Makale

Heyy, n’oluyoruz?

Üretim ve tüketim…

Biz insanlar için tüketim daha basindan beri vardi, dünyamizdaki tüm hayvanlar; kuslar, böcekler, baliklar, memeliler gibi… Tüketim olmadan yasayamayiz, tüm canlilar gibi. Otlar, agaçlar bile besinlerini topraktan alirlar.

Insan disinda tüm canlilar tüketirler de üretimi bilmezler. Eger kusun çer çöple ya da su samurunun dal parçalariyla derip çattiklari, tavsanin toprakta oyarak olusturdugu yuvalarini bir üretim objesi saymazsaniz. Arilarin ve karincalarin tasiyip kis için yuvalarina depo ettikleri yiyecekleri, yaptiklari bali yine üretimden saymazsaniz…

Ama onlar bu isi milyonlarca yildir hep böyle yapmislardir. Hayvanlarin tükettikleri hemen hemen tek sey besinlerdir ve bunu da dogada bulurlar. Onlarin ayakkabilari, elbiseleri yoktur; tugla, beton, cam ve çelikten yaptiklari konutlari, saraylari, gökdelenleri; binip gezdikleri, tasima isinde kullandiklari gemileri, trenleri, uçaklari yoktur.

Yalnizca biz insanlar üretiriz.

Baslangiçta biz de maymunlar ve diger memeli hayvanlar gibi dogada buldugunu tüketen, avcilik ve toplayicilikla varligini sürdüren bir türdük. Ama alet yapmayi ögrendik, bilgimizi bir kusaktan digerine aktardik ve bu bilgi ve aletler yardimiyla tükettigimiz seyleri üretmeye basladik.

Baslangiçta bilgimiz ve kullandigimiz aletler de çok sinirliydi. Sifirdan basladik ve gelistirdik. Magara ve agaç kovuklariyla yetinmeyip ev yapmayi ögrendik, hayvan ehlilestirip besledik, arpa-bugday gibi tahillari ekip çogaltmasini ögrendik.

Zamanla bilgimiz ve araçlarimiz öylesine gelisti ki günümüzde üretim dev boyutlara vardi. Bugünkü hayatimizi, kentlerimizi, konutlarimizi ve isyerlerini 10 bin yil öncesiyle bir kiyaslayin, arada ne sasirtici bir fark var degil mi?

Üretimimiz ve tüketimimiz zamanla yuvarlanan bir kartopu gibi büyüdü ve bir çiga dönüstü.

Baslangiçta üretim tüketim içindi. Yani karin doyurmak, daha iyi beslenmek, bedenimizi sicak tutmak, barinacak bir yer bulmak vb… Peki simdi de öyle mi? Yoksa üretim dogal ihtiyaçlarimizi gidermek için degil de dizginlenemez bir hirs ve tutkuya mi dönüstü?

10 bin yil geriye gitmeyi birakalim da söyle 70 yil öncesine, yani benim çocukluk dönemime gidelim. Okula gidip gelirken saglam bir papucum, hatta çarigim bile yoktu ve köylü çocuklarinin çogunun durumu buydu.

Sirtimiza giyebilecegimiz, bizi sicak tutabilecek bir ceket-pantolonumuz da yoktu; beyaz don ve gömlekle idik…

Okula gidip gelirken çantamizda çogu zaman ekmek ve çökelek vardi. Kisin ekmek bulamayip palamutla beslenen insanlar da vardi.

Ilaç yoktu, asi yoktu, ebe, hemsire, doktor yoktu; çogu köyde okul yoktu; kente, kasabaya yol yoktu, araç yoktu; yayan gider gelirdik.

Simdi tüm bunlar var. Ben kisi olarak tüketim esyasina tutkun biri degilim; buna ragmen dolabimda sekiz-on çift ayakkabim var, sekiz-on takim elbisem var. Ama biliyorum ki çogu evde dolaplar, giyim esyasiyla dolu, depolar tiklim tiklim; Yüzlerce çift ayakkabisi, yüz tür sapkasi olandan söz edilir.

Elbet herkes genis evlerde, kösklerde, kasirlarda oturmuyor, herkesin altinda lüks otomobiller yok; yoksul, yeterince beslenemeyen, basini sokacak dogru dürüst bir evi olmayan, çocugunu okutmakta tedavi görmekte sikinti çeken çok yoksul insan da var.

Ama tüketim tutkusuna yakalanmis, degme otomobili, konforlu bir evi begenmeyen, yat, kösk, villa demeyip çok daha fazlasini isteyen de var…

Cep telefonu çagin en güzel, yararli araçlarindan biri; ama onu nasil kullaniyoruz? Gerektiginde insanlarla hizli diyalog saglamak, bilgiye ulasmak için mi, yoksa ona tutsak mi olmusuz? O çoklarimizi sosyal hayattan ve dogadan koparan bir sihirli kutuya dönüsmedi mi?

