Haber

Kemal Burkay’in HAK-PAR 6. Olagan Kongre Konusmasi

Degerli konuklar!

Degerli Partili arkadaslarim!

Partimizin 6. Olagan Kongresi’ne hos geldiniz.

Bildiginiz gibi Hak ve Özgürlükler Partisi’nin Genel Baskanligi’na iki yil önce, 4 Kasim 2012’de yapilan 5. Olagan Kongre’de seçilmistim. O zaman yaptigim konusmada, ülkemizin ve halkimizin yüz yüze oldugu önemli sorunlara ve bu sorunlarin çözümü için çaba gösteren HAK-PAR’in siyasal hayatimizdaki rolüne, amaç ve hedeflerine, programinin ana hatlarina deginmistim.

Daha sonra da çesitli vesilelerle buna iliskin görüslerimi ve HAK-PAR’in önündeki görevleri dile getirdim. Bunlari biliyorsunuz. Bu nedenle ayni seyleri bir kez daha tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Yine bu iki yil içindeki parti çalismalarimiz, Parti Meclisi adina hazirlanan Çalisma raporunda özetlenmistir ve Kongreye sunulacaktir; bu çalismalardan da ayrica söz etmeme gerek yok.

Ama bu iki kongre arasi yasanan önemli bazi iç ve dis politik gelismelerden kisaca söz etmek istiyorum.

Bunlardan biri elbet, ülkenin en büyük sorunu olan Kürt sorununa iliskin gelismelerdir. Bildiginiz gibi, 2011 Haziran seçimleri öncesi silahlar susmustu ve görüsmeler yoluyla sorunun çözülecegine dair bazi umutlar dogmustu. Ancak bu dönem kisa sürdü. Seçimlerin hemen ardindan ortam yeniden gerildi ve PKK ile güvenlik güçleri arasinda çatismalar basladi. Bu durum 2012 yili boyunca da devam etti her iki taraftan yüzlerce genç insanimiz daha bu çatismalarda hayatini yitirdi.

5. Kongremizi böylesi bir ortamda yaptik. Kongrede yaptigim konusmada sorunun çözümü ve barisa ulasmak için görüs ve önerilerimi dile getirdim. Bu kapsamda öncelikle silahli çatismanin durdurulmasini, PKK’nin silah birakmasini, devletin ise hem bunu kolaylastirici adimlar atmasini, örnegin bir af çikarmasini, hem de sorunun çözümü için Kürt halkinin temel haklarini taniyan adimlar atmasi geregini dile getirdim.

2013 Marti’nda MIT Müstesari ile Öcalan arasinda yapilan görüsmeler sonucu silahlar bir kez daha sustu ve Hükümetin, adina önce ‘çözüm ve baris süreci’, daha sonra da -muhalefetten ve statükocu kesimlerden gelen tepkiler üzerine- ‘milli birlik ve beraberlik süreci’ dedigi bir süreç basladi.

Bu gelisme kamuoyunda, siddetin sona ermesini, Kürt sorununun çözümünü ve ülkeye baris gelmesini isteyen kesimlerde genel olarak olumlu bir hava yaratti. Ancak biz kosullari ve her iki tarafin niyet ve taleplerini gerçekçi biçimde degerlendirdik ve buna iliskin kaygilarimizi dile getirdik.

Nisan 2013’te, yani söz konusu sürecin daha baslarinda yazdigim ‘Nasil bir süreç, baris ve çözüm mü?’ baslikli yazimda bu kaygilari dile getirdigim. Hükümet’in bu girisimle yalnizca PKK’ye silah biraktirmayi amaçladigini ve bundan öte Kürt sorununun çözümüne yönelik bir projesi olmadigini söyledim.

Elbet, PKK’nin silah birakmasi bile tek basina önemliydi; ancak yalnizca bu, Kürt sorununun çözümü ve dolayisiyla baris olmazdi. Sorun ancak Kürt halkinin temel haklarini tanimakla çözülür.

Kaldi ki PKK’nin silah birakmasi için seçilen yöntem de bizce yanlisti. Ilk asamada, 1999-2000 yillarinda yapildigi gibi, PKK’nin silahli güçlerini sinir ötesine tasimasi hedeflenmisti. Oysa yapilmasi gereken, afla ve öteki düzenlemelerle gerekli güveni vererek silahlarin bizzat yurt içinde birakilmasiydi. Öyle ki dagdakiler herhangi bir kovusturma riski olmaksizin insin, yurt disindakiler serbestçe dönsün, cezaevindeki siyasi tutuklular da özgürlüklerine kavussun ve tüm bu insanlar sosyal ve siyasal yasama karisabilsin.

