Makale

Dogru yolda olmak basari için yeter mi?

3 Günden beri Stokholm’dayim. Bu yaziyi da sözde dinlenmek için geldigim, baharin yeni yeni uç verdigi bu kentte yaziyorum.

Arkadaslarin ve dostlarin bildigi üzere, ülkede daha seçim öncesinden, geçen yilin Ekim ayindan baslayarak oradan oraya kosturduk. Ankara’dan yola çikip üç kez Kürdistan’i turladik. Çukurova’ya, Marmara Bölgesi’ne, Ege’ye gittik. Bu nedenle birçok arkadasim gibi ben de öylesine yoruldum ki, seçim sonrasi sakin bir köse bulup bir ay boyunca sirtüstü yatmayi düsledim.

Ne var ki seçimin daha ertesi günü yorgunlugum sanki uçup gitmisti. Sanki benzer bir seçim çalismasina kosturmaya hazir gibiydim!

Zaten seçimin hemen ertesinde sakin bir köse bulup sirtüstü yatmaya firsat da olmadi. Seçim sonuçlarini derleyip toparladik, rakamlarla ugrastik, yorumlar yaptik. Parti Meclisi’ne böyle hazirlandik.

Seçim çalismalari sirasinda ne gibi sonuçlar alacagimiza dair yakinimdaki dost ve arkadaslarin tahminlerine kulak verdim, zaman zaman sordum. Deneyimli arkadaslar ihtiyatli konussalar da çogu oldukça iyimserdiler, bazilari da asiri iyimser… En azindan birkaç yerde belediye baskanligi alacagimizi umanlar, üç yüz bin, bes yüz bin oy alacagimizdan dem vuranlar vardi. Bu arkadaslari bu asiri iyimserlikten dolayi uyardim, ‘hayalci davranmayin, düskirikligina ugrarsiniz,’ dedim. ‘Eger yüz bini asarsak, bu basari olur,’ dedim.

Bildiginiz gibi yüz bini asamadik, 50 bin dolayinda oy aldik. Oylarimizin bir bölümü sandiklarda veya daha sonraki süreçte iç edilse de YSK’ya yansiyan sonuç bu. Söz konusu asiri kutuplasma ortaminda ve onlarca parti bir önceki yerel ve genel seçimlere oranla büyük ölçekte oy kaybederken, bizim oylarimizi 2009 yerel seçimlerine göre yaklasik iki misli arttirmis olmamiz elbet küçümsenmeyecek ve nisbi bir basari sayilir. Bir önceki yerel seçime oranla genis bir alanda seçime girip partimizi daha genis kesimlere tanitmak ve sesimizi kitlelere ulastirmak için yürüttügümüz kararli ve aktif çalisma da hesaba katilmasi gereken diger olumlu bir puandir. Seçime girerken de zaten olanaklarimizin farkindaydik, olmayacak düsler kurmamistik.

Seçim sonuçlarina iliskin yorumlarim medyaya yansidi, bu nedenle ayni seyleri tekrarlamak istemem. Bu yazimda isin daha degisik bir yönüne, pek çok insanin kafasindaki soruya deginmek istiyorum: Insanlar oylarini ne ölçüde isabetli kullaniyorlar? Oy vermeleri gereken partiyi dogru biçimde seçebiliyorlar mi? Diger bir deyisle ne ölçüde kendi çikarlarini temsil eden partiye oy veriyorlar?

Bu soruya olumlu cevap vermek ne yazik ki mümkün degil. Yalniz bu ülkeyle ilgili olarak degil, baska birçok ülke için de… Yalniz bu dönemde degil, çok partili sistemin ve serbest seçimlerin icat edildigi günden bu güne dek geçen pek çok zamanda ve durumda da…

Eger insanlar dogru partiye oy verselerdi, pek çok ülkede bugün iktidarda olan partilerin hiçbiri iktidar olmazdi. En basta emekçiler sermaye partilerine, topraksiz ve az toprakli köylüler agalara oy vermezlerdi ve her ülkede toplumun çogunlugu -isçi, köylü, zenaatkâr, küçük memur ve ücretli olarak emekçidir.

