Kemal Burkay: ‘BIR 90 YIL DAHA ASLA!’

Bir süre önce Genç Baris Inisiyatifi Dernegi‘nden bir heyet Ankara’da HAK-PAR Genel Merkezi’ni ziyaret ederek Genel Baskan Kemal Burkay‘la bir görüsme yapmisti. Görüsmenin ardindan bir de söylesi yapildi. Bu söylesi kisa süre önce Genç Baris adli derginin 4. sayisinda Türkçe ve Ingilizce olarak yayimlandi. Biz de bu ilginç söylesiyi okurlarimiza sunuyoruz. 16 Mayis 2014
Sorular: Ahmet SARICALAR, Selman YALVAÇ
Kürt Meselesi, Türkiye gündeminde yerini daima üst siralarda koruyan önemli bir mesele. Ciddi manada hassas ve bir o kadar da suistimal edilen bir konu. Aslinda bizce sorunun iki veçhesi var: Sorun ve çözüm. Konuyu dagitmadan, objektif bir sekilde öncelikle sorunun tam manasiyla ne oldugunu konusmak ve daha sonra çözüme yönelik fikirlerini almak adina, yillarini siyasete adamis ve Kürt kimliginden dolayi ülkede ciddi sikintilar çekmis olan Kemal Burkay’i ziyaret ettik. Tecrübeli bir siyasetçi olan Burkay, genel olarak olumlu düsüncelere sahip olsa da süreçte birtakim eksiklikler oldugu kanaatinde. Temennisi ise 90 yili böyle bir sorunla geçen bir ülkenin bir 90 yilinin daha bu ugurda ziyan olmamasi.
Kemal Bey, öncelikle bize bu firsati verdiginiz için GBI adina çok tesekkür ediyoruz. Isterseniz önce bir geçmise gidelim.1937 yilinda Tunceli Mazgirt’te dogdunuz. Çocukluk ve gençlik yillariniz nasil geçti? O yillardaki Dogu ve Güneydogu Anadolu’dan kisaca bahseder misiniz?
Ben, Dersim Ayaklanmasi denen, gerçekte ise bir ayaklanma olmayip Alevi-Kürt yerli halka yönelik planli bir kirim ve sürgün olan 1937-38 Dersim olayi sirasinda dogmusum. Yani bölgede çok aci olaylarin yasandigi bir dönemde. Mazgirt yöresinde herhangi bir çatisma yasanmadigi için kitlesel kirim ve sürgün olmadi. Ama yine de yöre halki olup bitenlerden payini aldi.
Yasam kosullarinin çok zor oldugu bir dönemdi. Köylerde kapali ekonomi geçerliydi. Yani pazarla iliskiler çok sinirliydi; köylü evini, kullandigi araçlarin çogunu, giyim esyasinin bir bölümünü bile kendi yapardi. 2. Dünya Savasi döneminde ise tam bir kitligi yasadik.
Egitim düzeyi çok düsüktü, pek az köyde okul vardi. Ben o yillarda okuma sansi bulan pek az çocuktan biriyim. Ilkokuldan sonra yatili egitim yapan Akçadag Köy Enstitüsü’ne girdim. Okulu bitirdikten sonra Van’in ve Ankara’nin köylerinde üç yil ögretmenlik yaptim. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesi Hem çalistim, hem okudum. Bir bakima göbegimi kendim kestim
Daha köy enstitüsü döneminde edebiyata, sanata merak sardim. 18 Yasimdan itibaren hikâye ve siirler yazdim. Fakülte yillarinda (1956-60) Kürt sorunu ve sol düsünceyle tanistim. 1964 yilinda Avukatliga basladim ve çok geçmeden siyasete girdim. Siyaset ve yazi hayatim bugüne kadar bir arada sürüp geldi.
Anilarimin 1. Cildinde çocukluk ve gençlik yillarimi bir roman havasinda yazdim ve bu eser Istanbul’da Deng Yayinlari Arasinda yayinlandi.
1972-1974 ve 1980-2011 yillari arasinda olmak üzere iki kez yurt disina çiktiniz ve 33 yilinizi Türkiye disinda geçirmek zorunda kaldiniz. Bu süreçte neler hissettiniz ve dogup büyüdügünüz topraklardan uzak kalmaniz ülkenize olan bakisinizi ne yönde etkiledi?
Her ikisinde de askeri darbeden kaçtim. Ilk yurt disina çikisim 12 Mart döneminde idi. 1972’de çiktim ve 1974 yilinda genel af çikinca döndüm. Ikinci çikisim 1980 darbesi öncesi idi. Bu kez gurbet yasami uzun sürdü ve yurt disinda 31 yildan fazla kaldim.
