Haber

HAK-PAR Genel Baskani Kemal Burkay ile röportaj

Ümit Sönmez

Ingiltere merkezli ve hem Ingilizce hem Türkçe yayin yapan Turkiye Siyasi Analiz ve Arastirma Merkezi adina Ümit Sönmez, bir süre önce HAK-PAR Genel Baskani Kemal Burkay‘la uzun bir söylesi yapti. Söylesi Ingilizceye de çevrildi ve uzun oldugu için 2 bölüme ayrildi. 1. Bölüm Analiz Türkiye‘nin Nisan 2013 tarihli sayisinda (Cilt II, sayi 2), 2. Bölüm ise Mayis sayisinda hem Ingilizce hem de Türkçe olarak yayinlandi.
Roportajin Ingilizce linki: http://researchturkey.org/wp/wordpress/?p=2984

Yazinin tamamini iki bölüm halinde asagida okurlarimiza sunuyoruz.
(Dengê Kurdistan, Mayis 2013)

Kemal Burkay ile Röportaj (1. Bölüm): 12 Eylül Darbesi Olmasaydi, Kürt Sorununda Savassiz Çözüm Mümkündü

AnalizTürkiye

‘ Nisan 7, 2013Röportaj- Ümit Sönmez

Kürt sorununda on yillardir süren silahli çatisma ortaminin son bulma ihtimali bir kez daha gündemde. Silahli çatisma ortaminin son bulmasina dair umutlar canli. Kürt sorununun ne tür adimlarla çözüme kavusturulacagi ise henüz net degil. Türkiye’nin on yillardir en önemli siyasi gündemlerinden birini olusturan Kürt sorununda bir çözüm ihtimalinin arifesinde, Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Kemal Burkay ile bir röportaj gerçeklestirme serefini elde ettik. Röportajin ilk bölümünde, Burkay ile 1960li yillarda Kürt hareketinin Türkiye solu ile ayrismasindan bugüne Kürt siyasetinin tarihçesini konustuk. Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Baskani, sair ve yazar Kemal Burkay Türkiye Siyasi Analiz ve Arastirma Merkezi’ne (AnalizTürkiye’ye) Kürt sorununun tarihsel seyri ve güncel çözüm önerileri hakkinda önemli degerlendirmelerde bulundu.

Röportajin Kisa Özeti:

‘1960larda Kürtler arasinda Kürdistan Demokrat Partisi’ni kuran milliyetçiler ve Türkiye Isçi Partisi’nde çalisan solcular olmak üzere iki güçlü siyasi akim mevcuttu.’

‘1967 yilinda Kürt sorunu ile ilgili bir yazim nedeniyle 4 ay tutuklu kaldim.’

‘1974’ten itibaren Kürt hareketi olarak Türkiye solundan ayri örgütlendik.’

‘1970lerde Kürtlerin oldugunu, Kürtçe diye bir dilin var oldugunu söylemek cesaret isterdi.’

‘TIP 1974’te yeniden kuruldugunda adeta Kürt sorununa ambargo uyguladi.’

‘Kürdistan Sosyalist Partisi’ni hem Kürtleri özgürlestirmeyi, hem demokratik hem de sosyalist bir toplumu hedefleyerek kurduk.’

‘1960larda Avrupa’da Kürt sorunu deyince Irak Kürtleri anlasilirdi. Türkiye Kürtleri’nin sorunlari Türkiye Kürtleri’nin mücadeleleri sonucunda 1970lerde Avrupa’da bilinmeye baslandi.’

‘PKK’nin ortaya çikmasi o dönem Avrupa’da Kürtlerin imajini bozdu.’

‘Kürt sorununu Avrupalilar kasimis, ortaya çikarmislar gibi tezler dogru degil.’

‘PKK 1978’de ortaya çikar çikmaz çok ilginçtir hepimizi düsman ilan etti.’

’12 Eylül 1980 cuntasi hem Türklerin hem de Kürtlerin demokratik hareketlerini vurdu.’

’12 Eylül barisçil siyasetleri susturdu ve silahin önünü açti.’

‘Bence Türkiye solunun da Kürtlerin de silahli mücadele stratejisini benimsemeleri dogru kararlar degildi.’

‘PKK’nin kurulusunda MIT elemanlarinin isin içinde oldugunu düsünüyorum. Bunu Öcalan’in kendisi de söylüyor.’

Röportajin tam metni:

‘1960’li yillarda Kürtler arasinda iki egilim vardi: Birisi Kürt milliyetçisi diye niteledigimiz kesimdi, solcu olmayan yurtsever kesim. … Bizim gibi sol olanlar ise Türkiye Isçi Partisi’nde çalisiyorduk.’

Sayin Burkay, röportaj teklifimizi kabul ettiginiz için çok tesekkür ederiz. Siyasete 1960’larda Türkiye Isçi Partisi’nde (TIP) basladiniz, daha sonra da siyasi mücadelenizi farkli parti ve örgütlerde sürdürdünüz. Bugün de Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Baskanligi görevini yürütüyorsunuz. Ayni zamanda sizi önemli bir sair ve yazar olarak taniyoruz. Edebiyatla da baginizi hiç koparmadiniz. Sizi okuyucularimiza kisaca tanitmak adina Türkiye Isçi Partisi’nden baslamak istiyorum. TIP’e nasil girdiniz, TIP’ten neden ayrildiniz, yurtdisina nasil ve ne sebeple gittiniz kisaca anlatir misiniz?

1965 yilinda Türkiye Isçi Partisi’ne katildim. 1964’te Elazig’da avukatliga baslamistim. Ayni zamanda edebiyatla ugrasiyordum. O zaman Elazig’da ‘Çira’ adli aylik bir dergi çikariyorduk, edebiyat dergisiydi. Siyasi, sosyal sorunlari da tartisiyorduk o çerçevede. Ben yönetiyordum. Ayrica o dönem siirlerim yayinlaniyordu edebiyat dergilerinde. Ilk romanim 1963 yilinda Vatan Gazetesi’nde tefrika edildi. Yeni bir roman yazmistim, ‘Çiçekler ve Zincirler’ diye, yillar sonra Özyürek yayinlari arasinda basildi.

O zamanlar sosyalist görüsler tasiyordum, TIP’e yakin görüyordum kendimi; ama siyasete girmeyi düsünmüyordum. Ki o dönemde TIP bölgemizdeki illerde de örgütleniyordu, Diyarbakir örgütünü kurmustu. Elazig’da örgütlenmek için Malatya’dan bir avukat arkadasi göndermislerdi. O geldi, bizimle görüstü. Orada birkaç avukat arkadastik biz, sol görüsler tasiyan. Ama hiçbirimiz partiyi kurmaya yanasmadik. Ben edebiyatla ugrasiyorum vaktim olmaz diye, yani örgütlü siyaset çok zaman alan bir sey. Onu Elazig’da tanidigimiz sol egilimli isçilere, emekçilere yönlendirdik. Gidip konustu o arkadasimiz onlarla. Ama o döndükten sonra polis çagirip gözdagi verdi bu emekçi insanlara, ‘Öyle bir sey sakin yapmayin’ dedi. Onlar da vazgeçtiler. Bu durum bize dokundu. 4-5 avukat arkadas bir araya geldik ve TIP’i kurduk. Böylece örgütlü siyasete girdim ve giris o giris. Çok yogun çalistim, çok zaman verdim. Gerçekten de bu edebiyat çalismalarimin hizini kesti. Roman yazamadim ondan sonra, ama siir yazmayi sürdürdüm. TIP’te 1972 yilina kadar çalistim, 1971’de tutuklandik TIP davasinda.

1972’de yurtdisina çiktim, 1974’te döndüm. Dönüsten sonra ayri bir sosyalist parti kurduk: Kürdistan Sosyalist Partisi. Ve TIP ile yollarimiz ayrildi. O dönemde Kürt hareketi ayri bir kanalda örgütlenmeye basladi, 1974’ten itibaren. Ben partinin genel sekreteri oldum, illegal bir partiydi.

Siz önce Lübnan’a mi gittiniz?

1972’de yurtdisina çiktim, TIP davasi nedeniyleydi. Ayrica Diyarbakir’da açilmis olan DDKO (Devrimci Dogu Kültür Ocaklari) davasi nedeniyle de bir süre tutuklanmistim. Yani iki davadan birden yargilaniyordum; ama tahliye olmustum her ikisinden de. Sonra yeni bir tutuklama çikti, o yüzden yurtdisina çiktim. 2 yil kaldim. 1974 affindan sonra döndüm. Lübnan üzerinden gittim Avrupa’ya. Almanya’da kaldim o dönem.

Türkiye Isçi Partisi içerisinde Kürtlere yönelik siyasi durus nasildi o dönemde? Temel politikasi neydi bu anlamda, eksikleri var miydi?

TIP’te biz Türk arkadaslarla bayagi uyumlu bir çalisma yaptik. 1960’li yillarda Kürtler arasinda iki egilim vardi: Birisi Kürt milliyetçisi diye niteledigimiz kesimdi, solcu olmayan yurtsever kesim. Bunlar 1965 yilinda illegal Kürdistan Demokrat Partisi’ni olusturmuslardi. Bizim gibi sol olanlar ise Türkiye Isçi Partisi’nde çalisiyorduk. Sosyalist görüsler tasiyorduk ve sosyalizmin Türkiye’ye gelmesi halinde Kürt sorununu da çözecegini düsünüyorduk.

Birebir Kürtlerin taleplerine yönelik politik açilimlar degil de makro seviyede sosyalizmin sorunu çözecegini mi düsünüyordunuz?

Çözer diye düsünüyorduk, TIP’te bu konuda öylesine net belirlemeler yoktu. 4. Kongrede bir karar aldi, daha sonra da Anayasa Mahkemesi 12 Mart döneminde o karari gerekçe göstererek TIP’i kapadi. Ama TIP’in programinda net olarak Kürt sorunuyla ilgili formüle edilmis belirlemeler yoktu.

Kürt sorunu’ deniyor muydu o zaman açikça?

Baslangiçta ‘Kürt’ demek bile çok zordu. Ama TIP’in Kürt sorununa yaklasimi olumluydu. Genel Baskan Aybar’in (Mehmet Ali Aybar) bazi açiklamalari olmustu. Ayrica o dönemde artik sorun yavas yavas tartisiliyordu, zor da olsa. Mesela biz ‘Yeni Akis’ diye bir dergi çikardik Ankara’da ve orada Kürt sorununu tartisiyorduk. Ancak 4 sayi çikabildi. Ben 1966 yilinda o dergide yayinlanan bir makalem yüzünden Ankara Ulucanlar’da 4 ay tutuklu kaldim. 1966 sonu, 1967 baslariydi.

”Kürt’ demek bile basiniza is açiyordu. Ama zaten o yüzden de tutuklandik, ‘Kürt halki’ dedigimiz, Kürt sorununu tartistigimiz için, mutedil bir dille.’

Su anda müze olan cezaevi?

Evet. Biz üç arkadas ‘Yeni Akis’ Dergisinin yazarlariydik. Sonra tahliye edildik ve beraat ettik. O dergide ilk kez ‘Kürt halki’ tabirini kullandik. O zamana kadar Kürt halki demek mümkün degildi. Hatta ‘Kürt’ demek bile basiniza is açiyordu. Ama zaten o yüzden de tutuklandik, ‘Kürt halki’ dedigimiz, Kürt sorununu tartistigimiz için, mutedil bir dille. 12 Mart 1971 darbesiyle gelismeler tümüyle kesildi.