Ama demokrasi oyununu sahneye süren egemen güçler halkin ezici çogunlugunu olusturan bu seçmen kitlesinin kafasini türlü yöntemler ve türlü söylemlerle öylesine karistirirlar ki, onlari kendi istedikleri dogrultuda öylesine kosullandirirlar ki kitlerin gerçegi görmesi, dogru olani seçmesi pek zordur.

Bu yöntemler arasinda yalan dolanla beyin yikama vardir. Bunu güçlülerin elindeki okul yapar, kilise yapar, camideki vaiz yapar, gazete, radyo-televizyon yapar… Ezilenlerin, emekçilerin çikarini savunan örgütler, partiler seytanlastirilir.

Söz yetmezse baska yöntemler; yasak, sopa, zindan ve daragaçlari devreye girer… Çok partili parlamenter sistem bir anda fasizme dönüsür…

Neyse ki Sovyetler Birligi ve sosyalist sistem bir bütün olarak çöktü ve bu tarihsel raundu kapitalizm kazandi da, yasaklar bir ölçüde hafifledi, sopaya ve daragaçlarina, fasist cuntalara simdilik pek gerek kalmadi. Yine de yeri geldiginde bir Sisi’nin arzi endam etmesi hiç sasirtici degil…

Daha 19. Yüzyilin ortalarinda yaklasan isçi devriminden pek emin olan, ‘Iyi kaz koca köstebek!’ diyen Marks ve Engels, acaba bugün baslarini mezarlarindan kaldirip su dünya manzarasina baksalar ne derlerdi?.. Ya bu devrimi, en gelismis kapitalist ülkelerin birinde degil de kulaklarin Rusyasi’nda gerçeklestirmeyi basaran Lenin?.. Çarligi, Rus burjuvazisini ve toprak sahiplerini tepeleyerek temelini attigi bu devrimin, Sovyetler Birligi’nin, dünyanin iki süper gücünden birine dönüsüp, ondan da öte, 2. Dünya savasinin ardindan Dogu Avrupa’ya, Çin’e, Vietnam’a, ABD’nin burnu dibindeki Küba’ya yayilip, sosyalist sisteme dönüsüp emperyalizm ve kapitalizmin geriye kalanina korkulu rüyalar yasattiktan kisa süre sonra, beklenmedik biçimde çöküp dagildigini görebilse ne düsünürdü acaba?..

‘Isçi yoldaslar, ne yaptiniz?!.’ der miydi?

Besbelli isçiler dahil, tüm ‘yoldaslar’ bu isin üstesinden gelemediler. Sosyalist denen sistem, kapitalizmle ekonomik yarista yenik düsüp kendisinden beklenen geliskin sosyalist toplumu, ‘halk demokrasisi’ni, baska bir deyisle ‘sosyalist demokrasi’yi olusturamadan çöküp gitti. ‘Isçi sinifi diktatörlügü’ denen sey Stalin’in ve benzerlerinin kisisel diktatörlügüne veya komünist parti yönetimlerinin oligarsik diktalarina dönüstü… Sonuçta halktan kopan sistem kaçinilmaz olarak çöktü ve yeniden kapitalizmle bas basa kaldik… Ben de bu duruma bakip asagidaki dörtlügü yazdim:

Dostum, has gül her zaman açmaz, günü demi dolmali
Derde göre derman, yaranin merhemi olmali
Sen güzel bir dünya istedin, özgür ve barissever
Ama o yeni insan nerde? Denize uygun gemi olmali

Demek ki, yukarda sözünü ettigim tüm engelleri asip, burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin iktidarini devirip yönetime el koymak yetmiyor, bir de yeni düzeni kurmaya ehil olmak gerek… Çürük bir yelkenli ile okyanuslar asilamiyor.

Insanlik bu ise ne zaman ehil olur, bilemem. Tüm görüp yasadiklarimdan sonra bu is için tarih belirleyemem. Ama sunu bilirim: bugün yasadigimiz dünya, bu kapitalist sistem adil degil, ‘tek akilli hayvan’ denen insanogluna ve kizina yarasir degil. Yasanasi bir dünya sosyalizmdir ve insanlik ona ulasmadikça özgürlük, adalet, baris hep güdük kalacaktir.

