Haber

Mesud Tek ile Röportaj


Röportaj
Kürdistan’in kara çocugu,
Ve PSK’nin genel sekreteri Mesud Tek!

Kejé Bémal

Hani bazi insanlar vardir, onlarin hakkindaki ön yarginiz ne olursa olsun, dogru sonuç vermez. Gerçek yargi için mutlaka tanimaniz gerekir. Sayin Mesud Tek bunlardan biri. Merak ettim ve yanina gittim. Istedim ki, O’nu O’ndan dinleyelim. Öncelikle sunu belirtmeliyim ki, hayatimda gördügüm en centilmen erkeklerden biri ve inanilmaz misafirperver. Müthis bir enerjisi var. Bir anda sizi sarip sarmaliyor bu enerji. Kendinizi mutlak güvende ve huzurlu hissetmenize sebep oluyor. Öyle göründügü gibi sessiz, sakin ve mülayim de degil! Müthis bir kültürel donanimi ve kendi arenasinda olan biten her seye, muhtesem bir hakimiyeti var. Üstelik birçogunuzun düsündügü gibi Avrupa’da falan da degil. Kürdistan’in orta yerinde, mücadelesini verdigi cografyanin ve halkinin nabzini tutarak yasiyor. Ben anlatmaya kalkarsam sanirim bu girisi bitiremem, kendisini ve yüregine öyle güzel; öyle yalin ve öyle dürüstçe açti ki; buyurun siz taniyin ve karar verin.

Iste, es, baba, Kürdistan’in kara çocugu, Ve PSK’nin genel sekreteri Mesud Tek!

Yalniz müsadenizle sunu belirtmeden geçemeyecegim; hayatima özlem ve sevgi adina yeni birini kattigi için ve ilk gençliginden bu yana ömrünü gözünü kirpmadan Kürt Halki ve Özgür Kürdistan mücadelesine adadigi için O’na herkesin huzurunda halkim ve kendi adima sükranlarimi sunarim.

Bütün röportajlar klasik bir cümle ile baslar. ‘Bize kisaca kendinizi tanitir misiniz?’ Bu röportaj böyle baslamayacak, tam tersine bize uzunca kendinizi tanitir misiniz? Hikaye nerede basliyor?

Ben Dersimli bir Zaza-Alevi ailenin çocuguyum. Elazig’da dünyaya geldim. Ilk orta ve liseyi Elazig’da okudum. Üniversite egitimi için Diyarbakir’a geldim, 1972 yilindan 1980 yilina kadar Diyarbakir’da kaldim.

Hangi bölüm?
Önce Egitim Enstitüsü Matematik Bölümü’ndeydim, sonra oradan vazgeçtim. Fen Fakültesi Botanik Bölümü, ondan da vazgeçtim sonra Kimya bölümü… Ama sag olsun Kenan Evren birakmadi bitireyim. Darbe ile birlikte daha dogrusu darbeden önce yurtdisina çikmak zorunda kaldim.

Kimligimi asil olarak Diyarbakir’da buldugumu söyleyebilirim.

Evliyim, iki çocugum var, biri kiz, kizim büyük, bir tane de oglum var. Yeterli mi? Yoksa…

Hayir… Kimligimi buldum dediginiz yere dönecegim. Kimlik bulmaktan kastiniz nedir?
Simdi, Dersimli ailelerin evinde hep 38’de yasananlar anlatilir. Çünkü her ailenin Dersim direnisinden ya da katliamindan kalan bir yarasi vardir. Bu yara sürekli kanar. Insanlar bir araya geldiklerinde sikca bu konudan bahsederler. Dolayisiyla ben de kardeslerimle birlikte Dersim’de yasanan katliamlarla ilgili anlatilanlarla büyüdük . Bir de Elazig’da bulundugumuz çevrede birkaç Dersimli aile, asagi yukari 7-8 aile bir koloni gibiydik. Çevremizdeki hep Elazig’in yerlileri ve Sünni idi. Dolayisiyla bizim Alevi olmamizin getirdigi bir takim ciddi dezavantajlar vardi. Okula gittigimizde de bunu gördük. Alevilere iyi bakilmadigini hissediyorduk. Gerçi direkt, hakaretvari, davranis ve tutumlar olmamakla beraber davranislarda bir farklilik, bir ayricalik, bir ötekilestirme oldugunu hissediyorduk. Simdi, bu bende bir kimlik sorunu yaratti. Kendimi sorgulamaya götürdü, acaba ben hangisiyim, yani Dersim’de katliama ugrayan bir Kürt müyüm? Yoksa Alevi miyim? Yoksa babamin, annemin atalarimin, dedelerimin ugradigi bu zulüm onlarin Alevi olmasindan mi yoksa Kürt olmasindan mi kaynakliydi. Böyle bir ikilem içerisindeydim.

Yani bu lokal bir alevi kimligi bunalimi mi? Yoksa iki kere ötekilestirilmis Alevi-Kürt kimligi bunalimi mi?
Tabi. Iki kimliginde ötekilestirilmesinden dolayi biz iki kere ötekilestirilmistik. Aslinda bu ikisi de ayni kimlik. Ama o dönemdeki düsünce yapilari, içlerinden birinin agir basmasi gerektigini dayatiyordu. Bir insanin hem Alevi, hem Kürt kimligi için mücadele etmesi gerektiginin bilincinde degildim. Yurtdisindan Diyarbakir’a gelen az sayida Kürtçe ve Kürt sorunu ile ilgili yayinlar gelirdi. Veteriner Hekim Dr. Nuri Dersimi’nin kitabi, Kürdistan Tarihinde Dersim adli kitabi, Ronahi yayinlari ve Hevra’nin çikardigi küçük brosürler gibi. Bunlar çok az sayida gelirdi. Dönem 12 Mart dönemi idi. Sikiyönetim vardi ve Kürt yurtseverlerinin çogu cezaevindeydi. Disarida kalan bir gruptuk ve yasimiz da müsait degildi, o dönemlerde tutuklanmaya, 16-17 yaslarindaydim. O gelen brosürleri, kitaplari yutarcasina okurduk. Kimliklerimi baristirmada iki kitap önemli rol oynadi. Bunlar, degim yerinde ise bugüne kadar gelen yasamimda beni dizayn ettiler, belirlediler. Birincisi Veteriner Dr. Nuri Dersimi’nin Kürdistan Tarihinde Dersim, digeri ise Kemal Burkay’in yurtdisinda Hidir Murat kod ismiyle yayinladigi ‘Türkiye Sartlarinda Kürt Halkinin Ulusal Kurtulus Mücadelesi’dir. Bu iki kitap degim yerinde ise hem benim kimliklerimi baristirmama yardimci oldu. Hem de siyasi olarak nerede durmam gerektigini, hangi yöne gitmem gerektigini belirledi.

Ondan sonra Kürdistan Sosyalist Partisi-PSK 1974’ü 1975’e baglayan gece kuruldu. Ben 1975 Haziran’inda Kürdistan Sosyalist Partisi’ne üye oldum. Ondan sonra bugüne kadar geldik.

Degim yerinde ise partinin her kademesinde görev aldim. Üye olarak, bölge komitesi üyesi olarak, bölge komitesi baskani olarak, merkez komitesi üyesi olarak, en son olarak da (mütevazi bir gülümseme ile) eskaza, arkadaslarin istegi üzerine genel sekreter oldum ve bu görevi yürütüyorum.

Simdi su ‘eskaza’ meselesini biraz açmak istiyorum. Birkaç gündür sizinle sohbet ediyorum, gözlemliyorum Mesud Tek, PSK Genel Sekreteri, birikiminiz, tavriniz, tarziniz ve üslubunuzla hiç de bu pozisyona ‘eskaza’ gelmis gibi bir haliniz yok. Bu ‘eskaza’ meselesi sizin Özgürlük Yolu devrimcilerinin ortak mütevazi tavri olmasin sakin?
Simdi dogrusunu söylemek gerekirse, benim aklimda politikaci olmak hiç yoktu. Ben 68 sonrasi kusaktanim. 68 olaylari basladiginda 14-15 yasinda idim. Dünyadan haberdardim elbette, bulundugum çevre Elazig bölgesi bir Istanbul, Ankara kadar olmasa bile Kürt Alevi bölgesi olarak toplumsal hareketin oldugu bir yerdi. Toplumsal çeliskilerin gelistigi bir yerdi. Dolayisiyla isteseniz de istemeseniz de siyaset denen illete bulasmak durumundaydiniz. Dogrusu hiçbir zaman için profesyonel olarak, günün 24 saatini siyasete ayirabilecegimi hiç düsünmemistim. Aslinda hayalimde bir kiyi kasabasinda balikçi olmak vardi. Ama insanlar kendi geleceklerini kendileri çizemiyorlar. Hele o dönemler hiç çizemezlerdi. O dönemde insanlarin hayatina tesadüfler yön veriyordu. Yani ben üniversiteyi kazanip Diyarbakir’a gitmeseydim, herhalde Elazig’da yasardim ve hayatim daha farkli olurdu. O zaman ortaokuldan sonra Ögretmen Okulu imtihanlarini giriyordunuz. Ben o dönemler bu imtihana girdim ve Dersim Ögretmen Okulu’nu kazandim. Ama annem birakmadi gidip okuyayim. Durum farkli olsaydi, muhtemel bir dag köyünde ögretmenlik yapip, su anda ögretmen emeklisi olurdum. Tesadüflerin insanin hayatina nasil yön verdigini söylemek istiyorum. Daha sonra ben siyasi mücadeleye girince, dogrusu agirlikta mücadelenin ilgimi çeken basin yönü ile ilgili oldum. Bir dönem Özgürlük Yolu Dergisi’nin Diyarbakir Temsilciligi’ni yürüttüm. Daha sonra 12 Eylül döneminde Iran Kürdistan’ina geçince, buradaki basini takip etmeye basladim. Gerilla sartlarinda basin nasil oluyor, nasil yürütülüyor? Kavramaya çalistim. O dönemdeki teknolojik sartlar bugünkü kadar geliskin olmadigi için çok zor kosullarda topladigimiz önemli haberleri yurt disindaki Riya Azadî ve Dengê KOMKAR dergilerine gönderirdik. Ama gönderdigimiz haberler malum sartlar yüzünden ya 6 ay ile bir yil arasinda ancak ellerine ulasirdi ve tabii haber degeri kalmazdi, ya da hiç ulasmazdi. Daha sonra yurtdisina geçtigim dönemlerde hep basin yayin bölümünde çalistim.