Size hâkim ya da savcilar ne söylüyordu, suçunuz neydi sizin? Bu ifadeyi kullanmak oldugunu açikça söylerler miydi?

Tabii o dönemde, bu tür suçlardan yargilandiginiz zaman ya ‘milli birligi bozucu propaganda’ deniyordu ya da ‘ayri bir devlet kurma’, 125. maddeye atifla. Biz Yeni Akis davasinda propaganda suçundan yargilandik. Hatta ‘irk mülahazasi’ deniyordu 142’ye 3. maddesiyle.

Hâkim ve savcilarin size suçunuzu söylerken bile cümle içinde ‘Kürt’ ifadesini kullanmadiklari dogru mudur?

Zaten kullanmazlardi. ‘Kürt’ diye bir sey yoktu onlara göre. Ben 12 Mart döneminde (1971) ilk gözaltina alindigimda Istanbul’a götürüldüm. Elrom (Israil Konsolosu Efraim Elrom) kaçirilmisti; o yüzden bir grup siyasetçi, bilim adami, sendikaci, yazar 50 kadar seçkin kisi rehine gibi gözaltina alinmisti. Bunlarin içinde Muammer Aksoy, Yasar Kemal, sendikaci Kemal Türkler vardi. Ben de götürüldüm, Davutpasa Kislasi’nda kaldik. Oraya gitmeden önce, 1. Subede, orada hademe olup kendisine polis süsü veren birisi her gelene soru soruyordu. Musa Anter’i de getirdiler, o da Istanbul’dan alinmisti. Hademe Musa Anter’e sordu: ‘Senin suçun ne?’ diye. O da gayet açik bir biçimde söyle dedi: ‘Kürtçülük’. Sasirdi adam: ‘Kürt diye bir sey var mi?’ dedi. ‘Kürtçe diye bir dil yok ki’ dedi. Musa Anter, ‘Olmaz olur mu, ben onun sözlügünü yazdim’ dedi. Adam daha çok sasirdi, bakti ki öyle korkan, sinen bir adam degil, tam çetin bir cevize rastlamis. Yani o dönemde ‘Kürt var’ demek, ‘Kürt dili var’ demek cesaret isteyen bir isti.

‘Kürt halkinin talepleri dört bir yanda yükselir olmustu. TIP bunu kucaklayamadi; yalniz o degil, sol genel olarak kucaklayamadi.’

Döndükten sonra Türkiye Isçi Partisi’yle baglari koparip bir parti kurdugunuzu söylediniz, bunun temel sebebi neydi?

Evet. Türkiye Isçi Partisi’nde, demin de söyledigim gibi, Türk arkadaslarla belli bir uyum içerisinde çalistik. Ama Kürt sorunu tartisma planinda, örgütlenme planinda giderek canlaniyordu. Kürt halkinin talepleri dört bir yanda yükselir olmustu. TIP bunu kucaklayamadi; yalniz o degil, sol genel olarak kucaklayamadi. TIP mesela 1970 yilinda yapilan 4. Büyük kongresinde Kürtlerle ilgili bir karar aldi, bayagi ileri bir karardi o, ama daha sonra mahkemede savunamadi. Üstelik ondan dolayi kapatildi da. TIP 1974’te yeniden kuruldugunda adeta Kürt sorununa ambargo uyguladi.

TIP’in aldigi o karar neydi?

Karar o döneme göre ileri boyutlarda sayilirdi. ‘Türkiye’nin dogusunda Kürt halki yasamaktadir. Kürt sorunu sadece bir geri kalmislik sorunu degildir, anayasal haklarin kullanilmasi sorunudur ayni zamanda…’ gibi seyler söyleniyordu o kararda. Kürt halkinin var oldugunu söylemek yetti. TIP’in o dönemde bu gerekçeyle kapatildigini ve 1974’te yeniden kuruldugu zaman artik ‘sütten agzi yanmis biri olarak yogurdu üfleyerek yedigini’ söyleyebiliriz. TIP’li arkadaslar Kürt sorunundan hiç söz etmez oldular, hatta söz edenlere de provokatör diye bakmaya basladilar.

1960’larda, 70’ler de Türk solu Kürt sorununu tanimaya baslasa bile, hatta kendi kaderini tayin tartismalari yapilsa bile, hiçbir zaman Kürt sorununu kendi programina alacak, kararlica savunacak bir tutum içerisine girmedi. Bu dönemde bakis açisi suydu: Bir sosyalist devlet olur ve de sorunu çözer. Simdiden Kürt meselesini büyütmeye, gündeme getirmeye gerek yok diye düsünüyorlardi. Oysa Kürt hareketi çok önemli bir potansiyeli sahipti ve bir gelisme, canlanma içindeydi, ona yön vermek gerekiyordu. Biz onu düsündük. O zaman tabi sosyalist fikirler tasiyorduk ve sosyalist bir partinin geregine inandik. Onun için de Kürdistan Sosyalist Partisi’ni kurduk. Programimizda da hem Kürt halkinin özgürlesmesi hem de demokratik ve daha ileride de sosyalist bir toplumu hedeflemistik.

2003 yilinda bu partiden de ayrilmissiniz, neden?

2003 yilinda genel sekreterlikten ayrildim, yani yönetim görevlerini biraktim. 1980’de yurtdisina çiktim ve daha 1987 yilinda genel sekreterligi birakmak istedim. Yurt içerisinde cuntanin operasyonlari nedeniyle örgütsel çalismamiz büyük yaralar aldi, tutuklamalar yargilamalar falan… Örgütsel çalismamiz zayifladi, ama 1987’den itibaren yeniden toparlanmaya basladik. 1987’de ben ayrilmak istedim, genel sekreter artik yurt içinden olsun dedim. Arkadaslar kabul etmediler, sürdürdüm görevi. 1994’te ve 1998’de de birakmak istedim yine kongreler sirasinda. Ama arkadaslarim razi olmadi. Böylece 2003’e kadar gittik.

Neden birakmak istedim? Tembel biri degildim, aksine çok çaliskan bir adamdim. O görevi yaptigim süre içerisinde gecemi gündüzüme katarak çalistim; ama mevki düskünü biri olmadim hiç, öylesine baskan olmak, sekreter olmak gibi hirsim olmadi.

‘Yalnizca baskilar, sürgünler, çektiginiz sikintilar, tutuklamalar degil; örgüt içerisinde yasananlar bile insani yorar.’

Örgütlü siyaseti birakmak istediginiz zaman da ayni duygularla birakmak istediginizi görüyorum. Yani elinizi tasin altina koydugunuz zaman çok seyler yapmak istiyorsunuz ama yapamadiginiz zaman da kendinizi suçlayip daha çok mu yipraniyorsunuz?

Evet, yöneticilik çok sorumluluk isteyen bir is, sizi yoruyor. Yalnizca baskilar sürgünler, çektiginiz sikintilar, tutuklamalar degil; örgüt içerisinde yasananlar bile insani yorar. Bazen örgüt içerisindeki insanlarin zaaflarini, olumsuz tutumlarini görürsünüz ve bunlar sizi tutuklamalardan, sürgünlerden daha fazla yorar. Belki de bu nedenle çok daha erken bir zamanda yönetici görevleri birakmak istedim. Ama ancak 2003’te bunu yapabildim. 2003’te kesin olarak ‘artik yöneticilik yapmam’ dedim ve arkadaslarim bunu kabul ettiler. Ancak döndükten sonra yeniden agir bir yükün altina girdim. Bazen de sasiyorum kendime.

32 yil yurtdisinda yasadiniz, özellikle Isveç’te. Avrupa hükümetlerinin, tabi Isveç özelinden baslayarak, gözlemleyebildiginiz kadariyla, bastan beri Kürt meselesine bakislari nasildi? Belli bir evrim geçirdi mi, her zaman belli bir duyarlilik var miydi bu konuda?

Kürt sorunu 1960’li yillarda daha çok Irak’taki Kürt sorunu olarak biliniyordu. Biliyorsunuz 1960’li yillarda Irak Kürdistan’inda Mustafa Barzani (Mesut Barzani’nin babasi) liderliginde bir kurtulus savasi, gerilla savasi veriliyordu. Avrupa daha çok oradan biliyordu Kürt sorununu. Henüz Türkiye’deki Kürt hareketi bu boyutlarda ilgi çekmiyordu. 1972-74 arasi iki yil Almanya’da kaldim, kamuoyu pek Kürt meselesini bilmiyordu. Kürtler dendigi zaman, Karl May’in ‘Durch Die Wilde Kurdistan’ adli o meshur gezi romaninda anlatilanlari düsünüyordu. Yazari hapishanede yazmis onu da. Seyyahlarin notlarindan falan birtakim bilgiler edinmis ve sanki Kürdistan’i gezmis gibi bir roman yazmis. Ama bu kitap ünlüydü Almanya’da. Almanlar, Kürtlerden bahsedildigi zaman onu düsünürlerdi.

Fakat 1970’li yillarda Almanya’da ve diger Avrupa ülkelerinde çalisan Kürtlerin kültürel ve siyasi çalismalari ürün verdi ve Avrupa Kürtleri ve Kürt sorununu tanimaya basladi. Bizim çalismalarimizin da buna katkisi oldu. Bazi dernekler olustu Almanya’da. Bu dernekler 1979 yilinda KOMKAR diye bir çati örgütü olusturdular. Kürdistan Isçi Dernekleri Birligi idi Türkçesi. KOMKAR’in baska ülkelerde de kardes örgütleri olusmustu. Isveç, Hollanda, Fransa gibi. Daha sonra Ingiltere, Avusturya, Isviçre ve Danimarka ve diger bazi ülkelerde.

Yurt disinda Kürt sorununun bilinmesinde ve Kürt kültürünün canlanmasinda KOMKAR’in önemli bir hizmeti oldu. Mesela Nevroz geleneginin canlanmasinda KOMKAR’in önemli bir rolü oldu. Diyebilirim ki 1970’li yillarda Kürtlerin Avrupa’daki hemen hemen tek kitlesel örgütüydü.

Tabi 70’li yillarda yurt içerisinde çalismalarimiz bayagi canliydi. Demokratik örgütlerde çalisiyorduk, dergi çikariyorduk. Türkçe ‘ Kürtçe bir gazete (Roja Welat) çikardik. Elbet bütün bunlar kolay olmadi, çok zor oldu ama yaptik bunu. 1977’de bagimsiz aday göstererek Diyarbakir Belediye Baskanligini kazandik; Mehdi Zana bizim arkadasimizdi. Agri Belediye Baskanligini kazandik. Bizim arkadaslarimiz 4 yil süreyle TÖB-DER’in (Tüm Ögretmenler Birlesme ve Dayanisma Dernegi’nin) yönetiminde Türk arkadaslarla birlikte görev aldilar. Bunun gibi sendikalarda, diger demokratik örgütlerde de bayagi aktiftik.

Avrupa’da da benzer gelismeler oldu, dedigim gibi KOMKAR ortaya çikti 1979’da. 1980’den sonra da bu çalismalar devam etti. O dönemde Avrupa devletlerinin yaklasimi gayet olumluydu Kürtlere karsi. Türkiye bir NATO ülkesi, Bati Avrupa ülkelerine müttefik bir ülke; ama bir Kürt sorunu da var. Kürtlerin demokratik haklari Avrupa kamuoyunda belli bir destek buluyordu. Olumlu bir imaji vardi Kürtlerin. Mesela Isveç’te o dönemde en prestijli yabanci grup Kürtlerdi. Silililerden, Filistinlilerden daha prestijliydi Kürtler. Ama PKK’nin ortaya çikmasi ve eylemleri bunu degistirdi.

