Fasit daire ve demokrasi; 1.Bölüm

29 Nisan tarihli ‘Yanlis Hesap, Çikmaz Sokak’ baslikli yazimda söyle bir belirleme vardi: ‘Türkiye’nin siyaset tarihi bu fasit daire içinde geçti. Önce CHP gitsin de ne olursa olsun dendi; o gitti DP geldi. Bu kez DP gitsin de kim gelirse gelsin, dendi; yerine 27 Mayis Darbesi geldi. Sonra CHP, AP, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri Darbeler ve düzen partileri birbirini izledi ve bir sey degismedi.’
Bu yazimda bunu açmak istiyorum.
Kendi payima ben, simdi 77 yila ulasan yasimla tüm bu dönemlere taniklik ettim.
Tek parti CHP, 2. Dünya Savasi’nin ardindan yeni dünya kosullarinda artik bu durumu sürdüremedi ve sözde çok partili hayata geçildi. Demokrat Parti bu süreçte bizzat CHP’nin bagrindan dogdu. O yillar yasi henüz siyasetle ilgilenmeye el vermeyen bir çocuktum. Ama muhalefetin, on yillar süren CHP’nin tek parti yönetiminden yakinmalari kulagimiza çaliniyordu. En çok da jandarma baskisindan ve ‘tahsildar’dan dert yaniliyor, ‘hürriyet’ sözcügü ilgi çekiyordu
1950 seçimleriyle CHP yerini DP’ye (Demokrat Parti) birakmasi Türkiye bakimindan önemli bir dönüm noktasiydi. Sanki bir devrim olmus, ülkeye demokrasi gelmisti Tek parti yönetiminden çok çekmis olan kitleler bundan memnundu. Bu arada Kürtler, hatta Aleviler de büyük oranda Demokrat Parti’ye oy vermislerdi. Örnegin Tunceli (Dersim) yöresinin iki milletvekilinden birini DP almisti. Daha sonra AP de bölgeden oy almayi sürdürecekti.
Oysa ne bir devrim ne de çagdas anlamda bir demokratiklesme söz konusuydu. Yönetici partinin halkoyuyla degismis olmasi elbet önemliydi. Ama ülke temel insan hak ve özgürlükleriyle tanismis olmaktan henüz çok uzakti. Gerçek anlamda çok partili siyaset; örgütlenme, düsünce ve basin özgürlügü söz konusu degildi. Sistemin baski çarki yeni yönetim altinda da devam etmekteydi. Nitekim sol yine yasakliydi ve çok geçmeden, 1953 yilinda TKP’ye karsi bir komünist tevkifati yapildi. Tutuklananlar agir iskencelerden geçirildiler. Ahmed Arif siirlerinde bu iskenceler sonucu nasil kan isedigini anlatir.
CHP ile hesaplasmasinda dini bir propaganda araci olarak kullanan, ‘CHP ezani yasakladi, camileri ahir yapti!’ diyen DP, Alevi halka inanç özgürlügü tanimayi aklindan bile geçirmedi; Alevilik onun döneminde de ‘yasak’ bir inanç olmayi sürdürdü.
Türkiye 1950 yilinda NATO’ya girdi ve daha 1953’te, CIA’nin girisimiyle birçok NATO ülkesinde olusturulan Kontrgerilla örgütü Türkiye’de de yapilandi. 1955 yilinda Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrimüslimlere yönelik 6-7 eylül provokasyonu bu örgüt eliyle ve bizzat DP büyüklerinin bilgisi ve onayi ile yapildi.
Kürtler üzerindeki inkar ve baski politikasi da tek parti döneminde oldugu gibi sürmekteydi. Kürt aydinlari arasindaki bazi kipirdanmalar 1959’daki ‘Kirk Dokuzlar’ tutuklamasina yol açti. Tutuklananlar ‘Kürt devleti kurmaya tesebbüsle’ suçlandilar, Istanbul Harbiye’deki hücrelere kondular, bir yil süreyle yargiç önüne çikarilmadilar. Birçogu burada hastalandi, bazilari hayatini yitirdi. Bu operasyon, ABD ve NATO gibi ‘müttefik güçlere’ ise bir komünist kalkismasi gibi yansitilmak istendi Oysa ortada ne gizli ne açik bir örgüt vardi.