Simdi bu genel sekreterlik meselesine gelince, Kemal Abi (Kemal Burkay) darbe kosullari nedeniyle yurtdisina çiktigindan beri sürekli, genel sekreterligin ülke içinde olmasi gerektigini, kendisinin bu görevi yapmak istemedigini dile getirirdi. Lakin her kongrede siyasal gelismelerin bir türlü demokrasi lehine islememesinden dolayi, Kemal abi’nin parti için gerekliligi ve örgütün güvenligi düsünülerek, genel sekreterligin yurtdisinda kalmasi yönünde kararlar alindi. Nitekim sondan bir önceki kongrede Kemal abi, genel sekreterligi birakacagini belirtti, çok kararli idi

Aslinda biz bunu daha önceden düsünmüstük. O dönem bu ise kafa yoran gerek merkez komitesi üyesi gerekse diger arkadaslar olsun, kafamizda Kemal abiden sonra o görevi üstlenmesi gereken kisi Nurettin Basut ‘ tu . Örnegin ben bu düsüncemi birçok arkadasim ile de paylasmistim. Ben, Kemal abi’nin de öyle düsündügünü saniyorum. Nureddin o dönemler partinin ülke içi çalismalarindan sorumlu genel sekreter yardimcisi idi. Hepimizin kafasinda o vardi. Yani Kemal abinin genel sekreterligi birakmasinin ardindan bu örgütü yönetecek kisi Nureddin Basut’tur diye düsünüyorduk. Diyebilirim ki bu hepimizin ortak fikri idi. Ama biliyorsunuz, Nurettin Basut’u elim bir trafik kazasinda kaybettik. Bu görev döndü dolasti, benim üstüme kaldi.

Nedir bu devrimcilerdeki mütevazilik ve yetkilenmeme meraki? Ben de bunu anlayamiyorum. Kaldi ki, Kürt halki yetkilenmeyi seven bir halktir, yetkilenmekten olaganüstü haz alir. Genelleme yapmamakla beraber %80’i böyledir. Ama bu halka rehberlik ve önderlik eden devrimcilerde tuhaf bir yetkilenmeme meraki var. Koskoca bir örgütün genel sekreterliginden bahsederken bile bu kadar mütevazi olmak zorunda misiniz?

Simdi Kejê hanim, devrimcilerin genel tavri böyle olmakla beraber, Kürt devrimcileri, sosyalistleri ya da Kürt militanlari içinde kariyerist egilimler de çok güçlüdür. Hele bazi örgütlerde bu kariyerizm hastaligi ciddi bölünmelere hatta parçalanmalara yol açmistir. Geçmiste bunun birçok canli örnegini yasadik. Bana göre bu kisinin kendi sahsiyeti ile ilgilidir, sahsi bir durumdur. Benim hiç öyle hirslarim olmadi. Sanirim biraz da yetistigim Alevi kültürün bunda etkisi var. Bilirsiniz ki bizim kültürümüzde ‘bir lokma bir hirka’ felsefesi vardir. Bu felsefenin de kisiligimde çok büyük etkisinin oldugunu düsünüyorum. Daha sonra devrimci saflara katilinca, gerçekten mücadelenin canli ve sicak oldugu dönemlerde yoldaslar arasi iliskilerin çok canli ve güçlü olduguna taniklik ettim. Yani birbiri için ölümü göze alan, her türlü fedakarligi yapan bir kültür ile büyüyor, gelisiyordunuz ve müthis bir güven duygusu olusuyordu. Yani liderinize, birlikte çalistiginiz yoldaslariniza müthis bir güven duyuyordunuz. Bunun bilimsel izahi var mi yok mu, bunu psikologlar nasil izah eder bilmiyorum ama o zamanlar böyleydi. Mesela ben birlikte çalistigim yoldaslarima müthis bir saygi duyardim. Bunlardan birkaçini sayarsam; rahmetli Dr. Bozan Erdem, Orhan Miroglu, Kenan Kizil, Siddik Tekes vs. aklimda kaldigi kadariyla Mesut Bastürk simdi Istanbul’da, Diyarbakir Cezaevini anlatan bir kitap yazdi. Yine su anda Diyarbakir’da olan Zülküf hoca, Kursun Halit ve digerleri… Biz birbirimize müthis bir güven duyardik. Dolayisiyla öyle kariyer yapma, bir noktalara gelme, yetkiyi ele geçirip, karsisindakini ya da hoslanmadigini ya da kendisi gibi düsünmeyenlerin üzerinde baski olusturma gibi tuhaf hastaliklar gelismedi. Tek tük varsa bile en azindan hakim bir anlayis ve tavir halini almadi. Sonuçta bizim gelenegimizi de olusturan temel yapi insandir. Dolayisiyla insana dayali her yapi gibi bizim gelenegimiz de öyle pirupak degil. Bizim gelenegimiz içinde de gerçekten gerekli duyarliligi ve direnci göstermeyen, buldukça bunayan kisilikler de oldu. Örnegin Mehdi Zana konusunda biz çok ciddi sorunlar yasadik. Mehdi Zana istedigi kadar desin ‘baskanligi ben kendi basarimla kazandim’. O dönemleri yasayanlar çok iyi bilirler, Devrimci Halk Kültür Dernegi ve Kürdistan Sosyalist Partisi nasil çalisti, ne kadar fedakarca çalisti. bunlari Diyarbakir halki, tarih ve herkes biliyor. Ama ne yazik ki Mehdi Zana ve çevresindeki bir iki yoldasimiz belli olanaklara kavusup, belli bir noktaya gelince deyim yerinde ise civittilar. Ugruna ölümlere gidip geldikleri degerleri göz ardi ettiler, deyim yerinde ise o degerlere ihanet ettiler.

Peki. Ben simdi size kafama çok takilan bir seyi soracagim. Kürt halki (nedenlerini, ne içinlerini baska bir zamanin konusu olmak kosulu ile) feodal degerler ile biçimlenmis bir halktir. Kürt devrimcileri bu deger yargilarini ‘hastalikli ve sorunlu olanlarini’ degistirmek adina yola çikmistir. Lakin benim gördügüm kadari ile feodal halkin yari feodal devrimcisi sifatindan bir adim öteye çogu gidememistir. Farkinda olarak ya da olmayarak savasmalari gereken degerlere hizmet etmislerdir. Tabi bu benim fikrim. Siz bu konuda ne düsünüyorsunuz?

Simdi devrimciler fabrikasyon üretimi olmadigi için, her seyden önce insan olduklari için ve insan unsuru da etkilenmeye açik oldugu için en basta kendi çevresinden ve içinde bulundugu toplumdan etkileniyor. Bunu dogal karsilamak lazim. Feodalite meselesine gelince, bence o dönemde bütün sol gelenekten gelen sosyalist, komünist partiler yeterince realist olamadi. Bence biz çok ‘kitabi’ idik. Yani mesela ben hatirliyorum; bizim partimizin ilk programinda çok güçlü anti feodal vurgular vardi. Belki o dönemin sartlari böyleydi, belki uluslar arasi konjüktör böyleydi. Bir yandan güçlü bir sosyalist sistem vardi, diger yandan Vietnam devrimi basariya ulasmisti, Kamboçya’da mücadele devam ediyordu. Ancak daha sonra anladik Kamboçya’da nasil bir diktatörlügün oldugunu, o devrimlerin komünizmle, sosyalizmle bir alakasinin olmadigini çok sonradan ögrendik. Ama o dönemde imaj neydi? Imajim komünistler emperyalizme karsi, sömürgecilige karsi ve onlarin ülke içindeki uzantilari olan feodallere karsi mücadele ediyorlar ve bu da bize bir heyecan veriyordu. Acaba biz bunu kendi ülkemizde basaramaz miyiz diyorduk? Iste Afrika’da ulusal kurtulus mücadeleleri vardi, Küba almis basini gidiyordu, böylesi bir ortamda kendi tarihimizi, Kürdistan’daki o feodallerin, mirlerin Osmanlilar ile olan iliskilerini, bazen çatisma, bazen uzlasma, bazen gerginlik içinde olma nedenlerini yeterince incelemeden, anlamadan kitabi, çok kalipsal, çok köseli düsüncelerle hareket ediyorduk, Ne yazik ki Türkiye’deki ya da Kuzey Kürdistan’daki siyasi hareketlerde etkili olan yaklasim buydu. Bu nedenle de ben hatirliyorum. Bir eylem için eger isbirligi yapilacaksa, örnegin Diyarbakir üniversitesindeki ögrencilerin akademik ve özlük haklari için bir yürüyüs yapilacaksa çikarilacak bildiride bile emperyalizmden, sömürgecilikten ve onlarin uzantilari feodalizmden bahsederdik (gülümsüyor). Yani iste sömürgecilige, emperyalizme, feodalizme karsi olamayan ögrencilerin bu eylemde yeri olmayacagini söyleyecek kadar isi ileriye götürüyorduk. Halbuki ögrencilerin sorunlari, ne olacak? Ya kitap, ya kantin, ya ögretim görevlileri ile ilgili vs. sorunlardir. Bunlarin emperyalizmle, sömürgecilikle ya da feodalizmle direkt ne iliskisi olabilir? Ama o dönemdeki düsünce yapisi ve davranis kaliplari maalesef öyle idi ve bunun çok zararini da gördük. Ama biz parti olarak bunu çok çabuk atlattik. Her ne kadar programimizda böyle olsa bile biz digerleri gibi çok sekter davranmadik. Çünkü görüyorduk, itiraf etmesek bile en azindan biliyorduk ki, bizim bu feodal, asiretçi, seyh diye disladigimiz ya da karsi çiktigimiz kesimlerin Kürdistan ulusal kurtulus mücadelesinde çok önemli rolleri vardi. Örnegin, Seyh Said, Seyid Riza, Seyh Mahmud Berzenci, Mela Mustafa Barzani, Qazi Muhammed vd.