PKK o imaji geriye mi götürdü?

Evet, PKK o imaji fena halde bozdu.

‘Kürt sorununu Avrupalilar kasimis, ortaya çikarmislar gibi tezler dogru degil.’

Bu konuda yaygin söylemin aksine; yani ‘yabanci ülkeler Türkiye’yi karistirmak için Kürt meselesini kasidilar, kolladilar’ söyleminin aksine, siz daha çok 1970’lerden sonra Türkiye’den giden Kürtlerin Avrupa’daki çalismalariyla Avrupalilar bu meseleyi tanimaya basladilar mi diyorsunuz?

Aynen öyle oldu. Diyebilirim ki igneyle kuyu kazmak gibi. Kürt sorununu Avrupalilar kasimis, ortaya çikarmislar gibi tezler dogru degil. Hatta sanki Avrupa ülkeleri PKK’ye destek veriyor gibi…

1960’li, 70’li ve 80’li yillarin basindaki çalismalarin Kürt hareketinin prestijini çok yükselttigini ve bunda KOMKAR’in çok büyük rolü oldugunu az önce söyledim. Isveç’te de Kürtlerin imaji bu kadar iyiydi. Ama daha sonra PKK güçlenmeye basladi. Yani 1984’te silah kullanmaya basladiktan sonra Avrupa’da da PKK taraftarligi yavas yavas yükselmeye basladi. Silah kullanan bir örgüttü ve silahlar ses çikariyordu. Bunun aksine diger örgütler, bizim gibi, cunta iktidara geldikten sonra kan kaybettiler. Kadrolari tutuklandi, cezaevine kondu, demokratik hareket bir bakima ezildi. Cunta elbet PKK’lilari da cezaevine koydu ve ezdi. Türk kesiminde de Kürt kesiminde de demokratik hareket ezildi.

PKK’nin eylemleri daha çabuk haber oldugu için daha mi popüler oldu?

Tabi, silah kullanmaya baslayinca 1984’te, silahin sesi bastirdi digerlerini. 1990’lara dogru PKK güç kazanmaya basladi. 1980’li yillarin sonuna dogru bile PKK duruma hâkim degildi, ama giderek güçlendi.

Öte yandan, Avrupa’da isledikleri cinayetler Kürtlerin imajini bozdu. Isveç’te iki cinayet islediler mesela, kendilerinden ayrilan iki kisiyi vurdular. Bir tanesini parkta vurmuslardi, digerini de, ki merkez komitesi üyeleriydi, Stockholm’de bir toplantida vurdular. Almanya’da da cinayetler islediler.

Kaç yillarinda oldu bu olaylar?

1985-86 yillarinda.

‘PKK terörist örgüt olarak ilan edildi ve baskilar bayagi yogunlasti. Bundan biz de payimizi aldik.’

Silahli mücadele basladiktan hemen sonra hem Kürt hareketi içinde hem de PKK’nin kendi içinde böyle sert çatismalar çikti, iç cinayetler ve infazlar mi basladi yani?

Tabii. 1985-87 yillari arasinda bu eylemler basladi. Isveç uzun zamandir siyasi cinayet yasamamisti. Böylesine pes pese iki siyasi cinayet Isveç toplumunu sarsti ve Kürtlerin imaji en yukaridan en asagiya düstü. Kürtleri terörist bir topluluk gibi görmeye basladilar. Ayni sey daha sonra Almanya’da oldu, Fransa’da oldu. Öyle gelismeler oldu ki, Almanlar Kürtlere ev kiralamaya yanasmaz oldular. Nevroz toplantilari için salon bulmakta zorluk çekmeye basladik. Hâlbuki daha önce çok sempatiyle bakiyorlardi bize. Bu siddet eylemleri Avrupa kamuoyunu Kürtlere karsi olumsuz etkiledi. Daha sonra tabi PKK eylemlerine devam etti, 1990’li yillarin basinda. PKK terörist bir örgüt olarak nitelenir oldu. Özellikle 1993’teki olaylar, PKK’nin Avrupa çapinda siddete yönelmesi. Örnegin Türk Hava Yollari bürolarini basmasi, Türklere ait isyerlerine bomba atilmasi, Elçiliklere yönelik siddet olaylari… Almanya’da, Isviçre’de ve baska ülkelerde bütün bunlar büyük tepkiyle karsilandi ve Avrupa ülkeleri dogal olarak bu eylemlerden çok rahatsiz oldular. PKK terörist örgüt olarak ilan edildi ve baskilar bayagi yogunlasti. Bundan biz de payimizi aldik. Polis bizim Isveç’teki Dernegimizi basti bir gün, bahsettigim o siyasi cinayetin ardindan. Isveçli ayiramiyor tabi, bunlar Kürt diyor, hepimizi ayni gözle görüyor. Sonradan hem Almanlar, hem Isveçliler fark ettiler bizim farkli oldugumuzu, o siddet eylemleriyle iliskimizin olmadigini. Ama baslangiçta böyle seyler oldu ve Kürtlerin kamuoyundaki imaji genel olarak olumsuz etkilendi. Çünkü sokaktaki adama, siradan insan bunu zor anlatirsiniz, onlar öyle, biz böyleyiz diye. PKK’nin böylesine olumsuz bir rolü oldu.

Avrupa ülkelerinin PKK’ya çok destek oldugu da söyleniyor, bu konuda ne diyorsunuz?

O destek Kürtlerden geliyor. Avrupa ülkelerinde önemli bir Kürt kitlesi var. PKK’nin silahli eylemleri basladiktan sonra, tüm hatalarina, yanlislarina ragmen, hatta kendi içinde demokrasi olmamasina ragmen, örgütten ayrilana uyguladigi siddete ragmen, Kürtlerin küçümsenmeyecek bir bölümü PKK’nin yürüttügü mücadeleyi Kürt halkinin kurtulusuna yönelik bir mücadele olarak gördü. Yani bir tarafta devlet var, bir tarafta Kürtler, PKK de Kürtler için savasan bir örgüt… Kürtlerin bir kesimi bu anlayisla destek oldu PKK’ye. Kürtlerin tamami degil elbette, ama Avrupa ülkelerinde 2 milyon dolayinda Kürt kitlesi var ve belki 1 milyonu Almanya’da. Bunun onda birini yandas olarak kazansaniz önemli bir güçtür. Diyelim ki PKK oradaki is adamlarindan yardim, hatta haraç aldi. Silahli bir örgüt ürkütücüdür, adam basi agrimasin diye para verir. Tabi isin içine baska seyler de karisti, biliyorsunuz. Türkiye’den yurtdisina uyusturucu trafigi… Buna PKK de devletin istihbarat örgütleri de bulasti ve ranti bölüsmek için vurusmalar bile oldu; bunu herkes biliyor.

Belli bir rant olustugu ve bu olaylarin öteki boyutlari da sikça konusuluyor artik.

Tabi, devletin yasa disina çikmis unsurlari arasinda çatismalar vardi, rantin bölüsülmesiyle ilgili. PKK de buna bulasti tabi. Böyle olunca savas mafya türü bir ticarete de dönüstü ve bugüne kadar geldi.

‘Biz TÖB-DER’de çalisiyorduk, bir egitim kurultayi oldu ve orada ana dilde egitim hakki bir karar haline dönüstü, düsünün daha 1977-78 yilinda. 200,000 üyeli bir kurulusun karari bu.’

Peki PKK’nin hedefleri ve silahli eylemleri kadar devletin tutumu da etkili oldu mu? Köylerin yakilmasi, bir taraftan da insanlarin ölüyor olmasi, nasil Türkiye tarafinda sehitler duyarlilik yaratiyorsa, öteki tarafta da akrabalar, yakinlar ölmeye baslayinca, bu da etkili olmadi mi?

Tabi, savas bir kutuplasmaya yol açti. Demin anlatmistim, 12 Eylül öncesinde Kürt siyasi hareketinin, özellikle bizim, Özgürlük Yolu Hareketi’nin ya da Kürdistan Sosyalist Partisi’nin (biz o zaman Özgürlük Yolu olarak biliniyorduk) Türkiye’nin demokrasi güçleriyle çok iyi baglarimiz vardi. Biz TÖB-DER’de çalisiyorduk, bir egitim kurultayi oldu ve orada ana dilde egitim hakki bir karar haline dönüstü, düsünün daha 1977-78 yilinda. 200,000 üyeli bir kurulusun karari bu. Yine demokratik egitim kurultayinda TÖB-DER’in yani sira, 40 kadar demokratik kurum, ki içlerinde Türkiye Yazarlar Sendikasi vardi, DISK ve Halkevleri vardi, aldiklari ortak kararda, Roja Welat gazetesi özerindeki baskilari kinadilar. Roja Welat, bizim çikardigimiz Kürtçe yayin yapan bir gazeteydi. Bunlar çok önemlidir. Böylesine iyi iliskilerimiz vardi. Bazen birlikte toplantilar düzenliyorduk, Türk arkadaslar bizim gecelerimize katiliyorlardi.

Ama 12 Eylül’den sonra hem demokratik hareket, hem barisçil, yasal biçimde gelisen Kürt hareketi ezildi. Meydan PKK’ye kaldi. Silahli bir örgüt olup, silah patlatinca giderek taraf oldu. Bir tarafta ordu, bir tarafta PKK, böyle çok acimasizca bir savas sürmeye basladi. Binlerce köy yikilip yakildi, milyonlarca insan topragindan, köy ve kasabalarindan kopup metropollere göç etti. Bu insanlar çok büyük acilar çektiler ve perisan oldular. Bunun yarattigi bir öfke oldu Kürt toplumunda. Diger taraftan da sehit cenazeleri geldikçe, Türk toplumunda öfke büyüdü PKK’ye karsi, ama ayni zamanda Kürtlere karsi. Böylesine bir kutuplasma oldu ve bu kutuplasma içerisinde demokratik barisçil güçler zayifladilar.

Bazen bize soruyorlar: ‘Siz 12 Eylül öncesinde böylesine güçlüydünüz, ne oldu?’ Iste bunlar oldu, 12 Eylül darbesi güç dengelerini degistirdi, barisçil güçlerin önünü kapadi ve silahin önünü açti, isteyerek veya istemeyerek. Belki isteyerek açti; çünkü cuntacilar her seyi kiliç zoruyla çözebileceklerini sandilar. Ama öyle olmadi, PKK güçlendi Kürtler arasinda. Üstelik dis etkenler de devreye girdi. PKK Suriye’de, Irak’ta, Iran’da üstlendi ve bu devletler Kürtleri birbirlerine karsi kullanma yolunu seçtiler. Kürt sorunu uluslararasi bir soruna dönüstü. Böyle bir sorunu kendi içinizde çözemediginiz zaman o uluslararasi bir soruna dönüsür. Bunu dis güçlerin bir kasima olayi olarak, emperyalist güçlerin bir oyunu olarak görmek yanlistir, gerçekçi degildir, kendini aldatmaktir. Sorun içeridedir; onu çözemediginiz zaman büyür, tepkileri büyür ve bugün yasadigimiz durum ortaya çikar.

‘Bence eger sol hareketin ve Kürt hareketinin siddete yönelmesi engellenebilseydi, gelismeler kesinlikle daha iyi olacakti.’

