Kapiyi çalan felaketi duyamamak

Yaratilan ‘kapali toplum’ modeli sonucu, sadece bu günlerin degil, belki de torunlarimizin torunlarinin iradesi üzerine de ipotek konuyor.
Açliktan ölmeden önce, ölüm kokusunu almis akbabalardan kaçmak için birbirine siginmis Afrikali çocuklarin günesten kararmis iskeletleri gibi, yan yana yatiyor gemiler çölün ortasinda. Aral Denizi, Aral çölüne dönüsmüs; bir zamanlar masmavi sularin neseyle köpürdügü bu diyarda, kizil kiyamet bir kum yigini var simdi. Kocaman balikçi tekneleri, çürümüs, paslanmislar; bu kum deryasinin ortasinda gömülmemis çocuk cesetleri gibi yatiyorlar.
Bu, sürrealist bir Dali resmi falan degil, kendini çok realist zanneden, ekonomik gelisme için çevreye verdigi tahribati zerre umursamayan, bayagi akilli insanlarin ürettikleri dünyanin en büyük çevre felaketlerinden bir tanesi. 1960’li yillardan itibaren Ruslar Aral Denizi’ni besleyen iki tane akarsunun rotasini pamuk tarlalarini sulamak için degistiriyorlar. Söz konusu olan ekonomik büyüme ise geri kalan her sey teferruattir diyen bir bakis açisi bu. Fakat iste, Aral’in üzerine insa oldugu hassas ekolojik teraziyle oynayinca müthis bir felaket geliyor ardindan ve koca deniz buharlasip ardinda bir çöl birakiyor.
Aral Denizi’nin eskiden basladigi yerden, bugün saklanip sigindigi o küçük gölete ulasincaya kadar yüzlerce kilometre çölde arabayla seyahat etmeniz gerekiyor. Sadece Deniz ve içindeki canlilar yok olmamis, ayni zamanda bu çölden yayilan kum etrafindaki insanlara hastalik tasiyor.
Sovyetler, 1986 yilina kadar çevre konularina sansür uyguladigi için bu büyük felaketten dünya haberdar bile olamamis. Akarsu yataklarinin yerlerinin degistirilmesinin yol açacagi bu büyük felaketi bazi Rus bilim insanlarinin görmemis olmalari imkânsiz. Ancak bir ülkede basin özgür olmadigi ve kamuyu ilgilendiren konular özgürce tartisilamadigi zaman ancak felaketlerin ardindan insanlar neler oldugunu ögrenebiliyor ve is isten geçmis oluyor.
Prof. Cemal Saydam’in Istanbul’da yapilacak kanalin yol açacagi büyük çevre felaketi üzerine yazdigi yaziyi okuyunca, birden Aral Denizi’nin bu iç parçalayici hikâyesini hatirladim. Muhtemelen Rusya’da da Prof. Saydam gibi bilim insanlari vardi ve çevrelerine neler olacagini anlatmaya çalisiyorlardi. Ama seslerini duyuramadilar. Saydam, ‘Bakin rafa kaldirin demedim, unutun dedim’ baslikli yazisinda Marmara ve Karadeniz’in üzerine bina oldugu inanilmaz derecede hassas dengeleri anlatiyor ilk önce. Bogazdan çikan suyun Hayirsiz Ada’ya çarpip bir yilan dili gibi çatallanmasinin Marmara için ne büyük hikmeti oldugunu ögreniyorsunuz. Bu sayede Marmara’nin tuzlu alt tabakasindaki su yüzeye tasiniyormus. Böylece çark dönmeye basliyor, belli orandaki besinler alt sudan üst suya çikiyor ve günesle bulusuyor. Ama bu öylesine hassas bir dengede oluyor ki, biraz daha fazlasi tamamen alt suyun üzerini örtüp, suyun o bölümünün oksijenlenmesini engelleyebilir. Eger öyle olursa hidrojensülfür seviyeleri artiyor ve ondan sonra bütün biyolojik denge hizla bozuluyor. Iste Kanal Istanbul’un tam da bunu yapacagini anlatiyor Prof. Saydam. Yazisini mutlaka okuyun, hiç olmadi iyi bir özet için dün Özgür Mumcu’nun gazetemizde çikan yazisina bakin.
Peki Türkiye, Profesör Saydam’in inanilmaz derecede ikna edici bir sekilde anlattigi bu çevre felaketi senaryosunu neden duymuyor? Neden televizyonlarda Kanal Istanbul projesi üzerine tartismalar izleyemiyoruz?
Simdi bakin diyorlar ya, sandiktan çikacak ‘iradeye’ saygi duyun diye. Basinin özgür olmadigi bir yerde o irade bir türlü saglikli bir sekilde olusamadigi gibi, yaratilan bu ‘kapali toplum’ modeli sonucu, sadece bu günlerin degil, belki de torunlarimizin torunlarinin iradesi üzerine de ipotek konuyor. Çünkü böyle bir çevre felaketi olustuktan sonra, onlarin seçecekleri bir hükumetle saati geriye çevirmeleri mümkün görünmüyor.
26 Temmuz- Radikal
Orhan Kemal Cengiz