Nitekim bunlar yapilmadigi için, aradan geçen yaklasik iki yila ragmen gerekli güven ortami olusmadi. Devlet bir yandan Kürdistan’da kalekol yapimlarini sürdürürken PKK de silahli güçlerinin pek azini sinir disina çekti; bir yandan da bölgede asayis güçleri olusturma, yol kesme ve benzeri, bölge jandarmaligina özgü islere soyundu.

Böylece bu iki yilda sorunun çözümü yönünde, büyük ya da küçük herhangi bir adim atilmadigi gibi su anda da, ‘süreç, çözüm ve baris’ üzerine bol söz edilmesine karsilik ortada bir proje görünmüyor. Kürt toplumunda ‘çözüm’ adi altinda bir oyalama politikasi izlendigine dair algi güçleniyor.

Bu durum, Güney ve Güneybati Kürdistan’daki son gelismelerden, özellikle de Kobani’ye yönelik saldiridan etkilenerek bu ayin baslarinda bir öfke patlamasina yol açti, KCK ve HDP’nin çagrisiyla insanlar sokaklara döküldü ve bir anda ülke dogudan batiya bir yangin yerine döndü, kan döküldü ve son derece üzücü manzaralar olustu.

Bu da mevcut durumun ne kadar kirilgan oldugunu ve ülkenin her an yeniden bir çatisma ortamina sürüklenebilecegini gösterdi.

Degerli arkadaslar,

Sorunun çözümü için en basta, onun dogru tanimlanmasi ve taraflarin çözüm yönünde istekli ve kararli olmalari gerekir.

Kürt sorunuyla ilgili yillardir söyledigimiz ve aslinda herkesin bildigi, ama bu ülkenin siyaset adamlari, hatta bilim adamlari ve çogu yazar-çizeri tarafindan bilinmezden gelen gerçekleri tekrar tekrar dile getirmek sikici olsa da, onlari özetle bir kez daha vurgulamak isterim: Kürt ve Kürdistan sorunu bir ulusal sorundur, Ortadogu’da ülkesi bölünmüs, su anda nüfusu 50 milyona yaklasan bir halkin sorunudur. Bu halk her dört ülkede de özgürlük mücadelesi veriyor. Bu sorunun çözümü iki biçimde mümkündür: Ayri devlet ya da federasyon. Eger Kürt halki yan yana yasadigi halklarla bir arada baris içinde yasayacaksa bunun biçimi esitlik temelinde bir çözümdür, federasyondur.

Güney Kürdistan’da böylesi bir çözüm oldu. Gerçi orada henüz sistem oturmadigi, özellikle Sünni ve Sii Arap kesimi arasinda kanli bir mezhep kavgasi süregeldigi için, bu durum Güney Kürdistan’i da olumsuz biçimde etkiliyor. Ve orada hâlâ Kerkük sorunu gibi çözüm bulmamis sorunlar var. Son olarak Güney Kürdistan, bu kanli terör ortaminda boy veren ISID’in saldirisina ugradi.

Irak, önümüzdeki uzun olmayan bir erimde ya mezhep kavgasini asacak, anayasada belirlenen biçimde bir demokrasiyi ve uzlasmayi hayata geçirecek, ya da parçalanacak ve üç ayri devlete ayrilacak, böylece Güney Kürdistan da bagimsiz bir devlet olacak. Irak’in mezhep kavgasini, bu kanli bogazlasmayi asmasi ne yazik ki zor görünüyor. Öyle olunca önümüzdeki büyük ihtimal Irak’in üçe bölünmesi, üç ayri devletin olusmasidir. Elbet böylesi bir gelisme de sancisiz olmayacak, taslarin yerine oturmasi zaman alacak.

Benzer bir durum su anda Suriye’de yasaniyor. Suriye’deki diktatörlük rejimi, gerekli reformlari yapip demokrasi yönünde yumusak bir geçisi basaramadigi ve Arap bahariyla baslayan halk muhalefetini zorla bastirmak istedigi için bugün orada ülkeyi altüst eden bir iç savas yasaniyor. Muhalefet hem Esad rejimiyle, hem kendi arasinda çatisiyor. EL Nusra ve ISID gibi fanatik terör örgütleri bu ortamda türedi. Kentler tam bir yikima ugradi. Su ana kadar 200 bini askin insan hayatini yitirdi, milyonlarcasi göç etti. Dünya ne yazik ki bu felaketi adeta seyrediyor. Büyük devletler ve Suriye’nin komsularinin her biri, kendi çikar ve hesaplarina uygun olarak bu savasta mevcut rejimden veya muhalefetten yana taraf haline geldiler. Bu nedenle Esad rejimi ve muhalefet arasinda bir uzlasma saglanip bu yikici savas bir türlü sona erdirilemiyor ve tüm dünyanin gözleri önünde bir ülke adeta kendi kendisini bitiriyor.

