Makale

KEMALIZMIN TÜRKLÜGÜ INSA UGRUNA YAPTIGI INKAR, TAHRIFAT VE MANIPÜLASYONLAR

Latif EPÖZDEMIR

BIRINCI BÖLÜM: MEVLEVI KÜLTÜRÜNÜN DIRENCINI KIRMA ÇABALARI

Cumhuriyetle birlikte Kemalist rejim hayatin her alaninda yeni bir ulus insaatina yöneldi. Çünkü onlar devleti olup da ‘ulusu’ olmayan bir ‘ulusal’ devlet’ kurmuslardi. Devletin egemenligindeki halk ise farkli etnik kimliklerden gelmis toplama bir ulustu. Bu nedenle alt yapidan yoksun olan bu igreti tekçi ulusun altini doldurmayi, onu her alanda tamamlamayi hedefleyen Kemalistler toplum mühendisligine yönelerek inkar, tahrifat ve manipülasyonlara giristi.
Hayatin her alaninda ret ve inkara geçildi. Etnik kimlikler yok sayilarak degerleri ‘Türkün hanesine’ yazildi. Farkliliklar hizla teke indirildi. Her sey Türke mal edildi. Türk her seye üstün gösterildi. Yeni bir tarih yazildi. Arkasindan bu ‘yenilesmelere’ kültür, sanat, ve edebiyat alanindaki tahrifatlara geçildi. Insa edilmek istenen ulus için önce temel atmak gerekiyordu. Türk olanlarin disindaki tüm etnik kimlikler bu temelin harci yapildi ve toprak altina gömüldü.
Rejimin ciddi ‘tehdit’ algilari vardir. Kürtler, Ermeniler ve Rumlar ‘misaki milli’ denilen cografyanin esas yerlileriydiler. Bu nedenle yeni rejim için tehdit olusturmaktaydilar. Ret ve inkara bu üç halkin tarih, kültür, sanat, edebiyat ve sosyolojik ve psikolojik degerlerini yozlastirma, yok sayma, tahrif etme Türklestirme, aidiyetlerini Türklüge baglama gibi retçi ve asimilasyonist uygulamalara girisildi.
Bir diger tehdit de kuskusuz dinsel aksiyonlardi. Osmanliya olan özenti çok sert bir dirence tabi tutuldu. Ümmet fikri yabana atildi onun yerine ‘tek millet’ yani ‘Türk millet’ olgusu ikame edildi. Bundan dolayidir ki Osmanlinin bir çok revaçtaki degerleri ayak altina alindi, geleneksel Osmanli kültür ve sanat mirasina ‘dur’ denildi.
Bu baskici sistemin ilk yöneldigi alan sanat alaniydi, müzikti. Bu müzik de tasavvuf ve arabesk müzigi ile diger etnik kimliklere ait müziklerdi.
Rejim bu tasarruflarinda son derece riyakar ve pragmatik davranmistir. Söyle ki, bu gün , bir çok kisi; özellikle de müzisyenler ‘ Alaturka’ adi verilen Sanat Müzigine ‘Türk Müzigi’ demektedir. Osmanlinin yegane muteber müzigi olan bu elitist müzik, yapisal bakimdan makam ve usuller çerçevesinde vücut bulan ve içinde müzik adina bir disiplin bulunduran zümre müzigi yani saray müzigidir. O dönemdeki çogunluk müziklerin yapisinda ‘sufi’ karekteri ve çokça ‘tasavvuf temalari’ oldugu bilinen bir gerçektir.
Ne yazik ki Kemalist rejimin 1950 yilina dek Tasavuf müzigini ‘ayipli’ müzik olarak görmesi sonucu bu müzik icra edilememis, adeta yasaklanmistir.
Bu müzik tarzi ‘Türk’e’ özgü bir siyasal yapi olusturma sevdasinda olan Kemalistler tarafindan tasvip görmedi. Bu nedenle bu müzik ötekilestirildi. Bu tutum özünde bilinçli bir hosgörüsüzlüktü.
Ancak yine de, açik bir riyakarlikla yeni rejim bu müzige ‘Türk Müzigi’ demek durumunda kaldi. Onlar aslinda bal gibi de ‘arabesk’ olan bu müzigin düsmanligini yaptiklari halde geçici bir süre bu olguyu manipüle ederek görmezden geldiler.
Osmanli sarayinda tasvip görmüs olan bu müzik ‘dergah’ ve ‘Mevlevihaneler’ de yasam bulup gelismis olan ‘sufi’ müzigidir. Bu müzik bir ‘ayin’ tarzindadir.
