Köyümden izlenimler, Kemal Burkay: Bir tas oluktan akan gür suyu bosuna arayip durdum

Köyümden izlenimler (*)
1. Bölüm – Govê
Bir tas oluktan akan gür suyu bosuna arayip durdum
Kemal Burkay
Köy gezimin üzerinden bir ay geçti, izlenimlerimi daha o zaman döner dönmez yazmak istemistim. Ama kosturma ve telas arasinda buna zaman bulamadim. Bu tür gezi izlenimlerini yazmaya ayirdigim zaman siire ayirdigim zamanlar gibidir; salt o ise yogunlasmak ve sakin bir köse gerekir.
Simdi tam da bir ay sonra, hem de birkaç günlük tatil döneminde, geriye dönüp söz konusu izlenimlerini yazmaya zaman buldugumu saniyorum.
29 Haziran’da Diyarbakir Il Kongremiz vardi. Kongrenin ardindan ayni gün otomobille Elazig üzerinden Dersim’e, köyümüz Dirban’a geçtim. Köyde dört gün kaldim ve bu arada köyü dolastim. Gov ve Kaniya Sipî (Beyaz Çesme) denen pinar baslarina, Sawa’ya, Dêdar’a gittim.
Gov da, Kanya Sipî de köyümüzün kuzey batisindaki pinarlardir. Gov bizim mahallenin hemen üst basinda, Kanîya Sipî ise biraz daha ötede, Sawa Dagi’nin etegindedir.
Anilarimin 1. Cildinde her ikisinden de çokça söz etmisimdir. Ikisi de bir zamanlar bol sulu ve çevreleri yemyesil, capcanli pinarlardi. Ne yazik ki, aradan geçen on yillar boyunca her sey gibi bu pinarlar ve onlarin çevresi de epeyce degismis ve bu degisiklik hiç de iyiye dogru olmamis.
Geçmiste pinar yolumuz, tas ve kerpiçten yapilmis, damlari kavaklar ve sögüt dallariyla örülmüs, ama ari gibi çalisan, kosturan büyükler ve çocuklarla dolu canli köy evlerinin, yemyesil bostanlarin ve genç bahçelerin arasindan geçerdi. Bunlardan ikisi Eziz Dede ile Iram Dede’nin evleriydi, bir digeri ‘Mala Qorciyan’ dedigimiz, Sahismail Amca’nin, kardesleri ve çocuklarinin kalabalik, büyük evleri
Iram Dede’nin evi biraz degisse de duruyor ve orada, beyaz saçlari ve biyiklariyla benim yaslardaki oglu Ali Qiya Dede oturuyor. Eziz Dede’ninki ise yikinti halinde. Dede çoktan ölmüs ve çocuklari göç edip gitmis.
Sahismail Amcalarin o ‘büyük aile’lere özgü, bir dizi kardes, çocuk ve yegenlerin oturdugu büyük evi de yikilmis. Sahismail Amca, esi Cemile, kardesi Qiya, hatta çocuklarinin bir bölümü çoktan bu dünyadan göçüp gitmisler; bir bölümü ise yabanci diyarlara göçmüs. Köyde kalanlar ise mahallenin degisik yerlerinde, eski evlerine yakin yerde ya da Gov çevresinde baska evler kurmuslar Bu eski büyük evin yalnizca bazi yikik duvarlari kalmis; yamaçtaki bahçeyi otlar, deve dikenleri bürümüs. Yikintinin bir yaninda simdi bir elektrik diregi yükseliyor. O zamanlar köyde elektrik yoktu, ama simdiki elektrigin de bu yikik eve bir yarari yok
Bu yikik evin yan tarafinda Memî Hecê’nin torunlarindan bazisi, hâlâ çocuklugumdaki o eski evlerinde yasamayi sürdürüyorlar.
