Dindarlar nasil kaybetti?
Etyen MAHÇUPYAN
Siyasetin bir tür spor müsabakasi gibi kazanilacak ya da kaybedilecek bir alan olarak algilanmasinda, demokratik kültür açisindan bariz bir ilkellik var. Hayat tarzi, beklentiler, görüsler ve inançlar temelinde çesitlilik arz eden, üstelik bunlarin sürekli degisebilecegi bir toplumda belirli bir siyasetin ille de ‘kazanmasini’ hedeflemek, toplumun bütünlügünü tehlikeye atar ve sonuçta bundan herkes zarar görür
Dolayisiyla takim tutar gibi siyasi parti taraftarligi demokrasilerde pek görülmez.
Oysa henüz demokrasi esigini asamamis halklara baktigimizda, iç tehditleri öne çikaran bir siyasetin geçerli oldugunu görürüz. Diger deyisle halkin farkli bölümleri digerlerini kendi hayat tarzlari, özgürlükleri, hatta bekalari için bir tehdit olarak algilarlar. Tarihsel olusum içinde cemaatlesmis halklar bu durumun bariz örnekleridir ve söz konusu ülkelerde siyaset, iktidari ele geçirme ve kendi ideolojin, kimligin, çikarlarin ugruna kullanma anlamina gelir.
***
Açiktir ki Türkiye de bu ülkelerden biri
Osmanli mirasi olan kimliksel ayrisma Cumhuriyet ile daha da pekisti ve ne laik ne de dindar cenahtan toplumsal bütünlesmeyi hedef alan bir siyaset üretilmedi. Devletin olaganüstü imkanlarindan ne kadar sürecegi belli olmayan bir zaman araliginda yararlanma hevesi baskin çikti. Siyasi partiler iktidar firsatlarini devlete nüfuz etme, kendi cenahlarina rant saglama ve ‘öteki’ cemaatlerin hareket alanini kisitlama yönünde kullandilar. Bütün siyasi iktidarlar böyle davranip, parti tabanlari da bunu dogal karsilayinca, demokratik mekanizmalarin yozlastirilmasini artik mesru görmeye baslamistik
Diger taraftan laik kesimin ideolojik iflasini temsil eden 28 Subat dönemi kapandiginda, dindar cenahin önünde yepyeni bir siyaset alaninin açilmakta oldugu belliydi. Küresel egilimler, modernlik elestirileri ve AB’nin genisleme hamlesi, Türkiye için bu yeni siyaset imkanini tesvik ediyordu. Buna karsilik dindarlarin anlam dünyasinda siyaset hala ‘kazanmak’ kelimesini asmis degildi. 28 Subat deneyimini dikkate alirsak, böyle bir olgunlugu beklemek haksizlik da olurdu
O ortamda iktidara gelen AK Parti de tabii ki kazanmis olmanin getirilerini hasat etmek istiyordu. Ancak önlerinde iki yol vardi
Ya sistemin isleyis degerlerini demokratik ilkelere göre dönüstürerek toplumsal bütünlesmeyi hedeflemek ve böylece cemaatçiligi asan bir ‘kazanma’ kavramini ilk kez siyaset sahnesine sokmak, ya da siyasi gelenegi takip edip, sistemin isleyisinde kendi kimligini belirleyici hale getirerek dindar cemaatin imkanlarinin digerleri aleyhine genislemesini siyasetin kazanci olarak görmek.
AK Parti ilk yolu tercih etti. Doksanli yillarda yetisen yeni dindar kusaklarin temsil ettigi ‘zamanin ruhu’ baskin çikti ve güven veren çogulcu bir liderlik sayesinde tabanda da olumlu karsilik buldu. ‘Kazanmak’ siyasi alanda ilk kez farkliliklari normallestiren bir dinamik olusturdu.
Bugün söz konusu yoldan sapilirken fazlasiyla ironik bir durumla karsi karsiyayiz. AK Parti artik kendi cemaatinin çikarlarini koruyacak bir yola da giremiyor. Ne demokratik düzeni insa etme, ne de cemaatçi siyaseti pekistirme imkani yok. Diger deyisle iktidari kazanmasina karsin, siyaseti kaybediyor
Çünkü salt iktidari sürdürme ugruna devletle koalisyon yapmanin maliyeti var. Iktidar sürebilse de, bunun gerçekte kimlerin iktidari oldugu belirsizlesiyor ve dizginler toplumsal görünürlügün ötesinde, karanlik bir alemde araniyor.
***
Bir zamanlar CHP ile koalisyondan korkan AK Parti, simdi MHP sembolizminin gerisindeki devlet yapilanmasi ile birlikte yürüyor. Oysa CHP seffafti
Resmi ideolojinin olsa olsa görüntü islevini yerine getiriyordu. AK Parti kazanacagi apaçik bir isbirliginden korkarken, nihayette sirtini ideolojik sistemin siyasi korkuluklarina dayamak zorunda kaldi.
‘Iktidar devam etsin yeter’ denecekse AK Parti bu sürede ‘kazandi’
Ama toplumsal bütünlesme sansi harcanirken, dindarlar kaybetti.
———————————————————–
Karar- 2-6-2018
Etyen Mahçupyan