Iç muhalefete karsi sag’daki ve sol’daki tahammülsüzlügün ortak bir temeli
Hakan Aksay, gençliginin partisi Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) bölünmesi ve taraflarin tas, sopa ve biçaklarla birbirlerine girmeleri üzerine ironi, hüzün ve biraz da öfkeyle harmanlanmis hos bir yazi kaleme aldi. (Eyvah, TKP bölünmüs; ne yapacagiz biz simdi?, T24, 11 Haziran 2017).
Aksay, yazisinin bir yerinde, zaman zaman siddet boyutlarina varan sol içi tahammülsüzlüge dair kiskirtici bir davette de bulunuyordu:
‘Türkiye solu bugün de ciliz ve bünyesindeki hastaliklari gidermek yerine, büyük bir keyifle virüslerin tadini çikarmakla mesgul. Kendi aralarinda bölünmeleri, bitmeyen kavga gürültüleri de bunun bir parçasi.
‘Bana kalirsa Türkiye solunun son dönemdeki en önemli kirilmalarindan biri olan ‘Yetmez Ama Evetçiler’ ile ‘Ulusalcilar’ kapismasi ve bunun gerisindeki güçlü kin, siyaset disi araçlarla da yorumlanmali.’
Hakan Aksay, sol içinde sikça ortaya çikan ve ‘siyaset disi’ nedenlerinin de olmasi gerektigini ima ettigi ‘güçlü kin’ için bir türlü dinmek bilmeyen ‘Yetmez ama evet’ kinini örnek göstererek tam isabet kaydetmis. Gerçekten de, sözünü ettigi öfke ve kini bundan daha iyi anlatabilecek baska bir sembolik örnek bulmak çok zor…
Parantez: Küçük bir hatirlatma, bunun neden böyle oldugu hususunda ikna edici olabilir… Hayatta en büyük saygiyi kitaplarin hak ettigini savunagelen Enver Aysever, kampanyanin üzerinden yillar geçtikten sonra bile, Adalet Agaoglu’nun ‘Yetmez ama evet’çi oldugunu ögrendiginde, kütüphanesindeki bütün Agaoglu kitaplarini toplayip çöpe attigini iftiharla ilan etmisti.
Bu kinin ‘siyaset disi’ nedenleri var mi?
Sol içi tahammülsüzlügün yogunlugunu izâh bahsinde, Hakan Aksay’in sözünü ettigi ‘siyaset disi araçlar’a ihtiyacimiz var mi? Aksay, ‘Siyaset disi araçlar’ derken, mesela sol’da siyaseti yapan aktörlerin, yani insanlarin psikolojilerinden mi söz ediyor? O aktörlerin sik sik izâhi zor öfke ve kin nöbetleri içine girmesiyle, sahip olduklari bazi kisilik özellikleri arasinda irtibat kurmamizi mi salik veriyor?
Aksay belki ilerde kendi sorusunun cevabinin pesine düser ve ‘siyaset disi araçlar’ derken neyi kast ettigini açar… Fakat, su kapali haliyle önermesi, ‘sol içi öfke ve kin’i benim biraz önce özetledigim ‘sol’daki aktörlerin ortak bazi kisilik özellikleri’yle açiklamak anlamina geliyorsa, ben buna itiraz edecegim: Bence bu öfke ve kin patlamalari siyasi aktörlerin su ya da bu özellikleriyle degil, onlarin siyasetten ne anladiklariyla baglantili…
Sol’da ideolojik siyaset, sagda ‘dava’ siyaseti
Kanaatimce sol’daki sert, tâvizsiz ve tahammülsüz siyasi aktörler, siyaseti neredeyse kutsallik hâresiyle çevrelenmis büyük ve küllî amaçlarin gerçeklestirilmesinin bir araci olarak gören ideolojik tutumun türevleri… Bu anlamda, sag-muhafazakâr siyaset çevrelerindeki ‘dava siyaseti’nin sol’daki ideolojik siyasetin bir benzeri oldugunu ve onun da benzer siyasi aktörler ürettigini söyleyebiliriz. ‘Dava siyaseti’nin bir otoriterlik kaynagi olusturdugunu irdeledigim eski bir yazimda yer alan su satirlar, bu türden ‘büyük’ siyasetlerin neden öfkeli ve tahammülsüz siyasi aktörler ürettigini de ima ediyordu:
‘Tarihteki bütün büyük anlatilar (davalar), ister bir milletin büyük idealleriyle, isterse de bütün bir insanligin büyük idealleriyle baglantili olsun, daima otoriter siyasi sistemleri beslediler, onlara kaynaklik ettiler.
‘Çünkü büyük anlatilar büyük (‘asiri’?) haklilik duygusuyla birlikte yürürler ve bu duygu, büyük anlatinin sahiplerine, büyük anlatinin hedefleriyle uyumlu olmayanlari susturmada esasli bir mesruiyet kaynagi saglar.
‘Büyük bir dava üzerinden devsirilen asiri haklilik duygusunun iktidarlar-devletler düzleminde otoriterlik üretmesi, ayni duygunun bireysel düzlemde bir siddet kaynagi vazifesi görmesine çok benzer.’