Sizin söyledikleriniz aslinda 1980 sonrasi kusagin çok bilmedigi bir sey. Örgütlü siyaset yapmak, mücadeleleri uzun ve barisçil yöntemlerle sürdürmek, Kürt meselesini belli perspektifleri ortaya koyarak, karsilikli tartisarak, müzakere ile çözmeye çalismak. PKK’nin hem sizlerin örgütlü mücadelesine hem de Kürt hareketinin gelismesine nasil zarar verdiginin örneklerle anlatiyorsunuz. Ama PKK’nin en azindan ‘Kürt kimligi’ bilincinin hizla gelismesinde, ‘Kürt sorununun’ hizla taninmasinda çok ciddi etkileri olmadi mi? PKK’nin yarattigi yikimlari kabul etse de böyle düsünen pek çok Kürt insani var. Bu bedeli ödemeye degmez miydi diyorsunuz? Ya da sizin düsünceleriniz ve siyaset anlayisiniz devam etseydi de ayni kazanimlarin, hatta daha ötesinin kazanilabilecegini mi iddia ediyorsunuz?

Bence eger sol hareketin ve Kürt hareketinin siddete yönelmesi engellenebilseydi, gelismeler kesinlikle daha iyi olacakti. Silahli mücadele ile bir sey kazanilmis degil, kaybedilen ise çok sey var. 1970’lerde ve 1980’lerde Türkiye’de ve Avrupa’da örgütlü mücadele ile yarattigimiz kazanimlar ortada, hatta 1970’lerde Türk arkadaslarin da katkisi çok oldu. Eger siddet sahne alip demokratik hareket ezilmeseydi, hem Türkiye’de demokrasi daha ileride olacakti hem de Kürt hareketi daha ileri kazanimlar saglamis olacakti.

1960’li ve 1970’li yillar hem sol hem Kürt hareketinin canlandigi yillardir. Siddetin kazanimdan çok zarar getirecegini sol örneginde de yasadik. 1970’lerde sol harekette de iki ana akim vardi: Birisi mücadeleyi barisçi siyasal yöntemlerle götürme yanlisiydi, digeri silahli mücadeleyi ön plana alandi. TIP solda barisçi siyasal mücadeleyi tercih eden akimdi. Fakat öteki kesim, gençlik hareketiyle basladi, mesela Deniz Gezmis ve arkadaslari, Mahir Çayan ve arkadaslari, sonra bazi Maocu gruplar, Perinçek grubu vs… Bunlar bir halk savasi teorisi gündeme getirdiler. Yani bu is böyle siyasal çalismayla, barisçi yöntemlerle olmaz, silahli mücadeleyle olur, ancak halk savasiyla zafer kazanilabilir dediler. Biz farkli düsünüyorduk. Türkiye’nin kosullarini, ulusal ve uluslararasi dengeleri göz önüne aldik ve silahli mücadelenin basari sansi olmadigini söyledik. Kanimca yanilmadik da bunda. O devrim dönemlerinin hizi geçti zaten. Sovyetler Birligi çöktükten sonra sol marjinal bir hale geldi.

Bu bir yana. Ikincisi de Türkiye’de kanimca o dönemde de, 1960’li 1970’li yillarda bile, kosullar zor olsa bile, yani demokrasi mükemmel olmasa bile, barisçi ve demokratik yöntemlerle halki örgütleme, bilinçlendirme olanaklari vardi. Mesela TIP bunu yapiyordu, biz de ayni seyi yapiyorduk. Bu tutumu 70’li yillarda da sürdürdük. Tamam, illegaldik o dönemde, çünkü bir Kürt partisi kurmak mümkün degildi, hatta demokratik bir dernek kurmak bile mümkün degildi. Bu nedenle illegal örgütlenmek zorunda kalmistik; ama siddete basvurmadik. Gazete çikardik, dergi çikardik, demokratik örgütlerde, sendikalarda örgütlendik, dernekler kurduk, belediyelerde bagimsiz da olsa seçimlere girdik. Basarilar sagladik.

‘PKK 1978’de ortaya çikar çikmaz çok ilginçtir hepimizi düsman ilan etti.’

Bir ‘Gandi yürüyüsü’ yapmis gibi bir sey mi?

Tabi o derece degil, henüz o derece kitlesellesmemistik, ama sansimiz vardi. Silahli olmayan Kürt hareketi 1970’li yillarda bölgede çok etkindi. Biz, öteki gruplar, DDKD, Rizgari, KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) vardi; çok etkindik. PKK 1978’de marjinal bir grup olarak sahneye çikti, Abdullah Öcalan’in öncülügünde ve çikar çikmaz da bütün diger Kürt örgütlerini düsman ilan etti. Hepimizi ‘isbirlikçi’, ‘hain’ ilan etti ve kendisine ilk hedef olarak bu örgütleri ortadan kaldirmayi koydu.

Varsayalim ki PKK hakli, bu is ancak silahli mücadeleyle olacakti, devrim yaparak Kürdistan’i kurtaracakti diyelim, ama bunun yolu yöntemi bu mudur? Toplum içindeki diger yurtsever güçleri, örgütleri ortadan kaldirmak midir? Yurtsever bir örgüt cephe politikasi izler, yani kendi görüslerini, kendi yöntemlerini hâkim kilmaya çalissa da, ötekilerle birlik politikasi izler ve kitleleri kazanmaya çalisir. Öyle degil, PKK 1978’de ortaya çikar çikmaz çok ilginçtir hepimizi düsman ilan etti. Silahini bize yöneltti. Bizim kadrolarimizi vurdu, KDP’nin ve diger örgütlerin kadrolarini vurdu. Yani bölgede terör estirdi, Kürt hareketini terörize etti.

Biz o zaman bunu gördük ve çok tehlikeli oldugunu söyledik. Oyuna gelmedik, yani siddete karsi ayni yöntemlerle cevap vermedik. Biz bunun arkasinda karanlik güçler oldugunu, Kürt hareketini terörize etmek istediklerini, nasil sagi ve solu birbiriyle vurusturdularsa 12 Eylül öncesinde, her iki tarafa da ajan provokatörler soktularsa, Kürt hareketine de ayni seyi yapmak istediklerini söyledik. PSK olarak, Özgürlük Yolu olarak siddete basvurmadik. Ama bu oyuna gelenler oldu. KDP taraftarlari PKK ile bir kavgaya tutustular, karsilikli adam öldürmeye basladilar. Yüzlerce adam öldü çatismalarda. Siverek’ten o dönemde 10.000’in üzerinde insan göç etti, daha 12 Eylül öncesi.

Yani PKK önce Kürtleri öldürerek mi basladi? Göç ettirmelere devletten önce PKK mi baslamisti?

Evet, maalesef. PKK’nin KDP ile girdigi çatisma da bölgede göçlere yol açmisti. Çünkü insanlar birbirlerini vuruyorlardi, asiretler karsi karsiya geldi falan. Saniyorum bu da cunta hazirligi içerisindeki derin odaklarin bir oyunuydu. Kürtleri kendi aralarinda çatistirmak… Bu olaylarda birtakim ajan provokatörlerin rol oynadigina kuskum yoktu. Sol harekete yönelik de ayni oyun vardi. Ajan provokatörlerle solu siddete yöneltti devlet, Mahir Kaynak mesela. 12 Mart öncesi Mahir Kaynak ordudan atilmis bir Harp Okulu talebesiydi. Bir grup Harp Okulu talebesi okuldan solcu, devrimci falan diye ihraç edildi. Mahir Kaynak bunlarin içindeydi, geldi asistan oldu üniversitede, halk savasi teorisinin basini o çekiyordu. ‘Bu is öyle reformist sekilde olmaz, ancak silahli mücadeleyle olur, halk savasiyla olur; bizim kirlardan sehirleri kusatmamiz lazim’ diyordu. Mahir Kaynak MIT ajaniydi aslinda. Biliyorsunuz, simdi yorumculuk filan yapiyor?

‘Inanin ki darbe gelmeseydi, biz o birlikle seçimlere girseydik, bölgedeki belediyelerin %70’ni alirdik, çünkü öylesine bir gücümüz vardi. Eger bir legal parti olusturarak ya da olusturmadan bagimsiz adaylarla parlamento seçimlerine girseydik, parlamentoya 60-70 milletvekili sokardik.’

Evet, kendisi de itiraf etti sonra. Ugur Mumcu da yazmisti zamaninda. Siz özet olarak devletin hem sol hem Kürt hareketini terörize etmeye çalistigini, bilerek siddet eylemlerine yönlendirdigini söylüyorsunuz?

Evet, çok planli çalisti devlet. Hem solu ve Kürt hareketini yanlisa yöneltmek için hem de darbeye zemin hazirlamak için.

Bana göre Kürt hareketinin de sol hareketin de o sekilde terörize olmasi yanlisti. Bu bizim kitlelerle baglarimizi kopardi. Zamansiz baskilari üzerimize çektik. Bazen öyledir, yani devlet bir seyi ezmek isterse, seni suçlu konumuna düsürmek ister. Sen de eline silahi alip daga çikarsan, devlet de ‘Ben bununla savasmak zorundayim’ der, hakli gibi görünür. Ordusunu polisini alip senin üzerine gelir, öyle de yapti.

Bence sol hareket ve Kürt hareketi, özellikle de Kürt hareketi terörize olmasaydi simdi çok daha ileride olurduk. Daha 12 Eylül öncesinde Özgürlük Yolu olarak kazandigimiz belediyeleri söyledim. Birlik çalismasi içindeydik diger barisçi gruplarla birlikte. 1980 basinda Ulusal Demokratik Güçbirligi (UDG) diye bir birlik olusturduk. Inanin ki darbe gelmeseydi, biz o birlikle seçimlere girseydik, bölgedeki belediyelerin %70’ni alirdik; öylesine bir gücümüz vardi. Eger bir legal parti olusturarak ya da olusturmadan bagimsiz adaylarla parlamento seçimlerine girseydik, parlamentoya 60-70 milletvekili sokardik. Çünkü bölgeyi kontrol ediyorduk. Halk destegi vardi arkamizda. Böylece hiç kan dökülmeden sirf kitle gücüyle çok önemli gelismeler saglayabilirdik. Belediyeler alabilirdik, parlamentoya girebilirdik. Parlamentoda belki bir koalisyon ortagina dönüsebilirdik. O dönüsümü reformlarla basarabilirdik. Daha o dönemde mesela biz ‘Roja Welat’i çikariyorduk, tiraji 40,000’di. O dönemde zaten Kürtçe kitaplar çikarmaya baslamistik. Bunlar mücadeleyle oluyor.

PKK’nin kurulusunda MIT’in ya da derin devletin etkisi oldugunu düsünüyor musunuz? Ugur Mumcu cinayetinden tutun da pek çok olayla ilgili bu gündeme geliyor. Sanki böyle bir iliskinin varligini bulmustu gibi.

Abdullah Öcalan bunu açikça söylüyor. Yani PKK’nin kurulmasi, diger Kürt örgütlerini isbirlikçi düsman ilan etmesi, hemen bize saldirmasi, siddet yöneltmesi çok ilginçti. Bunu bir yurtsever örgüt yapmaz.

Geçenlerde Basbakan Yardimcisi Bülent Arinç da Abdullah Öcalan’in eskiden namaz kilan birisi oldugunu, iyi bir Nur talebesi olacakken birden dönüp baska yollara girdigini söyledi. ‘MIT mi baskalari mi araya girdi acaba’ gibi bir gönderme de yapti.