Tabi Kürdistan tarihinden bahsederken Seyh Said isyani diyorduk, Seyid Riza önderliginde Dersim direnisi diyorduk, Agri ulusal hareketinden bahsederken Ihsan Nuri Pasa’dan bahsederdik. Bunlarin elit kesim, Kürtlerin münevverleri olduklari aklimiza pek gelmezdi. Dogrusu pek te derinlikli tahliller yapamiyorduk. Teorik olarak Seyhlik kurumu, bölgede sömürgeciligin uzantisiysa, o zaman Seyh Said niye isyan etti? Seyid Riza neden gelip bir hareketin basini çekti? Qazi Muhammed niye ilk Kürt cumhurbaskani oldu? Veya Mela Mustafa Barzani ki Seyh ailesinden geliyor, dindar bir adamdir, niye ömrünü daglarda geçirdi? Ömrünü bir halkin kurtulusu için adadi? Iste böyle derinlikli tahliller yapamadik. Deyim yerinde ise çok kitabi davrandik. Ama tabi daha sonra partimiz bunu degistirdi. Ulusal halk gerçekligimiz paralelinde mücadele hedefimizi küçülttük. Feodal olarak tanimlanan kitleyi karsimiza almadik. Programimizda da kendi halk gerçegimiz olan bu duruma yönelik degisiklikler yaptik.

Êzidilerin-ruhani-ve-toplumsal-liderleri-ile-beraber

Elbette teorik olarak veya toplumsal gelismenin halkalari olarak feodal sistem, asiretçi yapi, geri bir yapiyi ifade ediyor. Yani simdi kapitalizm ondan ileridir. Buna teorik olarak hiçbir itirazim yok. Ama bizim ulusal gerçekligimizde, tam burada toptanci davranmamamiz lazim. Öyle her seye tu-kaka denilmez. Toplumumuzda öyle feodal degerler vardir ki, siz bunlari devrimci mücadelenizde çok rahatlikla kullanabilirsiniz. Özellikle bizim gibi asiret baglarinin çok güçlü oldugu bir toplumda asiretçiligi direkt hedef alirsaniz, onlari düsmanin saflarina itmis olursunuz. Ayrica kabul etmek gerekir ki bu feodal yapi içerisinde korumamiz gereken çok önemli degerler de vardir.

Iran-KDP üssünde, Mamo ve Süleyman Kelesi ile

Mesela hiç unutmam, Iran Kürdistan’inda oldugum dönemde, Iran Kürdistan Demokrat Partisi’nin görüslerine yakin olmayan Islamci bir doktor ile tanistim. Çok degerli bir yurtseverdi ve o dönemde Iran’in çok önemli doktorlarindan biriydi. Ama buna ragmen bütün kariyerini ve varligini birakip IKDP saflarinda esi ve çocuguyla, Pesmergeler ile birlikte bir göz odada yasiyordu ve yaralilari tedavi ediyordu. Ben bir gün kendisine sordum, dedim ki ‘sen IKDP üyesi degilsin, seni bu yöne iten neydi?’. Dedi ki; ‘ben 1974’de Senandaj-Sine’de cerrah ve bastabiptim. O dönemde Irak hükümeti ile Mela Mustafa Barzani’nin pesmergeleri arasinda çatisma vardi. Hastaneye bir yarali pesmergeyi getirdiler. Kopmus kolunu bir et parçasi tutuyor. Pesmergenin yüzünden aci akiyor ama hiç inleme, of, puf deme, aglama yok. Put gibi durmus . Benim çok dikkatimi çekti. Ameliyat ile kolunu kestim. Tedavi sürecinden sonra bir gün yanina gittim. Olay günü yasadigi onca aciya ragmen neden hiç bagirip feryad etmedigini sordum. O da bana; ‘hiçbir Barzani pesmergesi düsmanin karsisinda of puf deyip aglamaz’ dedi, beni bu olay çok etkiledi ve mücadeleye katildim.’

Mesud-Tek-IKDP-Genel-Sekreteri-Mustafa-Hicri

Bu sadece Barzan bölgesi insanlarinin degil Kürtlerin ortak bir degeridir. Yani yarani düsmanina gösterme, iste Türkçede söyle diyorlar; ‘kan kussan bile, kizilcik serbeti içtim de.’ iste bu tür toplumsal degerleri bence korumak lazim.

Sohbet o kadar güzel akiyor ki, kafamdaki sorular durmadan yer degistiriyor. Ben yeniden size dönmek istiyorum, müsaade ederseniz özel hayatiniza. Esiniz ne zaman hayatiniza girdi?
1980 yilinda.

Nerede tanistiniz?
Biz dagda tanistik onunla. Ben tabi 12 Eylülden kaçarak geldim, o farkli bir amaç için gönüllü olarak saglik hizmetinde bulunmak için gelmisti. Dagda tanistik ve evlenmeye karar verdik.

Dagda ne yapiyordunuz? Dag karari ne zaman çikti?

Simdi, 12 Eylül öncesi bizim partimize yönelik bir operasyon basladi. Biz ona Mart-Nisan operasyonu deriz. O dönemde arkadaslar benim önce Diyarbakir’da olmamin sakincali oldugunu söylediler, daha sonra da Türkiye’de olmamin sakincali oldugunu söylediler. Yurtdisina çikmam gerekti. O dönemde ya Suriye’ye geçecektiniz ya da Iran’a geçecektiniz. Çünkü Iran önemli, Iran’da bir gerilla mücadelesi vardi ve Iran Kürdistan’inin önemli bir bölümü pesmergelerin denetiminde idi ve bizim partimizin Iran Kürdistan Demokrat Partisi ile çok ciddi ve kardesçe iliskileri vardi. Dolayisiyla biz onlarin yanina gittik. Onlar bizi bir misafir olarak degil, kendilerinden biri gibi karsiladilar. Onlarla birlikte kaldik, onlarla birlikte ayni sartlari paylasip mücadele içinde yer aldik. Gücümüz oraninda o mücadeleye katkida bulunduk. Saglik hizmetinde katkida bulunmak amaciyla gelenlerden biri de esimdi. Esim saglikçidir.

Hanimefendinin adi nedir?
Zerrin. Dagdaki adi Evin idi.

Evin’in Türkçedeki karsiligi ask demek degil mi?

(gülümseyerek) Evet.

Çok yerinde bir isimmis. Ilk karsilasma?

(Gülerek) Bana kalsa nasil olur?

Olmaz. (Karsilikli kahkaha sesleri) Zerrin hanimi oradaki adiyla Evin, yani askla ilk karsilasma?
Aradan uzun zaman geçmesine ragmen, kafamda hala ilk günkü kadar nettir. Biz bir ekibin gelecegini biliyorduk ve o ekipte bir bayan arkadas oldugunu da biliyorduk. Özellikle de ben biliyordum. Çünkü oradaki sorumlulardan biri bendim. Geldiginde pesmerge kiyafeti ile geldi.

Erkek kiyafeti?

Evet. Simdi tabi o sartlarda bu tür seyler insanin aklina gelmiyor.

Bende sunu anlayamiyorum. Askin sarti ya da surtu varmis gibi. Mekan ve zaman askta önemliymis gibi. Aslinda askin en güzel yasanacagi alanlardan biridir daglar. (Huzursuzlaniyor. Yüzünde çok acemi bir telas ve gerginlik var. Üzerine gidiyorum. Çünkü röportajin basindan beri, ne yalan söyleyeyim, bu ani bekliyordum.)
Tamam da yani, elbette insan asik olabilir. Dogaldir, aski yasayabilirsiniz, özgürce yasayabilirsiniz ama sizin orada olmanizi gerektiren sartlar ve nedenler farklidir. Yani orda bulunma gerekçeniz belli. Hani tabiri caizse aska ayiracak zamaniniz yok.

Pek kitabi oldu sanki? (Gayet ciddi bir ses tonuyla)

Ama yani gerçekten öyledir. Netice itibari ile her ne kadar kendi ülkenizde olsaniz bile kendi sosyal sartlarinizi terk edip gelmissiniz. Yeni bir cografya, yeni insanlar kendi cografyanizdaki 12 Eylül kiyimi, geride kalanlar, geldiginiz yerdeki topluma adapte olma, yasami sürdürme, oradaki ortaminda sartlari belli, her ne kadar ayni dili konussaniz bile yasam anlayislari farkli, mantaliteniz farkli, bazen diliniz bile farkli. Dolayisiyla böyle bir adaptasyon sürecini yasarken, elbette asik olabilirsiniz ama ask tabiî ki ikinci planda kaliyor.

Zerrin hanim, siz daga gittikten ne kadar sonra geldi?
Biz tanistiktan 6 ay sonra evlendik.

Haaa o kadar hizli yani?
Evet.

En çok neyini begendiniz Zerrin hanimin?
En çok fedakarligini begendim tabi ki. Simdi bu dönemin bakis açisi ile düsünmeyin. Ta o dönemlerde bir genç kiz, Agri gibi feodal yapinin güçlü oldugu, dini duygularin fanatik düzeyde degilse bile güçlü oldugu bir yerden, yerlesmis düzenine ve hali hazirda edindigi hemsirelik meslegine ragmen arkadaslarinin istegi üzerine ve halkina hizmet etmek amaciyla, hiç çekinmeden tek basina sartlarin bu kadar zorlu oldugu bir cografyanin daglarina geliyor.

