Hepimiz hirsiziz!
Ortaliga dökülen yolsuzluk ve rüsvet iddialari, gelismis, medeni baska bir ülkede olsaydi muhtemelen yer yerinden oynar, toplum ayaga kalkar, o iktidar bir dakika bile yerinde duramazdi.
Fakat bizim ülkemizde bu tür iddialar pek bir sonuç dogurmuyor.
Peki niçin?
Kimileri bu durumu toplumdaki ahlaki yetersizlige baglarken kimileri siyasetteki kutuplasmanin bu tür yanlislarin görmezden gelinmesine neden oldugunu söylüyor.
Yani genel anlamda en büyük suçlu olarak toplum ilan ediliyor.
‘Bizim insanlarimizin ahlaki hassasiyeti olmadigi, toplumun çürük oldugu, bu nedenle de yolsuzlugu, hirsizligin görmezden gelindigi’ söyleniyor.
Ama bunu herkes daha çok karsi taraf için söylüyor.
Yani bu çarpikliktan sikâyet eden herkes meseleye, kendisini ve dahil oldugu toplum kesimini nispeten daha temiz ve daha saglikli kabul eden bir anlayisla yaklasiyor.
Ama kazin ayagi öyle degil.
Yolsuzluk ve rüsvet iddialari toplumda infial yaratmiyor çünkü esasinda hepimiz hirsiziz.
Bu cümlemin çok sert ve agir bir itham tasidiginin farkindayim.
Müsaade ederseniz ne demek istedigimi anlatmaya çalisayim.
Elbette kimsenin hakkini çalmadan, namuslu yasam süren bireylerin oldugunu biliyorum.
‘Hepimiz hirsiziz’ derken bireyleri degil, çogunlugu olusturan toplum kesimlerini kastettigimin bilinmesini isterim.
‘Hepimiz hirsiziz’ diyorum çünkü Türkiye’de sistem dürüst bir yasam sürmeyi neredeyse imkânsiz hale getiriyor.
Vergi kaçirmadan zengin, kaçak insaat yapmadan ev sahibi olamiyor, torpil koymadan çocuguna is bulamiyorsun.
Çocugunu iyi bir okula kaydettirmek istedigin zaman bile ya rüsvet vermen ya da torpil bulman gerekiyor.
Ülkede kurallara uydugunda, ahlaki hassasiyeti yüksek bir yasam sürmeye çalistiginda Dostoyevski’nin ayni adli romaninda anlattigi gibi ‘budala’ durumuna düsüyorsun.
Çalmadan, haksizlik yapmadan yasam sürmek imkânsiz hale getirildigi için dogal olarak çalanlara da ses çikaramaz hale geliyoruz.
Bana göre devlet ile toplum arasinda hirsizlik ve yolsuzlukta zimni bir ittifak var.
‘Sen benim çaldigimi görmezden gel, ben de senin çaldiklarini görmezden geleyim’ anlasmasi bu.
Mesela geçtigimiz yillarda çikarilan Imar Barisi Yasasi’ndan yararlanmak için yaklasik 12 milyon aile basvurdu.
12 milyon aile, ülke nüfusunun yaklasik üçte ikisi demek.
Yani yaklasik 60 milyon insan devlete, ‘Evet çaldim, gel anlasalim’ demis.
Birkaç yilda bir çikarilan vergi ve SGK affindan yararlanan milyonlar göz önüne alindiginda çalmak, vergisini zamaninda ödeyene haksizlik yapmak artik normal olmus durumda.
Torpili olmadan çocuguna is bulamadigi için torpili hak gören insanlardan, vergisini tam vermeyen isinsanlarindan, yüksek vergi vermemek için kazancinin tamamini göstermeyen serbest meslek sahiplerinden, buldugu arsaya yasadisi ev yapmayi kazanç gören milyonlardan siyasetteki yolsuzluklara, rüsvetlere karsi bir tepki koymasini bekliyoruz.
Bir tepki olmuyor çünkü yasam biçimimiz ahlaki hassasiyet kazanmamizin önünde büyük bir engel.
Ahlaki deger kazanmamis insanlardan ortaliga saçilan ahlaksizligi sorun etmesini beklemek gerçekçi bir yaklasim degil.
Çünkü vicdani olmayan insandan vicdanli davranmasini beklemek, cesareti olmayan insandan korkmamasini, cesur olmasini beklemek ne kadar abesse ahlaki hassasiyeti gelismemis insanlardan ahlakli bir tavir beklemek de bana göre o kadar abes bir durum.
Filozof Aristo der ki, ‘Güçlü kurallarin olmadigi ülkelerde iyi vatandastan bahsedemeyiz.’
Yani ortada güçlü bir anaysa, herkese esit isleyen bir hukuk sistemi yokken, tam tersine sistem insanlari çalmaya özendiriyorken, dahasi çalmadan, torpil yapmadan yasam sürmek neredeyse imkânsiz hale getirilmisken, bütün suçu topluma atmak bana göre kolayciliga kaçmaktir.