Ister is bulmak, okumak için, ister sürgün olarak çikin, yurt disinda hayat zordur. Ikincisi daha da zordur, çünkü hem yurdu isteyerek terk etmis degilsiniz, hem de istediginiz zaman dönemezsiniz. Bazen esinizi, çocuklarinizi birakip gitmek zorunda kalirsiniz. Benimkisi böyle oldu. Ikinci çikisimda ülkede kalan iki kizimi ancak 15 yil sonra görebildim. 1981 yilinda, ölen Annemin ve babamin mezarlarini, ancak 2011 yilinda yurda döndükten sonra ziyaret edebildim. Gurbette yakinlariniza, dogup büyüdügünüz topraklara ise büyük özlem duyarsiniz. Ben bunu siirlerimde yansittim.
Öte yandan bizim sürgünlük yillarimiz geçmise oranla avantajli sayilirdi. Avrupa’nin tüm ülkelerinde isçi ve ögrenci olarak gelmis, zamanla bir bölümü bu ülkelerin is hayatina karismis çok insanimiz, onlarin olusturdugu dernekler vardi. Bu nedenle hiç yalnizlik çekmedik. Siyasal ve kültürel çalismalari yurt disinda da sürdürdük. Hatta ülkede yasakli olan Kürt kültürü Avrupa ülkelerindeki elverisli ve özgür ortamda çiçek açti.
70’li yillarda hakkinizda birçok nedenle dava açildi. Hatta yazdiginiz bir makaleden dolayi hapis de yattiniz. O zamandan bu zamana baktiginizda, Türkiye’nin hukuk ve demokraside geldigi noktayi nasil görüyorsunuz?
Ilk tutuklanisim 1967 yilinda idi. Bir dergide çikan Kürt sorunuyla ilgili bir makalem yüzünden 4,5 ay tutuklu kaldim. O zaman Kürt sorunundan söz etmek, hatta Kürt var demek ya da Kürtçe yazmak suç sayiliyordu. Bu nedenle Kürt aydinlarina yönelik birçok davalar açildi, zaman zaman toplu tutuklamalar, yargilamalar oldu. 12 Eylül dönemi ise zaten tüm ülke için bir karabasan dönemi idi.
Simdi o yillara bakinca elbette önemli bir degisim var. Kürt sorunu gazete ve televizyonlarda yaygin biçimde tartisiliyor, Kürtçe yayinlar rahatça basiliyor, TRT’nin bir kanali 24 saat Kürtçe yayin yapiyor ve bazi üniversitelerde Kürt dili ve edebiyati bölümleri açildi. Ancak atilan bu olumlu adimlara ragmen hâlâ sorunu temelinden çözmüs degiliz. Buraya kadar gelinmesi, Cumhuriyet dönemini sayarsak 90 yil aldi. Umarim sorunu tümden çözmek bir 90 yil daha almaz
Uzun süredir ülkenin en önemli meselesi olan Çözüm Süreci’nden konusmamak olmaz.
Bu baglamda, siz Kürt Meselesini nasil okuyorsunuz, sizce bu sorunun temelinde ne yatiyor? Bu meselenin geldigi noktayi ve Çözüm Sürecini nasil degerlendiriyorsunuz? Bu sürecin gelecegine yönelik öngörüleriniz nelerdir?
Sorunun temelinde Lozan Antlasmasi’nin ardindan Kürtlerin yok sayilmasi, Kürt dili ve kültürünün yok sayilmasi, baski ve asimilasyonla yok edilmek istenmesi var. Oysa Kürtler 1. Dünya Savasi’nin ardindan Anadolu yabanci isgaline ugradiginda Türklerle birlikte isgale karsi direndiler. Ama daha sonra Anadolu’nun çok renkli toplumsal yapisi yok sayildi ve tek bir etnik gruba, Türk unsuruna dayali bir ulus insa edilmek istendi. Bu politika tepki gördü. Daha imparatorlugun son döneminde var olan Kürt sorunu bu nedenle Cumhuriyet döneminde de sürüp geldi ve daha da büyüdü. Son 30 yillik çatisma dönemi her iki halka da çok büyük bedellere mal oldu. Sonunda sorunun inkâr, baski ve siddet yöntemleriyle çözülemeyecegi her iki tarafça da anlasilir oldu ve hem Kürt gerçegi kabul edildi, hem de barisçi çözüm yöntemleri aranir oldu. Önce ‘Açilim’ süreci diye bir süreç yasandi, simdi de ‘Çözüm ve Baris Süreci’ denen süreç.