Köye vardigimizin ertesi günü bizim bahçeyi tirmanip Gov’a yöneldik. Eziz Dede’nin yikinti halindeki evinin altindan, Sahismail Amca’nin yine yikik evlerinin üstünden geçtik. Harmana bitisik dut agaçlari biraz daha kocamis, ama ayakta idiler. Sonra pinara dogru dolanarak giden, sögüt agaçlari ve yaban gülleriyle çevrili yola saptik. Eskiden bu yoldan evimize testi ve bakraçlarla su tasirdik. Mayis ayinda açan ve sarhos edici güzel bir koku yayan yaban güllerinin artik mevsimi geçmisti. Yolun eski çekiciligi de yoktu; çünkü yani basindan akip sögüt ve kavak agaçlarini, yaban günlerini capcanli tutan su arklari artik tarihe karismisti.
Bu yolun hemen altinda Eziz Dede’nin dutlar, kaysilar, elma ve armut agaçlariyla, cevizlerle dolu bahçesi vardi. Dede ari gibi çalisarak pinarin hemen altinda, yaban gülleri ve igdelerle yilan geçmez bir çeperin çevirdigi düzenli bir bahçe olusturmustu. Ne yazik ki onunla birlikte bahçenin canliligi da gitmis, çeper meper kalmamis, agaçlar seyreklesmis, kalanlar da kocamisti.
Bahçenin asagi yanindaki tas duvar da yikilmis, toprak burada akip gitmis ve agaç kökleri ortada kalmisti. Böylesi bir ceviz agaci özellikle ilgimi çekti. Köklerinin büyükçe bir bölümü açikta kaldigi, hatta bazilari kopup kurudugu halde, o ayakta kalmis, direniyordu. Bu bana Orhan Veli’nin, 2. Dünya Savasi sonrasi cepheden sag, ama sakat dönenlerle ilgili yazdigi su rubaiyi hatirlatti:
Ömrün o büyük sirrini gör bir bak da
Bir tek kökü kalmis agacin toprakta
Dünya ne kadar tatli ki binlerce kisi
Kolsuz ve bacaksiz yasayip durmakta
Dut mevsimiydi. Eziz Dede’nin sahipsiz kalmis bahçesine girip dut yedik, sonra Gov’a dogru tirmandik.
Pinarin suyu eskiden, biri yukarda, digeri de onun 30-40 metre kadar asagisinda iki kaynaktan çikardi. Yukaridaki kaynagin suyunu kendi tarlalarina, bahçelerine çevirmeye çalisan birileri su yolunu bozmuslar. Birileri de pinara yakin kuyular vurmus. Böylece su dagilmis, kaynak adeta kurumus ve pinarin yerinde küçük, belli belirsiz bir batak olusmus; üstünde sinekler uçusmakta. Çocukluk ve gençlik yillarimda bir tas oluktan akan o gür suyu bosuna arayip durdum
Asagidaki kaynagin suyu ise çok azalmis ve onu depolayip borularla evlere dagitmislar. Böylece köylü testi ile su tasimaktan kurtulsa da ekosistem bozulmus, çocuklugumun o güzelim dogasi kalmamis.
Acaba dogayi bozmadan insanlara hizmet sunmanin, yenilesmenin bir yolu yordami yok mu? Kusku yok ki var ve bunu basaran toplumlar az degil. Kim bilir, belki biz de bir gün bunu basaririz.
30 Temmuz 2014
——————————————————
(*) Yazinin altindaki tarihten de anlasilacagi üzere, dört bölüm halindeki bu izlenimleri bu yilin Temmuz sonunda yazmistim. Ama Agustos basinda Güney Kürdistan’a, Sengal ve Mahmur yörelerine yönelik bilinen barbarca saldiri oldu ve büyük bir trajedi yasandi. Ardindan Kobani geldi. Bu nedenle bu izlenimleri yayinlamadim, beklettim. Ne var ki hem bizim Kürtlerin trajedileri bitmez, hem de hayat devam ediyor. ‘Sîn û sahî’ (yas ve senlik) geçmisten bu yana hayatimizda hep birlikte var oldu. Ayrica bu gezi izlenimleri pek de senlik türünden degil, onlarda Kürdistan’in pek çok köyünün öyküsü var. Su, ‘Anka Kusu’ gibi, her keresinde kendi küllerinden dogan Kürt köylerinin
Köyümden izlenimler- 2. Bölüm
Beyaz Çesme
Hayat demirden ve betondan daha güçlüdür
Kemal Burkay
Bir sonraki gün, yani 1 Temmuz’da, Yegenim Derya ve Irfan’la birlikte Sawa’ya tirmanmak üzere Kaniya Sipî’nin (Beyaz Çesme) yolunu tuttuk.
