen gerçek ad degil, lakaptir.
Yine efsaneye göre Kurês, bu özelligi nedeniyle Kud’un bakim sorumlulugunu torunu Kalî’ye veriyor.
Hemen hemen bulunduklari bütün toplumlarda, ocak ve ziyaret türü kutsal yerlerin, hastalari sifaya kavusturduklarina inanilir. Bu nedenle, özellikle de terapi yoluyla iyilesen hastaliklara yakalanmis olanlar arasinda, Ocaklari ziyaret etme gelenegi hayli yaygindir. Bu bakimdan, ocak hizmetlerini sürdürme görevinin felçli Kud’un soyundan olanlar tarafindan yerine getiriliyor olmasinin kutsal yerlerin bu özelligi ile baglantili oldugu düsünülebilir.
Mamkiye’ye aksam saatlerinde dönüyoruz. O gün 13. Munzur Doga ve Kültür Festivali’nin 2. günü. Aksam saat 20:00 siralarinda sürmekte olan kültür programini izlemek üzere Sehir Stadyumu’na gidiyoruz. Izleyicilerin ezici çogunlugunun gençlerden olusmasi dikkatimizi çekiyor. Stadyum sahasi bastan sona halifleks ile kapli. Bu nedenle de izleyicilerin hemen hemen tami yere oturmus haldeler. Stadyum bu hali ile bir piknik alanini andiriyor. Alabildigine rahat ve keyifli.
Bir Günlük Bosluk ve Bir Dostluk Zîyareti
Ayin 27’sinde her hangi bir özel programimiz yok. Yani izinde sayiliriz. Bu bosluktan yararlanarak, geldigimizden bu yana yapmaya çalistigimiz seyi yapip HAK-PAR il örgütünü Hasan Kilavuz, esi Aysel ve Gulîstan ile birlikte ziyaret ediyoruz.
Bu partinin Mamekiye’de ilk örgütünü kurmasi yeni sayilir. Kurulus, Genel Baskan Kemal Burkay’in da katildigi bir törenle gerçeklesmis. Açilis toplantisinin, beklenmedik ölçüde canli ve kitlesel geçtigini degisik çevrelere mensup kisilerden duydum.
Ziyaretimiz sirasinda, Riza Katurman’in da aralarinda bulundugu bir grup tarafindan çok sicak bir havada karsilaniyoruz. Parti il örgütü baskanligi görevini yürütmekte olan Gökhan ise o an orada degil. Is durumu nedeniyle o günlerde çok mesgul oldugunu söylüyorlar ve biz de ancak bir aksam restoranina ugradigimizda görebiliyoruz kendisini.
Ziyareti firsat bilerek HAK-PAR’li dostlara çesitli konular hakkindaki görüs ve önerilerimizi iletiyoruz.
Aslinda buraya geldigim günden beri gönlümden geçen sey, mümkün oldugu kadar çok sayida politik parti ve sivil toplum kurulusunu ziyaret etmekti. Bunu yapmak istemem ise nedensiz degil elbet. Dersim halkinin her kesin gözü önünde olan düzinelerle somut sorunu var. Bunlar su veya bu grubu degil, toplumun tamamina ait sorunlardir. Bu bakimdan, bu konulara iliskin olarak farkli çevrelerin görüslerini ögrenmek ve gerektiginde bunlari kamuoyuna yansitmak önem verdigim bir konudur. Ne var ki buraya belli bir programi gerçeklestirmek üzere geldigimiz için buna firsat bulamiyorum. Umarim bir baska gezide gerçeklestirebilirim bunu.
BDP il baskani Ergin Dogru ile ayaküstü bir görüsme sirasinda bu yöndeki istegimi kendisine iletmis, o da memnuniyetini dile getirmisti ama bunu gerçeklestirme olanagimiz olmadi. Ayin 27’sinde aradim ancak yerinde degildi. BDP, sürmekte olan Munzur Doga ve Kültür Festivali çalismalarinin temel yükünü omuzlayan politik partidir. Dolayisiyla da festival günlerinde onlarla görüsmenin kolay olmamasi dogaldir.
[1] Kirmancca olarak Xeca Xidirî ile yaptigim roprtaj Vate dergisinin 13. sayisinda yayinlandi. Daha sonra ise Türkçesi Peri yayinlari tarafindan basilan Taniklarin Diliyle Dersim’38’ adli kitapta yer aldi (s.215). Ne var ki yayimlama sirasinda yayinevi tarafindan bilgim disinda bazi imla degisiklikleri yapilmis. Örnegin bana ait tekste de yer alan ve Kirmanca kelimelerdeki î’ harfi, türkçe alfabedeki i’ seklinde yazilmis. Bu nedenle de Tosnîye’, Tosniye’ , Seterîye’ (Seteriye) seklini almis. Yeri gelmisken, kitapta bilgim disinda baska türden degisikliklerin var oldugunu da belirtmem gerekiyor. Örnegin Kürdistan yerine Kürt illeri’ yazilmasi gibi. [2] Tasnîye Plemurîye’ye göre güneyde, Tasnîye ise bu ilçenin kuzey tarafinda, sira daglarin Erzincan tarafina düsen yakasinda yer aliyor. [3] Cêncênî ya da cêncîye: gêncênî/ciwanênî, gêncîye/ciwanîye. [4] Huris: Ûris, Rus [5] Bu yörede Sulvis’ adini tasiyan iki dag var. Bunlardan biri Nazimiye, Gêxî (Kigi) ve Plemurîye (Pülümür) üçgeninde bulunan ve ayni zamanda ünlü bir ziyaret olan Sulvis (Sulvis), ötekisi ise Plemurîye ilçesinin yanibasindaki Sulvis’tir. Burada kastedilen ikincisidir. [6] Çem, Munzur, Hewara Dêrsimî,Wesanên Deng, Istanbul, Adare 2003, s. 234 [7] Kovara Kulturî Vate, Nr: 13, 2000, r.55-Taniklarin Diliyle Dersim ’38, Peri Yayinlari, 1999, Istanbul, s. 217.
[8] Kürtçe’nin Kirmancca lehçesinde ‘buk’ (bûk) iki anlama geliyor: Bunlardan biri gözden çikan sivilce ya da arpacik, digeri ise nehir ve dere boylarinda yetisen bir cins çali ya da çaliya benzer bitkidir. D. Izolî’nin Kurmancca-Türkçe sözlügünde ise Kurmancca’da ‘bûk’ sözcügü için belirtilen anlamlar söyle siralaniyor: 1. Gelin 2. gözden çikan sivilce ya da arpacik 3. Karpuzun ortasindaki öz,etli kisim.Dengê Kurdistan