Makale

Devlet denen sey…

Son krizin ardindan en çok konusulan terimlerden biri ‘paralel devlet’… Daha önce de ‘derin devlet’i çokça konusmustuk.

‘Derin’ ya da ‘paralel’ olaniyla belli ki rutin, alisilmis, olmasi gereken devletten farkli bir seyi kastediyoruz. Devlet içinde yasadisi bir olusumu… Birileri devlet içinde kadrolasip, örgütlenip yasadisi yollardan devleti ele geçirmeye çalisiyor ya da onu kendi çikar ve istemlerine uygun yönlendiriyor.

Peki bunda sasacak bir sey var mi? Bu tür isler devletin dogasina uygun degil mi? Zaten devlet ortaya çiktigi günden beri hep böyle olmadi mi? Birileri ya disaridan topladigi güçle devleti elinde tutana saldirir, onu alt eder ve devleti eline geçirir, ya da bir baskasi devletin içinden, yani bizzat yönetici gücün içinden yapar bunu. 2500 yillik Iran tarihine bir bakin: Medler, Persler, Partlar, Sasaniler, Zendler, Kacarlar, Pehleviler… Biri digerine saldirip onu tahtindan eder, hanedan degisir, ama devlet sürüp gider…

‘Bizans oyunlari’ diye ünlenmis deyim, yüzyillar boyu Dogu Roma devleti içinde, sarayda cereyan eden güç kavgalarini, komplolari, tuzaklari anlatmaz mi? Bu sanat Osmanli’ya, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne geçti, zaman içinde yeni deneyimlerle çesitlendi, zenginlesti.

Devlet post ve para demektir, diger bir deyisle güç ve zenginlik. Bu da baskasinin sirtindan saglanabilir. Baskasini kul haline getirerek, soyup sömürerek… Herkes güçlü ve herkes zengin olamaz. Her güçlüye hükmedebilecegi güçsüzler, her zengine de emek ürünlerine el koyacagi, sömürecegi insanlar gereklidir. Biri olmadan digeri olmaz. Bu ikilem olmadan devlet de olmaz.

Marks bir kez daha hakli çikti: Devlet yönetenlerin, mülk sahibi siniflarin baski ve sömürü aracidir. O, ülkedeki tüm insanlarin, hepimizin degil. Onu süsleyip püsleyip adaletle, hukukla donatmanin, tüm çocuklarina esit davranan sefkatli bir baba, ya da ana gibi göstermenin gerçekle bir ilgisi yok. Devlet dogasi geregi baskicidir, esitsizligin koruyucu ve kollayicisidir.

Güçlü ve güçsüz, zengin ve yoksul esitlendigi zaman devlet biter.

Güç kirletir derler. Yani iktidari ele geçiren soyar, çalar, çirpar… Bu durum iktidarin, devletin dogasinda var.

Bu is eskiden hiç gizlemeye gerek görmeden, açikça yagmalama, talan etme, ya da haraç alma biçiminde, yani kurt usulü olurdu. Sonradan devreye yasa, hukuk filan girince, ‘vergi’ denen yöntemin yani sira, faiz, kâr gibi incelikli; yolsuzluk, rüsvet gibi üstü örtülü ‘inceliksiz’ biçimler de bulundu. Bir baska deyisle, soygunun yöntemleri de zamanla bir hayli degisti…

Güç çogu zaman sahibini sarhos da eder. Özellikle alt siniflardan, güçsüzlerin arasindan yükselip güce ve paraya ulasanlarin basi döner. Bunda da sasacak bir sey yok. Yillar önce yazdigim bir rubaimde söyle demistim:

Gözün yüksekte, ama yüksekler serap gibidir
Keyiflendirir, sarhos eder, sarap gibidir
San ve söhret dedigin bir yeldir, gelip geçer
Mutluluksa yani basinda, küçük seylerdedir

Ne var ki san söhret, güç ve para pesinde kosan insanoglu, bütün bunlarin gelip geçici oldugunu, kendisinin ölümlü oldugunu, günün birinde her seyi birakip gidecegini pek düsünmez. Gücün ve paranin çekiciligine bir kapildi mi, ‘küçük seyler’in huzur ve mutlulugunu aklina bile getirmez. Güç ve para ise bir igneli fiçidir; çünkü onu büyütmek ve elde tutmak için, ona göz diken düsmanlarla durup dinlenmeden savasmak gerekir.

Sonuç olarak, devletin ortaya çikis kosullarini ve bin yillar boyu izledigi tarihsel süreci az çok bilen biri bugün yasadiklarimiza hiç de sasmaz. Devlet budur iste!

Besbelli, devlet baslica özellikleriyle böyle olsa bile, her zaman ve her yerde birbirinin tipkisi olmadi. Kral ve imparatorlarin bir emirle nice insanin basini kopardiklari devletlerle, ölüm cezasini kaldirma noktasina gelmis çagdas devlet elbet farkli. Yine bir ülkeden digerine farkli olsa da, çagimiz toplumlarinda geçerlik kazanan insan haklari, sosyal haklar elbet önemli. Bütün bu degisim baski görenlerin, sömürülenlerin yüzyillar boyu süren mücadelesi sayesinde saglandi.

Devlet de her sey ve her kurum gibi tarih boyunca önemli degisimler yasadi.

Günümüz dünyasinda insan haklari ve demokrasi bakimindan Kuzey ve Bati Avrupa ülkeleri gibi ileri örnekler de var, Afganistan ve Suudi Arabistan gibi Ortaçag benzeri örnekler de… Türkiye ise ne yazik ki ortalarda bir yerde. 12 Eylül fasizminin yaralarini hâlâ sarabilmis degiliz.

Öyle olunca da özgürlük ve demokrasi mücadelemiz sürüyor. Devleti kutsallastirmadan, görüp yasadiklarimiza sasirmadan mevcut devleti ve sistemi degistirmeye, demokratiklestirmeye, insan hak ve özgürlüklerini çagdas düzeye çikarmaya çalisiyoruz. Bu mücadele önemsiz degil.

Insanlar arasinda her bakimdan tam bir esitlik ise ancak insanligin sinifsiz topluma dogru evrildigi bir süreçte gerçeklesebilir ve bu da devletin son bulmasi demektir.

O derece ilerlemis bir insanligin devlete ihtiyaci olmayacaktir.

Bu ne zaman olabilir, elbet bugünden kestiremeyiz. Devrimlerin birbirini izledigi 1960’li, 70’li yillarda ‘tüm halkin devleti’nden söz ediyor ve tümden devletsiz bir asamayi da pek yakin saniyorduk. Ne var ki böyle olmadigini nice aci deneyimleri yasayarak anladik.

Belli ki bu hamur daha çok su ister.

6 Subat 2014

Kemal Burkay

Back to top button