Evimizin hemen altindan geçen yol, Çirê denen taslik bir yerden geçer. ‘Çir’ Kürtçede yüksekçe bir yerden dökülen su, çaglayan ya da selale demektir. Eskiden Kaniya Govê’nin (1. Bölümde anlattigim Gov Pinari) suyu asagi dogru akar, burada yol kenarinda yüksekten dökülür ve biz çocuklar sicak yaz günleri onun altinda dus alir, serinlerdik.
Yolun biraz ilerisinde bir baska su daha yola akardi. O zamanlar Gov yöresi ana pinarin disinda da sularin kaynadigi bir alandi. Yolun bu bölümü ilginç bir sekilde, dere yatagi gibi taslarla kapli oldugu için çamur olmazdi. Simdi o sular böylesine akmiyor ve ‘çir’ da artik yok
Yol Çirê’den sonra Aysî Xezê’lerin evinin önünden geçer. Bu köyün kuzeybatisindaki son evdir. Dursî Aysî Xezê (Ayis Oglu Dursun), çaliskan bir adamdi, evinin yani basinda genis bir alani bahçe yapmis, bu bahçeyi köyümüze özgü dut, elma, armut, kayisi, badem agaçlarinin yani sira, bu yörede var olmayan ayva, nar gibi daha sicak yörelere özgü meyvelerle de donatmisti. Bahçenin yani sira bag da yetistirmisti. Yol boyu Beyaz Çesme’ye dogru uzanan verimli tarlalar onundu. Bu bahçe ve bu tarlalar Beyaz Çesme’nin bol suyu ile sulanirdi.
Ama bu evin yerinde artik yeller esiyor ve bu bahçe viran Dursun bu dünyadan göçeli epeyce zaman oldu. Ogullari ise kente göç ettiler ve köyle artik ilgilenmediler.
Dursun’un bahçesi boyunca ilerledik. Bir zamanlar yilan geçmez biçimde bögürtlenler ve igdelerle örülü olan bahçe çeperi seyrelmis, igdeler kocamis ve yer yer kesilip odun olarak götürülmüs. Onlarla birlikte bahçe boyunca uzanan sögütler ve kavak agaçlari da Ayva agaçlarinda hâlâ meyve var Yolun altinda uzanan verimli tarlalar ise otlak halinde. Ama bu otlaklarda ve otlak haline dönüsmüs öteki tarlalarda bir tek hayvana rastlamadik. Oysa eskiden bu yollardan sigirlari, esekleri, koyunlari, keçileriyle köyün sürüleri geçer, sabahlari ve aksamlari toz bulutu yükselirdi
Hem artik köyde keçi kalmadigi, hem de geçmisteki gibi fazla kesim yapilmadigi için yamaçlardaki meselikler gürlesmis, yayilmis
Beyaz çesmeye yaklasinca sögüt agaçlari yeniden görünür oldular. Köyü boydan boya asan, bizim evin de 100 metre kadar asagisindan geçen dere buradan, Beyaz Çesme’den baslar. Derenin yukari kesimi, ‘Dalê’ diye adlandirilan bölümüdür ve yabani sögütler, fundalarla kaplidir. Köyün alt yaninda ise dere, ‘Xirêbe’ (Harabe) denilen yörede derin bir kanyon olusturur. Baharin eriyen kar sulariyla beslenerek coskulu sekilde akar, güçlü yagmurlarda ya da dolu yagdiginda ise sel yapar; tas, agaç, hayvan ya da insan, önüne çikan her seyi sürükler
Yillar önce, ben gurbette ve oglum Baran henüz ülkede dört yasinda bir çocukken ona yazdigim bir siiri hatirlamanin tam zamanidir:
BARAN
Sevgili Baran
Bana benzemis gibisin
Sözünün eri ve afacan
Büyüyünce
Belki köylü mahçuplugu olmayacak sende
Belki sen ozan olmayacaksin
Ve devrim isi uzun sürerse eger
Eger görüsemezsek
Ve yine beni merak edersen