Kanimca bu ikisi, yani baris ve çözüm bir birine bagli. Adil bir çözüm olmadan baris olmaz. PKK’nin silah birakmasi önemli bir adim olacaktir. Ama bu tek basina çözüm olmaz. Çözüm Kürt halkinin tüm temel haklarinin taninmasidir. Adil bir çözüm esitlik temelinde olabilir, olmali. Bu bize göre federal sistemdir. Dünyanin pek çok ülkesinde benzer sorunlarin çözümü ve birlikte yasamak için en uygun biçim olarak federasyon benimsenmistir.
Böylesine kalici, köklü bir çözüme varmak elbet kolay degil. Süreç inisli çikisli olacaktir. Ama sonunda kanimca varilacak yer budur.
Toplumda bazi kesimler tarafindan ortaya atilan söyle bir görüs var efendim: ‘ Kürt sorunu yoktur aslinda, bu sorun terör sorunudur.’ Terör sorunu; Türkiye için bir tehdit olustururken; Kürt sorununun Kürt kimligi bakimindan bir tehdit olusturdugunu söyleyebilir miyiz? Aradaki fark kimliklerin hayatta kalma mücadelesiyle; devletin ayakta kalma mücadelesi olarak gösterilebilir mi? Sorun; Kürt sorunu olarak taninmaya basladiginda; terör sorununun kendiliginden çözülecegini düsünüyor musunuz?
Kürt sorunu esitlik temelinde ve barisçi yöntemlerle çözülmedigi ve Kürt halkinin hak taleplerine baski ile cevap verildigi için bu ülkede siddet yasandi. Terör denen sey, yani siddet bu yanlis politikanin ürünüdür. Sorunu bir terör sorunu gibi gösterenler, bu yanlis politikayi izleyenler oldu. Kürtlerin varligi bu ülkenin gerçegi. Kürt kimligini ve Kürt halkinin temel haklarini tanimanin Türk halkina, ya da devlete hiçbir zarari yok. Eger iki halk bir arada baris içinde yasayacaklarsa Kürtlere esit haklar taninmali ve devlet buna uygun sekilde biçimlenmeli, yani federal sisteme geçilmeli. Dünyada böylesine onlarca devlet var. Eger devlet Kürtlerin de devleti olacaksa yolu budur. Esitligin ve Kürtlerin de özgür olmalarinin Türk halkina neden zarari olsun? Zarar bunun tam tersidir. Kürtler baski altinda oldukça, esit olmadikça ülkede baris ortami olusmaz, kavga dövüs devam eder ve kaynaklar bu gereksiz bogusmada heder olur; ülkenin gelismesi, demokratiklesmesi sekteye ugrar. Yasadigimiz 90 yillik deneyim bize bunu gösterdi.
Yine benzer sekilde Sirri Süreyya Önder geçen sene “Kürt sorunu degil Türk sorunu vardir. Türkün ötekisi Kürt olmadi. Kürt her zaman yok sayilan bir durumda” dedi. Bu durumu siz nasil degerlendiriyorsunuz? Sizce de son zamanlar gündemin en önemli maddesi olan Kürt Meselesi Türk Sorununa yol açabilir mi?
Bazilari Kürtlere haklari taninirsa bir ‘Türk sorunu’ çikar diyorlar. Bu gülünçtür. Yani Türkler Kürtlerin kendileriyle esit haklara sahip olmasini istemezler mi, kazan mi kaldirirlar?.. Böyle düsünmüyorum. Ben Türk halkinin bu konuda politikacilardan ve aydin geçinen pek çok kisiden daha ileri, daha anlayisli oldugu kanisindayim. Elbet Kürt sorununa, devlete ve ulusal çikarlara iliskin olarak egemen güçlerin yillar yili yaptiklari propagandanin toplumda yarattigi olumsuz kosullanmalari, irkçi-soven degerleri önemsiz bulmuyorum. Ama bunu asmak mümkündür. Ve isin ilginci, böylesi ilkel bir anlayisa tutsak olanlar, en çok da kendilerini halkin üstünde gören siyasiler ve aydinlardir. Halk çok daha gerçekçidir, ayaklari yere basar. Kürt sorunu da bir bakima iste bu tür siyasilerin ve aydinlarin eseridir. Onlar bu yanlis politikada israr etmezlerse, diger bir deyisle onlar gölge etmezlerse, ortaya bir ‘Türk sorunu’ çikmaz.
