Linç güruhuna cevap-1 Yüzü kara olanin eli kara çalar

Linç güruhuna cevap
1.
Yüzü kara olanin eli kara çalar
Türkiye’de 30-40 yil öncesi en önemli yarilma sag-sol’du. Simdi ise bu yarilma kalmamis, sosyalist sistem yikildiktan ve özellikle bu ülkede solcularin birçogu havlu attiktan, kalan örgütler de marjinal hale geldikten sonra sag sol çatismasi tavsamis. Ama bu kez baska siddetli yarilmalar var, nerdeyse her önemli konuda: Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-dindar, vb
Benim yurda dönüsüm de toplumda küçük ölçekte bir yarilmaya yol açti: Dost ve arkadaslarim gibi birçok iyi niyetli, barissever insan buna sevindiler, bana kucak açtilar, kitlesel biçimde karsilayip bagirlarina bastilar ve bu durum birkaç aydir sürdürdügüm geziler nedeniyle ülkenin çesitli yerlerinde kendini tekrarliyor. Öte yandan bir kesim dönüsümü daha bastan kuskuyla, kaygiyla karsiladi, bunu bir AKP projesi gibi sunmaya çalistilar.
Okurlarim hatirlarlar, yurda döndükten sonra yazdigim ’31 yil sonra, yurt içinden’ baslikli yazimda bu duruma deginmistim. Söz konusu yaziyi da bu yazimin altina aliyorum; onu okumamis olan okurlarimin bilgisine sunmak, okumus olanlarin ise isterlerse, bir kez daha göz gezdirip hafizalarini tazeleyebilmeleri için.
Aslinda bu yazida söylenmesi gereken her sey söylenmistir. Bu yazidan ve o dönemde verdigim tüm mesajlardan anlasilacagi üzere benim derdim PKK veya Öcalan degil. Bu yastan sonra baskalariyla bölüsmek için çekisecegim herhangi bir post hirsim da yok. Ne belediye baskani olma derdim var, ne milletvekili ya da bakan Olsa geçmiste olurdu. Oysa geçmiste de böyle seyleri, birçoklarinin ugruna -onurlari dahil- pek çok sey verdigi postu da parayi da ayagimla ittim.
Peki niye döndüm? Ben, söz konusu yazimda da belirttigim gibi, hem ülkemi özledigim ve buna firsat çiktigi için döndüm ‘kosullari olsa daha yurt disina çiktigim ilk yil, yani 1980’de dönerdim- hem de, Kürt halkinin özgürlügünü de kapsayan demokrasi ve baris mücadelesine destek vermek için geldim.
Ama yeminli muarizlarim orada durmadilar. Bana iliskin haksiz suçlamalarin dozunu zaman içinde giderek arttirdilar, yalan, iftira ve tahdit ile de besleyerek tam bir linçe dönüstürdüler. Isaret fisegini önce PKK’nin dagdaki komutani ve kendisini yakindan taniyanlarca öteden beri derin devletin adami olarak bilinen Duran Kalkan baslatti. Ardindan siraya dizilmis gibi Murat Karayilan, Cemil Bayik geldi. Bunu Özgür Politika ve Özgür Gündemdeki öteki PKK kalemsorlari, devsirmeler izledi Daha bir yildir siyaset sahnesine çikmis bazi nevzuhur eshas bu kervana eklendi. Firat Haber Ajansi (ANF) denen ajans ise bu linç eyleminin koordinasyonunu yapiyor.
Bu durumda susmak olmaz, bu baylara tek tek cevap vermesem de onlar toplu bir cevabi hak ettiler.
Linç güruhunun derdi nedir? Tezlerinden biri, baslicasi, benim AK Parti’nin politikalarina destek vermek için döndügümdür, hatta AK Parti’nin beni getirttigidir. Öncelikle bu konu üstünde duralim:
Beni AK Parti mi Getirtti? Dönüsüm bir AK Parti Projesi midir?