Demokrasi havarisi olarak 1950’de iktidara gelen ve 1954 ve 57 seçimlerini de açik farkla kazanan DP iste bunlari yapti. Hatta CHP’nin muhalefetine bile katlanamayinca, Ismet Pasa çiktigi seçim gezilerinde taslanir olunca, parlamentoda sorusturma komisyonlariyla muhalefet baski altina alinmak istenince ipler gerildi, üniversitelerde baslayan eylemler sokaklara tasti ve ordu içindeki darbecilere uygun bir ortam olustu. 27 Mayis 1960 darbesiyle DP düsürüldü, Bayar, Menderes ve arkadaslari Yassi Ada’daki olaganüstü mahkemelerde yargilandilar, sonuçlar ise malum
27 Mayis darbesi, onu destekleyen çevreler tarafindan ‘devrim’ diye adlandirildi… Bu ‘devrimle’ CHP yeniden hükümet oldu, içerdeki birkaç darbeci subay birakildi; ama zindandaki 49 Kürdün durumu degismedi. Aksine DP’de siyaset yapmis olan çok sayida Kürt politikacisi daha tutuklanarak Sivas’ta olusturulan kampa gönderildi.
Darbeciler ‘Kurucu Meclis’ olusturup yeni bir anayasa yaptilar. Ama bu anayasa tek parti döneminin Kemalist sistemini, yillarin baski rejimini koruyup kollamaya yönelikti. Yine isçi hareketi, Kürtler, farkli inanç gruplari üzerindeki baskilar gevsemeden sürmekteydi.
27 Mayis darbesini kisa bir CHP iktidari izledi ve CHP yerini daha sonra DP’nin devami olan Süleyman Demirel yönetimindeki AP’ye birakti.
Bu dönemde isçi hareketi bir ölçüde canlandi, sol yayinlar süregelen baski ve yasaklamalara, tutuklamalara direnerek uç vermeye basladi. Yeni sendikalar ve Türkiye Isçi Partisi adiyla sosyalist görüsleri savunan legal bir parti olustu. TIP 1965 seçimlerinde % 3 oy aldi ve nispi temsil sisteminden yararlanarak Parlamentoya 15 milletvekili soktu. Bunun yani sira Kürt hareketi de yeniden canlanmaya, bazi yayinlar çikarmaya basladi. 1967 yilinda Kürdistan’in Diyarbakir, Tunceli, Agri, Silvan, Siverek gibi bazi il ve ilçelerinde ‘Dogu Mitingleri’ yapildi. Ama tüm bu kipirdanmalara yine baski ve tutuklamalarla cevap verildi. 1963’te yine Kürt aydinlarina yönelik ‘Yirmi Üçler’ tutuklamasi oldu. 1967 yilinda ise benimle birlikte iki kisi, Yeni Akis Dergisi’ndeki yazilarimiz nedeniyle tutuklandik.
Gerek sola, gerek Kürt hareketine karsi, darbeci yönetimin yani sira, onu izleyen koalisyon hükümetlerinin, CHP ve AP’nin tavri da farksizdi. Seçimlerde TIP’i engellemek için nispi temsil sistemi kaldirildi. Sendikalara ve gençlik derneklerine yönelik baskilar atti. Bu baskilar nedeniyle sol hareket bir bölümüyle illegaliteye ve siddete yöneldi. Sistem de solu ve Kürt hareketini bölmek, yanlisa yöneltmek, terörize etmek için elinden geleni yapti.
Sistem ‘demokrasi’ diye sadece düzen partileri arasindaki tahterevalliye onay veriyordu. Ancak dogal olarak, kitlelere mal olmayan, demokratik geleneklerden ve kurumlardan yoksun bu tür bir demokrasi oyunu da iyi islemedi, taraflar iktidari elde etmek için her türden makyavelist oyunlara basvurdular ve yine devreye darbe girdi.
12 Mart darbesi bir yandan egemen güçler arasi kapismanin ürünü idi, diger yandan ülkede bir ölçüde canlanmis olan isçi hareketini, solu ve Kürt ulusal hareketini ezmeye yönelikti. TIP ve demokratik dernekler, legal yayinlar kapatildi. Binlerce kisi gözaltina alindi, iskence gördü, sikiyönetim mahkemelerinde yargilandi; idam sehpalari kuruldu. Bizzat Demirel’in agzindan, topluma bol geldigi ileri sürülen 1961 Anayasasi degistirildi, demokratik hak ve özgürlükler daha da budandi.