Baska kadin var miydi dagda?
Hayir tek bayan. Simdi bu büyük bir fedakarliktir tabii ki. Saygi duyulmasi gereken bir fedakarliktir. Kim olursa olsun, esim oldugu için söylemiyorum. O sartlarda bu böyledir. Dolayisiyla önce fedakarligi, sonra da samimiyetinden etkilendim.

Ne kadar süre orda bir arada kaldiniz?
Biz evlendikten sonra…

Orda mi evlendiniz?
Orda evlendik.
Ooo orayi kaçirmamam lazim. Bir dakika, siz esiniz ile dagda evlendiniz? Dogru mudur?
Evet.

Nasil bir dügün?
Hiç öyle arkadaslar bir araya geldik. Bir imam çagirdik, imam nikahi kiydik.

Peki herhangi bir eglence?
Yok yok, öyle kendi aramizda, belki bir iki türkü söylenmistir.

Govend çekilmistir herhalde, Kürt dügünü govendsiz olmaz?
(Gülerek) Evet.

Gelin hanimin gelinligi nasildi?
Normal her zaman giydigi Pesmerge kiyafeti idi.

Var mi o güne dair bir resminiz?
Yok, o güne dair bir resim yok ama onun o kiyafetle resimleri var tabii ki.

Dügününüze dair bir resminiz yok yani?
Yok maalesef.

Peki orada evlendikten sonra ne kadar kaldiniz?
5 yil kaldik biz o daglarda, tabi onun sabit bir yeri vardi, hastanede çalisiyordu. Ben sürekli dolasiyordum. O dagdaki kosullarda 5 yil birlikte kaldik denebilir.

Peki ilk bebek?
Orda, dagda dogdu.

Adi nedir?
Hetav.

Hetav ne demek?
Günes demek.

Ben dagda ve daga yakin olanlarin hep dag kekigi koktugunu düsünmüsümdür. Hetav dag kekigi kokuyor mu?
Simdi ben kizimi çok seviyorum dogrusu. O da beni çok seviyor. Onu da biliyorum. O benim Nazlim’dir. Halen daha annesi ve benimle Kürtçenin Soranî lehçesi ile konusur. Ama buradan ayrildiginda asagi yukari 5 yasindaydi ve bu yüzden daglara iliskin bir seyi hatirlamiyor.

Dagdan ayrildiginda mi Hetav 5 yasindaydi?
Evet, Avrupa’ya gittiginde 5 yasindaydi.

Peki o dag sartlarinda bebek büyütmek zor olmadi mi?
Yani elbette zordu ama biz tek basimiza degildik ki, bir çok insanin bebegi oldu ve bütün insanlar bebeklerini büyüttü.

(kahkaha sesleri) ben kendime anarsist derdim. (Devam eden kahkaha sesleri) Ne kadar cesursunuz öyle? Aklima Ferzende ile Besra geldi.
Var tabi öyle. Belki bizim bu gelenekten, Türkiye’den gelen gelenekten bir ilk oldugu için dikkat çekicidir. Yoksa böyle mücadelelerde, özellikle silahli mücadelelerde bu tür olaylar sik sik yasanir.

Peki Hetav 5 yasina geldikten sonra Avrupa’ya geçtiniz. Nihayet yerlesik bir hayat.
Evet. En azindan onlar için.

Peki siz bu arada?
Dedigim gibi ben oraya gittikten sonra bu sefer de Avrupa’daki mücadeleye katildim. Ama bir buçuk yil sonra 1987’nin Eylül ayinda tekrar Kürdistan’a döndüm. Uzun yillar burada kaldim, tekrar Avrupa’ya döndüm. Avrupa’ya ikinci dönüsümde bir oglum oldu. Oglumun adi Bengin.

Nedir Bengin?
Bengin tutkun demektir. Benim çok sevdigim Pesmerge bir arkadasim vardi. Adi; Bengin. Çok yakisikliydi. Hep ona derdim ki bir oglum olursa senin adini koyacagim. Sehid oldu O ve ben ona verdigim sözü tuttum.

Allah bagislasin. Ben Allah’a inanirim (karsilikli kahkahalar) ve Bengin dogdu. Siz hala gidip geliyorsunuz? Yahu bu nasil bir fedakarliktir? Aslinda benim bu soruyu Zerrin hanima sormam lazim, sanirim.
Tabi yani, asil fedakarlik onundur.

Kadin yaradilisi geregi esini yaninda ister. Kaldi ki tek basina çocuk büyütmek çok zordur.
Dogrudur. Hem oglumuzu, hem kizimizi tek basina büyüttü denebilir. Bu anlamda esime çok sey borçluyum.

Peki çocuklar ile iliskiniz nasil? Yani bu kadar ayriliktan sonra klasik baba evlat iliskisi mi, yoksa arkadas mi ya da mesafeli bir iliski mi? Daha dogrusu iyi bir baba misiniz? Gerçi ben bu soruyu sorarken açikçasi iyi baba olmanin kistasini nedir onu da bilmiyorum ama.
Ben bir baba olarak onlara karsi görevlerimi yerine getirmedigimin bilincindeyim.

Nedir acaba görev, bende onu bilemedim?
Yani en azindan çocuklar hastalandiginda yanlarinda olabilmek, onlarla birlikte zaman geçirmek, onlarla bir seyler yapmak, hayatlarinin önemli anlarinda yanlarinda olabilmek, çünkü çevrelerinde gördükleri baba modelinde bunu görüp, bunu arzuluyorlar. Örnegin okulda bir etkinlige giderken, çevredeki çocuklarin anne ve babalarinin birlikte oldugunu görüyorlar ama kendilerinin babalari yanlarinda yok. Örnekler çogaltilabilir. Bu ve benzeri durumlar. Bizim özel durumumuz onlarda ne tür travmalar yaratti bilmiyorum ama o çocuklarin körpe ruhlarinda mutlaka bunun bir karsiligi olmustur. Dolayisiyla bu anlamda toplumsal algiya göre ideal bir baba olmadigimi biliyorum. Ama bu benim tercihim degildi. Tipki isgal ve sömürge altindaki bir cografyada Kürt olarak dogmak gibi. Verdigim mücadele degil ama belki su tartisilabilir; Acaba, hem parti görevlerini hem de onlara karsi görevlerimi ikisini bir arada yürütme olanagi olur muydu? Bu konusulur, tartisilir ama su kesin ki bu benim tercihim degildi. Biraz da sürecin size dayattigi seyler. Bir noktaya geliyorsunuz ki, ya esinizi, çocuklarinizi tercih edip, sistemin dayattigi aile hayatini yasayacaksiniz, ya da onlari birakip, onlara özgür ve onurlu bir ülkenin kapilarini aralamak için savasacaksiniz. Bu biraz da sürece bagli.

Sanirim süreçten çok, bireye de bagli.
Öyle öyle, yetistigimiz, sekillendigimiz geldigimiz gelenek o.

(Oldukça masumlasiyor. Sohbetin bu bölümü onda da bende de burukluk yaratiyor.) Kendinizi iyi hisseder misiniz bilmiyorum ama bence iyi baba nedir ya da toplumun belirledigi alisilagelmis prototipteki baba iyi baba midir? ben sahsen buna bireysel olarak serh koyuyorum. Size bu anlamda Fidan’in hikayesini anlatmadan geçmeyecegim. Ben bir gün Fidan diye bir kiz ile tanistim. Bana çok küçük yaslarda iken babasinin siyasi suçtan idama mahkum oldugunu ve cezaevinde yattigini söyledi. Tabi çocuklarin bunu algilamasi zor. Habire annelerine ‘Anne bizim babamiz ne is yapiyor, neden eve gelmiyor’ diye soruyorlarmis. Anneleri her seferinde sizin babaniz Devrimci diye cevap veriyormus. Fidan bir gün ilkokula baslamis, bilirsiniz ögretmenlerde neden oldugunu hala bilemedigim bir gelenek vardir. Çocuklari tek tek kaldirip, babaniz ne is yapar diye sorarlar. Sira Fidan’a geldiginde ayaga kalkip kara gözlerini ögretmenine dikerek benim babam Devrimci diye cevap vermis. Ögretmen hizla Fidan’in yanina yaklasip, Fidan’i havaya kaldirip, alnindan öpmüs. Fidan bana o gün orada, babasinin herkesin babasindan çok daha üstün bir adam oldugunu anladigini söyledi. Ben onu tanidigimda hala babasi ile gurur duyuyordu. Bengin ve Hetav’in fikrini sormadim ama ayni gururu tasidiklarini ve kendilerine ikinci ya da üçüncü bir hayat sansi tanindiginda siradan bir hikayesi olan baba yerine sizi tercih edeceklerine eminim.

Simdi tabi, Hetav kendisini biraktigimda 7 yasinda idi ve nereye ne için gittigimi biliyordu. Ama her halde oglum sorunca annesi ve ablasi ‘baban Kürdistan’da’ demistir. Yani ne is yapiyor diye sorduklarinda ne cevaplar verdiklerini bu cevaplarin onu tatmin edip etmedigini bilemiyorum ama ben 1996’da döndügümde oglum 6 yasindaydi ve uzun bir dönem beni yadirgadi. Bir yabancilik vardi aramizda. Tabi zaman içinde bu asildi. Bilemiyorum onda ne gibi etkiler yaratti tabi ama…

Onu da kendisine sormak lazim tabi. Fiziksel olarak kiziniz mi oglunuz mu size daha çok benziyor?
Oglum daha çok benziyor.

O zaman yakisikli bir oglunuz var.
Çok yakisikli. Oglumun resmini size vereyim.