Ben 31 yildir yurt disinda yasamak zorunda kalan bir Kürt siyaset adami ve sairim. Darbenin ayak seslerinin geldigi günlerde yurttan ayrildim, darbe olunca da dönemedim. 31 yil süreyle yurt disinda arkadaslarimla birlikte Cunta’ya ve onun olusturdugu fasizan sisteme karsi araliksiz mücadele ettim, demokrasi güçlerine destek verdim, Kürt sorununu uluslararasi platformlarda dile getirdim ve çözümü için çaba gösterdim. Bu yüzden fasist çevrelerce PKK’dan daha tehlikeli ilan edildik, yoldaslarim vuruldular (hem de PKK eliyle), ben de nice tehdide hedef oldum. Benim durumumda biri, zaten dogal olarak yurduna dönmek istemez mi? Yurt disindaki siyasi mültecilerin tamami bunu düsünmez ve istemezler mi?
Degerli Muhsin Kizilkaya’nin deyisiyle, benim de dönüsümle ilgili spekülasyon yapanlar kadar bu ülkede yasama hakkim yok mu?
Öte yandan, yurda ilk dönen siyasi mülteci ben miyim? Sol politik saflarda siyaset yapan, ya da Kürt örgütlerinde yöneticilik, baskanlik, sekreterlik, MK üyeligi dahil, çok çesitli görevler yapmis olan pek çok kisi, onlarca ve yüzlerce kisi, benden çok önce dönmediler mi?
Kaldi ki son 10-15 yildan bu yana dost ve iyi niyetli insanlar dönmemi önermekte ve yasal bir engel kalmadigini söylemekte idiler. Karsitlarim ise yurt disinda yasamami bir suç gibi göstermekte idiler. Ne gariptir ki dün yurt disinda oldugum için beni suçlamaya kalkanlar, simdi de dönüsümü ‘Neden simdi?’ diye sorgulamaktalar
Bence dönüs kosullari yoktu, en azindan 1980’de hakkimda açilmis parti davasi, aradan 30 yil geçmis olmasina ragmen (ki zamanasimi süresi 10 yil, uzatmalarla birlikte 15 yildir) hâlâ sürmekte idi. Bu dava ancak önceki yil mart ayinda düstü. Buna hükümet adamlarinin, bana, Sivan Perwer’e ve benzer durumdaki kisilere yönelik çagrilari da eklenince, birçok arkadasimin hâlâ süregelen kaygilarina ragmen, kimi riskleri de göze alarak döndüm.
Öyleyse benim dönüsüme iliskin bu baylarin tepkisi neden?
Dönüste iyi karsilanmis olmam bir suç mu?
Bu çevreler dönüste iyi karsilanmis olmami dillerine doladilar. Evet, iyi karsilandim. Öncelikle yakinlarim, dost ve arkadaslarim, ülkenin dört bir yanindan Istanbul’a kosup geldiler. Bu yüzden hava alaninda izdiham yasandi. Bu ilgi ve sevgiden elbet onur duydum. Bu, 50 yildir sürdürdügüm mücadeleme, görüslerime bir destegi, sahiplenmeyi ifade ediyordu.
Kürt cephesinde ve sol cenahta bazilari bu ilgiden rahatsiz mi oldular acaba? Evet, sanirim oldular. Çünkü bizim cephede görünüp oklarini hep bize çevirmis olanlar, kiskançlar, haset duyanlar, asiretçi kafasi ve kör mezhep kavgasi anlayisiyla olaylara bakanlar bu ülkede, hem Kürtler hem Türkler arasinda az degildir. 1991 yilinda yazdigim ‘Panzehir’ adli siirimde söyle diyordum:
PANZEHIR
Baris ve özgürlük kavgasinda
Basi dik, onurlu, direngen
Bir ersen
Dostun da çok olur, düsmanin da
Kimi de sözde senin kampinda
Oklari sana çevriktir
Kiskanç cüceler, dönekler, serefsizler ordusu…
Ama sen çetin ceviz ol
Daha da hirsla saril ise
Tarlani ek biç, donat ürünlerle
Tüm kötülüklerin panzehiri odur
Peki Hükümetin dönüsüme olumlu yaklasimi bir suç mu?