Evet, öncelikle Öcalan’in PKK’yi kurmadan önceki hikayesi çok ilginç. Komünizmle Mücadele Dernegi’nin üyesi ve dindar bir genç, gidip geliyor. MIT oradan çok kadro devsirdi. Avni Özgürel de ayni seyi söylüyor: ‘Ankara’da bir MIT Dernegi’ne gidip geliyordu. Ben orada gördüm kendisini, ‘ofis boy’luk yapiyordu’ diyor. Öcalan daha sonra çesitli açiklamalarinda, röportajlarinda dile getirdi bunu. Mesela onun ‘Devrim’in Dili ve Edebiyati’ diye bir kitabi var. Orada da açikliyor; ‘Biz PKK’yi kurduk, üç yil süreyle ekmegimizi, silahimizi devlet verdi ve korumamizi devlet sagladi’ diyor. Bu dogrudur, daha o dönemde biz bunu gördük. Mesela PKK’liler Dogubeyazit’ta bizim dernek baskanimizi vurdular, kapisinin önünde çapraz atesle vurdular, öldü. Katil yakalandi, ama karakolun bir kapisindan girdi, öteki kapisindan çikti. Daha sonra Siverek olaylarindan yakalandi, Agri (Karaköse) Agir Ceza Mahkemesi’nde hakkinda tutuklama karari vardi, araniyordu, ama saliverildi. Yani sorun su: MIT elemanlari isin içindeydiler. Öcalan bunu kendisi söylüyor, bunun gibi pek çok örnek var. Mesela Pilot diye birisi vardir PKK’nin kuruculari arasinda. Pilotluktan, Hava Kuvvetleri’nden ayrilmis, Öcalan’la birlikte PKK’yi kurmustur.

Öcalan’nin ilk esinin de bir MIT baglantisi oldugu söyleniyordu.

Evet, onun ilk esi, Ali Yildirim diye bizim o tarafli birinin kizidir. Ali Yildirim, Seyh Sait Hareketi’nde devlete muhbirlik yapmis bir adam. Bölgede ajan diye bilinen biri, onun kizidir. Hürriyet gazetesi 1990’li yillarda Ali Yildirim’la bir röportaj yapti, kendisine sordu: ‘Senin kizin bölücü basiyla evli, terörist, ne diyorsun buna?’ Verdigi cevap aynen suydu: ‘Ben kizimi devlete verdim, bu isi devlet bilir.’ Bu Hürriyet gazetesinde çikti, meraklisi arayip bulabilir. O dönemde bu çok açik bir seydi, Öcalan 1980’de darbeden önce Suriye’ye geçti ve ondan sonra Suriye ile iliskiler kurdu. Daha sonra Suriye kancayi atti PKK’ye, kadrolarini egitti. PKK bu kadrolari önce Türkiye’nin sinir boyuna yerlestirdi ve 1984’te gerilla eylemlerine basladi. O dönemde Öcalan hep Sam’daydi ve PKK de Suriye’nin kontrolünde, denetimindeydi. Suriye’den çikarildigi güne kadar da üzerindeki Suriye kontrolü devam etti. Yani bir bakima Türkiye bir tuzak kurdu ve bunu akillica bir is sandi; bir yangin çikardi ama o yangina eteklerini kaptirdi. Yangin hala devam ediyor.

© 2013 AnalizTürkiye. Tüm haklari saklidir. Bu röportaj referans verilmeden basilamaz, çogaltilamaz veya kopya edilemez.

Röportaji su sekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

AnalizTürkiye (Nisan, 2013), ‘Kemal Burkay ile Röportaj (1. Bölüm): 12 Eylül Darbesi Olmasaydi, Kürt Sorununda Savassiz Çözüm Mümkündü’, Cilt II, Sayi 2, s.6-20, Türkiye Siyasi Analiz ve Arastirma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=2984&lang=tr)

Kemal Burkay ile Röportaj (2.Bölüm): Demokratik Özerklik Talebinin Alti Dolu Degil

AnalizTürkiye
‘ Mayis 2, 2013Röportaj

Kürt sorununda on yillardir süren silahli çatisma ortaminin son bulma ihtimali bir kez daha gündemde. Röportajin ilk bölümünde, Burkay ile 1960li yillarda Kürt hareketinin Türkiye solu ile ayrismasindan bugüne Kürt siyasetinin tarihçesini konusmustuk. Röportajin ikinci bölümünde ise, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Baskani, sair ve yazar Kemal Burkay Türkiye Siyasi Analiz ve Arastirma Merkezi’ne (AnalizTürkiye) Öcalan çizgisindeki Kürt siyasetinin taleplerinin yillar içindeki degisimini ve bu siyasi çizginin baris sürecinde aldigi pozisyonu degerlendirdi.

Röportajin Kisa Özeti:

‘Kürt hareketi 1960’li 1970’li yillarda kitlesel, barisçi biçimde gelisiyordu ve bölgeyi kontrol edecek durumdaydi. PKK çikti, bu hareketi düsman ilan etti.’

‘Asker sivillerin bir parça degismesine bile firsat vermedi.’

‘PKK Halkin Emek Partisi’nin kurulusunu ihanet olarak niteliyordu.’

‘Nasil ordu bir zamanlar baska partilerin açilimlarina izin vermediyse, PKK de BDP’ye vermiyor.’

‘Öcalan ve partisi PKK, daha önce ‘Bagimsiz Kürdistan’ diyordu. Otonomi, federasyon taleplerini ihanet olarak suçluyordu. Çok basit görüyordu, reformcu diye elestiriyordu.’

‘Öcalan yakalandiktan sonra üniter devlet ve Kemalizmi savunmaya basladi.’

‘PKK’nin kurulusu, Öcalan yakalandiktan sonra reorganize edilisi, yani kopan aglarin tamir edilmesi, devlet bakimindan müthis bir mühendislik çalismasi oldu.’

‘Yeni anayasada kapsayici vatandaslik tanimi, yerinden yönetim, anadilde egitim, Kürtçe’nin ikinci resmi dil olmasi ve federasyon talep ediyoruz.’

‘CHP olumlu adimlara destek vermeli, karsiysa da kendisi daha derli toplu önerilerle, projelerle ortaya çikmali bu sorununun çözümü için.’

‘KCK Kürt hareketini kontrol etmek için devletin bir projesi olarak gelistirilmis.’

Röportajin tam metni:

‘PKK bir sey kazandirmadi. Ama öyle bir asamaya geldik ki, artik devlet de fark etti ki, en azindan siyasiler fark ettiler ki, bu is böyle sirf siddetle olmuyor.’

PKK bir sekilde derin devlet eliyle kurulsa bile daha sonra baglarini koparmis ve Kürt hareketinin önemli bir parçasi haline gelmis olamaz mi? 1980 öncesi barisçil siyasi mücadele ile Kürtler adina pek çok kazanimlar elde ettiginizi anlattiniz. PKK’nin da hem bölgeyi hem de Kürt hareketini terörize ettigini söylediniz. Kurulur kurulmaz nasil ilk sizleri ve diger Kürt örgütleri hedef aldigindan, cinayetler islediginden bahsettiniz. 1990’lara gelirsek, bu dönemde ortaya çikan yasal Kürt partilerinin de sürekli kapatilmalara ragmen giderek artan bir basari sagladigini görüyoruz. Ve basari, özellikle yeni kusaklarca, çokça PKK’nin yükselisi, onun yarattigi ortam ve bu partilerin PKK ile ciddi baglari olmasina da indirgeniyor ya da en azindan bununla iliskilendiriliyor. Siz ise Kürt hareketinin askeri darbelere ragmen bile bir sekilde var olurken, en büyük zarari PKK’nin çikisi ile gördügünü iddia ediyorsunuz?

Yeni kusaklar o dönemin hikâyesini bilmiyorlar maalesef. Eski kadrolar, TIP’te, TSIP’te, TKP’da çalismis olanlar biliyorlar. Biz mesela TSIP ile paylastik bir dönem TÖB-DER yönetimini. Ikinci dönem DEV-YOL vardi, Kurtulus vardi, TSIP ve biz vardik, TÖB-DER yönetimini paylastik, sendikalarda birlikte çalisiyorduk. Yani o dönemin, sol demokratik kadrolari bizi biliyorlar, taniyorlar. PKK yoktu zaten o zaman piyasada, 1978’de çikti ortaya. Çikar çikmaz da terörizm diye nitelendirilebilecek silahli yöntemlere basvurdu. Yalniz bize yönelik degil, mesela Perinçek’in (Dogu Perinçek) bölgedeki birçok il baskanini vurdular, Köylü Isçi Partisi’nden. Antep’te Urfa’da onun il baskanlarini vurdular. Sonradan dost oldu Perinçek onlarla, sasirtici bir sey! Yani Kürt hareketi 1960’li 1970’li yillarda kitlesel, barisçi biçimde gelisiyordu ve bölgeyi kontrol edecek durumdaydi. PKK çikti, bu hareketi düsman ilan etti. Arkasindan darbe oldu, Kürt hareketi terörize oldu ama bir kazanim saglamadi. Bölge alt üst oldu, 4000 köy yakilip yikildi, milyonlarca insan sürüldü. 50.000 insan hayatini kaybetti, 100 milyarlarca lira bu kirli savasta harcandi. Toplum kirlendi, mafya tipi örgütler olustu devletin içerisinde ve disinda. Yani Türk tarafinda militarizm, Kürt tarafinda PKK güçlendi. Kendi içinde demokrasisi olmayan kendi disinda herhangi bir görüse, herhangi bir örgüte tahammülü olmayan, siddet kullanan PKK. Dolayisiyla toplum bir siddet sarmalina girdi, siddete esir düstü. Simdi bu durumdan çikmaya çalisiyoruz.

Böyle olunca PKK Kürtlere sunu kazandirdi, bunu kazandirdi demek dogru degildir, PKK bir sey kazandirmadi. Ama öyle bir asamaya geldik ki, artik devlet de fark etti ki, en azindan siyasiler fark ettiler ki, bu is böyle sirf siddetle olmuyor. Ilk defa Demirel (Süleyman Demirel) ‘Kürt realitesini taniyoruz’ dedi, bir adim atti, ama fazla bir sey yapamadi. Daha sonra Mesut Yilmaz, ‘Avrupa Birligi’nin yolu Diyarbakir’dan geçer’ dedi, yani Kürt sorununu çözümü gereginden… Ama o da fazla bir sey yapamadi, çünkü ordu her seyi kontrol ediyordu. Asker sivillerin bir parça degismesine bile firsat vermedi. Çiller (Tansu Çiller) Bask örnegini gösterdi. O dönemde biliyorsunuz, Çiller Basbakan olarak o kirli savasa angaje olmustu. ‘Ben bütün savaslari kazandim, bunu da kazanirim!’ deyip Demir Lady’lik yapti. Ama sunu da zaman zaman fark etti ki bu is baskiyla çözülemez. Ama onun da hemen lafini agzina tiktilar. Yani Çiller’i de esir aldilar, Mesut Yilmaz’i da esir aldilar. Demirel zaten orduyla uyumlu hareket etti. O, biliyorsunuz bu konuda çok rahat manevra yapabilirdi, yapti. 2000’li yillarin basina gelinceye kadar…

‘Tamam, Kürtler çok sey kaybettiler, 30 yil kaybettiler, ama Türkiye de bundan bir sey kazanmadi, çok sey kaybetti. Karsilikli olarak kaybettik, Türkiye demokratiklesemedi.’

Yani basit, popülist açiklamalar degildi Mesut Yilmaz’in yaptigi öyle mi? 1990’larda askeri vesayetin her alanda ne kadar güçlü oldugunu biliyoruz. Siz ordu partileri esir almisti, o zincirin içerisinde hiç bir sey yapma sanslari yoktu mu diyorsunuz? Öbür tarafta da PKK Kürt partilerini mi esir aldi?