Kimisi de birbirine bakip özenerek yilda bir telefon degistiriyor, en ‘iyi’sini, en ‘akilli’sini! Bu nasil bir tutku, akillica mi?

Peki bu tüketim tutkusu, bu bolluk onlari mutlu etmeye yetiyor mu? Sanmiyorum.

Dolabinizda yüz çift ayakkabiniz, yüz takim elbiseniz olsa ne olacak, giyeceginiz bir çift ayakkabi, bir takim elbise degil mi? Hadi ara sira degistirdiniz diyelim; üç-bes çift olsun, dört-bes takim olsun…

Yirmi odali köskünüz, bin odali sarayiniz olsa ne olacak? Size çalismak ve yemek için birer masa, yatmak için bir oda, konuklarinizi agirlamak için mütevazi bir salon yeter de artar bile. On odada birden yatamazsiniz.

Bir ögünde yiyeceginiz iki kap, bilemedin üç kap yemektir; dünyanin bütün ekmeklerini, meyvelerini, etlerini yiyemezsiniz.

Basit, ucuz bir cep telefonu da pekala isinizi görür; yilda, bazen alti ayda bir telefon degistirmeye sürükleyen bu maymun istahlilik ne?..

Biz insanlarin hayatinda üretim de tüketim de çoktan amacindan, yani ihtiyaçlarimizi karsilamaya yönelik olmaktan çikmis, akil almaz bir tutkuya, bir sapkinliga, hastaliga dönüsmüstür.

Kapitalizmin, yani sermaye sahiplerinin amaci, insanlarin dogal, gerekli ihtiyaçlarini karsilamak degil, mümkün oldugunca çok kazanmaktir. Bu kazanç tutkusunun siniri yoktur ve onlar bu amaçla üretirler. Bu amaçla ellerindeki tüm araçlarla insanlarin tüketim tutkusunu kiskirtirlar. Reklam sanati bu is içindir. Gece gündüz, radyo ve TV’lerle, gazetelerle, reklam brosürleri ile, vitrin süslemeleri ile kafamiza okur, bizi kosullandirir, cebimizde olan ve olmayan paralari alir, bizi borçlandirirlar.

Ama bununla insanlar mutlu olmaz; ne çok tüketenler, obur zenginler, ne de çogu zaman kendilerine gerekli olani bile alamayan emekçiler, yoksullar.

Büyük kentlerin ortasinda mantar gibi boy veren gökdelenlere bakar misiniz? Televizyonlar oradan ev almaniz için nasil da günün yirmi dört saati kafaniza okuyorlar. Oysa bu bas döndüren yüksek, toprak ve dogadan uzak evlerde, bahçesinde bir-iki erik ya da dut agaci, bir asma olan bir gecekondudan daha mutlu olamazsiniz. Bunlar kupkuru, dev kibrit kutularidir.

Bu gökdelenler, dev yapilar ayni zamanda kentlerin mimari yapisini bozan ucubelerdir. Bu durum, sakinlerine huzurlu bir yasam sunmak isteyen iyi bir sehir planlamasiyla bagdasmaz. Güzel kentler yesil alanlari genis, çevreyi koruyan, temiz, ulasimi rahat, insanlarina kültür kurumlari, spor alanlari ve benzeri sosyal hizmetleri yeterince sunabilen kentlerdir.

Oysa Istanbul, Ankara ve öteki büyük kentler daha simdiden tam bir iskenceye dönüsen trafigi, gürültüsü ile insanlari boguyor.

Kapitalistler çok kazanmak için kentlerin de kirlarin da altini üstüne getiriyorlar. Daha çok enerji, daha çok hammadde, altin-gümüs diye güzelim dogayi, tepeleri, yaylalari, ormanlari kaziyor, kesiyor, yaraliyor, siyanürle zehirliyor; set ve barajlarla güzelim irmak yataklarini, esi bulunmaz tarihi mekanlari yok ediyorlar.

Ama agaci, otu, hayvanlari, topragi, suyu yok ederek, bozarak kendimize güzel bir dünya kuramayiz.

Böylece hazir cennetimizi cehenneme çevirdigimizin farkinda miyiz?

Kisacasi, böylesine dizginsiz bir üretim ve dizginsiz, oburca tüketim insani mutlu etmiyor dostlar. Bu üretim ve tüketim furyasi insanligi zivanadan çikarmis gibi. Kendimizi bir dalgaya kaptirmis gidiyoruz. Ama bu iyiye gidis degil.

Hirs ve gözü doymazlik insanliga hiç de mutluluk degil, ama hep felaket getirdi.

‘Heyy, n’oluyoruz?’ diye kendimize sormanin zamanidir. Bu sistemi ve bu tür bir yasami sorgulamak için daha geç kalmayalim.

Daha mütevazi, doga ve toplumla uyum içinde bir yasamla mutlu olmak pekala mümkündür.

16 Temmuz 2015

Kemal Burkay

Back to top button