Kabul etmeliyiz ki iyi bir anayasa, güçlü bir hukuk, yani saglikli bir sistem olmadan toplumlar düzelmez.
Toplumun iyilesmesini, ahlaki deger kazanmasini istiyorsak öncelikle sistem sorununu dert etmemiz gerekiyor.
Yolsuzluk ve rüsvet iddialarinin infial yaratmamasinin bir nedeni buysa diger nedeni de ülkemizdeki siyaset anlayisi.
Türkiye’de siyaset, dürüstler ile hirsizlar arasindaki bir yaris degil ne yazik ki.
Hiçbir zaman da böyle olmadi.
Çok çalanlarla az çalanlarin, çalma imkâni olanlarla henüz o imkana kavusmamis olanlarin yarisina dönüsmüs durumda siyaset.
‘Benim memurum isini bilir’ diyen siyasetçi yüzde 35 oy aldi bu ülkede.
Yakinina geçtigi iltimas ortaya çiktiginda, ‘Verdiysem ben verdim’ diyen siyasetçi ‘bilge siyasetçi’, ‘büyük devlet adami’ muamelesi gördü bu ülkede.
Bosna için topladigi yardim paralarini faiz kazanmak için yurt disinda yatirdigi offshore hesaplarinda batiran siyasetçi, ülkenin ‘en dindar, en ahlakli’ siyasetçisi, öldügünde çocuklarina devasa bir malvarligi birakan ‘en milliyetçi’ siyasetçi muamelesi gördü bu ülkede.
Ve bu insanlarin hepsi hepimizden defalarca oy aldi.
Türkiye her bes yilda bir ‘Ülkeyi kim daha iyi soyacak’ ihalesine çikar gibi seçimlere gidiyor ne yazik ki.
Çünkü çalmadan, kendi çevreni kayirmadan, ihalelere fesat karistirmadan, yani bu çarkin bir parçasi olmadan siyaset neredeyse yapilamaz hale gelmis durumda.
Üstelik toplum olarak her birimiz bu siyasetin parçasiyiz.
Yani bütün bu partilere biz oy veriyoruz.
Hangimiz oy verdigimiz partinin yaptigi yolsuzluklari, hirsizliklari sorun ediyoruz ki baska partinin seçmeninin de sorun etmesini bekliyoruz.
Saniyoruz ki sadece iktidar partisi seçmenleri bu konuda duyarsiz.
Bana göre bu konuda büyük bir yanilgi içindeyiz.
Mesela 2014 yerel seçimlerinde bir muhalefet lideri daha önce yolsuzluk yapmakla itham ettigi birini partisinin büyüksehir belediye baskani adayi yapti ve o kisi yaklasik yüzde 40 oy aldi.
Kimse buradaki yolsuzluk ithamini sorun olarak görmedi.
Geçtigimiz yerel seçimlerden önce bir muhalefet partisinin ilçe teskilati, ‘Bizim belediye baskanimiz çok yolsuzluk yapiyor, adeta belediyeyi soydu, lütfen bunu aday yapmayin’ diyerek bu duruma dikkat çekmek için Istanbul’dan Anitkabir’e yürüdü. Muhalefet partisi kendi ilçe teskilatinin itirazina ragmen o kisiyi aday yapti ve sözkonusu kisi yüzde 54 oyla seçildi.
Partisinin lideri tarafindan yolsuzlukla itham edilen adaya oy veren yüzde 41 veyahut yukarida bahsettigim ilçe belediye baskanina hakkindaki iddialara ragmen oy veren yüzde 54 hangi saikle hareket ettiyse bugün iktidar partisi seçmenleri de ayni gerekçelerle hareket ediyor.
Yani demek istedigim, siyaset hepimizi kendi kirli çarkinin bir parçasina dönüstürmüs durumda.
Yolsuzluklari sorun olarak görmedigimiz için degil, bu partilerden birine mecbur oldugumuz için bütün bu iddialari görmezden gelerek oy vermeye devam ediyoruz.
Toplumun ahlaki hassasiyet kazanmasi için toplu bir temizlige, bunun için de güçlü bir sistem degisikligine ihtiyaç var.
Siyaset mekanizmasinin degismesine, temiz bir siyaset anlayisina ihtiyaç var.
Üç bes namuslu siyasetçi olmasi meselesi de degil bu.
Dedigim gibi mekanizmanin degismesi gerekiyor.
Yolsuzluktan sikâyet ediyorsak enerjimizi öncelikle bizi hirsiz olmaya zorlayan bu yasam biçimini degistirmeye harcamaliyiz.
Ahlaki hassasiyet kazanacak kisisel bir çaba ve tavir içine girmeliyiz.
Zira hepimizi hirsiz olmaya iten, hirsizliklarin birer parçasi haline getiren bu sistem ve siyaset anlayisi degismedigi sürece havanda su dövmeye devam edecegiz.
Yani demek istedigim sonuca degil nedenlere kafa yormali, çözüme de kendimizden ve partimizden baslamaliyiz.
———————————————————–
Diken-0 Eylül 2022
Levent Gültekin