Makale

Hastalikli toplumun hasta insanlari…

Artik Türkiye tam bir siddet sarmalina hapsolmus durumda: Polis siddeti, subay siddeti, ögretmen siddeti, müdür siddeti, erkek siddeti, koca siddeti, baba siddeti, siyasetçi siddeti, esnaf siddeti (AKP esnafi tarafindan hunharca katledilenleri hatirlayin) dinci yobaz siddeti, isveren siddeti, ekonomik siddet, trafik siddeti, mahalle siddeti, medya siddeti, rektör siddeti, dekan siddeti, “özel güvenlikçi” siddeti, insanlarin dogal çevreye uyguladigi siddet… Bu kadar siddete maruz bir toplumda ve ortamda hala saglikli insana rastlamak ne kadar mümkün? Gün geçmiyor ki, bir vahset yasanmasin, bir katliam yapilmasin, bir kadin öldürülmesin, bir cinayet islenmesin… Bu siddetin “olaganlasmasi”, siradanlasmasi degil mi?

Bu sürekli siddet hâli, bu cinayetler, bu insani utandiran manzaralar hasta insanlarin eseri, o hasta insanlar da bu toplumun eseri. Gökten zembille inmis degiller. Hastalikli toplumun karnindan çikiyorlar. Siddetin kökü derinlerde ama sorunun kökenini dert edinen, kaynagina inmeyi akil eden pek yok… Yüzeysel söylemler ortaligi kaplamaya devam ediyor. Yeni kanunlar çikararak, cezalari daha da artirarak sorunun çözülecegini sananlar çogunlukta… ” Bir kaçini sallandirarak” isin içinden çikilabilecegi saniliyor ve hâlâ idam cezasini bir çare olarak görenler az degil… Eger idam bir çare olsaydi isler ne kadar da kolay olurdu. Bu, katledeni katlederek üstesinden gelinebilir bir sey midir? Eger öldürmek kötüyse (ve kötüdür süphesiz), ayni seyi devlet yapinca iyi olur mu? Bu bir seyi olmadigi yerde aramak degil midir? Eger bu durum, bu genellesmis siddet hali, hastalikli toplumun ortaya çikardigi bir seyse, o zaman ise, “bu toplum neden böyle oldu”, “neden hastalandi”, “neden bu hale geldik” sorusunu sormak gerekmiyor mu?

Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu anlamayi, bilence çikarmayi gerektirir. Seyleri adiyla çagirmayi gerektirir, etrafinda dolanmamayi gerektirir. Aslinda siddet toplumun derinliklerinde mündemiç olan bir sey ve asil siddeti yaratan da bizzat bu sistemin kendisi… Bu toplumun insanlari bosuna burnundan solur hale gelmedi ve artik burnundan soluyanlar çogunlugu olusturuyor? Su ve bu aktörün isledigi cinayetler, katliamlar, asiriliklar genel siddet halinin emareleri, yüzeye çikani, görünen yüzü sadece. Asil sorunu yaratan herkesi herkesin rakibi, dolayisiyla düsmani haline getiren kapitalizm, onun neoliberal versiyonu. Yegane degerin para oldugu, mal-mülk oldugu, baskaca hiç bir degerin esamesinin okunmadigi bir toplumda, baristan, huzurdan söz etmek mümkün müdür? Geçerli ekonomik- sosyal- politik sistem, yikici “çilgin rekabete” dayaniyor. Zira, birinin basarisi baskasinin basarisizligi üzerine insa ediliyor. Sizin basarili olmaniz, baskasinin basarili olmasini engellemeye endeksli. Merak edip sözlüge bakanlar, rekabet kelimesinin bir anlaminin da “birbirini çekememe, kiskanma” oldugunu görür. Sistemin normal isleyisi, insanlarin önemlice bir kismini bir isten, bir gelirden mahrum ediyor, gelir dagilimi adaletsizligi insan havsalasini zorlayacak boyutlara çikiyor, insan özel çikar pesinde kosan “homo economicus” bir canli olarak görülüyor ve bencillik insanligin “normal hâli” sayiliyor… Her sey özellestiriliyor, bir kâr aracina dönüstürülüyor, ortak yasam alanlari birer birer yok ediliyor, doga tahribatiyla da ortak yasamin da temeli asindiriliyor.