Yeri geldiginde ‘Mevlana’ ile göklere uçan rejim o dönemlerde ‘Mevlevihanelere’ hayat hakki vermemistir. Osmanlinin övünç ve kivanç duydugu Mevlevi Müzik Kültürünü, Kemalist rejim hiç sevmedi. Ancak toplumda büyük begeni ve sayginlik bulmus olan bu kültürün izlerini bir anda silemedi de. Bu nedenle Mevlana’ya ve bu kültürel gelenege iliskin özde ve biçimde manipülasyonlara geçildi. Tüm zamanlarda Mevlana anildi, kimi rejim tarihçileri Mevlanayi ‘Türk’ bile ilan eder oldu. Her yil senlikler yapildi ve semazenler sema gösterilerinde bulundu.
Ancak Neyzenler Mevlewi gelenegi ve kültürüne uygun olarak sanatlarini icra edemediler. Bu olanakli olmadi. Çünkü rejim ‘dini ayin’ istemiyordu.
Bu gün dahi her yil Konya’da düzenlenen törenlerdeki sovlarin hiç biri Mevlewi kültürüne uygun gösteriler degildir. Mevlana Festivalinin ruhu Mevlevi tarikatinin özüdür. Bu basli basina bir kültür olup tarihsel bir gelenek haline gelmistir. Görünen o ki, Kemalistler ne yazik ki Türkiye’de Mevleviligin de içini bosaltmislardir..
Özünde Mevlevilik bir dünya görüsüdür, bir yasam tarzidir. Bu yasam tarzinin yedi yüz yil içinde kendine has olusturdugu bir gelenegi var. Müzik ve edebiyat ürünlerinin de kendine özgü bir tarzlari var .Mevlevi kültürü kendine özgü degerler toplami ile ancak var olabilir. Kuskusuz ki bu kültür Islam inancina uygundur ve onun gerekleri ve icazet sinirlari kadar hayat bulabilir.
Kemalistlerin tasavvuf müzigi konusundaki isteksiz tavri konusunda Cem MANSUR: ‘ Atatürk istiyor diye biz farkli müzik yaptik’ diyor. Ceberrud rejimim gazabina ugramak istemeyen müzisyenler, risk almaktan çekindikleri için sistemin temayüllerine boyun egmek durumunda kaldilar.
Kemalist rejimin bir valisi 1936 yilinda bir radyonun canli yayinini basmis ve canli müzik yayinini durdurmustur. Gerekçe olarak da ‘ bu müzik Atatürkün müzik anlayisina terstir’ demistir. Dahasi o sirada adi geçen radyoda çalinan müzik ise sansiz yani söz olmayan ve tamamen sazlarin olusturdugu ‘estrumental’ bir müzik oldugu halde rejim valisi yine de bu müzige hosgörüsüz davranmis ve yayini kesmistir.
Yeni rejimin Kültür ateslerinden sair Melih Cevdet Anday , Unesco tarafindan Türkiye adina ödüle laik görülmüs olan bir tasavvuf müzigi eserini ‘bu tarz müzik Türkü temsil etmez’ diyerek ödülü Türk’e deger görmedigi yönünde basin açiklamasi yapmistir.
Kemalist rejim her düzeyde tasavvuf müzigini ‘ayin’ müzigi oldugu gerekçesi ile ret etmis ve sevimsiz ilan etmistir. Bu müzigi kendi rejimine yönelik bir tehdit olarak algilamistir.
Dünyaca ünlü Neyzen Kutsi Ergüner ve babasinin rejimin elinden çektikleri ise düsman basina. Örnegin Neyzen Kutsi, Fransa’da icra edilerek yayinlanmis olan bir ‘sufi’ eserinden ötürü Türk yetkililerden azar bile isitmistir.
Bu gün çagdas müzisyenlerin korkulu rüyasi gibi gösterilmis olan ‘arabesk’ adi ile anilan müzigin begenilmemesinin tek nedeni o müzigin Arap kültüründen beslendigi realitesidir.
Oysa ki müzik evrenseldir ve hangi kültürün izlerini tasirsa tasisin kulaga hos gelmesi ve ruhu oksamasi onun begenilmesi için yeter bir nedendir. Bu alanda irkçi bir tavir takinmanin hiçbir yarari olamaz.
Kemalist anlayis, Osmanlidan beri devam eden saray edebiyati ( divan edebiyati) ve müziginin yerine ‘Türke’ özgü baska bir edebiyat ve müzik ikame edemedigi için ‘Türk Edebiyati’ ve ‘Turk Musikisi’ kavramlarini gelistirdi. Ancak rejimin etkili ve yetkilileri, büyük bir özenle bu alanda ürün vermis her kesi ‘ özbeöz’ Türk kabul ettirdiler. Tarihsel hafizayi ve tarih bilincini igdis ettiler. Resmi görüslerine uymayanlari da cezalandirdilar. Kariyerlerine son verdiler.