Bizim oralara git
Aylardan mayissa otlar dizboyudur
Koca badem çiçege donanmistir
Sorsan anlatir beni
Hem benim çocuklugumu bilir o, hem dedeminkini
Cevizlere gelince onlar hep öyledirler
Bir sincap gibi dolasirdim aralarinda
Bogumlari, dalciklari bir bir aklimda
Onlar da unutmus olamaz
Niceydi çocukluk türkülerim, düslerim
Sorarsan anlatirlar
Sikilinca dere boyuna in, otlara uzan
Ama sakin kurbagalara tas atma
Biz çocukken sevdiklerimizin canini yakardik
Sen yakma
Bizim oranin bulutlarini bilsen ne çok özledim
Gökyüzü de hani piril pirildir
Ve geceleri yildizlar
Taze balik gibi civil civildir
Ates böcekleri gönderirler çocuklara
Ama bir sagnak bastirirsa derede oyalanma
Az sonra bir sel geçer yildirim hiziyla
Yagmur sonu ne güzel kokar toprak
Dilersen yürü meseliklere
Bir sümbül kopar, kelebekler nasil uçar, bak
Dilersen Sawa’nin yolunu tut
Serin yel terlerini kurutur
Sevgili Baran
Sen büyüyünce belki koca badem ölmüs olacak
Ama arilar yine olacak baska bademlerin üzerinde
Yasli cevizlerimizi de öldürmezlerse eger
Ve boynu nasirli dardagan agaçlarini
Beni sana anlatacak bulunur
Ama onlari yok etse de fasizm
Sögütler yine dal sürer
Nevroz çiçegi yine biter topraktan
Belki geceleri harman makinalarinin sesi artik duyulmayacak
Ve aksamlari isten dönerken
Sevda ve yigitlik üstüne
Eski hazin sarkilar olmayacak
Elbet sen, sakrak ve gür
Zafer havalari çalacak sizinkiler
1981
Siirde anlatilan büyük ceviz agaçlari ne yazik ki artik yok. Onlar yasliydilar, yine de daha çok yasarlardi; onlari gerçekten de fasizm öldürdü. Son otuz yilin yangini, firtinasi içinde bir yandan köyler bosalirken diger yandan aç gözlü tüccarlar bu agaçlara dadandi ve onlari küçük paralar karsiliginda kesip götürdüler; yerlerinde iz bile kalmadi Ama ‘boynu nasirli dardagan agaçlari’ hâlâ duruyor; onlar aç gözlü tüccarlari odun olarak bile ilgilendirmiyor Koca badem de biraz daha kocamis, bazi dallari kopmus olsa bile, yasli bir pehlivan gibi harmanin üst basinda öylece duruyor.
Siirde de anlatildigi gibi, ‘sevda ve yigitlik üstüne eski hazin sarkilar’ artik duyulmuyor; çünkü eskisi gibi tarlalar ekilmiyor ve gruplar halinde isten dönülmüyor. ‘Sen, sakrak ve gür zafer havalari’ndan ise henüz haber yok. Hayir, güvendigimiz daglara kar yagdi ve bu ülkeye ne devrim, ne de demokrasi geldi
Dere’ye gelince, hem Beyaz Çesme’nin ve Govê’nin sulari artik basibos akmadigi, hem de son yillar, özellikle de bu yil kurak geçtigi için derede su yok. Beyaz Çesme’nin hemen altindaki ceviz ve kavak agaçlari ile eski ark boyunca siralanmis kadim sögütler ise duruyorlar. Toprak arktan artik su akmiyor. Çesmenin önüne koca bir havuz yapmislar ve suyunu yol boyunca dösenen borularla köye ulastirmislar. Ama inatçi sögütler akil almaz biçimde yolunu bulmus, 10-12 santimetre çapindaki bu plastik borulara bir yerlerden sizmis, uzun saç tellerini andiran binlerce kilcal kökle borularin içini doldurmus ve onlari patlatmislar!..
