Makale

DIRBAN’DA…

Mustafa abim Subat ortalarinda rahatsizlanmis, önce Tunceli’de sonra Elazig’da hastaneye kaldirmislardi. Bu nedenle 24 Subat’ta uçakla Elazig’a gittim. Beni havaalanindan yegenim Cemil aldi. Hastaneye ugrayip Abimi ziyaret ettik. Oglu Derya ve bu nedenle Avustralya’dan gelmis olan kizi Naciye basinda idiler. Ankara’dan gelen kizi Gülsüm ise köydeydi.

Cemil’le birlikte o aksam Dersim’deki köyümüze, Dirban’a geçtik. Bu yil Kürdistan bol kar görmüstü. Subat sonu yaklasmis olsa da çevre daglar ve dag etekleri hala kar altindaydi. Rakimi yüksek olan bizim köy de.

Kapida bizi beyaz bir köpek karsiladi. Sanki beni görmekten pek memnun, pek teklifsizdi. Sürtündü, basini oksatti. Önce komsularin köpegi Tomas sandim. Ama onu andirsa da bu bir süre önce çikagelmis baska bir köpek. Kimin oldugu, nereden geldigi bilinmiyor. Derya önce, nerden gelmisse yine çikip gitsin diye düsünmüsse de, hayvanin iki gün boyunca kapi önünde dikilip kalmasi ve israrli bakislari karsisinda aç oldugunu anlamis, yiyecek vermis. Böylece o da postu buraya sermis, evin köpegi olmus.

Yeni gelenin henüz bir adi yok..Tomas baslangiçta onunla fena kapismis, sonra birbirlernin varligini kabul etmisler… Tomasda eskisi gibi komsu evlere ve bize ugrayip payini aliyor. O evin bir yanindaysa yeni gelen öteki yaninda oluyor. Yani Anadolu’ya sonradan gelen arkadaslar gibi yapmamislar… Tabi onlar ne de olsa kurt soyundanlar!

Derya’nin su namli horozu yine biraz kabardi, ama bu kez bana saldirmadi. Garip degil mi, köpekler hirlamiyor, hatta pek dostça hos geldin diyorlar da bu horoz çevreyi kimseyle paylasmiyor.

Cemil beni biraktiktan sonra Elazig’a döndü, oradan da Hollanda’ya… Ben gelmeden önce de yegenim Murat Isveç’ten gelip babasini ve köyü gördükten sonra dönmüs.

Kar güneye bakan yamaçlarda, örnegin bizim bahçede büyük oranda erimis ve kara toprak, hatta yer yesil çimenler, ilk çiçekler görünür olmus. Üstlerinde arilar bile dolasiyor. Ama köyün öteki yerleri, yamaçlar, tepeler 50-60 santim dolayinda kalin birkar tabakasiyla kapli.

Kisin kargalar ve serçeler zaten hep varlar. Koca armudun kökü civarinda kizil ibikli, ak benekli bir agaçkakan da uçusup durmakta. Yani sira, bülbülü andiran bir kus… Ötede bir sincap sesi, o da yuvasindan çikmis çevreyi kolaçan ediyor, orda burda topragi yokluyor; besbelli sonbaharda topraga gömdügü cevizleri ariyor.

Biz tam bahar kapiyi çalmak üzere derken, geldigim günün gecesi ve onu izleyen iki gün yeniden kar yagdi, açilmis yerler, agaçlar yeniden beyaza büründü. Ben de fotograf makinama sarilip bu güzelim kar manzaralarini çektim.

2011’de, uzun gurbetlik yillarindan sonra yurda dönüsümün ardindan köye hemen her yaz geldim. Kisin ise bu üçüncü gelisim. Ilk keresinde Ablam Inci’yi topraga vermek için gelmistik. Subat ortasiydi ama kar yoktu, bahar gibiydi. Ikinci kez Diyarbakir’da bir toplantidan buraya geçmistim. Yine Subat’ti ve yine kar yoktu. Bu kez köyün kisini yakaladim.

Ama yeni kar çabuk eridi ve agaçlar yeniden çiplandilar. Dal uçlarinda tomurcuklar da uç vermeye basladi bile.