Bazilari, hükümetin dönüsüme olumlu yaklasimini dillerine doladilar ve bu konuda hâlâ spekülasyon yapmayi sürdürüyorlar. Sözde VIP kapisindan geçmisim… Yalan. Sözde kaldigim oteldeki masraflarimi AKP ödemis Kuyruklu yalan.
Ama idare ve polis, medyanin ve kitlenin ilgisini de göz önüne alarak, herhalde olumsuz bir olay yasanmamasi için dogal olarak bazi tedbirler almisti. Bu kapsamda Istanbul Vali Muavini de oradaydi ve bana Kürtçe ‘Tu bi xêr hatî’ (Hos geldiniz) deme inceligini gösterdi. Daha sonra da bilindigi gibi, gelen davet üzerine Avrupa islerinden sorumlu Bakan, sayin Egemen Bagis’la görüstüm. Ertesi gün de Kültür Bakani sayin Ertugrul Günay’la.
Yeminli muarizlarim iste bunu, yani hükümet adamlariyla görüsmüs olmami büyük bir suç, gelisimin AK Parti projesinin bir ürünü oldugunun kaniti olarak göstermek istiyorlar.
Evet, ben bir Kürt siyaset adamiyim ve bu yüzden geçmiste çok baskilar gördüm, hapislerde yattim, iskence gördüm ve son 31 yil da sürgünde yasadim. Ben Kürt sorununda bir tarafim. Biz öteden beri, Kürt sorununun çözümü için Türk devlet adamlariyla görüsmeyi, diyalogu, barisçi ve adil bir çözümü savunmuyor muyuz? Bu durumda benim muhataplarimla, yani Türk devlet adamlariyla görüsmem suç mudur?
Bu görüsme gizli kapakli degildi, medyanin gözleri önünde cereyan etti. Verdigim mesajlar açik, Kürt davasina zarar verecek tek söz etmedim. ‘Hizmet’ önermedim, ‘pismanim’ demedim, ‘ne istiyorsaniz onu yapayim’ hiç demedim
32 yil önce ülkede iken ve 31 yil boyunca yurt disinda iken ne diyorsam yine onlari söyledim; silahlarin susmasini, esitlik temelinde Kürt sorunun çözümünü önerdim.
Bunun suçlanacak bir tarafi var mi? Devlet adamlariyla görüsmemi bir suç gibi gösterenler, ya siyasetten hiçbir sey anlamayan zavallilardir, ya da çok iyi anladiklari halde, su veya bu nedenle olup bitenleri ters yüz eden sahtekârlardir.
Ama bu kazani kaynatanlar hiç de bu tür iliskileri anlamayacak kadar zavalli degiller. Onlarin dediklerine kanacak kadar zavalli olanlar bu ülkede bol miktarda bulunsa bile, kendileri cin gibiler. Gerçekte hükümetin kendileriyle görüsmesi için can atiyorlar. Bir dönem Abdullah Öcalan, Sam’da bulundugu dönemde yana yakila söyle diyordu: ‘Hiç degilse bir onbasi gönderin, görüselim!’
Bunlarin bütün dertleri hükümet adamlarinin neden benimle görüstügüdür. Kendi payima, benim böylesine kisisel bir tutkum, beklentim olmadi. Ben basi dik bir adamim. Yurt disinda oldugum dönemde de, Kürdistan Sosyalist Partisi’nin genel sekreteri ve bir Kürt politikaci olarak çesitli ülkelerde pek çok devlet adamiyla, parlamento baskanlariyla, disisleri bakanlari, hatta basbakanlarla görüstüm. Her durumda esit bir partner gibi davrandim, çünkü bir partiyi temsil etmekten öte bir halki temsil ettigim kanisindaydim.
Yüzü kara olanin eli kara çalar
PKK’ya gelince, onlarin ‘serok’ ve ‘irademiz’ deyip putlastirdiklari Öcalan, yillardir bulundugu Imrali’da Türk Genelkurmayinin subaylariyla (ki bunlarin çogu su anda Silivri’de Ergenekon davasindan yargilanmaktalar) görüsmekte ve orada kendisine dikte edilenler avukatlar eliyle, ‘görüsme notlari’ vs. adi altinda örgüte ve bagli kurumlara iletilmekte idi.