Suriye iç savasi daha simdiden olumsuz etkilerini, uzun bir sinira sahip oldugu Türkiye üzerinde de gösteriyor. Türk Hükümeti’nin Suriye politikasina iki etken yön vermekte. Birisi Baasçi, laik ve Sii-Nusayri renkleri tasiyan Esad rejiminin bir an önce devrilmesidir.

AK Parti hükümetinin bu politikasi içerde Aleviler, laik kesimler ve Kürtler arasinda tepki yaratiyor.

Hükümet Esad’in gitmesi üzerine odaklanmis, ama yerine ne gelecegini pek önemsemiyor. Oysa iç savas boyunca ISID ve El Nusra benzeri radikal örgütler oldukça güçlendiler ve bunlar Esad rejimini aratabilirler. Bu nedenle baslangiçta muhalefete destek veren Batililar geri çekildiler. Sünni Arap yönetimleri bile son dönemde radikallere karsi tavir aldilar.

AK Parti’nin Suriye politikasina yön veren diger etken Suriye Kürt bölgelerinde istenmeyen bir durumun ortaya çikmasini önlemektir. Bu da otonom ya da federal bir statüdür.

Bu nedenledir ki hükümet, ISID tarafindan kusatilmis ve acimasizca bombalanan, halki göçertilen Kobani’deki trajediyi bir ay boyunca izlemekle yetindi, oraya yardim ve destek için bir koridor açilmasina yanasmadi. Içte ve dista olusan yogun tepkiler üzerine, yeni yeni kapilari gevsetiyor ve su günlerde Suruç üzerinden Kobani’ye destek için pesmergelerin ve silahlarin geçmesi söz konusu.

Hükümet basindan beri sinirin ötesinde uçusa yasak tampon bir bölge istiyor. Böylece tampon bölgede muhalefet egitilip donatilarak Esad rejiminin yikiminin kolaylasacagini, yeni Suriye’nin biçimlenisinde ise söz sahibi olabilecegini düsünüyor.

Türkiye’nin Suriye Kürt bölgelerinin özerk olmasindan ürkmesi, bizzat Kuzey’de, yani kendi sinirlari içindeki Kürt sorununa yanlis yaklasimin bir uzantisidir.

Tüm yasananlara, son olarak 30 yillik çatisma dönemine ve bunun vermis olmasi gereken derslere ragmen, AK Parti hükümeti de dahil, Türk devleti hâlâ Kürt sorununu adalete uygun biçimde, esitlik temellerinde çözmeyi düsünmüyor. Kürt halkina federal, hatta otonom bir statü tanimaya yanasmiyor. Bazi palyatif tedbirlerle Kürtleri oyalayip, PKK’yi silahsizlandirip ‘terör belasi’ diye niteledigi bu durumdan kurtulmaya çabaliyor. Böylece sorunun ortadan kalkacagini düsünüyor.

Oysa bu sekilde sorun ortadan kalkmaz. Kalkmadigini Türkiye’nin yani sira, Iran’in, Irak’in ve Suriye’nin bunca deneyimleri gösteriyor.

Irak da sinirlari içindeki Güney Kürdistan’da otonomi isteyen Kürtlere karsi yillarca savasti. Bu savas onu önce Iran’la savasa, sonra Kuveyt isgaline sürükledi ve sonunda uluslararasi güçlerle karsi karsiya geldi ve bilinen iki Körfez savasi yasandi. Sonunda Irak çok büyük bedeller ödedi, iki isgale ugradi ve simdi de son derece yikici bir iç savas yasiyor.

Oysa Irak, sinirlari içindeki Güney Kürdistan’a zamaninda özerklik tanisa ve demokratik reformlar yapip sistemi yumusatsa tüm bu acilari yasamaz ve bu duruma düsmezdi.

Ayni sey Suriye için de söz konusudur. Baas Partisi ve Esad rejimi, gerekli degisimi kendi eliyle yapabilse Suriye bugün yasadigi felaketi yasamazdi.