Diger yandan alti yüz yillik Osmanli Imparatorlugunda Arapça Farsça ve Kürtçe sanat ve edebiyat dili olarak yasam sürmüs, üçünün toplamina Türkçe de eklenerek ‘ Osmanlica’ dil tanimi yapilmistir. Her ne kadar Kemalistler Osmanlicada ‘Kürt lisanini’ dillendirmeseler bile tarihsel veriler Kürtçenin Osmanli sarayinda ve kamusal alanda yaygin olarak kullanilan bir dil olduguna dair bilgiler vermektedirler. Tersi durumda Osmanlilar Kürt cografyasindaki özerk Kürt beylikleri ile geçinemezlerdi.1514 te karsilikli kabul edilen Kürt-Osmanli federatif sistemi uzun soluklu olmazdi.
Kemalist rejimin tasavvuf ve sufi müzigine olan düsmanligi bu müzigin istenilenin aksine, Türklügü önde tutmayan bir ‘islam’ inancina hizmet etmesinden ötürüdür. Fazil Sayin aslinda Arabesk müzikten korkmasinin altinda yatan yegane gerçek bu cografyada müzik tarzlari günün birinde aslina rücu ederse, onun ve onun gibi Atatürkçü müzisyenlerin papucunun dama atilacagi kaygisi yatmaktadir.
Fazil Say, bu ülke insaninin müzik zevkine ve begenisine öfkeleniyor. Bu ülkenin çok uluslu ve çok kültürlü olabilecegi gerçegi ile yüzlesmekten korkuyor. Lakin çok uluslu olan ve Ortadogu bölgesine sinir duran Türkiye istese de komsu halklarin kültürel iletisim ve etkilesimlerinden kendini kurtaramaz. Dahasi bu günkü ülke sinirlari içinde Arap, Acem ve Kürt vatandaslarinin Ortadogu cografyasinda soydaslari ve dindaslari yasamaktadir. Günümüz Türkiye’si, üstelik de alti yüzyillik Osmanli yönetiminin enkazi üzerine bina edilerek ve hatta hala söz açildiginda Osmanliyi ‘ced’ kabul edip onun mirasi ile övünülerek insa edilmis olan ,çok uluslu bir devlettir. Ancak ne yazik ki bu çok kültürlü ülke rejimi, giderek ret ve inkarla politikalari uygulayarak tekçi bir zihniyetle ise baslamis; herkesi halis muhlis ‘Türk’ ilan etmistir. Kemalistler savladiklari üzre sonuncu Türk devletini olusturmus am ve lakin tüm çabalarina ragmen bu gün dahi tek ulus olmayi basaramamistir.
Bu nedenle piyano ustasi Bay Sayin kalkip Arabesk müzik yapanlara hain ve kötü demesi onu halk nezdinde daha degerli kilmaz. Tersine halkin çogunlugunun müzik zevkine ters düstügü için Fazil Say bu tutumundan ötürü,Türkiye halklarindan tepki alir.
Kuskusuz Fazil Say yetenekli ve çagdas bir müzisyendir. O bu topraklara ait olmayan bir estrümanla klasik bati müzigi eser icrasi alaninda bir ustadir. Ne var ki, kimse çikip Fazil Saya’ Batibesk’ ya da o anlama gelen baska bir tanimlamada bulunup ona yaban otu demiyor. Fazil Say kendisini Atatürkçü olarak ad ediyor ve ona benzemeyen her kesi yadirgiyor. Bu kisir, dar ve kadük anlayislarin zamani geçti. Artik Fazil Say da bilmelidir ki bu ülkede Kemalizim geçer akçe olmaktan çikti, Atatürkçülük ve Türkçülük miyadini doldurdu.
Geçmisin hatalarini sürdürmeyi marifet sayan kimi’ sahsiyetler’ htalar ve yanlislari ile yüzlesmekten kaçiniyorlar. Oysa ki yüzlesmek bir erdemliliktir. Aksi durum ise Dostoyevski’nin dedigi gibi: ‘Hatalarinla yüzlesmezsen, onlarla yüzsüzlesirsin.’
Tasavvuf müzigi Orta dogunun yasam mantalitesine uygun sekillenmis bir müziktir. Nüfusunun büyük bir kismi Müslüman olan bu bölgede hemen her ulusun yasaminda ve ulusal kültüründe önemli ölçüde Islam kültürünün izlerine rastlamak mümkündür. Islam inancinin yeserdigi cografyada dinsel iletisim dilinin Arapça olmasi nedeni ile- Kuran dili de Arapçadir- islam dininin resmi dili Arapçadir ve bunun böyle olmasi bir rahatsizlik da yaratmamistir.
Elbette ki kimi ‘buduncu’ kafalar disinda Osmanli sarayinda hayat bulmus tasavvuf müzigi bu gün dahi bir çok insan tarafindan begeni toplamaktadir.
(devam edecek)

Latif Epözdemir

Balkêş e ?
Close
Back to top button