Kürt hareketi 1990’li yillarda legaliteye geçti. Halkin Emegi Partisi’nin kurulusuyla. Onun kurulusunda bizim de emegimiz var. Daha o dönemde makaleler yazdim, legal kitlesel bir partiye ihtiyaç var, dedim. Daha çok sosyal demokrat, demokrat bir parti yani, sosyalist degil. Bizim çalismalarimiz, arkadaslarimizin yurt içindeki çalismalari, o dönemde CHP’den Kürt sorunuyla ilgileniyorlar diye ihraç edilen milletvekillerinin çabalariyla birlesti, sendikacilar da katildi ve ‘Halkin Emek Partisi’ çikti ortaya. Bizim arkadaslarimiz o partide oldukça etkindiler. PKK ona karsiydi, hatta ihanet diye niteliyordu. PKK’nin her zaman yaptigi seydir, bir seyi kontrol ediyorsa mesele yok, tamam. Eger etmiyorsa kendisine düsman gibi görür. Baslangiçta böyleydi, sonradan PKK girdi ve kontrolü ele geçirdi. PKK’nin kitlesellestigi dönemdi.

Sonra DEP kuruldu. DEP’te PKK yandaslari da bizim taraftarlarimiz da, baska gruplardan insanlar da vardi. Ama DEP de PKK’nin tepeden yönetmeci, müdahaleci yöntemleri nedeniyle rahat çalisamadi. PKK örgütü esir aldi. Sonra bizim yollarimiz ayrildi. Yani legal platformda, bizim ve PKK’nin taraftarlari süreç içinde ayristi. Bizim taraftarlarimiz baska legal partiler kurdular, PKK’nin taraftarlari da kendi legal partilerini kurdular. Legal gelenek bugüne kadar geldi.

Ben HAK-PAR’i kendime yakin buluyorum . 2002’de kuruldu HAK-PAR, kurulus asamasinda da geri planda destek oldum. Sunu söyledim hep: ‘Legal yöntemleri, demokratik yöntemleri ön plana çikaran bir partiye ihtiyaç var’. PKK’nin yöntemlerini benimsemeyen yurtsever Kürtler burada bir araya geldi. Siddeti dislayan ama Kürt halkinin taleplerini savunan.

Diger Kürt partileri, örnegin BDP, Kürt taleplerini rahatça savunamiyor mu?

PKK vesayeti altindalar, rahat hareket edemiyorlar. Nasil ordu bir zamanlar baska partilerin açilimlarina izin vermediyse, PKK de BDP’ye vermiyor. Simdi BDP’li politikacilarin laflari nasil agizlarina tikiliyor görüyorsunuz. Bakiniz Osman Baydemir, ‘Silahli mücadelenin miadi dolmustur’ dedi, hemen adami disladilar, susturdular. Ahmet Türk yine öyle bir sey söyledi, lafini agzina tiktilar, hakaret ettiler. Leyla Zana’yi susturdular. 1990’larda da Türk politikacilari öyleydi. Askeri vesayet gerileyince ister istemez sivil siyaset özgürlügünü kazaniyor. Simdi de sorun bu, yani PKK sonuç olarak aslinda kazanim saglamadi, çok sey kaybettirdi bize. En az 30 yilimizi kaybettik PKK yüzünden ve PKK sahneden çekilse, silahlar gömülse bile belki bir 30 yil daha rehabilitasyon dönemi yasayacagiz. Çok büyük kayip oldu. Bunu yapan kimdi? Bunu yapan statükoyu korumak isteyen militarist güçlerdi, tutucu güçlerdi. Onlar silah zoruyla, güçle bastirarak toplumsal hareketi önleyebileceklerini sandilar, ama yanildilar. Türkiye’ye de çok zarari oldu bunun. Tamam, Kürtler çok sey kaybettiler, 30 yil kaybettiler, ama Türkiye de bundan bir sey kazanmadi, çok sey kaybetti. Karsilikli olarak kaybettik, Türkiye demokratiklesemedi.

‘Silahlarin susmasi, PKK’nin silahlari gömmesi en basta BDP’nin çok rahat siyaset yapmasina yarayacak. Kürt hareketi, Kürt siyaseti normallesecek.’

Ama BDP bugün Dogu’yu büyük oranda tek renge boyadik, çok ciddi oy aldik diye övünüyor. Pek çok ili PKK’ya sempatiyle bakan ve Kürtçü diyebilecegimiz bir partinin almasi önemli degil mi?

Çok sayida belediye baskanligini kazanmis olmak, tek basina yetiyor mu? Geçmiste de o illerin belediye baskanlari yine Kürt’tüler, o bölgeden insanlardi. Yani ha AK Partili olmus ha BDP’li olmus, ne degisir. Önemli olan seçilen insanlarin Kürtler için ne yaptiklari, ne istedikleridir. Yani Kürt sorunun çözümünde neler oldugu… Ne derece dilimizi kullanabiliyoruz? Kürtler ne ölçüde yönetime katiliyorlar, ana dilde egitim saglanmis mi?

Yine de BDP oldukça kitlesellesmis bir parti, siz hiç ona katilmak, birlesmek ya da onun içinde bir mücadele yürütmeyi düsünmediniz mi? PKK’yla arasina mesafe koyamamasi asilamaz bir sorun mu?

BDP de HAK-PAR gibi yasal bir parti, ama PKK’yle arasina mesafe koyamadi. Zaten söylüyorlar, ‘tabanimiz bir’ diyorlar. Bu yüzden PKK’ye açikça siddeti durdur diyemiyorlar, dedikleri zaman da sindiriliyorlar. Bunu biz geçmiste de gördük, siddet uygulayan bir örgütle bir yere varamazsiniz. Onun için de ben diyorum ki BDP de kitlesel parti, bir hayli gücü var. Bizim, yani HAK-PAR’in su anda böyle bir gücümüz yok. Yüze yakin belediye, 30 küsur milletvekili, 2 milyon küsur oy destegi, kitlesel destek, bunlar son derece önemli. Ama PKK ile arasina mesafe koyamiyor BDP, o nedenle bu gücü ciddi bir kazanima dönüstüremiyor. Sürekli PKK’den etkileniyor ve özgürce siyaset yapamiyor. Silahlarin susmasi, PKK’nin silahlari gömmesi en basta BDP’nin çok rahat siyaset yapmasina yarayacak. Kürt hareketi, Kürt siyaseti normallesecek.

Kürt siyasetinin belki bir kaç partisi bile olabilir diyorsunuz?

Tabi olabilir, bunlarin arasinda iyi iliskiler, ittifaklar olabilir, seçim ittifaklari olabilir. Ama önce silahlar susmali, siddet sona ermeli. Bir askeri vesayet olmamali Kürt siyasetinin üzerinde.

‘Demokratik özerklik nedir? Diyorlar ki toprak talebimiz yok, sinirlar gerekmez. Türkçe yine resmi dil olsun filan. Ama dünyanin hiç bir yerinde öyle bir sey yoktur.’

HAK-PAR’i biraz açmanizi istiyorum. HAK-PAR’in farki tam olarak nedir BDP’den?

BDP’den farklarimizdan biri program meselesi. BDP ve ondan önce var olup da kapatilan parti, bir kere programlarini olustururken yeterince özgür hareket edemediler. Mesela Öcalan Imrali’dan direktif veriyor, ona göre isim degistiriyorlar, ona göre program degistiriyorlar, bu olmaz. HAK-PAR için bu söz konusu degil. Ikincisi HAK-PAR siddete karsi. Açikça söylüyor: Silahlar sussun. PKK silahlari tümden biraksin, bunu söylüyoruz, onlar söyleyemiyorlar. Bu çok önemli bir fark. Üçüncüsü biz federasyonu savunuyoruz, Kürtler için esitlik temelli bir federasyonu. Onlar daha önce bir sey savunmuyorlardi, sonradan ‘demokratik özerklik’ diye bir sey getirdiler gündeme. Demokratik özerklik nedir? Diyorlar ki sinirlar gerekmez, toprak talebimiz yok, Türkçe yine resmi dil olsun, filan. Ama dünyanin hiç bir yerinde böyle bir sey yoktur.

Yani federasyondan daha geri bir özerklik aslinda BDP’nin savundugu, öyle mi?

Evet, hem federasyon degil hem de otonomi bile degil. Özerklik kelimesi otonomi kelimesinin Türkçe karsiligidir. Özerkligin bölgesel olani var, kültürel olani var. Genel olarak otonomi dendigi zaman, bölgesel özerkliktir. Belli bir bölgede farkli özellikleri olan halka otonom bir yönetim hakki tanirsiniz. Öyle olunca bölgenin sinirlari olur, sembolü, bayragi, meclisi olur. Eger farkli bir dil kullaniyorsa, dili olur. Simdi Kürtler, Türkiye cografyasinin nerdeyse üçte birinde çogunlugu olusturuyorlar. Kendilerine özgü bir dilleri var, bir tarihleri var, kültürleri var. Dolayisiyla Kürt sorununu çözerken ya federatif bir yapi olusturacaksiniz ya da otonom bir yapi. Ama otonom dediginiz bölgesel bir özerklik olur. PKK-BDP kesiminin ‘demokratik özerklik’ talebine gelince, bu içi bos bir talep.

Öcalan ve partisi PKK, daha önce ‘Bagimsiz Kürdistan’ diyordu. Otonomi, federasyon taleplerini ihanet olarak suçluyordu. Çok basit görüyordu, reformcu diye elestiriyordu. ‘Kürtlerin ayri bir devleti, bagimsiz bir devleti olmali’ diyordu. Ama Öcalan yakalandiktan sonra bütün taleplerini birakti. Ne bagimsizlik ne federasyon ne de özerklik; bunlar ilkel, modasi geçmis taleplerdir, biz ‘demokratik cumhuriyet’ istiyoruz dedi, PKK de bunu kabul etti. PKK hatta adini degistirdi, önce KADEK adini aldi, sonra KONGRA-GEL oldu. Dünya görüsünü degistirdi; daha önce sosyalistti, Marksist idi, onlari birakti ve 2004’e kadar böyle devam etti. ‘Demokratik özerklik’ de en son ortaya çikti.

PKK, Marxist-Leninist durusunu da birakti yani?

Ümit Bey, Marx’i Lenin’i birakin, Kemalizmi savunmaya basladilar. Sonra da bu içi bos ‘demokratik özerklik’ çikti ortaya. Neden acaba? Demokratik özerklik ne? Siyasi terminolojide böyle bir kavram yok. Bu tam bir kavram kargasasi ve bilerek yapiliyor. Bu sirf Kürtleri oyalamaya yönelik bir yalanci mama. Legal parti BDP de hemen Öcalan’in bu incilerine sariliyor.

‘BDP ile aramizdaki fark budur; biz ne istedigimizi biliyoruz, onlar bilmiyorlar.’

Neden bunu ortaya attilar sizce? BDP’nin ve Öcalan’in belki isteklerini simdi açikça söyleyemediklerini ve daha sonra ilerleyen asamalarda dile getireceklerini düsünmüyor musunuz hiç? Yoksa size göre siyaset böyle yapilmaz mi? Demokratik özerklik diyorlar mesela, içi bos bir kavram oldugunu söylediniz, su asamada bunu söylerler ama onu aldiktan sonra digerini isterler sonra digerini gibi… Bunu baska lider ve parti tecrübelerinde de yasamadik mi?