Ergenekon’un elinin zayifladigi ve hükümetin MIT kanaliyla devreye girdigi son dönemde ise Öcalan ve PKK’nin, Imrali’da, Norveç’te ve dolayli olarak Kandil’de MIT elamanlariyla görüstügünü artik kamuoyu biliyor. Peki bu kapali perdeler arkasinda ne kosuldu? Kürt halki adina ne pazarliklar yapildi? Bunu bilmiyoruz.
PKK’nin 2011 Haziran seçimleri sonrasi zincirleme silahli eylemlere yönelip bu süreci Öcalan’a ragmen, onu da baypas ederek sabote etmesi ise ayri bir soru konusudur. Bence bu derin devletin bir oyunu idi ve sadece çözüm ve baris karsitlarina, yani statükocu güçlere yaradi.
Sonuç olarak diyecegim su: Önemli olan benim, PKK’nin veya baskasinin Türk devlet ve hükümet adamlariyla görüsmesi degil, bu görüsmelerde ne konusuldugudur. Çözüm için diyalog gereklidir, bundan da öte zorunludur. Önemli olan kimin ne talep ettigidir. Bu konuda alnim açik. Kürt halkinin hakli taleplerinden bir milim gerilemis degilim. Bu talepleri bulundugum her platformda yüreklice savundum. Bu konuda bana çamur atanlar tam bir vicdansizlik yapiyorlar.
Bu çamur, aslinda kendileri utanç verici bir konumda olanlarin attigi çamurdur. Bunlar bataktadirlar ve bulunduklari yerde çamur bol. Bunlarin yüzü karadir ve ‘hem suçlu hem güçlü’dürler. Bir siirimde de söyle diyordum:
‘Yüzü kara olanin eli kara çalar.’
(devam edecek)
————
31 yil sonra, yurt içinden
Kemal Burkay
14 Agustos 2011
Degerli okurlar,
Dengê Kurdistan sitesinde yayimlanan son köse yazimin üzerinden bir ayi askin zaman geçti. 6 Temmuz’da dönüs günümü açikladiktan sonra hem medyanin yogun ilgisi, hem dönüs hazirliklari yüzünden ayrica köse yazilari yazamadim.
Simdi ülkedeyim. Dönüs öncesi ve sonrasi yasadiklarim medyaya ve bu arada bizim siteye genis biçimde yansidi. Bilindigi gibi, dönüsüme hem dost ve arkadaslarimin, hem medyanin ve kamuoyunun ilgisi yogun oldu. Bu kadarini beklemiyordum. Bu ise emek veren, zaman ayiran, beni ugurlamak veya karsilamak için yorulan; yazilari, mesajlari ve telefonlari ile dostça ilgilerini esirgemeyen herkese bir kez daha tesekkür ediyorum.
Dönüsümden bir gün önce, 29 Temmuz’da arkadaslarimin girisimiyle Stokholm’de benim için bir veda toplantisi düzenlendi. Bu toplantiya Isveç’ten ve Isveç disindan pek çok arkadasim ve degisik çevrelerden, örgütlerden Kürt dostlarim katildilar. 30 Temmuz günü ise yakinlarim, dost ve arkadaslarim tarafindan ugurlandim. Ayni uçakta hem bir grup arkadasim, hem de benimle söylesi yapip birlikte dönmek için Stokholm’e gelmis olan bir grup gazeteci vardi, ki bunlar arasinda Cihan Haber ajansindan Selahattin Sevi, Star Gazetesi’nden Melih Duvakli, Sabah Gazetesi’nden Ertugrul Erbas ve daha 1960’li yillardan dostum ve arkadasim olan Oral Çalislar da vardilar.