Evet, hayat demir ve plastik borulardan güçlüdür; zifti, betonu bile yarar, yoluna devam eder
Beyaz Çesme’ye ulastigimizda saat 11 siralariydi. Bu yilki kuraklik nedeniyle çesmenin suyu azalmisti ve havuz üçte birine kadar bile dolu degildi.
Çevreyi incelerken Irfan oradaki ceviz agaçlarindan birinin öyküsünü anlatti. Yan yana biten iki kök ceviz zamanla birbirlerine sarilip kaynasarak tek agaç haline gelmisler. Bu kaynasmanin izleri ise besbelliydi. Bu ilginç agacin resmini çektim.
Öte yandan cevizler de dutlar, armutlar, elmalar, kayisilar, bademler ve kirazlar gibi meyvesizdiler. Bu yil kis sicak geçmis, agaçlar aldanip daha mart basinda çiçek açmislar, ama mart sonunda aniden bir soguk dalgasi bölgeyi sarmis, kar yagmis ve don yapmisti. Bu ise çiçek ve tomurcuklari yakmis, körpe meyveleri dondurmustu.
Köy izlenimleri ‘ 3. Bölüm
S A W A
Kartallar çekip gitmis
Kemal Burkay
Beyaz Çesmeden su içip biraz dinlendikten sonra Sawa’ya dogru tirmanisa geçtik.
Bizim köyün rakimi 1430 görünüyor. Sawa ise 2000 metre yüksekliginde. Bizim köylüler ona ‘Çiya’ (Dag) derler. Tepesinde Sahismail’in Mezari oldugu söylenir ve orasi kutsal sayilir. (Kürdistan’in baska yörelerinde de böylesine, Sahismail’in ve efsanevi esi Arab Özengi’nin mezari oldugu söylenen yerler vardir.)
Çocuklugumda buraya kurban kesmeye gelirdik. Daha sonralari da yazlari köye ugradigimda zaman zaman Sawa’ya tirmandim. En son ne zaman gelmistim, hatirlamiyorum; 40 yildan, belki de 50 yildan fazla geçmis olmali
Beyaz çesmeden baslayan derenin iki yanindaki yamaçlar tarlalar ve meseliklerle kapli oldugu halde Sawa agaçsiz. Üzerinde tek tük bodur ahlat agaçlarindan baska agaç yok. Yegenim derya bu ahlatlarin bazisina armut asisi yapmis ve onlar büyümekte.
Sava’nin alt eteklerindeki bazi tarlalar da artik ekilmedigi için otlaga dönüsmüsler. Çocuklugumda Sawa yalniz agaçsiz degil, ayni zamanda otsuzdu; taslik, çakilli kel bir tepe idi. Yalnizca gevenlerle kapliydi ve köylüler bu gevenleri kisin, hem yakmak, hem de dograyip hayvanlarina yem etmek için söküp evlerine tasirlardi. Yaz sicaginda Sawa’yi tirmanirken sagimizda solumuzda mor kanatli çekirgeler ziplardi.
Simdiyse, hem köy seyreklestigi, hayvanlarin sayisi çok azaldigi, hem de onlar artik otlaga çikmadiklari için Sawa’nin dört bir yani türlü türlü çiçekler ve kenger, deve dikeni gibi kaktüsü andiran dikenli otlarla örtünmüs. Gevenler daha da çogalip yayilmis. Öyle ki zaman zaman yol almakta zorluk çektik, dolanarak gittik. Ilginçtir, bu kez çekirgelerle de karsilasmadik.
Yolu yariladigimizda sol yanda, Sawa’nin eteginde bir koyu andiran çukurluk Kêsling göründü ve üst bastaki kayaliklardan bir keklik sürüsü uçustu. Bu yamaçta su bulundugu için orasi ayni zamanda agaçlikti ve otlar henüz yemyesildi. Asagida Konkar Mezrasi ve güllerinin kokusuyla ünlü Pozî Gulan (Gül Tepesi) göründü.
Çiçeklerin, ilginç taslarin ve enginlerin resimlerini çekerek tirmanmaya devam ettik. Az sonra tepede idik.