12 Mart muhalefeti ezdi, ama sindiremedi. Hak ve özgürlük için, degisim için mücadele eden sol hareket, Kürt ulusal hareketi, bir bütün olarak demokrasi güçleri ile, baski ve sömürü sistemini koruyup kollamak için çirpinan güçler arasindaki çekisme 12 Mart sonrasi dönemde, 1970’li yillarda siddetlenerek devam etti.
Bu, uluslararasi planda iki sistem arasinda soguk savasin da tüm gücüyle devam ettigi bir dönemdi. 1960’li ve 70’li yillarda, Türkiye’deki bu iç çekismede ABD ve NATO da egemen güçlerin yaninda tarafti. Duruma göre Kontrgerilla eliyle provokasyonlari yogunlastirdi ve darbelere yesil isik yaktilar. Irkçi ve radikal dinci örgütler (Ülkü Ocaklari, Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ilim Yayma Cemiyetleri vb.) bu destekle güçlendiler ve muhalefete yönelik saldirilarda kullanildilar.
Solu ve Kürt hareketini bir kez daha ezmek için harekete geçirilen 12 Eylül fasist darbesi böylesi bir ortamda zemin buldu. 12 Eylül öncesi olaylari ve daha sonraki gelismeleri 1980’li-90’li yillarda ve 2000’li yillarin basinda yasananlari uzun uzun anlatmama gerek yok. Su anda 45-50 yaslarinda olan insanlar tüm bunlara tanik oldular.
Özetle, 1946’da baslayan çok partili sistem, gerçek anlamda çok partili olamadi, çogu zaman ikinci partiye bile katlanamadi. Kemalist rejim kendisini her sikintida hissettiginde, ortalama on yilda bir darbelerle, sisteme yeniden ayar verdi.
Iç Düsmanlar veya Üçüzler
Darbeciler buna gerekçe olarak her keresinde ‘iç düsmanlari’ gösterdiler. Darbecilere göre bu iç düsmanlar, solun ve Kürt hareketinin yani sira ‘irtica’ idi. Solcularin ‘müesses nizami devirip komünist bir rejim kurmaya’ çalistiklarini; ‘Kürtçülerin’ ülkeyi bölüp bir Kürt devleti kuracaklarini; ‘mürtecilerin’ ise ‘Kemalist devrimlere’ karsi olup halifeligi geri getirmek, Islamci bir rejim kurmak istediklerini ileri sürüyorlardi
Bu nedenle her darbe sirasinda ‘Komünist’, ‘Kürtçü’ ve ‘Mürteci’ denenler tutuklaniyor, iskence görüyor, yargilaniyordu 12 Mart döneminde bunlarin sayisi binlerce idi, 12 Eylül’de ise on binlere, yüz binlere çikti.
Darbeciler sözde ‘hem sol hem sag terörle’ mücadele ediyor ve demokrasiyi restore ediyorlardi Aslinda, irkçi kesimleri ve radikal dinci örgütleri sola ve Kürt hareketine karsi kullanmakla birlikte, asil sagci kendileri idiler ve her keresinde demokrasinin köküne kibrit suyu ekip fasist bir sistem kurmaya çalistilar.
1950’li yillardan, hatta çok daha öncesinden, Cumhuriyet’in baslangicindan baslayarak 2015’lere kadar gelen bu nerdeyse 100 yillik süreç, Türkiye siyaseti ve demokrasi bakimindan, yazimin basinda da belirttigim gibi böylesine bir fasit dairedir.
Kendine göre tek renkli bir toplum kurmak isteyen Kemalist rejim ülke gerçeklerini yok saydi; emekçilere, Kürt halkina, farkli kültür ve inanç gruplarina özgürlük tanimadi. Onlarin hakli taleplerine inkâr ve baski politikasiyla cevap verdi. Bu anlayisla ne Kürt sorununu çözebildi, ne Alevi sorununu. Sistem hep laik geçindi, ama yaptiginin laiklikle de bir ilgisi yoktu.
Bu politika ülkeyi iç baristan yoksun tuttu ve dis politikaya da olumsuz biçimde yansidi. Bu yüzden, bir siddet batagina gömülmüs olan ülke bugün de hâlâ demokrasiyi ve iç barisi ariyor.
(Devam edecek)
Kemal Burkay