Sünni ve Sii nüfusu, Hiristiyan azinligi, Kürt ve Dürzi bölgeleri ile çok renkli Suriye’ye gerekli olan da federal ve demokratik bir sistemdir. Suriye’ye iç barisi bu getirebilir. Birlesmis Milletler’e, büyük devletlere ve Suriye’nin komsularina düsen de bunu basarmasi için Suriye halkina yardimci olmaktir.

Böylesi bir sistem, ayni zamanda Türkiye ve Iran’a da gereklidir. Bu iki ülke de dil, kültür, inanç bakimindan çok renkli ülkelerdir ve onlara uygun düsen üniter, tekçi sistem degil, federal bir sistemdir.

Türkiye bunu yaptigi zaman zaten ne Kürt sorunu kalir ne PKK sorunu. Bu nedenle Türkiye’nin yapmasi gereken Kürt sorunuyla ilgili ezberlerini ve korkularini terk etmek, siyasal ve idari yapida gerekli köklü dönüsümü saglamaktir.

Bu ayni zamanda zihinsel bir degisimi de gerektirir ve zaten ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye talip olanlarin baslica görevlerinden biri de degisim geregini görmek ve bunu topluma benimsetmektir.

Bu görev su dönemde, en basta ülkeyi yöneten AK Parti hükümetine düsüyor. O isterse bunu yapabilir ve basarabilir.

Oysa görünen o ki AK Parti de, bu konuda yillardir uyandirdigi umutlara, adina ‘açilim’ ya da ‘çözüm ve baris’ denen süreçlere ragmen gerekli, kapsamli bir çözüm projesine sahip degil.

Hükümet Öcalan’in PKK üzerindeki etkinliginden yararlanarak bir çatismasizlik durumu yaratti ve bunu sürdürmeye çalisiyor. Ne var ki, taraftarlarinca bir külte, bir mitosa çevrilmis olan Öcalan’in etkisi bir yere kadardir. Bununla PKK ve yandas kitlesi bile sürekli olarak oyalanamaz.

Kaldi ki Kürt halki PKK ve yandaslarindan ibaret degil. Bazi çevrelerin yaptigi gibi, ‘Kürt siyasi hareketi’ olarak sadece PKK’yi ve yandas kuruluslarini göstermek dogru bir tutum degil.

Sorunun özü Kürt halkinin tüm temel haklarini tanimaktir ve bunun kimseyle ve hiçbir örgütle pazarlik konusu yapilmamasi gerekir.

Sorun adil biçimde ve esitlik temelinde çözülmedikçe var olmakta devam eder.

Çözülmeyen sorunlar bedendeki yara gibidir, zamanla agirlasir ve diger sorunlarla birleserek büyük altüst oluslara yol açar.

Afganistan, Irak ve Suriye bunun somut örnegidir. Bu ülkelerin liderleri, siyasal güçleri ve aydinlari yüz yüze olduklari sorunlari çözemedikleri, insanlarin özgürlük taleplerini karsilayip çaga yarasir bir demokrasiye yolu açamadiklari için gerilim ve çatisma ortamina, kaosa sürüklendiler; böylece çok büyük bedeller ödediler ve hâlâ ödüyorlar.

Iç savas bir ülkenin karsilasabilecegi en büyük felakettir. Iç savas farkli gruplar, farkli toplumsal kesimler arasinda öfkeyi, kini nefreti büyütür, moral ve maddi degerleri yikar, ülkeyi alt üst eder, çürütür. Iç savas su veya bu biçimde sona erse de toplumsal degerlerin ve ülkenin onarilmasi on yillar alir.

Toplum iç savasin ardindan tarihsel bir degisime ugrayip ileriye yönelebilecegi gibi, tam tersine geriye de dönebilir. Su anda Afganistan’da yasanan budur. Irak ve Suriye’de yasanan mezhep kavgalari da bu türdendir. Bu iç savas batakliginda ortaya çikan ve güçlenen ISID, El Nusra ve benzerleri, topluma hiç de iyi bir gelecek vaat etmiyorlar, tam tersine onu orta çaglara geri döndürmeye çalisiyorlar.

Hem Türkiye’yi yönetenler hem de diger tüm siyasi aktörler, aydinlar, hepimiz, yakin çevremizde olup biten bu felaketlerden, bizzat Osmanli’nin ve Cumhuriyet döneminin deneyimlerinden yararlanarak ülkeyi ve insanlarimizi böylesi bir yikimdan korumaliyiz.