Neoliberal küresellesme çaginda devlet de artik sadece sermaye sinifinin, (oligarsinin) veya ayni anlama gelmek üzere büyük hirsizlarin tek yanli çikarini gerçeklestirmeye kosulmus bir aygita dönüstü. Tabii bunu söylemek, devlet eskiden toplum yararinin hizmetindeydi anlamina gelmez… Devlet oldum olasi özel çikarlarin hizmetinde olmustur. Misyonu ve varlik nedeni mülk sahibi siniflarin servetini çogaltmak, bir de onlari “zararli siniflardan” korumaktir…. Velhasil devletin varlikli siniflarin, ve yeni yetme mülk sahiplerinin tek yanli çikarina hizmet etmekten baska bir kaygi tasimadigi kosullarda, toplumun bir siddet toplumu haline gelmesine sasmanin bir âlemi yok! Böyle bir sonuç neden sasirtici olsun. Tuhaf gelebilir ama kapitalizm her bir bireyi bir kapitalist gibi davranmaya zorluyor ve onu doga düsmani haline getiriyor. Para ve maddi zenginlik yegane deger mertebesine yükseltiliyor, bir tapinma aracina dönüstürülüyor, baskaca hiç bir insanî degerin esamesi okunmuyor. Velhasil insanin özünü asindiran kör bir süreç söz konusu. Insana ve yasama dair ne var ne yoksa metalastiriliyor, seylestiriliyor, paralilastiriyor, özellestiriliyor, dejenere ediliyor. Ülke zenginligi dar bir oligarsi ve çevresi tarafindan yagmalanirken, issizlerin, yoksullarin, yasamak için gerekli asgari gelirden yoksun olanlarin sayisi çig gibi büyüyor. Çalisanlarin da büyük çogunlugu elde ettigi gelirle geçinmekte zorlaniyor. Zira geçerli sistem her geçen gün karsilanmasi gereken yeni ihtiyaçlar ortaya çikiyor ve ihtiyaçlar hiyerarsisini dejenere ediyor… Her geçen gün hayat daha da pahalandiriliyor. Gelirler (ücretler) her seferinde erozyona ugrarken, bir yanda da reklamlar devreye sokularak, tüketim özendiriliyor, satin alma istegi kamçilaniyor. Sonuçta insanlarda “tatminsizlik duygusu”, “eksiklik duygusu”, “yoksunluk duygusu”, “yeteneksiz” olduklari, çaresizlik “bilinci (bilinçsizligi)” köklesiyor. Velhasil insanlarin psikolojisi tromatize oluyor, sarsiliyor, yara aliyor, gelecege umutla bakma duygusu köreliyor. Çocuklarinin gelecegine dair hakli bir kaygi duyuyorlar…

Simdilerde rejim artik toplumun gerçek sorunlarina külliyen yabancilasmis durumda. Bu rejim, bu AKP iktidari artik mesrulugunu kaybetmis durumda ve yönetemiyorlar. Daha çok baskiyi ve siddeti devreye sokarak isin üstesinden gelebileceklerini saniyorlar. Iktidarlarini sürdürmek için toplumu kutuplastirip, toplumun bir yarisini diger yarasina düsman ederek, iktidarlarini koruyabileceklerini saniyorlar… Atesle oynuyorlar… Toplumu biz ve onlar, AKP’ye oy verenler ve vermeyenler, Müslüman- laik diye ayristiriyorlar. Aslinda toplumun ezici çogunlugu Müslüman ama kendileri gibi veya kendi istedikleri gibi Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ayristirmak istiyorlar. Ve “bizim gibi Müslüman olmayanlar bizden degildir, dolayisiyla, kötüdür, düsmandir” anlayisi geçerli… Bu, sanki Islâmda geçerli “dar-ül Islam, dar-ül harp” ayriminin ve karsitliginin bu güne tercümesi gibi bir sey… Siz onlarin gerçekten dinle ilgili olduklarini sanmayin. Dini araçlastirip, iktidar olmak ve ülkenin zenginligine el koymak disinda dinle uzaktan-yakindan bir ilgileri yok. Onlar için din, çalip-çirpmanin, insanlari kölelestirmenin bir araci sadece… Dinci baskiyi artirip, toplumu kölelestirerek iktidarlarini kalicilastirabileceklerini düsünüyorlar… Sonra da büyümeden, kalkinmadan, büyük devlet olmaktan, aslinda birer yikim projesi demek olan “çilgin projelerden” söz ediyorlar, Osmanli Imparatorlugunu ihya etme hayalleri, hezeyanlari içindeler… Bütün bu saçmaliklar ‘olmayacak duaya amin demekten’ öte bir sey degildir. Polis insanlari öldürüyor ve cezalandirilmiyor. Ve bu hep böyleydi… Neden? Çünkü burada hâlâ “kutsal devlet” anlayisi geçerli olmaya devam ediyor. Simdi o kutsallik, dinci kutsallikla da tahkim edilmekte… Bundan sonra öldürmek daha kolay olacak. Onun için adi Iç Güvenlik Yasasi olan bir polis kanunu çikararak, isi saglama alma pesindeler. Iyi de bu kimin “güvenligi” olacak? Bu memleketin varini yogunu, bu ülkenin bütçesini, hazinesini yagmalayan, talan eden soyguncu çetesinin güvenligi degil mi?