(Kahkaha sesleri)Seve seve. Yani aslanin yavrusu, aslana benzermis. Size benziyorsa, hem resmini, hatta verirseniz oglunuzu da alirim. (karsilikli kahkaha sesleri) simdi ben bazi kelimelerin sizdeki anlamini rica edecegim. Vatan?
Vatan… Yani bilmiyorum, bir iki cümle ile nasil anlatayim.

Çok cümle ile anlatin.

Yani seye pek inanmiyorum. ‘Toprak, Eger ugrunda ölen varsa vatandir’ Bu çok hamasi. Ama herhalde vatan, insanin dogup büyüdügü, sevdigi yer olabilir. O Vizontele’deki belediye baskaninin tarifi, bana çok sade, canli ve dogru geliyor. Öyle tarif edebilirim.

Peki. Ask?
Esim.

Yalniz bizim iliskimiz, birbirimizin bagimsizlik ve özgürlügüne saygi temelinde kurulmus bir iliskidir. Yani onunla su noktada biz anlastik. Ikimiz açisindan da durum söyle; o kendi mesleginde çok basarili bir kadin. Çok basarili bir sendikaci. Yasadigi kentin Wuppertal belediyesine bagli huzurevlerine iliskin sendika ve isveren temsilcilerinin olusturdugu ortak yönetimin basinda ve bu is kolunda ilk defa yabanci bir kadin bu pozisyona kadar yükseliyor. Biz görevlerimiz ile iliskimizi, ikisinden birisini tercih etme noktasina getirmemekte çok dikkatli olduk ve bu güne kadar geldik. Ama o biliyordu ki ve ben de biliyordum, eger ya o ya vatan ya da ya o ya özgürlük olunca burayi tercih edecegimi biliyordu.

Hiii… bir kadin için çok vahim bir durum olsa gerek. En azindan ben kendi sahsim adina söyleyeyim, kiskanirim.
Ama bir dakika, bende onun ya aile ya da onun kendi dogru bildigi, hizmet etmek istedigi alanda onun da kendi degerlerini ve ugruna mücadele etmek istedigi seyleri tercih edecegini biliyordum.

(Gülerek)Dogal olarak dagda evlenmis iki kara çocuktan bahsediyoruz. Kimse davasindan vazgeçmez.

Dolayisiyla böyle maddeler ile hazirlanmis bir anlasma yok aramizda.

Ama yani Ask diyorsunuz, özgürlük diyorsunuz? Özgürlük müdür, bagimsizlik midir ask. Simdi sira disi bir evlilikten bahsediyorsunuz. Kaç yildir evlisiniz?

Otuz bir

Kaç sene kesintisiz bir arada yasadiniz?

Her halde 6-7 ya da biraz daha fazla..

Yani çok sira disi bir evlilik. Dogal olarak da biz size ask deyince akliniza ilk önce insanlarin kendi sinirlari içerisinde yasayip ortak bir uzlasi alaninda bulusmasi geliyor. Bu da bagimsiz bir ask, özgür bir ask. Eveeet, evet. Bence de ask böyle olmali. Ask=Özgürlük, formülünüzü anladik.
Peki… Devrim?

Yani ben devrimi nasil anliyorum… Ben devrimi yenilenmek olarak anliyorum, özgürlük olarak anliyorum, insanin kendisi olmasi olarak anliyorum ve ben suna da inaniyorum, bir insan eger kendisi ile hesaplasmazsa ve kendisi ile barisik olmazsa, topluma karsi ya da mücadele ettigi alanda görevlerini yerine getiremez, diye düsünüyorum.

Yani devrim deyince, öncelikle bireysel devrimi algiliyorsunuz.

Yani toplumsal devrim ile beraber, kendi iç devrimi diyorum. Bunlarin birbiri ile baglantili olduguna inaniyorum.

Anladim. Peki ülkede devrim?

Öncelikle kendi ülkemdeki insanlarin, sonra da dünyadaki insanlarin özgürce, mutlu ve baris içinde yasamalarini istiyorum.

Öyle istiyor olmalisiniz ki, yasaminizin ilk gençlik döneminden bu yana savasmissiniz. Sanirim bundan daha fazlasini istiyorsunuz, görünen o.
(Gülüsmeler)

Sürgün?
(Gülümseyerek) Gitmek, gözlerinde gitmek sürgüne, diye bir dize vardi. Ahmed Arif’indi degil mi?

Alevi bir Kürtsünüz. Tarihsel sürece baktigimizda Dersim katliami, ötekilestirmek, asimile etmeye çalismak… sanirim, sürgünü en iyi tanimlayacaklardan biri sizsiniz?

Bende dogrusu sürgünde büyüdüm. Babam ailem, Dersim katliamindan sonra Elazig’a göç etmisler. Her ne kadar cografik olarak birbirine uzak görünmese de sonuç itibari ile sürgündür. Tabiî ki onun verdigi bir eziklik var. Çevremde çok fazla sürgün insan gördüm. Mesela hatirliyorum, ben çocukken, Efendi diye bir hamal vardi. Sirtina ip baglar, hamallik yapardi ama, çevresinde ve toplumda bir agirligi vardi. Insanlar ona alisilmisin disinda bir saygi gösterirlerdi. Bu benim dikkatimi çekmisti. Sonra bir gün babama sordum, dedi ki, bu adam Dersim katliami isyani sonrasi, Ege bölgesine sürgüne gönderilen Dersim’in ileri gelenlerinden birisidir ve ona Ege’de yasamini idame etmek için genis arazi, bag bahçe vs. verilmis. Ama o ‘ben Dersim’in meseleri olmadan yasayamam’ deyip sürgün yerinden bütün malini mülkünü birakip çikip gelmis. Burada da bir seyi yok, ailesi ya sürgüne gönderilmis, ya da öldürülmüs. Dolayisiyla topraginda yasamak için hamallik yapiyor. Herhalde sürgün olmak, vatanini sevmek böyle bir sey olmali. Düsünebiliyor musunuz, adam diyor ki ben Dersim’in meseleri olmadan yasayamam, elbette konu mese agaci degil. Aslina bakarsaniz, mese agacinin meyvesi de yok.

(Derin bir iç çekis)Peki, Yasam?

Çok zor sorular sorma Kejê! (karsilikli kahkahalar). Sorular çok zor.
Geçenlerde Kürdistan Akademisinde Kakailer ile ilgili bir konferansa katildim. Kakai felsefesine göre ki Alevilerde benzeri felsefe var, bu felsefeye göre ölüme çok üzülmediklerini, doguma da çok sevinmediklerini, çünkü bunun yasam adina birbirini tamamlayan unsurlar oldugu söylediler.

Mesud-Tek-Felakeddin-Kakayi-Kovan-Amedi-M.Salih-Cuma

Madalyonun bir yüzü ölümse, diger yüzü yasam. Bu inancin felsefesine göre insan ölmüyor. Kiras Gorîn denen bir tanimlamaya göre biçim degistiriyor. Orada yasam ve ölüm bir süreklilik, birbirini tamamlama halidir. Eger çok felsefik bir cevap vermek istiyorsan, böyle düsünülebilir. Eger günlük söyleme bakarsan, dünya nimetlerinden zevk almaktir, yemedir, içmedir, eglenmedir, dans etmedir, asik olmaktir, el ele tutusup kirlarda gezmektir, bir gülü koklamaktir, savasmaktir, kavga etmektir, bagirmaktir, ana avrat küfür etmektir, herhalde bunlarin hepsi yasama dair olan seylerdir.

Özgürlük?
(Gülerek) Herhalde bütün bu söylediklerimin toplamidir.

Öncelikle üç gündür sizin misafirinizim. Hemen belirteyim bu arada, çok keyifli bir misafirlik. Dikkatimi çeken bir sey oldu. Her sabah geldiginizde, elinizde bir demet gül vardi. Müthis keyifli bir bahçeniz var, dogayi sevdiginizi fark ettim. Dogal olarak simdiki sorumuz Doga?

(Gülerek) Siz kendiniz.

Evet, aldigimiz hava, gördügümüz renkler, dokundugumuz güzellikler, dün yagan yagmur, Sengal’de evleri yikan, çocuklari bogan sel, ondan önceki toz bulutu bunlarin hepsinin toplami Doga herhalde.

Peki. Kürdistan?
(Kahkahalarla)

Basimizin belasi.

Sevdamiz…

Kara sevdamiz.

Yasam amacimiz. Ugruna öldügümüz…

Peki. Dünyaya bir daha gelirseniz, ola ki öyle bir sansiniz oldu?

Kiyi kentinde bir balikçi olmayi isterdim. Bir müddet sonra da iyi bir gazeteci olmak isterdim. Bir, iki, her insanin hayatinda keske sunu yapmasaydim dedigi seyler vardir. Onlari yapmamayi ve telafi etmeyi isterdim.
Aslinda keskeleriniz soruydu? Hazir yeri gelmisken?

Bunu bir pismanlik olarak almayin. Aileme daha fazla zaman ayirmak isterdim.

Sosyalizm?

Bence sosyalizm, esitlik demektir. Ben insanligin gelecegi olarak görüyorum. Çünkü kapitalist sistem, her ne kadar kendisinden önceki sistemlerin aksine, kendini yenilemeye ve sartlara uydurmaya müsait bir sistem olmasina karsin insanligin gelecegi kapitalizmde degildir. Insanligin gelecegini ben yine de simdilik basarisiz bile görünse de sosyalizmde oldugunu görüyorum.

Bence sosyalizm insanin özgürlügüdür.

Cinslerin, kültürlerin, tercihlerin özgürlügüdür, kisisel özgürlüklerdir, insanin insan üzerindeki sömürüsünün, zulmünün, baskisinin kalmamasidir, insanlarin hayatin her alaninda esit olmasi olarak görüyorum. Bu iyi bir gelecektir, yani ugruna her türlü fedakarligi yapacak, mücadele edilmesi gereken bir gelecek olarak görüyorum.

Kürt halk gerçekligine sosyalist sistem ne kadar uygundur?