Sorunlarimizi uygarca ve adil biçimde çözerek barisçi demokratik bir toplum yaratmak, ya da inatlasarak ülkeyi bir iç gerginlige, çatismaya, kaosa ve yikima sürüklemek elimizdedir.

Akilli insanlara düsen birinci yolu seçmektir. Bu da ileri bir demokrasiyi, temel insan haklarini tanimakla olur. Dil, kültür ve inanç bakimindan farkli tüm etnik gruplarin özgürce bir arada baris içinde yasamasini saglayacak bir sistemi olusturmakla olur.

Biz HAK-PAR olarak, federal bir sistemde, esit haklara sahip olarak Türk halkiyla bir arada yasamak istiyoruz ve inaniyoruz ki böylesi bir çözüm Kürt halkinin ezici çogunlugunun çikar ve isteklerine uygundur. Ayni seyi, esitlikçi bir çözüme evet demeyi, bunu içine sindirmeyi Türkiye’yi yönetenlerden ve Türk halkindan da bekliyoruz.

Bugün böylesi tarihi bir seçimle yüz yüzeyiz.

Hiç kimse, ‘Ordumuz güçlüdür, devletimiz büyüktür!’ gibi hamasi nutuklarla güce güvenerek, baski yöntemleriyle bu adil olmayan düzeni sürdürebilecegini düsünmesin. Roma da güçlüydü, Osmanli da; ama yikilip gitmekten kurtulamadilar.

Asil güçlü olan adil ve demokratik sistemlerdir. Halka dayanan böylesi sistemler uzun ömürlü olurlar.

Degerli arkadaslar,

Kürt sorunu Türkiye’nin geçmisten kalan en büyük sorunu olsa da, elbet tek sorunu degil. Bir dizi ekonomik, sosyal sorunlarin, örnegin kadin sorununun, isçi haklarinin, çevre sorunlarinin ve benzerlerinin yani sira, diger bir önemli sorun da Alevi sorunudur.

Bu inanç alanini ilgilendiren bir sorun ve o da Kürt sorunu gibi adil bir çözüm bulunmadigi için geçmisten kalmis bir sorundur.

Alevi Inanci Osmanli döneminde zaman zaman agir baskilara ugradi. Cumhuriyet döneminde de durum degismedi.

Bu sorunun çözümü de inanç alanina özgürlük taninarak, yani gerçek bir laiklikle mümkündür. Ama dünden bugüne tüm laiklik iddialarina ragmen Türkiye hiçbir dönemde laik olamadi. Her alanda tekçi bir toplum yaratma anlayisinin ürünü olarak Alevilerin yani sira gayri Müslimlere, hatta basörtüsü konusunda oldugu gibi bizzat Sünni Müslüman halka karsi çesitli türden baskilar süregeldi.

Son olarak sol ve demokratik hareketin canlandigi 1960’li -70’li yillarda, toplumsal muhalefeti bölme planlarinin bir sonucu olarak bir Alevi-Sünni çatismasi kiskirtildi ve Alevilere yönelik çesitli provokasyon ve kiyimlar yasandi.

Son dönemde ortam Aleviler bakimindan bir dereceye kadar yumusadi. Aleviler artik kimliklerini gizlemeye gerek görmez oldular, dernekler ve cemevleri kurdular. Ama sorun bitmis degil. Alevilerin hakli talepleri bugün de karsilanmis degil. Cemevlerinin statüsünün taninmasini istedikleri zaman kendilerine cami gösteriliyor.

Zaten, zorunlu din derslerinin ve devasa Diyanet Isleri Teskilati’nin bir devlet kurumu olarak var oldugu bir ülkede laiklikten, inanç alaninda özgür bir ortamdan söz edilemez.

Danistay’in ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesi’nin açik kararlarina ragmen Hükümet din dersini zorunlu olmaktan çikarmaya yanasmiyor. Dindar bir gençlik yetistirmekten söz ediyor. Hükümetin son dönemde, örnegin egitim alanindaki diger bazi uygulamalari da toplumu bir bütün olarak Islami degerlere göre biçimlendirme yönündedir. Bu daha önce Kemalistlerin yaptigi gibi, tek renkli bir toplum yaratma çabasina benziyor.

Oysa hangi dinden ve mezhepten, hangi kökenden ve cinsten olurlarsa olsunlar, insanlarimizin gerek duydugu, farkli renklerin baris içinde yasadigi, çogulcu, demokratik bir toplumdur. Bize gerekli olan da inanç dahil, her alanda özgür bir gençliktir.