Bu iktidar tam bir sekülarizm düsmanidir, laiklik düsmanidir. Sekülarizmin ve laikligin olmadigi yerde kimse demokrasi, özgürlük, insan haklari gibi kavramlari agzina almasin, zira orada bir karsiligi yoktur. Bu iktidar varligini sinirli özgürlükleri de yok etmekte görüyor. Onun için yeni baski yasalarini dayatmak için aceleci davraniyor. Cunta anayasasinda “taninmis”, tarif edilmis güdük haklari bile insanlara çok görüyor. Gerçi bu rejim oldum olasi ” muhalifi düsman, farkli düsüneni hain” sayan bir rejimdir ama AKP iktidari artik kendine muhalif olan herkesi düsman sayiyor. Artik muhalif düsmanla özdes… Muhalif olmak, “darbeci” olmakla da bir ve ayni sey sayiliyor. Ortalik “iç düsmandan” ve “darbeciden” geçilmez halde… Meger memlekette ne kadar da çok iç düsman ve darbeci varmis… Çok sükür dis düsman ebed-müddet mevcut. Orada bir sikinti yok… Hizli bir tempoyla bir parti-devlet iktidarini yerlestirmeye çalisiyorlar. Yapmak istediklerine fasizmin bir versiyonu da diyebilirsiniz… Parti devlet demek, her türlü asgari hakka, hukuka, özgürlüge elveda demektir. Devletin tüm kurumlarinin ve islevlerinin siyasi partinin hizmetine sunulmasi, burjuva devletin “olmazsa olmazi” sayilan kuvvetler ayriligi ilkesinin ve pratiginin yok edilmesi demektir. Kadini kölelestirmek istemeleri bosuna degil ve dini o amaçla sonuna kadar kullanmaya da kararli görünüyorlar. Kadinin ortalikta dolasmasindan, görünürlügünden, esit bireyler olmasi ihtimalinden çok rahatsizlar. Kadininin eve hapsedilmesi için bir dizi manipülasyon pesindeler…

Kapitalizmin krizi derinlesiyor, onunla birlikte siddeti de derinlestirmeye, tirmandirmaya devam edeceklerdir. Zira ellerinde baska seçenek yok. Baska türlü yapmalari mümkün degil. Kimse kendini aldatmasin. Unutmamak gerekir ki, “kapitalist ekonomik sistem, kaybedeni tüm insanlik olan bir savas halidir” denmistir. Zira mülksüzlesmeyi, sömürü ve yagmayi derinlestirmeden, yoksullugu ve sefaleti azdirmadan, doga tahribatini büyütmeden yol almasi mümkün degil. Eger sistemin normal hali öyleyse -ki öyledir-, ellerinde baski ve siddete bas vurmaktan, iç çatismalari körüklemekten, savaslar peydahlamaktan baska çare yok!

Siddeti tartisabilmek, rejimi, sistemi, kapitalizmi, onun simdilerde geçerli versiyonu olan neoliberalizmi tartisabilmekle mümkün. Artik yönetenlere degil yönetimlere odaklanma zamani… Yönetenleri degil, yönetimleri, yani sistemi degistirmek gerekiyor. Daha da ötede uygarligi degistirme zamani gelip çatti. Zira, yasanan sadece ekonomik-sosyal-politik krizden ibaret bir sey degil, bir uygarlik krizi… Artik bu rotada yol almak mümkün degil. O zaman sürece vakitlice müdahale etmenin gerekli oldugu bir zamandayiz demektir…

Fikret Baskaya

Back to top button