Tepedeki tas kulübe yikilmis, taslari saga sola saçilmis. Ama burayi ziyaret edenlerin renkli ipler ve bezler baglayarak dilekte bulunduklari bodur agaçlar, çalilar öylece duruyor. Tam tepeye ise birkaç akasya agaci dikilmis ve onlar büyümüs, kocaman olmuslar. Bu agaçlarin gölgesinde ve esen yelin verdigi serinlikle terimizi kuruttuk.
Sawa’nin eteginde bizim köyden baska, güney kesiminde Konkar Mezrasi, bati yönünde Kavaktepe köyü, daha ilerde Germisi, kuzey yönünde Qurçîk ve Silk köyleri vardir. Dogu’ya dogru Mohundu, Silk Deresi’nin öte yaninda yükselen yamaçlarda ise mese ormanlariyla kapli Hiran köyleri
Sawa’nin tepesinden dörtbir yana görüs mesafesi oldukça genistir, yüzlerce kilometreye ulasir. Kuzeye ve batiya dogru 2500 metreyi asan Mazgirt siradaglari, bu dizide yükselen Düzgün Dagi; onlarin üstünden 3400 metreyi bulan Munzur-Mercan siradaglarinin zirveleri; kuzeydogu yönünde Kigi sinirinda 3000 metreyi bulan Sulb û Sutar daglari, güney yönünde Malatya ve Elazig’dan geçip Bingöl yöresine uzanan Güneydogu Toroslar; bati yönünde Yesil Baba’nin üzerinden belli belirsiz görünen Elazig ve Malatya daglari
Güneye dogru Çarsancak Ovasi, Keban Baraji’nin Peri irmagi boyunca uzanan kolu, ötede enginlerde Palu Ovasi, Dogu’ya dogru Karakoçan seçilir.
Bu haliyle Sawa, genis ve derin bir çanagin ortasina konik biçimde konmus gibidir.
Çocuklugumda buranin ziyaretçilerinden biri de kartallardi. Onlar buradaki kayaliklarda mi barinirlardi, bilmiyorum; ama tepenin üstünde yüksekten uçusup süzülür ve kurbanin atilmis barsaklari ve diger artiklari ile beslenirlerdi.
Bu kez kartallara da rastlamadik. Belki bu dagin eskisi kadar ziyaretçisi olmadigi, kurbanlar kesilmedigi için, belki de baska nedenlerle. Ama Mohundu tarafindan gelen ve bizim köyün karakolu üstünden uçan bir askeri helikopter, Sawa’nin eteklerinden geçerek batiya, Mazgirt tarafina dogru gitti, az sonra da dönüp ayni yolu izleyerek gözden kayboldu.
Helikopterdekiler bizi gördüler mi, bilmiyorum. Bir arkadasim Malatya yöresinde bu tür askeri helikopterlerin yaban keçilerinin bol oldugu bir dagda, onlari nisangah seçerek dagda yaban keçisi birakmadiklarini anlatmisti. Neyse ki bizi yaban keçisi ya da baska bir sey sanmadilar! Belki de dag gezimiz su ‘baris süreci’ne rastladigi için sansliydik
Köy izlenimleri ‘ 4. Bölüm
D Ê D A R
Günü gelince göç edip giderler
Kemal Burkay
2 Temmuz’da Dersim merkezine ugradik, arkadaslarla görüstük ve Munzur kiyisinda yemek yedik. 3 Temmuz günü ise köyümüzde bir baska tepeye, Dêdar’a tirmandik.
Dêdar Kürtçede Ana Agaç anlamina geliyor. Burasi da bir ziyaret yeri ve köyümüzün kuzeyine düsüyor. Köylüler eskiden beri, özellikle de harmanlarini kaldirip rahatladiklari sonbahar günlerinde burayi ziyaret ediyor ve kurban kesiyorlar. Tepede yasli mese agaçlari var ve bu agaçlara kimse dokunmuyor. Tepenin dogu eteginde ise bir pinar var.