Hayir, trajikomik bir durumda görüyorum PKK ve BDP’nin durumunu. Öcalan tutuklandiktan sonra her seyi birakti, teslim oldu, bakis açisini 180 derece dönüstürdü. BDP de hiç Imrali’nin talepleri ve kontrolü disinda olamadi. Öcalan ne diyorsa onu yapti. Öcalan ise yakalandiktan sonra devlet ne isterse onu yapti, o zaman Genelkurmay hâkim durumda idi. Öcalan onlara ‘ne istiyorsaniz onu yaparim’ dedi.

Sizce Öcalan ve dolayisiyla PKK, Öcalan’in yakalanmasindan sonra tamamen devletin kontrolüne mi geçti? PKK’nin yeniden silahli eylemlere baslamasini devletin de içinde oldugu yeni bir kirli oyunun parçasi gibi mi görüyorsunuz?

Öcalan mahkeme sürecinde aynen sunlari söyledi: ‘Pismanim, yanlis yaptim, bana firsat verin yanlislarimi düzelteyim. Artik ne federasyon, ne bagimsizlik, ne otonomi istiyorum, bunlarin modasi geçmistir.’

Bu andan itibaren Öcalan üniter devleti ve Kemalizmi savunmaya basladi. Örgütü önce bir tereddüt etti, sonra Öcalan’a tabi oldu. Çünkü böyle bir örgüt, PKK, tek sefe göre organize olmus, yalniz onu kabul ediyor. Onu put haline getirmis… PKK kendi putunun arkasindan gitti. Bir örgüt özgür olsa, gerçekten örgüt olsa buna karsi çikar. ‘Tamam, Öcalan öyle diyebilir, ama biz bunu kabul etmeyiz, bizim taleplerimiz var’ derdi. Bunu yapmadi PKK. Seyhinin ardindan giden tarikat gibi… Farkli düsünenler, itiraz edenler derhal tasfiye edildi ve bu derin devletin kontrolü altinda oldu. Öcalan Imrali’da kontrol altinda. Öcalan vasitasiyla PKK’yi kontrol ettiler ve onu dagitmadilar. Öcalan ‘silahi tümden biraktik, yolu açin dagdakiler gelsin teslim olsun’ dedi, ama devlet yanasmadi buna. Dagitmaya gerek yok, PKK’yi kullaniriz diye düsündüler. Bu yüzden PKK silahlari, adini her seyi biraktigi halde, 2004’e kadar tek kursun sikmadigi halde bitmedi. Sonra ne yaptilar 2004’te, tekrar kullanmaya basladilar, hadi biraz savas yapin dediler. Öcalan avukatini gönderdi Kandil’e, ‘Savasacagiz’ dedi ve savasa basladilar. Ardindan bu göstermelik ‘demokratik özerklik’ masalini piyasaya sürdüler, sirf kitleleri oyalamak için ortaya atilan bir yalanci mama…

BDP ile aramizdaki fark budur; biz ne istedigimizi biliyoruz, onlar bilmiyorlar.

‘Askeri vesayet geriletildi. Darbeci generallerin bir kismi simdi yargilaniyor, Imrali’daki asker kontrolü zayifladi. Hükümetin eli güçlendi. Simdi hükümet Öcalan vasitasiyla silahlari biraktirmaya çalisiyor PKK’ye. Eger birakirsa, herkesin istegi o, baris ve çözüm için kapi açilacaktir.’

Bitti denilen PKK’nin aslinda 2004’ten itibaren yeniden sarsici eylemler, saldirilarla dönüsünü Irak Savasi’nin getirdigi konjonktür, Türkiye’ye kizan ABD’nin destegi, ciddi silah ve lojistik destek saglamasi ile iliskilendiren görüsler de var. Bunlarin da etkili oldugunu düsünmüyor musunuz?

Hayir. Bence bu bastan sona müthis bir mühendislik çalismasi oldu. PKK’nin kurulusu, Öcalan yakalandiktan sonra reorganize edilisi, yani kopan aglarin tamir edilmesi, devlet bakimindan müthis bir mühendislik çalismasi oldu. Böylece Kürt hareketini kontrol altinda tutmak ve PKK’yi kullanmak. Ayni oyun yine sahnede. Herhangi bir muhalefetin çikmasina meydan vermemek istediler. Nitekim vermediler de. Hikmet Fidan mesela bir ara ayri parti kurmak istedi, onu vurdular Diyarbakir’da. Bir kisim itiraz etti Kandil’de bu 2004’teki savasin yeniden baslamasina, onlar tasfiye edildi. Nizamettin Tas, Osman Öcalan (Abdullah Öcalan’in kardesi) karsiydilar savasa, bu nedenle dagi birakip gittiler. Ama isler yine devletin istedigi sekliyle devam etti, PKK 2004’ten itibaren yeniden savas pozisyonuna sokuldu, çatismalarla toplumu gerip, ortami yangin yerine çevirip darbe yapmak için. Ama cuntalar basarili olamadilar, 2002’den beri devreye giren cuntalar basarili olamadilar. Balyoz davasinda, Ergenekon davasinda yargilaniyorlar; bunlar önemli gerçekler.

Silahli eylemlerin artmasinda derin devletin, yani günümüzde dillendirilen haliyle Ergenekon’un etkisi vardi diyorsunuz?

Evet. Ergenekon, PKK içerisindeki eli vasitasiyla olaylara yön verdi. O zaman Öcalan Imrali’da askerin kontrolü altindaydi, kendi avukatini gönderip ‘savasi baslatin’ dedi, bu kadar açik. Öcalan Ergenekoncu, Balyozcu kesimin denetiminde idi. Böylece PKK’yi harekete geçirdiler, ortaligi karistirmak için. Kenan Evren’in 12 Eylül öncesinde yaptigi sey… Bu çok daha açikça yapildi. Ama bu kez basaramadilar, iyi ki de basaramadilar. Simdi PKK için de, Öcalan için de durum daha farkli. Askeri vesayet geriletildi. Darbeci generallerin bir kismi simdi yargilaniyor, Imrali’daki asker kontrolü zayifladi. Hükümetin eli güçlendi. Simdi hükümet Öcalan vasitasiyla silahlari biraktirmaya çalisiyor PKK’ye. Eger birakirsa, herkesin istegi o, baris ve çözüm için kapi açilacaktir.

Peki Ergenekon sürecinde gerçekten derin devlet tasfiye ediliyor mu? Yoksa sadece cuntalarin kendi arasindaki bir mücadele mi?

Cuntaci kesim yakayi ele verdi, rezil oldu. Az bir sey degil bu, son derece önemli; ama bu derin devletin tasfiye edildigi anlamina gelmez. Tabi kolay da degil, operasyon yapma yetenegini büyük ölçüde kaybetti ama tümden tasfiye oldugunu sanmiyorum. Bence hala bir dizi hesap vermemis, uyuyan hücreler, firsat kollayan kesimler vardir ve bunlar firsat bulurlarsa yeniden provokasyon yapabilirler.

‘Kürt sorunu çok genis boyutlu bir sorun. Türkiye sinirlari içerisinde yasayan ve belli bir cografyada çogunlugu olusturan, 20 Milyondan fazla insani ilgilendiriyor. Böyle bir sorun Dünya’nin baska yerlerinde nasil çözülmüsse öyle çözülmeli. Çok daha kapsamli bir projeyle çok daha köklü ve cesur adimlarla. O da esitlik temelinde adil bir çözümdür.’

HAK-PAR’i biraz daha açalim dilerseniz. HAK-PAR’a göre Kürtlerin talepleri ne olmali? Kürtler tam ne istiyorlar, mesela yeni bir Anayasa yapilacak, burada Kürtlerin talepleri nedir? HAK-PAR olarak neler düsünüyorsunuz?

Biz esitlik temelinde bir çözüm istiyoruz. O da federasyondur, biz Kürtçe’nin ikinci resmi dil olmasini istiyoruz Türkiye’de, Irak’ta oldugu gibi. Irak’ta Kürtçe Arapça’nin yani sira resmi dildir. Biz de böyle olmasini istiyoruz.

Yeni Anayasa anadilde egitimi benimsemeli. Mevcut Anayasa yasakliyor bunu. Ikincisi, yeni bir kimlik tarifi yapilmali. Su anki kimlik tarifi herkesi Türk sayiyor, tek etnik gruba indirgiyor, böyle bir kimlik tarifi olmamali. Türkiye çok renkli bir toplum, farkli halklar yasiyor. Herkesi Türk yapmaya çalismak, herkese Türk demek 90 yillik yanlis politikadir. Sorun da zaten bunun ürünüdür. Yeni bir kimlik tarifi ki yeni Anayasa’da Kürtler de kendilerini bulabilsinler, bu bizim de anayasamiz diyebilsinler. Üçüncüsü yerinden yönetim olmali. Üniter devlet Türkiye’nin ihtiyacina cevap vermez. Türkiye toplumu çok renkli. Ademi-merkeziyetçilik yeni anayasada yer almali, uygulamada bu otonomi olabilir, eyalet sistemi olabilir, federasyon olabilir. Bence yeni anayasa eger gerçekten demokratik bir anayasa olacaksa ve Kürt sorununa ve diger sorunlara çözüm getirecekse bu tür ilkeler mutlaka yer almali. Bunun disinda tabi daha demokratik bir anayasa yapmali, Avrupa standartlarinda, bunu istiyoruz.

Diger demokratik haklar da gelistirilsin diyorsunuz. Ak Parti hükümetinin iktidara gelisini nasil karsiladiniz? Atilan adimlar oldu. Sonrasinda ‘Kürt Açilimi’ da baslatildi, gerçi hemen ismi degistirildi baslatildiktan sonra. O süreci nasil görüyorsunuz? Ilk baslangiçta, sonrasinda? Sonra bir yanlis mi oldu, yöntemde mi bir hata oldu sizce?

Açilimi olumlu bulduk, destekledik, ama devam etmedi. Olumlu seyler oldu. Mesela en basta Kürt sorunu rahat tartisilir bir hale geldi. Hala da tartisiliyor, gazetelerde, televizyonlarda. Bunun yani sira, TRT-Ses diye bir Kürtçe kanal açildi, olumlu tabi. Hatta anadilde 2 saatlik ders kondu okullara. Bazi üniversitelerde Kürt dili bölümleri açildi. Bunlari olumlu bulduk ve destekledik hep. Ama bu bir yere kadar geldi durdu, devam etmedi. Kürt sorunu çok genis boyutlu bir sorun. Türkiye sinirlari içerisinde yasayan ve belli bir cografyada çogunlugu olusturan, 20 milyondan fazla insani ilgilendiriyor. Böyle bir sorun Dünya’nin baska yerlerinde nasil çözülmüsse öyle çözülmeli. Çok daha kapsamli bir projeyle, çok daha köklü ve cesur adimlarla. O da esitlik temelinde adil bir çözümdür.

‘Silah birakanlarin durumu ne olacak açikça belirlenmeli, siyasetin yolu açilmali.’

Son görüsmeleri nasil buluyorsunuz? Önce Oslo görüsmeleri ile baslayan simdi Imrali’da devam eden süreci nasil görüyorsunuz? Önemsiyor musunuz?

Tabi önemsiyorum. Silah biraktirmak için, ikna etmek için PKK ile görüsülmesi dogaldir. Oslo görüsmeleri basarisiz kalinca hükümet bu sefer Öcalan vasitasiyla sonuç almaya çalisiyor. Ama BDP’yle de görüsülebilir, PKK’yle de diyalog olabilir. Zaten Basbakan da söyledi bunlar olabilir diye, ben bunu dogal buluyorum. Eger bu görüsmeler sonucunda PKK silah birakirsa memnun olurum, bana göre öncelikle silahlar karsilikli susturulmali, bu olmadan diyalog ortamini gelistirmek zordur.