Kürt Meselesinde bir sonuca varilmasinin Türkiye’de yasayan diger unsurlarin (Aleviler, Ermeniler, Romanlar vs) sorunlarinin çözümünde anahtar bir rol oynayabilecegi yönünde bir argüman var. Sizin bu konuda düsünceleriniz nelerdir? Yani Kürt Meselesi çözüldügünde pek çok açidan çok daha demokratik bir Türkiye karsimiza çikabilir mi?
Kürt sorununun çözümü elbette otomatik olarak Alevi sorununu ve diger sorunlari çözmez, ama ülkenin iç barisi ve demokratiklesmesi yönünde yeni ve uygun bir ortam yaratarak onlarin çözümü için yolu açar. Kürt sorunu bir bakima baris ve demokrasinin önündeki yolu kapayan büyük tastir. Bu engel kalktigi zaman ülkedeki iklim çok degisir. Kürt sorununun çözümüyle Türkiye prangalarindan kurtulur, ülke kaynaklarini demokratiklesme ve gelisme yolunda seferber eder.
Demokratik açilim ile baslayan süreçte bir takim düzenlemelerin gündeme geldigini ve en çok konusulan konulardan birinin Kürtçe yayin yapan TRT-Ses’in hayata geçmesi oldugunu biliyoruz. Öte yandan Basbakan Tayyip Erdogan’in 30 Eylül 2013’te kamuoyuna açikladigi Demokratiklesme Paketi’nde geçen ‘özel okullarda Kürtçe egitim serbestisi’ maddesi de ayni sekilde ülke gündemini çok mesgul etti. Sonuç olarak, Kürtçe anadilde egitimin Kürt meselesi tartismalarinda her zaman ön plana çiktigini görüyoruz. Anadilde egitim ile ilgili düsünceleriniz nelerdir? Anadilde egitimin bölünmeyi tetikleyici bir etken oldugu yönündeki görüsler hakkindaki düsünceleriniz nelerdir?
Anadilde egitim tüm halklar, tüm insanlar için ana sütü kadar helal ve temel bir haktir. Bunun tartisilmasi bile ayiptir, ilkelliktir. Türkiye bunu Bulgaristan’daki Türkler için savunmadi mi? Balkanlar’daki, Ortadogu’daki Türk topluluklari için savunmuyor mu? Ama is Kürtlere gelince hemen bazi çevrelerin ezberi sasiyor, tüm topluluklar için geçerli olan bir hak Kürtlere uygun bulunmuyor. Onlar anadilde egitim görürlerse ülke bölünürmüs! Böylesi bir mantik gülünç degil mi? Kürtler anadilde egitim görürlerse besbelli ülke bölünmez, ama bu ülke büyük bir ayibindan daha kurtulur. Anadilde egitim serbestisi ise özel okullarla saglanamaz. Bu ilkokuldan üniversiteye kadar geçerli olmasi gereken bir haktir. Örnegin federal Irak’ta Kürtçe ikinci resmi dildir ve ayni zamanda egitim dilidir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sinirlari içinde 15 üniversite var ve bunlarda agir basan egitim dili Kürtçedir, onun yani sira Ingilizce ve Arapçadir.
Yasanan gelismelerin isiginda çözüm sürecini tüm yönleriyle ele alirsak aslinda ortada bir belirsizlik söz konusu. BDP ve Abdullah Öcalan’in tam olarak ne talep ettigi ve hükümetin bu isteklere ne ölçüde cevap verecegi konusunda kafalarda soru isaretleri var hala. Sürecin devam edip etmeyecegi hususunda da ciddi soru isaretleri var. Devletin süreci devam ettirecek planinin ve bir yol haritasinin olmadigi da tartisiliyor. Varsa da kamuoyu ile paylasilmadi bugüne dek. Sizce hangi adimlar atilmali ve nasil bir yol haritasi çizilmeli?
Çözüm ve baris süreci MIT Müstesari Hakan Fidan’la Öcalan arasinda Imrali’da yapilan görüsmelerin ardindan kamuoyuna duyuruldu. Ama neler konusuldu, izlenecek yol yöntem ne, çözüm neleri kapsiyor, bu pek belli degil. Topluma açiklanan su oldu: PKK silah birakacak ve ilk elde silahli güçlerini sinir ötesine çekecek.