Istanbul’a indigimizde hem bu kentteki, hem de ülkenin degisik bölgelerinden -Ankara, Izmir, Adana, Konya, Diyarbakir, Dersim, Agri, Van, Mardin yörelerinden gelmis çok sayida dost ve arkadas tarafindan karsilandik. Medyanin yogun ilgisi ile dost ve arkadaslarimin heyecani yüzünden izdiham yasandi ve havaalaninda kendilerini kisaca da olsa selamlayamadim, medyaya demeç veremedim. Bunu daha sonra gittigimiz Taksim’deki Hill Otel’de düzenlenen toplantida yapabildim.
Medyaya yansidigi gibi, havaalanindan disariya vip kapisindan geçmedim, normal yolcularin da kullandigi bir kapidan geçtim. Ancak elbet iyi karsilandim. Geldigimin hemen ertesi günü, Avrupa Birligi’nden sorumlu bakan, sayin Egemen Bagis görüsme istegini iletti ve bunun üzerine kendisiyle Ortaköy’deki bürosunda görüstüm. Ertesi gün de Kültür Bakani sayin Ertugrul Günay kaldigim otele kadar gelme nezaketini gösterdi ve orada bir görüsme yaptik. Bu görüsmelerin ikisi de kamuoyuna yansidi. Her iki görüsmenin ardindan basina verdigim demeçlerde, silahlarin karsilikli susmasina, Kürt sorununda diyaloga ve esitlik temelinde barisçi bir çözüme sans taninmasina iliskin ve öteden beri dile getirdigim görüslerimi özetle tekrarladim. Bundan böyle de bu dogrultudaki çaba ve girisimlere destek verecegimi söyledim.
Uygarca bir diyalogun önemini kavramayan, buna alisik olmayan, ayrica bana karsi önyargilarindan bir türlü kurtulamayan bazi kisi ve çevrelerin bu görüsmeler nedeniyle yine rahatsiz olduklarini, çarpitmalara basvurduklarini görüyorum. Oysa huzursuz olmalari için bir neden yok. Daha yurda dönmeden önce de çesitli vesilelerle dile getirdigim gibi, ben dün neysem bugün de oyum, dün yurt disinda neleri dile getirdimse bugün de dile getirdigim odur. Gerek CNN Türk’te Ahmet Hakan’la, gerek Habertürk’te Yasemin Güneri ile yaptigimiz uzun söylesiler de bunun kaniti. Buna ragmen beni karalamak için firsat kollayan ve akil almaz zorlamalara, yakistirmalara basvuran kimilerine ise, 1965’te, yani 46 yil önce yazdigim ve ‘Prangalar’ adli siir kitabimda basilan ‘Küp Içinde Sinek’ adli uzun siirimdeki su iki misra ile cevap vereyim:
‘Ben hep o adamim ‘ Yani senin bir türlü tanimadigin
’
Evet, beni bir türlü taniyip anlamayan veya anlamak istemeyen bu türden ‘küp içinde sinek’lere verecegim cevap bundan ibarettir.
Istanbul’da kaldigim bir haftalik süre içinde bunun yani sira, kaldigim otelde ve onuruma verilen yemekte, aralarinda Ismail Besikçi, Sisli Belediye Baskani Mustafa Sarigül, Kurd-Kav yöneticileri ve çok sayida dost ve arkadasla, medya mensuplariyla, yazar ve sanatçi dostlarla görüsüp sohbet etme imkanim oldu. Anadolu yakasindaki Dilovasi’nda arkadasim Nurettin Basut’un mezarini ziyaret ettim. Kizlarim Evin ve Berivan’la kiz kardesim Sabriye ve yegenim Dilovan’in evlerine ugradim. Yine bu süre zarfinda BDP Grubu baskani sayin Selahattin Demirtas ile eski dost ve arkadasim Serafettin Elçi, CHP Genel Baskan Vekili Sezgin Tanrikulu’nun da aralarinda bulundugu çok sayida örgüt temsilcisi, dost ve arkadas tarafindan telefonla arandim.
Bir hafta sonra Ankara’ya geçtim. Burada da ilk günlerde kaldigim Neva Palas’ta ve onuruma düzenlenen yemekte çok sayida eski ve yeni dost ve arkadaslarimla, medya mensuplariyla, yazarlarla görüstüm. Kiz kardesim Inci’ye ugradim. Bundan böyle, bir aksilik olmaz ve programimiz düzenli yürürse önce Diyarbekir’e, ardindan Dersim’e ve oradaki köyüme gidecegim.