Dava siyaseti ve otoriterlik
Yukarida okudugunuz satirlar, Adalet ve Kalkinma Partisi’nin (AK Parti), toplumsal taleplere duyarli ve esas enerjisini onlara cevap vermek amaciyla kullandigi ilk dönemiyle, ‘dava siyaseti’ne yöneldigi sonraki dönemi arasindaki farki anlatmak üzere kaleme aldigim Bir otoriterlik kaynagi olarak ‘dava’ siyaseti (Serbestiyet, 25 Ocak 2017) baslikli yazimda yer aliyordu.
Tarihçi Sükrü Hanioglu da, ‘dava siyaseti’ ile otoriterlik arasindaki bagi, Türkiye’nin 200 yillik demokrasi deneyi baglaminda söyle açiklar:
‘Bâb-i Âlî diktatörlügü, II. Abdülhamid rejimi, Ittihadçilik, Tek Parti idaresi degisik ‘mega’ söylemler çerçevesinde büyük dönüsümler gerçeklestirme iddiasiyla ortaya çikmislar, buna karsilik, ‘güncel’ ve kitlesel talepleri göz ardi etmislerdir. Bunun, günümüze uzanan bir gelenek ve içinden çikilamayan bir otoriterlik sarmali yarattigi ortadadir.’
Hanioglu, AK Parti’nin bir tarihten itibaren otoriterlige savrulmasini da, partinin adini hiç anmadan onun siyasete bakisindaki degisiklige baglar:
‘Toplumsal taleplere duyarli, dolayisiyla çogulculuga ve çok seslilige açik’ ilk dönem ile ‘Mega projeler ve ‘dava’lara odakli, toplumsal talepleri ikinci plana atan, bunun yani sira ‘çogulculuk’ ve ‘hukuk’u araçsallastiran’ ikinci dönem…
AK Parti’nin iki dönemi
Toplumsal taleplere odakli ‘mikro’ siyasetle, ‘dava’lara odakli ‘makro, yüksek’ siyaset arasinda çogulculuk ve ifade özgürlügü açisindan daglar kadar fark vardir. Birincisinde itiraz ve elestiri ilerletici ifade biçimleri sayilirken, ikincisinde ‘ihanet’ sayilabilir… Çünkü ortada neredeyse kutsal bir büyük ideal ve dava vardir ve her elestiri o dava etrafinda örülen surlarda açilmis bir gedik sayilir.
Zaten AK Parti’deki elestiri ve itiraz sahiplerinin birinci ve ikinci dönemlerde ugradigi akibet arasindaki büyük fark, AK Parti’nin toplumsal taleplere duyarli siyaseti terk edip dava siyasetine yönelmesinden kaynaklaniyor. Su manzara baska neyle açiklanabilir:
‘Daha çok siyasetçi, bürokrat ve gazetecilerin oldugu bir iftarin ana konusu, yapici da olsa elestiri yapanlarin basina gelenler. Ankara’dan biri anlatiyor:
En küçük elestiri yapani aforoz ediyorlar. Halbuki insanlar daha dogruyu, daha iyiyi bulmak için bu yapici elestirileri dile getiriyorlar. ‘Hayir, senin elestirmeye hakkin yok’ diyen çullaniyorlar üzerimize. FETÖ’cü diyorlar. Onu diyemeyeceklerse, türlü türlü kulp buluyorlar. ‘Hocaci, Gülcü, Kraliçenin adami’ Aninda yalnizlastiriliyoruz, ötekilestiriliyoruz. Herkes bu yüzden korkuyor ve susuyor artik. Ne oluyor Allah askina? Bu linç edenler kimden cesaret aliyor? Neden kimse dur demiyor bunlara?’ (Kemal Öztürk, Yeni Safak, 13 Haziran 2017).
AK Parti’nin iki dönemini kiyaslamayi daha da anlamli hale getirmek üzere, AK Parti’nin kurucu kare asinda (Tayyip Erdogan, Abdullah Gül, Bülent Arinç, Abdüllatif Sener) yer alip da sonradan parti siyasetine bazi itirazlar yönelten üç kisinin karsilastigi muameleyi ele almak ögretici olabilir: Abdüllatif Sener en fazla nükteli ‘yolun açik olsun’larla ugurlanmisti, oysa Arinç ve Gül ‘davayi satmakla’ suçlaniyor.
Davadan-ideolojiden dönmenin bedeli
Özetlersem: Hakan Aksay’in ‘sol siyasetlerin neden öfkeli ve kinci siyasi aktörler ürettigi’ sorusuna cevabim, öncelikle bu meselenin sadece sol’la sinirli olmadigi tespitiyle basliyor. Ikinci olarak, ister sag’da ister sol’da olsun siyasetin büyük ve küllî hedeflere yönelmesi durumunda bunun kaçinilmaz oldugunu söylüyorum.
Son olarak sunu da ilave edebilirim: Kapsayici ideolojik siyasetler (ayni anlama gelmek üzere ‘dava’ siyasetleri) gerçekçi ve ulasilabilir göründügünde, bu siyasetlerin yürütücüleri ve takipçileri ‘davadan-ideolojiden dönenler’e karsi biraz daha ‘hosgörülü’ davranabilirler… Fakat tanimlanan büyük ve kutsal hedeflere ulasmada belki kendilerine dahi itiraf edemedikleri kuskular tasimaya baslamislarsa, iste o zaman, artik kendileri gibi düsünmeyen yoldaslarina her seyi reva görebilirler… Iste o zaman onlarin gazabindan hakikaten korkmak gerekir.
—————————————————–
Marmara Yerel Haber-16 Haziran
Alper Görmüs