PKK silah birakabilir mi? Gerçekçi olmak lazim, Karayilan (Murat Karayilan) söylüyor, silahlari biraktigimiz zaman her seyi kaybedebiliriz, bu is böyle mi yapilir, yöntemi bu mudur?

Silah birakilabilir, güven verici adimlarla birlikte. Silah birakanlarin durumu ne olacak açikça belirlenmeli, siyasetin yolu açilmali. Siyasi af da gündeme gelebilir ileride.

Sizce Ak Parti bu güveni veriyor mu?

Su asamada, henüz ortada derli toplu bir proje yok.

Son bir ayda önce idami getirecegiz, sonra BDP’lilerin dokunulmazliklarini kaldiracagiz sözleri Basbakanin, sonra da Imrali görüsmeleri. Toplum da sasiriyor, nereye gidiyor ne oluyor diye?

Inisli çikisli bir süreçtir, buna bakip tümden iyimser veya kötümser olmak dogru degil bence. Hükümet eger sonuç almak istiyorsa kararli olmali, daha cesur olmali, engeller karsisinda hemen geri adim atmamali. Çünkü geçmisteki pratigine baktigimizda pek de kararli olmadigini görüyoruz.

‘CHP simdiye kadar olumlu bir muhalefet yürütemedi. Atilan her adima karsi çikmayi muhalefet saydi, TRT-Ses’e bile karsi çiktilar, anadilde savunma hakkina bile karsi çikiyorlar. Bu sekilde sorunun çözümüne katkida bulunamaz CHP, engelleyici olur.’

Sizce diger partilerin destegi sart mi yoksa Ak Parti tek basina yürümeli mi burada?

Elbette bu sadece AK Parti’nin meselesi degil, özellikle ana muhalefet partisi CHP’nin tutumu son derece önemli. CHP simdiye kadar olumlu bir muhalefet yürütemedi. Atilan her adima karsi çikmayi muhalefet saydi, TRT-Ses’e bile karsi çiktilar, anadilde savunma hakkina bile karsi çikiyorlar. Bu sekilde sorunun çözümüne katkida bulunamaz CHP, engelleyici olur.

MHP’yi olumsuz bir vaka olarak görüyorum. MHP, Kürt sorununun varligini dahi kabul etmiyor. Tabi sorunun varligini kabul etmezseniz çözüm de öneremezsiniz.

Ama CHP biraz daha ikircikli bir tutum içerisinde, ana muhalefet partisi olarak tutumu çok önemli. Olumlu adimlara destek vermeli, karsiysa da kendisi daha derli toplu önerilerle, projelerle ortaya çikmali bu sorununun çözümü için.

Bunun yani sira BDP de AK Parti düsmanligi üzerine politika yürütmemeli. Bir partner olmaya çalismali. O da atilan olumlu adimlara destek vermeli ve yetersiz buluyorsa kendisi çözüm getirecek önerilerle ortaya çikmali. Bizim politikamiz HAK-PAR olarak, böyledir. Biz önyargili degiliz, basindan beri olumlu adimlara destek verdik, statükonun engellemelerine karsi hükümete destek verdik; ama ayni zamanda da hükümetin sorunu çözmesi için kapsamli projelerle ortaya çikmasi gerektigini söylüyoruz.

Ak Parti’den bir davet gelirse siz de katkida bulunun diye, siz katki vermek istiyorsunuz?

Biz parti olarak tabi ki çözümde bir tarafiz. Simdi silahlarin birakilmasinda, muhatap PKK’dir, çünkü silahlari onlar kullaniyor. Ama Kürt sorununun çözümü tek basina o degildir, PKK tek basina Kürtleri temsil edemez, Öcalan da tek basina Kürtlerin temsilcisi degildir. Sira Kürt sorununun çözümüne geldigi zaman biz de muhatabiz. Her seyden önce bir halk var, bu halkin talepleri var ve hükümet bu talepleri karsilamali, esitlik temelinde adil bir çözüm için ne gerekiyorsa onu yapmali.

Geçmisten çok örnek verdiniz, en son Fransa’daki üç cinayeti (üç PKK’li kadinin öldürülmesi) nasil yorumluyorsunuz?

Bence bu süreci sabote etmeye yönelik bir hareket. Tam olarak iç yüzü açikliga kavusmadi, bu nedenle kesin bir sey söyleyemeyiz; ama görünen o ki, tam da bu sürecin basladigi bir sirada bunun yasanmis olmasi, sanki bu süreci engellemek için yapilmis bir eylem gibi görünüyor.

‘Orta Dogu degisiyor, Türkiye’nin de 90 yillik inkâr ve asimilasyon politikasini degistirmesi gerekiyor. Bu görüsler simdi çok yaygin bir biçimde tartisiliyor, medyada. Bu ister istemez siyaseti de etkileyecektir.’

AK Parti’nin dis politikasindaki degisimler, Kürdistan devletinin kurulmasina artik Türkiye’nin sicak baktigi iddiasi, Türkiye’nin kirmizi çizgilerini degistirdigi iddialari, AK Parti’nin nerdeyse Irak ve Suriye’deki Kürtlerle isbirligi yapiyor olmasini nasil degerlendiriyorsunuz?

Çok önemli degisiklikler oldu, son 15-20 yil içerisinde. Irak’ta örnegin bir Federe Kürdistan olusumu var artik. Parlamentosuyla, hükümetiyle, resmi diliyle. Türkiye bu gerçegi ister istemez kabul etmek zorunda. Simdi Suriye’de de bir degisim söz konusu, büyük ihtimalle Esad rejimi çöktükten sonra Suriye yeniden yapilanacak. Bu Irak benzeri bir yapilanma olabilir, örnegin kuzeydeki Kürtler kendi bölgelerinde özerk bir yönetim kurabilirler. Bu degisim dalgasi devam edecektir, Iran’i da etkileyecektir, Iran’in da genis bir Kürt bölgesi var, Dogu Kürdistan diye nitelendirilen. Ermenistan sinirindan Elam bölgesine kadar. Orada da 8-10 milyon Kürt nüfus yasiyor. Orada da ayni sey ortaya çikabilir. Orta Dogu degisiyor, Türkiye’nin de 90 yillik inkâr ve asimilasyon politikasini degistirmesi gerekiyor. Bu görüsler simdi çok yaygin bir biçimde tartisiliyor medyada. Bu ister istemez siyaseti de etkileyecektir.

KCK’yi, sehirlerde var oldugu iddia edilen KCK yapilanmasini nasil görüyorsunuz?

Gereksiz ve yanlis bir örgütlenme olarak gördüm, Öcalan yakalanip Imrali’ya konduktan sonra ortaya çikan bir örgüt. Bence devletin eli var bu iste, zaten biliyorsunuz, içinde 1000 dolayinda MIT ajaninin varligindan söz edildi, bu çok sasirtici, inanilmaz bir sey. 50 olsa ne fark eder? Belli ki Kürt hareketini kontrol etmek için devletin bir projesi olarak gelistirilmis bu. Simdi böyle bir örgütlenmeyi devletle birlikte kotarmak hem de bunlarin binlercesini tutuklamak, akil almaz bir sey, skandal gibi. Bakin legal örgütse BDP var, Mecliste ve yasal, ayrica belediyeleri var; illegal örgütse PKK var. Peki, bu örgüt nedir? Üstelik silahli örgütün basindaki adama, Karayilan’a bagli. KCK yanlis bir örgütlenme, kimler yaptiysa bunu, iyi niyetle yapilmis bir sey degil. Bence simdi yapilmasi gereken sey soruna bir çözüm bulmaktir. Artik bu nasil bulunacak ayri bir konu, binlerce insani birakmak yani. Ama KCK gibi bir örgüte de ihtiyaç yok.

‘Türkiye bir degisim geçiriyor, inaniyorum ki inisli çikisli da olsa, acili da olsa biz bu esigi de asacagiz. Hem Kürt halki özgürlesecek hem de Türkiye demokratiklesecek, birlikte barisçil bir sekilde yasayacagiz.’

Son olarak siyasi mücadeleye bir ömür verdiniz. Edebiyata yeterince zaman ayiramamaniz sizi üzüyor mu?

Elbette, siyasete bu kadar zaman ayirinca öyle oluyor. Buna ragmen 10 kadar siir kitabi yayinladim. Bazilari Kürtçe, çogu Türkçe. Bunun yani sira çocuk kitaplari yazdim, hikayeler-denemeler yazdim. Degisik isimlerle de kitaplarim çikti, 5-6 farkli isimle yazdim. Mesela Ferhad Can adiyla, Cemali adiyla, Cemil Baran adiyla yazdim. Bir çocuk kitabim Baran adiyla yazildi, bir tanesi Cemali adiyla yazildi. Bunun yani sira denemelerim Ferhad Can adiyla çikti. Tarih üzerine yazdim, dil üzerine yazdim. 60’a yakin basili eserim var. 43 tanesi kitap, digerleri brosür boyutunda.

Çok önemli konulara degindiniz bugün. Mücadeleyi, terörü, savasi, yikimlari, yikilan yakilan umutlari, umutsuzluklari konustuk. Türkiye çok zor dönemler yasadi 1970’lerde, 1980’lerde. 1980’lerin yarattigi darbe ve yikim ortaminin ardindan sizin ‘Hadi Gülümse’ siirinizle herkes bir moral bulmustu, Sezen Aksu’nun bir sarkisi olarak büyük ilgi görmüstü. 1990 ve 2000’lere baktigimiz zaman simdi siz yine ‘Hadi Gülümse’ diyor musunuz, her seye ragmen yine gülümsemeli miyiz?

Her seye ragmen iyimserim tabi, umudumu hiç yitirmedim. Siyasete pek gönüllü girmedim ama 50 yildir bu isi sürdürüyorum. Inançlarim, umutlarim olmasa bu kadar uzun sürdüremezdim. Türkiye bir degisim geçiriyor, inaniyorum ki inisli çikisli da olsa, acili da olsa biz bu esigi asacagiz. Hem Kürt halki özgürlesecek hem de Türkiye demokratiklesecek, birlikte barisçil bir sekilde yasayacagiz.

Sayin Burkay, çok tesekkür ederiz. Açik yüreklilikle görüslerinizi dile getirdiniz. Farkli kesimleri kizdiracak açiklamalar da yaptiniz. Umarim demokrasiyi içsellestirip birbirimizi daha çok dinlemeyi, katilmadigimiz fikirlere de tahammül etmeyi, her kizdigimizda siddete yönelip karsimizdakine saldirmayi ilk çözüm görmeyi birakabiliriz.

Ben tesekkür ederim. Çok basarilar diliyorum size, arkadaslariniza, arastirma merkezinize. Dileklerinize gönülden katiliyorum, herkes için baris, sevgi ve daha yasanilir bir dünya diliyorum.

© 2013 AnalizTürkiye. Tüm haklari saklidir. Bu röportaj referans verilmeden basilamaz, çogaltilamaz veya kopya edilemez.

Röportaji su sekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

AnalizTürkiye (Mayis, 2013), ‘Kemal Burkay ile Röportaj (2. Bölüm): Demokratik Özerklik Talebinin Alti Dolu Degil’, Cilt II, Sayi 3, s.6-18, Türkiye Siyasi Analiz ve Arastirma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=3118&lang=tr)

Dengê Kurdistan

Back to top button