Verdigim mesajlarin yalniz Kürt kamuoyunda degil, Türk kamuoyunda da iyi niyetli tüm çevrelerde ve siradan insanlar üzerinde olumlu bir etki yarattigini gördüm. Bazen sokakta veya yemekte rastladigim ve beni TV’deki söylesilerden veya gazetelerdeki resimlerimden taniyan kisilerin sicak ilgisine tanik oldum. Bir kez daha söyleyeyim ki böylesine sicak bir ilgiyi beklemiyordum. Hükümet adamlarindan medyaya, yazar ve sanatçilardan sokaktaki siradan insana kadar, tüm bu insanlarin benim dönüsüme gösterdikleri ilgi ve verdikleri deger, oynayabilecegim rolle ilgili beklentileri hem beni hosnut etti, hem de ürküttü. Hosnut etti, çünkü yillardir kararlica izledigimiz politik çizginin ve verdigimiz mesajlarin bosa gitmedigini, tüm engellere ragmen topluma ulastigini ve onay buldugunu gördüm. Beni ürküttü, çünkü söz konusu rolü oynamak için benim ve arkadaslarimin elinde yeterli güç yok. Hayalci degilim ve siyasetin ayni zamanda güç dengelerine bagli oldugunu, en azindan yeterli kitle destegine dayanarak yürütüldügünü bilirim.
Belli ki hem Kürt, hem Türk kesiminde, kitleler ve ezici çogunluk yillardir süregelen bu çatisma ve gerilim ortamindan bikmis. Insanlar akan kanin artik durmasini istiyor; bir uzlasmaya varilmasini, siyasetin normallesmesini, sorunlarin çözümünü, özetle baris ve demokrasi istiyorlar.
Buna ve kendi rolüme iliskin olarak verdigim mesaji burada bir kez daha okurlarimla paylasmak isterim: Gerçekçiyim, tek basima muhatap olmak gibi bir iddia ve beklenti içinde degilim. Kendisinde böylesi olaganüstü güçler vehmeden insanlardan degilim. Muhatap alinmayi bekleyip umduklarini bulamayanlar da bu nedenle endise etmesinler ve kendi politikalarini gözden geçirsinler; yillardir ne yapip yapmadiklarina baksinlar, kitlelerin sesine ve beklentilerine kulak versinler.
Bana kalsa, bunca uzun ve yogun geçen bir siyasi mücadeleden sonra, 74 yasimda, siyaseti artik gençlere birakip kendi köyümde veya ülkemin sirin bir kasabasinda emeklilik yillarimi geçirmek isterdim. Ama 45-50 yil önce nasil halka ve topluma, ayni zamanda kendi vicdanima karsi sorumluluk duyup ezilenlerin ve özgürlükten yoksun halkimin saflarinda siyasi mücadeleye giristimse, bugün de onlarin umut ve beklentilerini görüp yine ayni nedenlerle kenara çekilme hakkini kendimde görmüyorum. Yapabildigim kadariyla çözüm yönündeki görüs ve önerilerimi kamuoyuna sunmaya ve kimden gelirse gelsin, çözüm, yani demokrasi ve özgürlük yönündeki tüm olumlu adimlari desteklemeye devam edecegim. Benim bir siyaset adami, aydin ve sair olarak yapabilecegim budur ve bundan geri kalmayacagimdan dostlarim ve tüm okurlarim emin olsunlar.
Geçmiste oldugu gibi inaniyorum ki, esitlik temelinde bir çözümü ve çagdas bir demokrasiyi gerçeklestirebilirsek, bu ülkede Kürt halki ve Türk halki baris içinde bir arada yasayabilir. Bence ülkemize ve tüm Ortadogu’ya sunacagimiz gelecek budur, bu olmalidir; süregiden bir kavga, kin ve düsmanlik degil.
Not: Ülke ile ilgili diger izlenimlere deginmeyi gelecek yaziya biraktim.
Kemal Burkay