Kürtlerin su andaki sorunu sosyalizm sorunu degil. Kürtlerin su andaki sorunu ulusal özgürlüklerini elde etme sorunudur. Kendi ülkelerini kendilerini yönetme haklarini elde etme sorunudur, kültürlerini gelistirme ve yasatma sorunudur, anadillerini kullanma sorunudur. Kisacasi kendi kaderlerini tayin etme sorunudur. Bu açidan bakildiginda sosyalizm Kürtler için daha sonraki bir hedef ve asama olarak görmek lazim. Yoksa onu simdi getirip Kürtlerin önüne koyarsak, zaten yeterince basimiz belada, yeterince problemimiz var, bir de sosyalist devrim, o teorik, çok yogun içerikli öyle sinir törpüsü, teorik tartismalari gündeme almasak iyi olur.

Neden federasyon da tam bagimsizlik degil?

Aslinda federasyonda belli bir esitlik var. Federasyonda belli bir bagimsizlik da var. Bence bu konunun yeterince anlasildigi kanisinda degilim. Bizim önerdigimiz federasyon sisteminde Kürtlerin bir devleti olacak. Kürtlerin kendi parlamentolari olacak, kendi hükümetleri olacak. Diger taraftan eger Türkiye için konusuyorsak, Türkiye’de de böyle bir yapi olacak ve bu ikisinin üst düzeyde, esitlik sartlarinda bir yapisi olacak. Dolayisiyla bizim önerdigimiz federasyonda devlet seçenegi dislanmiyor. Ama eger bagimsiz ve ayri bir devlet anlaminda aliniyorsa devlet olmak, elbette bizim önerdigimiz federasyon formülasyonu farkli bir federasyon formülasyonudur. Yani, biz Türklerle ayrildik, bizim Türklerle bir alakamiz yok, kendi devletimiz var, kendi sinirlarimiz içinde yasayacagiz noktasinda degiliz su anda.

Neden degilsiniz?

Reel sartlar buna müsait degil su anda. Bölgenin, dünyanin ve Türkiye’nin sartlari, Kürdistan’in sartlari göz önüne alindiginda, bizim degerlendirmemiz böyle bir alternatifin gerçekçi olmadigi dogrultusundadir. Yoksa böyle bir alternatifin yanlis oldugunu söylemiyoruz.

Sanki bana her Kürt insaninin, devrimcisinin, her fraksiyonun, tarzi, tavri ne olursa olsun, gönlünde tam bagimsiz ve özgür bir ülke yatar gibi geliyor?

Evet. Elbette, elbette, her Kürdün gönlünde böyle bir sey var. Yani dört parçadan Kürtlerin bir araya gelip bir devlet kurmasi istemi var. Ama bu bir özlemdir, Kürtçede bir söz vardir ‘Viyan û Siyan’, yani viyan ‘arzu’, siyan ise ‘güç’… Siz arzu ve güç deyin. Ama yani bu arzunuzu gerçeklestirecek gücünüz var mi ya da sartlar buna müsait mi? O açidan baktiginiz zaman, hele hele bir de politikaciysaniz, politik partilerin gerçekçi olmak gibi bir zorunlulugu vardir. E bir taraftan da ‘gerçekçi ol, imkansizi iste’ diye bir laf vardir, dogrudur tabii. Simdi meseleye bu açidan bakildiginda düsünce olarak çok yanlis bir sey de degil. Ama sizin belli sorumluluklariniz varsa imkansizi isteme sikkini ikinci, üçüncü plana atabilirsiniz.

Simdi ben size Mesud Tek’in kirmizi çizgileri nelerdir desem?

Ben aslinda insanlarin hiç kirmizi çizgilerinin olmamasini isterim. Yani benim kirmiz çizgim ne olabilir; birincisi baskalarini yanlis anlamayi istemem, ikincisi baskalari hakkinda önyargili olmayi istemem, bazen oluyorum ama, onu da itiraf edeyim. Bazi konularda bazilari için önyargili oluyorum. Baskasina zulmetmeyi istemem, baskalarinin özgürlüklerini sinirlandirmayi istemem, eger kirmiziçizgi olarak degerlendirirsek bunlar benim aklima öncelikli olarak gelenler.

Sanirim bu istemler bir bütün olarak karsi istemlerle de birlesiyor yani ben ön yargili degilim bana önyargili yaklasilmasin, baskasinin özgürlük sinirlarina saygiliyim bana da öyle davranilsin vb.. gibi mi?

Simdi, tabi o onu da gerektiriyor, ama bu bence iliskiyi, birbirini tanimayi. Birbirine dokunmayi dislamamali. Yani simdi benim Kejê’yi sevmem için de, nefret etmem için de onu tanimam lazim. Tanimam içinde dokunmam gerekir yani; onunla konusmam lazim, iliski kurmam lazim, tanimam lazim ki onu seveyim ya da nefret edeyim, bu anlamda söylüyorum yoksa bana kimse karismasin ben kimseye karismayayim anlaminda degil. Netice itibari ile biz issiz adada tek yasayan insanlar degiliz, birbirimizi tanimamiz için birbirimizle iliskide olmamiz gerekir ama bunu yaparken de karsimizdaki insanin en az sizin sahip oldugunuz haklara sahip oldugunu bilmeniz lazim.

Dokunulmazlariniz nelerdir, daha dogrusu tabulariniz var midir?
Bir dönem vardi. Ama ben tabularin gereksiz oldugunu ve bazi tabularin düsünceleri ipotek aldigini, insanin yargilarina kelepçe vurdugunu düsünüyorum. Ben insanlar arasinda özelikle birbirine yakin olan insanlar arasinda bazi sirlarin kendilerine ait olmasi gerektigini düsünüyorum.

Bir arka bahçenizin olmasindan mi bahsediyorsunuz?

Yok. Mesela ben ile esimin ortaklasa ikimizin bildigi bir alanin olmasinin iyi olacagini düsünüyorum.

Peki birinizin bildigi bir alanin olmasi nasil olur?

Yok, olmaz o ben o anlamda söylemiyorum. Anlatmak istedigim elbette bölüsmek paylasmak iyi bir seydir, insanin her seyi ile de göz önünde olmasinin dogru bir sey olmadigini anlatmaya çalisiyorum. Ha bu bir tabu mudur ? Bilmiyorum yani… Kisaca ben esimin ve benim sadece ikimizin bildigi, sadece ikimiz arasinda olan bir yasam olmali diye düsünüyorum.

Benim aslinda tam olarak arka bahçeden kastim o degildi, bireylerin sadece kendilerine ait olan en yakinlari ile bile paylasmadiklari bir arka bahçeden bahsediyorum?

Benim suan öyle bir bahçem yok.

Anladim. Benim hep vardir, hep te koruyorum. Iyi bir sinema izleyicisi misiniz?

Dogrusu ben iyi bir sinema izleyicisiyim.

En çok etkilendiginiz film?

Ögrencilik yillarinda iken, ilk siyasete atildigimiz yillarda Marlon Brando’nun ”ISYAN” diye bir filmi vardi, o beni çok etkilemisti. Daha sonra malum dag sartlari… Avrupa’da iken çok fazla Türk filmi gelmiyordu, videolar vardi, onlarda hep böyle arabesk kültürün etkisi altinda yapilmis filmlerden olusuyordu o yüzden bir dönem sinema seyirciliginden uzak kaldim. Bu son dönemlerde çok kaliteli Türk filmleri çikmaya basladi. Mesela ”Vizontele 1 ve 2’i” çok seviyorum. Yine ”Günesi Gördüm” filmini izledim.

Begendiniz mi?

Yani çok begendigimi söyleyemem. Sinema teknigi açisindan söyleyecek bir seyim yok çünkü bilmedigim konular, bilmedigim konularda ahkam kesmeyi sevmem. Elbette içinde iyi mesajlar vardi ama, bilemiyorum tabi sansür kaygisi var miydi ama özelikle o komandolari ve özel timleri sanki halk ile sicak iliskileri varmis gibi göstermeleri bana dogru gelmedi. Yine ”Yüregine Sor” filmini izledim mesela çok güzel ve etkileyici bir film diye düsünüyorum. Izlemenizi tavsiye ederim. Bahman Ghobadi’nin filmlerini çok seviyorum. Mesela onun Sarhos Atlar zamani adli filminden çok etkilendim, çünkü o filmdeki hikayenin hem geçtigi bölgeyi biliyorum ben, hem de o yasantiyi bir bütün olarak olmasa bile yasadik. Örnegin filmdeki kaçakçilar o bölgedeyseniz ister istemez kaçakçilarla yan yanasiniz. Onlarin nasil yasadiklarini ne yaptiklarini gözlemleme sansiniz oluyor. Örnegin; onlar atlari dinç kalsin diye alkol içirirlerdi, pesmergeler de hashas yedirirlerdi…

Daha keskin bir çözümmüs (Kahkahalar)… Kaplumbagalarda uçari izlediniz mi?

Tabi tabi, Yarim Ay’i da unutmamak lazim.

En sevdiginiz yazar?

Maksim Gorki’yi çok seviyorum mesela. Sonra Tolstoy’u daha dogrusu klasik edebiyat yazarlarini çok seviyorum. Steinbeck mesela , yine Jack London ”Demir Ökçe”… denilebilir ki biz solculuga basladigimizda bu kitaplar, temel kitaplarimizdi. Bunun disinda bu son dönemlerde yazilan biyografileri okuyorum. Hrant Dink’i okudum mesela, çok etkilendim. Ama ben daha çok Arap alfabesi ile yazilmis Soranice Kürt tarihi ile ilgili kitaplara çok merakliyim.

Kaç dil biliyorsunuz?
Kürtçe, Türkçe, fena sayilmayacak kadar Farsça, yeterli olmasa da Almanca, yarim yamalak Ingilizce

Kürtçenin hangi lehçelerini biliyorsunuz?
Zazaca, Kurmanci ve Soranca’yi biliyorum.