Hükümetin bu tutumuyla, Kürt sorunu gibi Alevi sorunu da çözülemez. Inanç alani bir bütün olarak sorunlu kalir. Bu politikanin etkileri, Alevi kesimde de ciddi rahatsizliklar yaratiyor. Suriye’ye yönelik olarak hükümetin izledigi politika da mezhepçi bir algi yaratti ve Alevi kitlesinde tepkilere yol açti.

Kürtler gibi Alevilere güven vermenin ve toplumsal barisi güçlendirmenin yolu da ‘kardesiz’ ya da ‘hepimiz Müslümaniz,’ demek degil, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasidir.

Degerli arkadaslar,

Güney Kürdistan halkimiz, son ISID saldirisi nedeniyle zor günler yasadi. Özellikle Sengal yöresinde Êzidi Kürt halki kiyim ve esaretle yüz yüze geldi, bölge bosaldi ve yöredeki Êzidi halk kitleler halinde Bölgenin kuzey kesiminde, Dihok, Zaho gibi güvenli bölgelere geçti, bir bölümü ise Mardin ve çevresindeki akrabalarinin yanina sigindi.

Bu saldiri nedeniyle hem Bagdat hükümetinin bölgeyi savunamayacagi görüldü hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin savunma alanindaki açiklari ortaya çikti; bu çapta bir saldiriya karsi koyacak iyi egitilmis ve modern silahlarla donatilmis düzenli bir orduya sahip olmadigi görüldü.

Neyse ki Bölgesel Yönetim kisa zamanda toparlandi, disaridan silah destegi ve ABD öncülügünde olusan koalisyonun hava destegiyle ISID’i durdurdu, geriletti, isgal edilmis birçok yeri kurtardi. Ama Sengal yöresi henüz tümüyle ISID’den temizlenmis degil. Bunun kisa sürede basarilip güvenligi iyi biçimde saglanarak Êzidi halkin evlerine bir an önce dönebilmesini, yaralarinin sarilmasini umuyoruz.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi son gelismeleri, hem savunma konusundaki eksiklerini gidermek hem de uluslararasi iliskilerini güçlendirmek için bir firsata çevirebilir.

Sengal trajedisinin üzerinden fazla zaman geçmeden ISID’in Suriye’deki Kürt bölgelerinden Kobani’ye yönelik saldirisi gündeme girdi. Belli ki devlet kurma iddiasindaki ISID Türkiye sinirinda kendisine daha genis alan açmak ve bölgeyi Kürtlerden bosaltmak istiyor.

Kobani kusatmasi bir ayi askin süredir devam ediyor ve yüzbini askin kisi saldiri ve kiyimdan korunmak için kitleler halinde sinirin kuzeyine geçti. Kenti savunanlar ise tüm güç kosullara ragmen yigitçe direniyor. ISID’i püskürtecek agir silahlara sahip olmasalar da Koalisyonun hava destegiyle direnis sürüyor. Türk hükümeti, PYD-PKK iliskisini gerekçe göstererek son günlere kadar Kobani’ye bir yardim koridoru açilmasina yanasmadi. Simdi bu konuda olumlu bir degisimin isaretleri var. Umariz ki söz konusu koridor açilir ve bundan böyle iç ve dis yardimlarin ulasmasina imkan verilir.

Belli ki Kobani düserse ISID’in saldirilari Afrin yöresi ve Cezire gibi diger Kürt bölgelerine de yönelecektir. Bu bakimdan bu saldiriyi püskürtmek Güneybati Kürdistan halkimiz için hayati bir önem tasiyor.

Bölgedeki yurtsever güçler ve onlarin partileri arasinda birlik var olsaydi, ISID saldirisi karsisinda daha etkin bir direnisin yer alacagina kusku yoktu. Ne yazik ki PYD yanlis politikasi, hegemonyaci tutumuyla bunu engelledi. Son günlerde Dihok’ta Sayin Mesut Barzani’nin girisimiyle bir kez daha birlik için görüsmeler oldu. Umarim bu kez söz konusu çabalar olumlu sonuç verir ve birlik hayata geçer.

HAK-PAR olarak hem saldiriya ugrayan Güney Kürdistan halkimizin, hem de Güneybati Kürdistanli kardeslerimizin yanindayiz. Ve inaniyoruz ki halkimiz bu saldirilari püskürtüp bu zor dönemi de asacak, özgürlük yolundaki mücadelesini yeni basarilarla taçlandiracaktir.