Biz PKK’nin silah birakmasini öteden beri istiyoruz. Hatta bunun için hiçbir kosul ileri sürmesine gerek yok diyoruz. Çünkü silahin ve siddetin sorunun çözümüne hizmet etmedigi, tam tersine engel oldugu kanisindayiz. Ancak tek basina bununla Kürt sorunu çözülmüs olmaz. Kürt sorunu tüm cumhuriyet dönemi boyunca vardi, ondan önce de vardi. Bu sorun adil ve uygar biçimde çözülmedigi için sorunlar yasandi ve PKK de bunun bir ürünüdür. PKK bir neden degil, sonuçtur. Sorun ortadan kaldirilacaksa nedenleri ortadan kaldirilmali.
Diger yandan, hem çözüm adina Öcalan’in Kürtler için ne istedigi belirsiz, hem de bu sorun çözülecekse, kapali kapilar ardinda bir kisi ile görüsmekle olmaz. Sorunun muhataplari bellidir. Kürt siyasi hareketidir ve biz de HAK-PAR olarak bu taraflardan biriyiz. Görüsmeler seffaf olmali, taraflarin talepleri ve izlenecek yol bilinmeli, uzlasma saglanmali ve kamuoyuna açiklanmali. Güven böyle olusur. Oysa hükümetin bu konuda kamuoyuna sundugu ciddi, kapsamli bir proje yok. Böylesine büyük sorunlarin çözümü için köklü adimlar ve cesaret gerekir.
Ayrica hükümet sorunu çözmeye hazir ve istekliyse, bunun için kimseyle pazarlik yapmadan da adim atabilir, Kürt halkinin temel haklarini taniyabilir. Bence bir halkin haklari pazarlik konusu olmamali.
Bu arada yakin zamanda 28 Aralik 2011 günü yasanan 2.senesine girmis elim bir Uludere olayi var. Faillerin bulunamadigi veya kasten ortaya çikarilmadigi bir olay söz konusu burada.Uludere olayi hakkinda düsünceleriniz nelerdir, sürece olan etkisi ve söz konusu olayin bölge halkinin uzun süredir insa edilmeye çalisilan devlete güven duygusuna olan etkisi bakimindan yarattigi sonuçlar nelerdir?
Uludere-Roboski’deki bombalama, kanimca açilim sürecinden rahatsiz olup çatismanin sürmesinde yarar gören odaklarin bir eylemiydi, bir provokasyondu. Böylece ayni zamanda hükümeti köseye sikistirmaya, sizin de belirttiginiz gibi, taraflar arasinda güveni sarsmaya yönelikti. Ama ne yazik ki hükümet olayin üstüne gitmedi, sorumlular bugüne kadar ortaya çikarilip kendilerinden hesap sorulmadi.
Hukuk ve demokrasi isiginda Çözüm Süreci’nden bahsettik kisaca. Aslinda gündemi zaman zaman mesgul eden bir mesele daha var. Meclise girecek siyasi partilerin belirlenmesini saglayan seçim barajinin Türkiye’de %10 oraninda olmasi özellikle Kürt siyasi partiler tarafindan elestiriliyor ve baraj oraninin düsürülmesine yönelik talepler gündeme geliyor. Bu oran düsürüldügü takdirde, siyasi anlamda özellikle demokratik açidan temsil gücünün artacagini ve böylelikle meselenin politika yoluyla çözülmesinin mümkün olacagina inaniyor musunuz?
% 10 baraji demokrasi açisindan, adil temsilin önünde bir engel olmaktan öte, büyük bir ayiptir. Bununla hem Kürtlerin hem de solun önüne bir duvar kondu. Geçmiste koca koca partiler itiraz etmedikleri bu tuzaga kendileri takildilar. Kürtler bagimsiz adaylarla bunu bir ölçüde astilar, ama sorun hâlâ önemini koruyor. Bence baraji % 3’e indirmek de sorunu çözmez. Adil bir temsil sistemi için, 1960’larin basindaki barajsiz nispi temsil sistemine dönmeli, her parti aldigi oy oraninda parlamentoda temsil edilebilmeli. Örnegin eger bir partinin oylari, geçerli oy sayisina göre bir ya da iki parlamenter çikarmaya yetiyorsa neden parlamentoya girip sesini duyurmasin? Böylesi bir degisim, barisçi, demokratik siyaseti güçlendirir.
Zaman ayirdiginiz için GBI ekibi adina tesekkür ediyoruz.
Ben tesekkür ediyorum. Baris adina yaptiginiz güzel çalismalarin artarak devam edecegine inaniyor, kolayliklar diliyorum.
Dengê Kurdistan