En fazla sevdiginiz ses sanatçisi?

Qerapetê Xaço, Meryemxan, Kawis aga, Sivan Perwer, Aram Tigran, Mihemed Arif Cizrawi, Mikail Aslan’i dinlemeyi çok severim, Ali Baran’in bazi türkülerini dinlemeyi de…

Dengbejleri severmisiniz?

Elbette mesela Sakiro’yu çok severim.

En çok Sakiro’dan neyi dinlemeyi seversiniz?

Dêrani ve Wey Dil’i çok severim.

Siiri sever misiniz, en çok sevdiginiz sair?

Siiri severim tabi ki, dinlemeyi çok severim aslinda, Siiri ben okudugumda pek etkilenmem ama iyi bir okuyucu okudugunda çok etkilenirim. Mesela Mehmet Bayrak çok iyi bir siir okuyucusudur. Avrupa’da düzenlenen Deng’le dayanisma gecelerinin birinde, Kemal Abi de oradaydi, Mehmet Bayrak çikip bir konusma yapti… Konusmasinin sonunda Kemal Abi’nin bir siirini okudu. Ama çok güzel okudu tabi. Yerine oturmaya geldiginde Kemal Abi O ‘na ”Memetcigim ben bu siirimin bu kadar güzel oldugunu bilmiyordum”dedi. Demek ki güzel okumak da siire ayri bir ruh katiyor.

Sizce Kemal Burkay iyi bir sair midir?

Yani ben Kemal Abi’nin sairligini elestirebilecek kadar….

Bir okuyucu olarak?

Siirlerini severek okuyorum elbette.

Seviyor musunuz siirlerini?

Sevdigim siirleri var. Örnegin ”Berf Fêdî Dike”yi çok seviyorum. Yine ”Spartakus”…”Dogan Gün”sevdigim siirleri arasinda.

Hangi tür müzik sizi sizden alip götürür?

Ben Alevi deyislerini çok severim. Zevkle dinlerim. Dengbej hayraniyim. Sorani müzigini ama otantik özüne bagli kalarak yapilmis olanlari çok severim… Örnegin Elî Merdan , Tahir Teyfik, ve Nasir Rezazî ve rahmetli esi Merziye Rezazi’yi çok severim. Bunlar sorani lehcesi ile yapilan müziginin ilahlaridirlar.

Resimle araniz nasil?

Tekniginden anlamam.

Sevdiginiz ressamlar var mi?

Yok. Resimden anlamadigim için biraz mesafeliyim. Ama Picasso’nun Guarnica tablosu, sanat yönünden degerlendirecek kadar anlamamakla beraber, o tabloya ilham veren olay, insana hüzün veriyor. Bununla ilgili ben bir sey okumustum. Picasso hayrani bir Alman Nazi subayi Paris’te Picasso’nun sergisini ziyaret etmis. Guarnica’nin önünde duruyor ve ‘Bunu siz mi yaptiniz?’ diye soruyor. Ressam gayet sakin, subayin yüzüne bakarak ,’hayir siz yaptiniz’ diye cevap veriyor.

Picasso’nun disinda sevdiginiz ressam var mi? Yani resimlerine baktiginizda, kendi gerçekliginize, halkinizin gerçekligine yakin buldugunuz?

Yoldasim Arif Sevinç’in resimlerini çok severim. Özellikle Diyarbakir 5 Nolu cezaevi tablolarindan çok etkilendim. Teknigi beni ilgilendirmez ama orada yasanan acilari birebir, tüm yalinligi ile tuvaline aktarmisti. Bir de bu son çalismalarinda isledigi Kürt motiflerini çok seviyorum; Mem û Zîn, Siyabend û Xecê vb. gibi Kürt toplumunun, kültürünün önemli kilometre taslarini tuvale dökmesi önemli bir sanat çalismasidir diye düsünüyorum. Ama dogrusu isin teknik yönü nedir ne degildir onu degerlendirecek kadar resim bilgim yok.

Dünyaya Kürt olarak gelmeseydiniz, hangi halktan olmak isterdiniz? Yine böyle ezilen bir halktan mi olmak isterdiniz, yoksa ezen egemen bir halktan mi olmak isterdiniz?

Yok. Yani halklar zulüm eder mi bilmiyorum, o dogru bir belirleme olmaz tabiî ki. Ne olabilirdim mesela, çocukluktan ergenlige geçerken Eskimo olmayi düsünmüstüm bir ara. Bir ara Kizilderili olmak istedim. Kesin olan bir tek sey var, öyle katletmekle meshur olan Hunlar gibi, Mogollar gibi, Uygur ve Tatarlar gibi bir halktan olmak istemezdim.

Peki. Dünyaya yeniden gelseniz, yine Mesud Tek mi?
Hayir. Mesela bir Dervis olmak isterdim.

Ben Dervisleri çok severim.
Ben de çok çok severim.

Dervislerde sizi en çok etkileyen ne?
Sade yasamlari, dünyaya bakis açilari…

Var mi Mesud Tek’in Dervis yani?
Yok. Zannetmiyorum, öyle bir Dervis yanim yok. Içinde bulundugum pozisyon bunu müsaade etmiyor. Eger bu pozisyonda olmasaydim, olabilir miydim diye düsünmem lazim.

Su anda Kuzey Kürdistan’daki Kürt Ulusal hareketi ve özgürlük mücadelesini nasil yorumlarsiniz? Nedir ne degildir, nerden geldik, nereye gidiyoruz, nasiliz, iyi durumda miyiz, kötü durumda miyiz, geriye mi gittik, ileri asamada miyiz, bagimsizliga yakin miyiz, uzak miyiz, birbirimize yakin miyiz, uzak miyiz, ulusal birlik adina ne düsünüyorsunuz?

Yani bunun böyle verilecek tek bir cevabi yok. Kürt ulusal hareketi belirli noktalarda çok iyi bir yerde, belirli noktalarda da çok geri, örnegin, mesela ben hatirliyorum, 1980’li yillara kadar Kürt ulusal hareketinin Cahslik kurumunun ortadan kaldirilmasi diye bir talebi yoktu. Dolayisiyla bu silahli mücadele ile ve ulusal hareketin gelismesi ile birlikte gündeme gelen bir taleptir. Dolayisiyla bir gerilemedir bu anlamda. Ama diger alanlarda Kürt ulusal hareketi ileri boyutlara ulasmistir. Bunun degisik nedenleri var elbette. Devletin amansiz baskisi, silahli mücadelenin belirli oranda etkisi, bölgedeki ve dünyadaki degisimler ayni zamanda Kürt toplumunun da dinamik bir toplum olmasi, Kürt hareketini bugün geldigi noktaya getirmistir. Gelinen nokta içinde birçok zaafi barindirmaktadir elbette. Kürt hareketinde etkin olan gücün politik tespitlerindeki o gelgitler çok önemli bir zaafi olusturmaktadir. Belirli noktalarda siz kitlelerin önüne kesin ve somut seyler koymak zorundasiniz, yani eger Otonomi ise otonomidir. Bagimsizlik ise bagimsizliktir, federasyon ise federasyondur. Ama her gün ortaya bir talep koymak, o talebin içini doldurmamak, içini doldurmaya baslandiginda, yeni bir talep koymak. Kürt ulusal kurtulus hareketi ve gelinen nokta açisindan bu bir zaaftir.

Bir ikinci zaaf olarak Kürtler arasinda ittifak ve birlik olmamasini görüyorum. Ben kisi olarak, partimde de bu anlayisi yerlestirmek için çaba sarf ediyorum, benim gibi düsünen arkadaslarim olmakla beraber, benim gibi düsünmeyen arkadaslarim da var. Dogal olarak her konuda herkesin ayni seyi düsünmesini bekleyemeyiz. Ben genel olarak sorunlu, problemli, zayif bir iliskinin, iliskisizlikten çok daha iyi oldugunu düsünüyorum. Yani o iliskiyi sorunlu da olsa, problemli de olsa, tartismali da olsa, o iliski çerçevesinde birbirimizin kafasini, gözünü yarsak da, birbirimizi yanlis anlasak da, birbirimizi yeterince anlamasak da, iliskisizlikten, herkesin kendi kabuguna, kozasina çekilmesinden çok daha iyi oldugunu düsünüyorum.

Birbirimizi tanimak için iliski kurmak lazim. Bu çok önemli ve dolayisiyla bu noktada Kürt ulusal hareketi zaafa düsüyor. Yani Kürt ulusal hareketinin siyasi gündeminin degismeyen maddelerinden birisi budur. Birlik ve ittifak sorunudur. Bu konuda çok önemli çalismalar da yapildi. Ta 1979’larda baslayan çok önemli görüsmeler de yapildi, örnegin, Ulusal Demokratik Güç Birligi (UDG), Hevkari, PSK-PKK protokolü, daha sonra olusturulan platformlar vs. bir sürü görüsmeler, atilimlar ve çalismalar oldu. Ama maalesef, bütün iyi niyetli çabalara ragmen, bütün bu enerji ve zaman harcamalarina ragmen bugün gelinen nokta verilen emegin, harcanan zamanin karsiligi degildir.

Ama yine de iyi bir noktadayiz, öyle çok da kötü bir noktada degiliz. En azindan artik eskisi gibi taraflarin birbirini inkari yok, cani gönülden olmasa bile, isteseler de istemeseler de artik insanlar birbirlerini kabullenmeye basladilar en azindan, bu iyi bir gelismedir. Öyle düsünüyorum.

Mesud-Tek-PDPKS-Genel-Sekreteri-Hemid-Heci-Derwês

Bir diger önemli nokta ise artik Kürt hareketinde ve Kürtlerin genel tavrinda yavas yavas sagduyu filizlenmeye basladi. Kürtler arasi bu diyalogsuzluga ve siddete karsi çikan sagduyu giderek boy vermeye basladi.

Evet. Size katiliyorum, son zamanlarda halk tabani Kürt örgütlerinden birlik istiyor.