Degerli arkadaslar,

6. Kongre konusmami bitirmeden bir-iki konuya daha deginmek istiyorum.

Bunlardan biri kendimle ilgili. Yeni dönem için Baskanliga veya yönetim planinda herhangi bir göreve talip degilim. Iki yillik bir dönem için bu görevi almistim ve o simdi sona eriyor.

50 yildir örgütlü siyasal mücadelenin içindeyim ve yönetici planda görevler yaptim. Son olarak iki yillik baskanlik görevini HAK-PAR’in toparlanmasina yardimci olmak düsüncesiyle kabul ettim. Bunu ne kadar basardim veya katkilarim ne oldu, bunu arkadaslarim degerlendirecek.

Ama Genel Baskanlik görevi benim yasimda biri için agir bir görevdir. Bu nedenle arkadaslarimin yeniden göreve talip olmayisimi anlayisla karsilamalarini istiyorum.

Ben bir sair, bir edebiyat adami olarak siyasete girdim. Bu isi birçoklari gibi para ve post için yapmadim. Halkimin özgürlügü, sömürüsüz, zulümsüz bir dünya için mücadele ettim.

Ortadogu gibi bir yerde ve bizim ülkemizde siyaset tehlikelerle doludur. Bu, balta girmemis tropik bir ormanda yol almaya benzer. Böyle bir ortamda yolunu sasirmamak zordur. Her an canavarlara yem olabilirsiniz, tez yorulabilirsiniz.

Kanimca, kendi payima uzun soluklu bir mücadele yürüttüm.

Bugüne kadar çok konustum, çok yazdim. Benim açimdan nerdeyse söylenmedik söz kalmadi.

Bundan böyle de bir üye, bir yazar ve aydin olarak yine HAK-PAR’a katkilarimi sürdürür, arkadaslarima destek veririm. Ayrica, görüslerimi bundan böyle de firsat buldukça kamuoyuna iletirim. Eger onlarin bir degeri varsa arkadaslarim yararlanirlar.

Bu görevi benden önce yapan deneyimli, emektar arkadaslar vardi ve benden sonra da olacak. Simdi bu görev onlara düsüyor. Demokratik bir kongre yapacagiz, bir genel baskan ile yeni parti meclisini seçecegiz ve yolumuza devam edecegiz.

Bir parti için elbette deneyimli, bilgili liderlerin veya yöneticilerin önemi yadsinamaz. Ama bundan da önemlisi partilerin politikalari, amaçlari ve izlenmesi gereken ilkelerdir.

Ben HAK-PAR’in, amaçlari ve temel politikalariyla bu ülkeye çok gerekli, önemli bir parti oldugu kanisindayim.

Bir kere HAK-PAR, Kürt sorununun esitlik temelinde ve federal bir siyasal yapilanmayla çözümünü isteyen, bunun hem Kürt hem Türk halkinin, hem de ülkemizdeki tüm insanlarin, farkli renklerin yararina olduguna inanan tek parti.

HAK-PAR Alevi sorununa da dogru teshis koymus ve dogru çözümler öneren bir partidir.

Biz bu ülke için özgürlük gibi demokrasi de istiyoruz. Diger bir deyisle, politikamizin bir ayagi özgürlükse, ötekisi demokrasidir ve bu ikisi birbirinden ayrilamaz.

Kadin haklari, isçilerin ve tüm çalisanlarin haklari, iyi bir çevre, konut, saglik ve egitim… Kisacasi, ülkenin tüm önem tasina sorunlari gündemimizdedir ve öyle olmalidir.

Bunu basarirsak demokratik bir devrimi basarmis oluruz ve bu ülkenin ilk asamada gerek duydugu budur.

Degerli arkadaslar,

HAK-PAR ayni zamanda bir birlik projesi olarak olustu. Geçmiste Kürt siyasetinde farkli kulvarlarda mücadele eden, ama özgürlügün ve demokrasinin geregine inanan, böylesi bir program üzerinde bir arada çalismaya evet diyen insanlarimizin güçlerini ve enerjilerini birlestirmek için. Bunlar içinde sosyalistler, sosyal demokratlar, liberaller ve dindar insanlar var; olmali. Bunlar içinde Kürt, Türk, Arap veya baska halklardan insanlarimiz var; olmali.

Ben kendi payima dün bir sosyalisttim ve bugün de öyleyim. Sosyalizmin iyi ve adil bir düzen olduguna, insan toplumunun inisli çikisli yürüyüsüne ve bu kapsamda 1990’li yillarda yasadiklarimiza ragmen, gelecegin sosyalizmin olduguna inanan bir insanim.