Sabahleyin, ortalik fazlaca isinmadan yola çiktik. Köyden Dêdar’a birkaç yoldan ulasilir. Biz köyün bati yakasindaki yolu izledik, Iram Dedelerin evinin önünden Govê’ye çiktik. Govê’nin üst basinda eskiden Ezîzî Alî Xidê’lerin evi vardi. Onlar göçüp gitmisler. Simdi tepedeki yeni evde komsumuz Sahismail Amca’nin torunlarindan Sinan, annesi ve kardesleriyle birlikte kaliyor. Bir pompa ile bu sirta Govê’nin suyunu tasiyip bu taslik alanda bahçe ve bostan yetistirmisler.
Orayi asinca önümüze bir baska tepe çikti. Sonra bir baska tepe ve bir baskasi Köylüler buraya Tata Silkê derler (Silk Tasligi) anlaminda. ‘Tat’ ekilip biçilmeyen taslik toprak ve bir tür otlaktir. Toprak hafif engebeli. Böylece dört tepeyi astiktan sonra Dêdar’a ulastik. Orasi besinci tepe idi
Yol boyunca otlarin, çalilarin ve enginlerin resimlerini çektik. Bizim köy çukurda kaldigi için buradan görünmüyor; ama güney yönünde Palu ovasi ve Güneydogu Toroslar, kuzey yönünde Mazgirt siradaglari, Dogu’ya dogru Bingöl daglari görünüyor. Bati yönünde ise iki gün önce tirmandigimiz Sawa var. Dêdar’in yüksekligi de Sawa’ya ulasmasa bile, ona yakin, 1800 metre dolaylarinda.
Güney yönünde, Govê’den sonra, Dêdar’a ulasincaya kadar orman yok, Meselikler Govê’de bitiyor. Toprak Sawa’da oldugu gibi dikenli ve dikensiz otlar ve çiçeklerle kapli. Ama Dêdar’in, Silk deresine dogru uçurumlar biçiminde inen kuzey yamaci gibi, dogu yamaci da mese ormaniyla kapli.
Tepeler arasinda toprak yer yer düzlük. Tas toplanip tarla açilmis, sonra otlaga dönmüs yerler de var. Burada bir yere ‘Bêdera Fillan’ (Ermeni Harmani) deniyor. Bu isim nerden geliyor, bilemem. Bizim evin birkaç yüz metre üst tarafina düsen düzlügün adi da ‘Dêrê’dir (Kilise). Kiliseden simdi bir iz kalmamis. 1930’lu-40’li yillarda bizim köyün okulunu yaptiklari zaman, söz konusu yikik kilisenin taslarini söküp tasimislar.
Belli ki bizim köyde eskiden Ermeniler yasarmis. Bir Kürt asiretine (Sadî) mensup olan bizimkiler ne zaman bu köye gelip yerlesmisler, köyü bir süre Ermenilerle paylasmislar mi, ya da Emeniler ne zaman göçüp gitmisler, bilmiyorum. Bu konuda köyümüzün yaslilarindan da fazla bir sey duymadim. Öyle anlasiliyor ki bizimkiler bu köye 2-3 yüzyil önce gelip yerlesmisler. Öte yandan bizim köydeki Ermenilerin göçünün 1915 olaylariyla bir ilgisi yok; bu çok daha önce olmus olmali. Benim çocuklugumda köyümüzde ‘Mala Qemî Fille’ (Ermeni Qemo Ailesi) denen bir aile de vardi. Dilleri Kürtçe idi ve inanç olarak da Alevilige uyum saglamislardi. Sonradan, özellikle 1950’lerden sonra, köyümüzden pek çok aile gibi onlar da göçtüler.
Dêdar’in bati yakasindaki sirtta taslik bir alan ilgimi çekiyor. Burasi bir yikinti gibi. Taslar sanki burada daha önce var olan bir yapidan kopup dagilmislar. Buradan ziyaret yerine uzanan kisimda ise yine benzer taslarin olusturdugu genis bir avlunun ve döseme taslardan olusan yolun izleri var.
Burasi geçmiste bir manastir miydi acaba? Dêdar’in bir ziyaret yeri olmasi belki de bundandir. Izleri Derya’ya ve Irfan’a gösterdim. Bu onlarin hiç ilgisini çekmemis ve daha önce de böyle bir sey duymamislar.