Bu isin bir yani… Henüz böylesi bir degisimin esiginde degiliz. 1960’li ve 70’li yillarda kendimizi o esikte saniyorduk. Ama sosyalist sistem çöktükten sonra o esik insanliktan epey uzaklasti. Bir kez daha ne zaman oraya variriz, nasil variriz; devrimle mi, evrimle mi? O da ayri bir konu.

Biz bugüne ve somut bir ülkeye gelelim. Su anda bizim, Türkiye’de ve Türkiye Kürdistani veya Kuzey Kürdistan denen bu cografyada yapmaya çalistigimiz bir isçi devrimi veya sosyalizmi kurma çabasi degil. HAK-PAR da öyle bir parti degil. Biz özgürlük ve demokrasi için mücadele ediyoruz. Bir baska deyisle partimizin programi demokratik devrimi amaçliyor: Kürt halkinin ulusal baski ve zulümden kurtulmasi, özgürlesmesi ve hem Kürdistan’da hem Türkiye’de, çagdas ölçülerde demokratik bir toplum. Bunun siyasi biçimi olarak federasyonu öneriyoruz. Yani her iki halkin esitlik temelinde bir arada baris içinde yasayabilecegini düsünüyoruz. Bu sosyalizm kadar uzak bir hedef degil; dünyada pek çok örnegi var.

Partimizin programinda bunun yani sira, gerçek bir laiklik çerçevesinde Alevi sorununun çözümü, AB ile bütünlesme ve bir bütün olarak demokratiklesme var. Kadin ve isçi haklari, dogal çevrenin korunmasi da programimizin önemli köse taslarindan.

Bu program, bir avuç sömürücü ve irkçi disinda kanimizca hem Kürtlerin, hem Türklerin, hem de bu ülkede yasayan diger tüm insanlarin yararina ideal bir program. Öyleyse biz neden kitlelerden beklenen oyu alamadik?

Alamadik, çünkü kitleler bu durumun farkinda degil. Hatta çogu insan, parti olarak bizim farkimizda degil! Çünkü biz, elimizdeki dar olanaklarla genis yiginlara ulasamadik. Çünkü kitlelerin bilinci on yillar boyu feci sekilde çarpitilmistir. Çünkü kitlelerin oy verirken tercihlerini etkileyen pek çok baska etken var. Biz bu insanlarin bir bölümüne sesimizi duyurmus olsak bile, onlarin hemen aydinlanip kitleler halinde bize kosup gelmelerini bekleyemeyiz.

Bir baska deyisle, kitlelerin bize yönelmesi için onlardan yana dogru bir program tek basina yetmez. Kitleleri kazanmak sabir, emek ve uzun soluk isteyen bir istir. Bizim su anda aldigimiz oylar bile aslan agzindan alinmis gibidir. Seçim boyunca medyanin bize uyguladigi ambargo ile Kürtlerin partisi oldugunu iddia eden, ama gerçekte Kürt sorununun çözümü için dise dokunur bir programi bulunmayan, Kürt halkini oyalayip duran, su anda da HDP’ye katilma, yani varligina son verme hazirligi yapan BDP kesiminin bize uyguladigi blokaj pek çok seyi açikliyor.

Bu is bu kadar zor ve önümüzde Kaf daglari varsa ne yapmali? Umutsuzluga düsüp kenara mi çekilmeli, yoksa dogru bir is yapan insanlarin duyduklari güven ve iç huzuruyla, dogru bildigimiz yolda yürüyüse devam mi?

Sistemin ve isbirlikçilerinin istedigi elbet birincisidir. Biz havlu atarsak onlar kazanmis, on yillar öncesinden sahneye koyduklari plani hayata geçirmis olacaklar. Yapmamiz gereken elbette ikincisidir.

Az da olsak dogru bildigimiz yolda yürüyüse devam. Çogalmanin, büyümenin ve amaca ulasmanin, yani özgürlügü ve barisi kazanmanin baska yolu yok.

Kürt halki seçeneksiz kalmamali.

Kemal Burkay

Back to top button