Ama bugün için gerek duydugumuz partinin bir sosyalist parti degil, güçlerimizi birlestirmemize, genis kitlelere ulasmamiza elverecek HAK-PAR türünden legal ve demokratik bir parti olduguna inaniyorum. Aslinda 1990’li yillarin basindan itibaren bu görüste oldum ve bunu önerdim.

Partiler fetis degildir; onlar amaç degil, araçtir; kendilerine gerek oldugu sürece var olurlar, tarihi rollerini oynar ve sonlanirlar.

Ülkemizde özlem duydugumuz degisimi gerçeklestirip, Kürt sorununu, Alevi sorununu çözüp, kadin haklari, çalisanlarin haklari, çevre sorunlari dahil, her alanda çagdas standartlari yakalandigimizda, diger bir deyisle demokratik devrim gerçeklestiginde, belki de o zaman yollarimiz ayrilacak, bazimiz sosyalist, bazimiz sosyal demokrat, liberal veya baska türden partilere kanalize olacagiz. Bugünkü Kuzey ve Bati Avrupa ülkelerinde oldugu gibi…

Dilerim ki o gün çabuk gelsin! Ama o güne kadar bizim HAK-PAR’a ihtiyacimiz var; onu yasatmali, güçlendirmeli ve önüne koydugu amaçlari hayata geçirmesi için çalismaliyiz. Bunun için HAK-PAR’i büyütmeli, kitlesellestirmeliyiz.

Böylesine iyi bir programa ve amaçlara sahip olan bir parti bunu basarabilir, basarmali. Büyümenin, kitlesellesmenin baslica yolu ise sistemli, kararli siyasal çalismadir.

Bildiginiz gibi, son denemde, HAK-PAR’in adinda bir degisiklik önerisi gündeme geldi. Bu konuda önce Parti tabaninin görüsünü aldik, daha sonra Parti Meclisimizde tartistik. Hem Parti tabaninda, hem de Parti Meclisi’nde agir basan görüs, böyle bir degisikligin henüz zamansiz oldugu, kosullarin buna elvermedigi, degisikligin mevcut yasalar karsisinda partimizin varligini riske atacagi, onun gelismesini olumsuz etkileyecegidir. Bu nedenle degisiklik önerisi benimsenmedi.

HAK-PAR 12 yillik, istikrar kazanmis, kamuoyunda az çok taninmis ve seçimlere katilma hakki olan bir parti. Demin de söylemistim, partiler bir fetis degildir, yeri geldiginde kendilerine gerek kalmaz ve sonlanirlar. Ama HAK-PAR için su anda böyle bir durum yok. Ve partiler ayni zamanda yaz-boz tahtasi da degildir. Bir parti islevini yaparken ve belli bir gelisme ivmesi kazanmisken, zamansiz bir hevesle onu riske atmak akillica bir is degil.

Usta bir binici, sabirsizlik gösterip bindigi ati çatlatmaz.

Siyasal mücadelede elbet belli simgeler de önemlidir; ama asil önemli olan partilerin hedefleri, programlari, politikalari ve çalisma tarzlaridir. Bir partinin gelisip güçlenmesi isimle, marsla, bayraginin biçimiyle olmaz; sistemli, kararli, dogru bir çalisma tarziyla olur.

Siyaset mevsimlik bir heyecan degildir, uzun soluklu bir yürüyüstür.

Partimizin büyümesini, kitlelerle kaynasmasini istiyorsak, ki bunu istemeliyiz, o zaman canla basla çalisalim.

Degerli arkadaslar,

Geçtigimiz Mart ayinda yerel seçimler yapildi. Biz bu seçimlere 55 ilde katildik, iyi bir seçim çalismasi yaptik ve kanimca iyi sonuçlar aldik. Önümüzdeki yil ise genel seçimler var. Eger zamaninda yapilirsa Haziran 2015’te, yakina alinirsa belki Nisan 2015’te.

Bu seçimlere de iyi biçimde hazirlanmali ve mümkünse tüm illerde girmeliyiz. Politikamizi kitlelere anlatmak ve partimizi tanitmak, büyütmek için bu daha da önemli bir seçimdir.

Degerli konuklar, degerli arkadaslarim,

Diyeceklerim bu kadar. Beni sabirla dinlediginiz için tesekkür ediyor, Partimize, seçilecek yeni yönetime ve tüm arkadaslarima basarilar diliyorum.

Kemal Burkay

26 Ekim 2014

Dengê Kurdistan

Back to top button