Sonra dogu yönündeki küçük tepeye, yasli mese agaçlarinin bulundugu ziyaret yerine dogru yürüdük. Kutsal sayildiklari için bu agaçlara dehre ya da balta dokunmamisti. Çevrelerindeki taslar dört bir yana saçilmislardi. Belli ki burada da tastan kulübeler varmis. Buradaki taslarin bir bölümü kursuni-kahverengi ve volkanik tipte iken, daha önce sözünü ettigim alandaki taslar beyazdi ve düzgünce kesilmis gibiydiler.
Orada bir süre agaçlari ve çevreyi resimledik, video ile görüntülemeye çalistik. Ne yazik ki fotograf makinem doluydu ve bunu iyi yapamadik.
Daha sonra tepenin dogu yamacindan asagi dogru indik, Bizim köyden gelip kuzeyde Çat ve Dawali köylerine giden yol buradan geçiyor. Bu köyler dere boyundadir ve eskiden bizimkiler oradaki degirmenlere zahirelerini götürür ögütürlerdi. Ben de çocukken esegimle bu yollardan degirmene gidip gelmisimdir
Köye bu yoldan, yani bu kez dogu yakasindan döndük. Yolumuzun üzerinde kirvem Kekil Dede’nin ve Momin gillerin evleri vardi. Kekil Dede artik hayatta degil ve kardesleri de köyden göçüp gitmisler. Momin gillerden ise simdi köyde çok az kimse kalmis.
Yolumuzun üzerinde bu yil wefat etmis olan Zülfü Amcalarin (Zilfî Alî Aysî Simê) evinin yanindan da geçtik, onun dikip büyüttügü dut agacinin meyvesinden yedik. Oglu Hüseyin yaz tatili nedeniyle köye gelmis, baba ocagini sen tutuyordu. Zülfü Amca babamin arkadasiydi. Babam 1981 yilinda vefat etmisti ve 80 yasindaydi; Zülfü Amca ise daha uzun yasadi 2014 yilinda bu dünyadan göçtü; yasi 110 dolaylarinda idi. 2011-2013 yillarinda köye ugradigimda Zülfü Amca bastonuna yaslanarak beni ziyarete gelmisti.
Köyün en iri ve uzun ömürlü agaçlari, eger dokunulmazlarsa meseler, dutlar ve cevizlerdir. Ama onlar gibi, yasli dostlar da günü gelince bir bir göçüp giderler
Dört günlük köy izlenimlerimi bitirirken köyüm (Dirban) için 22 yil önce, gurbette yazdigim bir siiri de buraya almak isterim. Siirin orijinali Kürtçe ve ‘Berf Fedî Dike’ (Kar Utanir) adli, Deng Yayinlari arasinda basilan kitabimda yer aliyor. Kürtçesindeki tadi vermese de, Kürtçe bilmeyen okurlar için onu ilk kez Türkçeye çeviriyorum. Orada geçen isimlerin çogu yukarda gezi notlarim arasinda geçti; okur onlar hakkinda belli bir fikir edinmistir.
D I R B A N
Carcaran li Govê, Kanya Sipî me
Li Kelemê Qerê, Pozî Gulan im
Sawa û Kêslîng, Dara Bahîvê
Li Tata Sîlkê û Serê Billan im
Xirêbe û Dostel û Goma Lotê
Hopik û Dêdar wek xewn û xeyal in
Perê min li der e
Koka min li wir e
Wek dara berûyê, gûzeke kevn
Li welat im, li Dirban im
Heziran 1992
D I R B A N
Bazen Govê’de, Beyaz Çesmede’yim
Qerê Meseliginde, Gül Tepesi’ndeyim
Sawa ve Kêsling, Badem Agaci (1)
Silk Tasligi’nda, Bilan Sirti’ndayim
Harabe (2) ve Dostel (3) ve Lotê’nin Komu
Hopik(4) ve Dêdar, düs-hayal gibiler
Kanadim disarda
Köküm orada
Bir mese agaci, yasli ceviz gibi
Ülkemdeyim, Dirban’dayim
Haziran 1992
(1) Badem Agaci (köyde bir yer ismi)
(2, 3, 4) Köyde yer isimleri
(Bitti)
Dengê Kurdistan