Makale

Leyla trajedisinin hatirlattiklari

D. Mirza

14 Haziran tarihli Hürriyet’i görür görmez „Aha yeni bir tuzak,’ diye söylendim kendi kendime. Bu, duygusal bir tepki degildi. Mürekkep yalamis her Kürt gibi ben de Hürriyet’i taniyorum. Eger isin içinde anti-Kürt bir plan, bir hesap olmasa, Türk sömürgeci sisteminin bu en dolaysiz temsilcisi, ne Leyla’yi ne de onun durumundaki baska bir Kürdü ana sayfasina tasimaz.

Yaziyi hizla okudum. Leyla, bu yazida barisin saglanmasi için görüslerini belirtiyor; PKK, AKP ve BDP ile ilgili degerlendirmelerde bulunuyor. Kisisel düzeyde ise Basbakan Erdogan’i alabildigine övüyor, ona duydugu güveni belirtiyor ve sorunu ancak onun çözüme kavusturulabileceginin altini çiziyor.

Sahsen, silahlarin susturulmasi konusunda söylenen samimi her sözü önemsiyorum. Bu, Leyla’nin söyledikleri için de geçerlidir. Evet, sahnedeki bu kanli ve kirli oyun durmali, durmali ama nasil?

Onun söyledigi gibi Erdogan bu isi çözebilir mi? Büyük ölçüde evet. Birden çok bölgesel aktörün etkisi olsa ve bu aktörler devam etsin diye parmak oynatsalar da, Erdogan istedigi taktirde, ana gövdesi itibariyle savasi kisa sürede durdurabilir. Peki Erdogan bunu istiyor mu? Hayir, onun böyle gündemi yok. Erdoogan, Güney Afrikali De Clark degil. O, ne Irlanda sorununu çözüme kavusturmaya kararli John Major ile Tony Blair’e de benziyor, ne de fasist rejimler sonrasi Portekiz ve Ispanya yönetcilerine.

Çünkü silahlarin susmasini istemek, samimi olarak baristan yana olmak demektir. Kalici bir barisin gerçeklesmesi ise Kürt sorunun esitlik ve özgürlük temelinde çözümü ile dogrudan baglantilidir.

Oysa, din parfümlü bir kemalistten öte bir sey olmayan Türk Basbakani, Kürt sorunun varligini bile kabul etmiyor. Böyle biri, silahi ve siddeti gündemden nasil çikartabilir ki? Ama yine de keske Leyla hakli çiksa ve Türk basbakani, bu günkünden farkli bir görüntü ile kamuoyunun karsisinai çiksa da biz de bu ölüm dansini daha fazla seyretmek zorunda kalmasak.

Neyse, benim bu satirlari ele almaktaki esas amacim, ‘silah ne zaman ve nasil birakilir’ sorusuna yanit aramak degil. Benim amacim, Leyla’nin Kürt sorunu olarak bilinen sorun ve Kürt-Türk iliskisi ile ilgili yaptigi bir degerlendirmeyi ele almaktir. Leyla, bir soru üzerine bu konuda sunlari söylüyor:

„Ben de dünyanin çesitli noktalarindaki sorunlarla Türkiye’deki mesele arasinda banzerlikler kuruldugunu görüyorum ve, ancak ben buna siddetle karsiyim. Çünkü Türkler ve Kürtler bir ailedir. … Her alanda tarihi bir birliktelik var. Paylasmislik var. Bence en temel noktada Israil-Filistin veya Israil-Iran eksenindeki çatismalarin aksine birbirini tamamen reddetme, yok olsun üzerinde mücadele söz konusu degil…„

Kuskusuz, bu ve buna benzer görüsler sadece Leyla’ya ait de degiller. Hem Kürtler ve hem de Türkler arasinda benzer saptamalarda bulunanlara sik sik rastlamaktayiz.

Bana göre bu, gerçek durumla bagdasmayan, temelsiz bir degerlendirmedir, basta sona yanlistir. Neden böyle, kisaca degineyim:

„Kürtler ve Türkler bir ailedir’ diyebilmek için ne tarihi, ne kültürel, ne ekonomik ve ne de psikolojik olarak her hangi bir neden var. Tersine bunlar biri irani, ötekisi ise turani olan iki ayri ailedirler. Bu bakimdan, örnegin Kürtlerle Ermeniler ya da Kürtlerle Fars, Beluci ve öteki irani halklar arasinda var olan pek çok ortak noktaya Kürtlerle Türkler arasinda rastlanmiyor. Türklerle ayni dili konusmuyoruz, kültürlerimiz bir degil, tarihlerimiz, istem ve özlemlerimiz yani hayallerimiz birbirini tutmuyor vs. Bir olmak surda kalsin çogunlukla bütün bu alanlarda catisma halindeyiz.

Türkler, bu gün üzerinde yasaadiklari topraklara geldiklerinden bu yana, bu iki aile arasinda zaman zaman bir araya gelmeler ve uzlasmalar oldu, ama bu tür „dostane’ iliskiler hiç bir zaman uzun ömürlü ve kalici olamadi. Türkler, bu koca tarih diliminde bir kez olsun verdikleri sözlerde durmus degiller. Kürtler arasinda, Türk yöntimlerin bu ikiyüzlü ve barbarca politikalari „Bexta Romê tune’ , Rom bêbext e’ „Rom xayîn e’ türü sözlerle dile getirilir. Kürt halk türküleri de bunun örnekleriyle doludur.