Köy oldukça sakin. Kisi köyde geçirenler az ve yazlikçilar henüz görünmedi. Bazen asagi yoldan araçlar geçse, kargalar uçsa, köpekler havlasa ve horozlar ötse bile çogu zaman öyle bir sessizlik var ki, anilarimin 1. Cildinde, çocuklugumun kislarini anlatirken yazdigim gibi, ‘gelip geçen biri bu köyde hayat olup olmadigindan kuskuya düsebilir…’

Evimizi sömineyi andiran bir odun sobasiyla isitiyoruz. Üst katta kaldigim odada klima da var; yatmadan bir süre önce çalistiriyorum.

Iki üç kez yegenim Gülsüm’le yola inip karsidaki yamaca, Konkar Mezrasi’na dogru gezindik. Bir keresinde yol boyundaki kar tabakasinin kiyisinda kosturan küçük bir fareye rastladik. Yakinda ev filan yoktu. Belli ki bir tarla faresiydi. Yuvasindan çikmis, belki yolunu sasirmis, siginacak yer ariyor gibiydi. Bizi görünce kaçmadi, tam tersine yanimiza sokuldu, çevremde dolasti, botlarima süründü.

Bu minicik fare, sesimizden ve davranisimizdan ona karsi iyi duygular içinde oldugumuzu nasil fark etmisti? Hayvanlarda çok güçlü hisler olmali. Avrupa’da oldugum yillarda, trende, kafede filan, üstlerinde, koyunlarinda bir fare ile dolasan insanlari hatirladim. Kol uçlarindan girip yaka altindan çikan fare nasil da kendini güvende hissederdi.

Bir an bir kagit mendille onu oradan alip güvenli bir yere götürüp birakmayi düsündüm. Cebimden çikardigim mendille, elimi ona dogru uzattim. Ama bu kez kaçisti. Herhalde insanlara o kadar da güvenilmez, demisti…

Remini çektim. Videoya da almak istedim, ama beceremedim. Onu aksam sogugunda, orada karin yaninda, doganin kucaginda birakip yürüdük… Köpek, kedi filan neyse de, evimize fare de tasiyacak degildik!

Burada nerdeyse 10 günüm doldu. Bilgisayarimi yanimda getirmistim ve burada internet var. Anilarimin geriye kalan bölümü, 2010 sonrasi üzerinde çalistim. Okurlarim bilir, anilarimin ilk iki cildi basildi. 3. Ve 4. Ciltler ise ben yurda döndügümde baskiya hazirdi; ama bazi nedenlerle beklettim. Bir süreden beri son yillarin hikâyesini de yazmakta idim. Köyde geçirdigim 10 gün içinde bu bölümü de tamamladim. Bu da 400-500 sayfa tutar ve 5. Cilt olur.

Böylece anilarim, toplam olarak 3000 sayfayi buluyor. 1940’lardan baslayarak, yalniz benim degil, bir bakima ülkemin ve yasadigim dönemin, yani 80 yilinin hikâyesi…

Dün (5 Mart) Derya benimle Gülsüm’ü köyden alarak Elazig’a hastaneye götürdü. Mustafa Abim, bu arada safra kesesinden küçük bir operasyon geçirmis, biraz düzelmisti. 6 Mart’ta bu kez de karacigerinden bir operasyon geçirecekti. Kendisine ‘Ev, bahçe seni özlemis,’ dedim. Tavuklari sordu. ‘Onlar da iyidir,’ dedim. ‘Yarin ki operasyon da iyi geçecek ve iki-üç gün içinde seninle köye dönecegiz,’ dedim. Güldü, ‘Insallah’ dedi.

Ben gece köye döndüm. Az önce haber aldim, bugünkü operasyonu da iyi geçmis.

Günler süren karli, kapali havalardan sonra bugün yine günes açti. Hayat böyle iste, ‘Yas ve senlik bir arada…’

Bir aksilik olmazsa iki-üç güne kadar Ankara’ya dönerim.

6 Mart 2019

Kemal Burkay

Back to top button