Ayrica bu iliskilerde tayin edici olan ve asil kazançli çikan hep Türk tarafidir. Kürt egemenler, zaman zaman bunlardan çikar saglasalar da sürekli ikinci plandalar. Bazen ikinci planda ortaklar ama asil olarak „efendiye hizmet sunan,’ hatta bu yüzden onlar hesabina baskalarina zarar veren bir pozisyona sahipler.

Bu bakimdan, Leyla’nin söylediklerini aksine, Kürtlerle Türkler arasinda hiç bir alanda ortak paylasimdan da bahsedilemez. Çünki Kürt-Türk iliskisi, bir efendi-köle iliskisi bile degil. Kölenin hiç degilse adi var, oysa biz buna da sahip degiliz.

Isterseniz bir an için durun, nefesiniz tutun ve çevrenize söyle bir göz gezdirin; bunu yaptiginizda göreceksiniz ki Türkiye’de A’dan Z’ye kadar her sey Türk ile baslayip Türk ile bitiyor. Kürt ise sanki buharlasip uçmus, hiç bir yerde göze çarpmiyor. Mezar taslarinda bile yok adi. Bu nasil birliktelik, paylasimcilik ve kardesliktir ki, Kürdün ülkesinde dagin, tasin adina dahi tahammül gösterilmiyor, habire degistirilip türkçelestiriliyorlar.

Dogrusu insan merak ediyor, acaba böyle bir birliktelik ve paylasim oldugu için mi „Bu yemini Kürt ve Türk halklarinin kardesligi için ediyorum’ diyen Leyla hanim, apar-topar hapisleri boyladi da 10 yildan fazla cezaevinde kaldi?

Leyla’nin Israil-Filistin, Israil-Iran iliskileri konusunda söyledikleri de tam bir curcuna. Bir kere, bu iliskideki inkar iki tarafli degil, tek yanlidir. Iran devleti ile onun güdümündeki kimi Filsitinli örgütlerin Israili yok etme söylemleri disinda, kimse kimseyi reddetmiyor. Diyelim ki Israil, Filistin denilen ülkeyi, bu adla adlandirilan halki inkar etmiyor. Filistin’e, Kuzey, Güney ya da Dogu Israil gibi ucube adlar takmiyor. Hatta ilkesel olarak bir Filistin devletinin kurulmasina karsi degil. Kimse Filsitinlilere „Filistin asilli Yahudiler’ de demiyor. Filistin halkinin parlamentosu, hükümeti, her türden ekonomik, sosyal ve kültürel kurumlari var. Bu halk, yasamin her alaninda kendi dilini kullaniyor. Kimse „Benim dediklerime boyun egerseniz, çocuklariniza, kendi ana dilerini seçmeli ders olarak okuma hakki vermeyi düsünebilirim, o da ortaokuldan sonra’ seklinde komik oyunlarla onlari oyalamaya kalkismiyor, daha dogrusu onlarla dalga geçmiyor.

Filistinli çocuklar, her sabah „Varligim Yahudi varligina armagan olsun, Ne mutlu Yahudiyim diyene’ gibi yeminler de etmiyorlar.

Özetleyecek olursak; Türkler, bu gün üzerinde yasadiklari topraklara yaklasik bin yil önce geldiler. Bu bin yilik tarih, bastan sona bir isgal, yakip yikma, yagmalama ve katliam tarihidir. Su son yüz yilda ise bütün bunlara bir de irkçilik eklendi. Türk politik sistemi tartismasiz yer küremizin bu yüzyildaki en uzun ömürlü irkçi, söven ve asimilasyoncu sistemidir. Kemalizmin bir kopyasi olan 12 yilik nazizm bir yana, bu yüzyilin en gaddar, en acimasiz irkçi uygulamalari bu topraklarda gerçeklesti.

Bu topraklarin en kadim halklari olan Rumlara, Ermenilere ve Süryanilere yapilanlar, Kürtlerin basina gelenler, saniyorum Türk siyasi literatüründe esitligin, kardesligin, paylasimciligin ve birligin ne anlama geldigini anlamak için yeterlidir. Leyla hanima, firsati olursa, Mevlana’nin 900 küsur yil önce bu konu ile ilgili olarak söylediklerini okumasini önermek isterim.

Kisacasi, Leyla hanim, tarihi ve sosyal gerçekleri politik bir manevraya kurban etmis. Sadece halk olarak degil, aile olarak, birey olarak ta kendisine en büyük acilari tattiran sisteme hak etmedigi payeler vermeye kalkismis. Hem de bunu, logosunda „Türkiye Türklerindir’ slogani yazili, zulmün ve her türlü kötülügün savunucusu bir gazetede yapmis. Bence olayin en trajik yani da budur.

D. Mirza

Balkêş e ?
Close
Back to top button