Evet. Birlik olamiyorsaniz bile en azindan birbirinize düsman olmayin, birbirinize saldirmayin diyorlar. Ama geçmiste ben çok iyi hatirliyorum, bizim ve PKK arasinda sorunlar çiktiginda, PKK’liler bize saldirip arkadaslarimizi öldürdügü zaman, derneklerimizi yaktigi zaman, öyle ciddi bir tepki yoktu, hatta öyle bildiriler ve tahliller ile karsilastik ki ‘bunlarin her ikisi de diktatör hareketlerdir, zaten PKK’nin PSK’den, PSK’nin PKK’den bir farki yoktur’ vb. tahliller ile karsilastik. Ama bugün bu noktada degiliz. Bugün, hem örgütler bazinda, hem de halk ki özellikle ben ona daha çok önem veriyorum, halk ve aydinlar nezdinde Kürt örgütlerinin birbirlerine karsi siddet kullanmasini, özellikle de PKK’nin diger örgütlere karsi siddet kullanmasina karsi bir tepki var.

Kürt halki, Kürdi örgütlerin, bir türlü bir araya gelememesinden, bir ittifak olusturamayip ortak hareket edememesinden fena halde sikilmis durumda, kisisel olarak bende dahil kisa zamanda bu sorunun çözülmesinden yana tarafiz. Biz artik bütün Kürt örgütlerinin sapkalarini önlerine koyup halkimizin menfaatleri geregi belli bir uzlasmaya gitmesini ve ortak hareket etmesini istiyoruz. Ben eminim bunu cani gönülden siyasi fraksiyonu olsun olmasin, bütün halk istiyor. Bunun altyapisi ve insasi için yakin gelecekte var mi düsündügünüz bir sey?

Halkin bu talebi kuskusuz çok önemli bir taleptir. Eger bu talep gelisip, siyasi örgütler özellikle de PKK’nin üzerinde bir baski unsuruna dönüsürse, isler biraz daha kolaylasir diye düsünüyorum. Simdi gelecege yönelik ben umutsuz degilim, Kürt örgütleri açisindan. Ama öyle bu olay bugünden yarina gerçeklesecek bir sey de degil. Çünkü, asagi yukari 32 yildir bir sürü girisimler, çalismalar ve cephe görüsmeleri oldu. Belirli ilanlar oldu, cepheler ilan edildi, isbirlikleri ilan edildi ama basariya ulasamadi. Öncelikle bunlarin bir analizinin yapilmasi lazim. Yani nerede basarisiz olundu, niye basarisiz olundu, bu konularin derinlemesine bir analizinin yapilmasi lazim. Ikincisi bence gelecege yönelik yeni bir birlik anlayisinin gelistirilmesi lazim. Yani nasil bir birlik, Kürtlerin birligi denince ne anlasiliyor, kimler arasinda birlik ya da her konuda mi birlik olacak, öyle total hepimiz bir sepete mi girecegiz, yoksa ayri ayri sepetlerde kalip ortak bir küfenin içinde mi yer alacagiz? Simdi bütün bunlar tartisma konularidir.

Ben Kürdistan ulusal kurtulus mücadelesinin bir nehire benzetiyorum. Nehirlerde hep denize akarlar, deniz de dünyadaki degisim sürecidir, eger enternasyonal olarak düsünürsek. Ama nehirler küçük küçük derelerden beslenir. Kürdistan Ulusal Kurtulus Mücadelesindeki her hareket, her örgüt, her kurum, her kurulus, her aydin, her girisim, (siyasal partilerin baslattiklarini kastetmiyorum,) kültür kurumlari, ekonomik kurumlar hatta aydinlarin kendisi bile bu nehri besleyen küçük küçük derelerdir. Bir nehre akan dereler ne kadar coskunsa, o nehir de o kadar coskun olur. Bunun için ben her Kürt hareketinin güçlenmesi ve gelismesinin Kürt ulusal hareketine hizmet edecegini düsünüyorum.

Çünkü biz çok renkli bir toplumuz, Kemalistlerin iddia ettikleri gibi sinifsiz kaynasmis bir kitle degiliz ki.

Agamiz var, seyhimiz var, beyimiz var, esnafimiz var, iscimiz, köylümüz var, Alevimiz var, Sünnimiz var, Zazamiz var, Ezidimiz var, escinselimiz var, varoglu var… Simdi eger böyle renkli isek, eger böyle farkliliklarimiz varsa ve her kesimin kendini ifade etme ve amaçlarini gerçeklestirmek için örgütlenme hakki varsa bunlarin güçlenmesini ben isterim.

Örnegin güçlü bir feminist hareketin olmasi Kürt Ulusal Hareketinin aleyhine degildir. Aksine bu bahsettigim nehri besleyen bir derenin coskun akmasi demektir. Yine güçlü bir aydin hareketi, güçlü bir sosyalist hareket, güçlü bir demokrat hareket, güçlü bir emekçi parti, güçlü bir komünist hareket bütün bunlar o nehri besleyen coskun kaynaklardir.

Güçlü bir anarsist hareket?
Evet anarsistler. Gerçi onlar hiçbir yere akmazlar (kahkahalar).

Belki en coskun akan onlardir?
Coskun akacaklarindan kuskum yok. Ama nereye akacaklarini bilmiyorlar (kahkahalar). En coskun onlardir hiç kuskum yok. Onlar çok coskundurlar. Bir de akacaklari yeri netlestirseler, tadindan yenilmez (kahkahalar).

Biz bunu ayri bir tartisma konusu olarak bir ara konusalim.

Her neyse, ben böyle düsünüyorum. Yani güçlü bir isbirligi için güçlü örgütlere ihtiyaç var. En azindan sözcüsü oldugu kitle açisindan ne yaptigini bilen, güçlü, örgütlü ve kendine güvenen. Çünkü en büyük sorunumuz güven sorunu. Yani örgütler birbirlerine güvenemiyorlar. Haksiz da degiller, geçmiste bir sürü olay yasanmis. Birlikte yola çikmislar ama bazilari yari yolda terk etmis, gitmis.

Bunda egemen ulusun rolü nedir? Kürt örgütlerinin birbirine bu kadar reaksiyonel olmasinda egemen ulusun hiç mi suçu yok?

Onlarin kuskusuz etkisi var, geçmisteki o sol anlayisin Kürt örgütleri üzerindeki hegemon yapisinin etkisi var kuskusuz. Ama bu belirleyici degildir. Belirleyici olan bizim ne düsündügümüz, ne istedigimizdir. Elbette bu noktada Türk devrimci hareketleri ile egemen ulusun degisim ve demokrasi güçleri ile iliski olumlu bir rol de oynayabilir, olumsuz bir rol de oynayabilir. Ben su inançtayim ki Kürtler birlik halinde Türkiye’deki devrimci ve demokratik güçler ile iliskiye girerlerse, hem kendileri açisindan, hem de Türkiye’deki demokratik güçlerin dinamizmi açisindan daha iyi olur.

Yani öyle Türkiyeli bir çati bana gerçekçi ve dogru gelmiyor.

Onun yerine ben Kürdi bir çati istiyorum, dogal olarak Türkiye’deki devrimci ve demokrasi güçleri ile iliskilendirilmelidir.

Ben de tam oraya gelecektim, Türkiye’deki devrimci ve demokrat yapilari, yani Türk solunu Kürt ulusal hareketi konusundaki tavrini yeterli buluyor musunuz?

Hepsini bir sepete koyup degerlendirirsek, dogru olmaz. Her partiyi tek tek ele almak lazim. Böyle bakarsak farkli manzaralar ile karsilasiriz. Bence Kürt ulusal hareketi ile Türk solu arasindaki kirilma Amerika’nin bölgeye müdahalesi ile ortaya çikti. Eskiden bu tür sorunlar yoktu, netice itibari ile emperyalizm hepimizin ortak düsmani idi. Türk devletine karsi olmak üzerinde anlasacagimiz bir nokta idi. Ama ne zaman ki Saddam gitti Kuveyt’i isgal etti, ABD gelip bölgeye müdahale etti, bir ’36. Paralel’ olarak bilinen güvenlik bölgesi insa edildi, buradaki Kürtler rahat nefes almaya basladilar, biz de o noktada yavas yavas ayrismaya basladik. Türk sosyalistleri Amerika’nin bölgeye ve Saddam rejimine müdahale etmesine karsi çiktilar. Biz Kürt sosyalistleri bunun tersini savunduk, hem Amerika’nin Saddam’a müdahalesini hem de Birlesmis Milletler’in ilan ettigi güvenlik bölgesini destekledik. Bu bizim ve onlar arasinda bir kirilmaya sebep oldu. Türk solculari bize ‘gelin birlikte sokaga çikalim, Amerika’nin bu tavrini protesto edelim’ dediler. Simdi bu talep, Kürt ulusunun reel politikalari açisindan uygun olmuyor. Adam gelmis senin celladini dövüyor, vuruyor ve öldürüyor…

Ama o celladi yaratan ve silahlandiran o?

Ona hiç itirazimiz yok. O gün yaratmis, bugün ortadan kaldiriyor. Ben, yaratirken ABD’ye karsi idim, ama ayni zamanda yaratilana karsi idim. Bugün de onu ortadan kaldirirken, neden elini tutup ‘sen yarattin, niye öldürüyorsun’ diyeyim. Bütün dünya alem ve Türkiye’de biliyor ki, bölgedeki emperyalist güçlerin destegi ile diktatörler ayakta kalir. Bu emperyalist güçler bir politika degisikligine gidiyorlarsa, diktatörleri desteklemekten vazgeçiyorlarsa, demokrasiyi ileri sürüyorlarsa, bir solcu olarak hele hele bir Kürt olarak benim buna karsi çikmamin hiçbir mantikli açiklamasi olmaz.

Bir Türk sol hareketi kendi açisindan hakli olabilir. Suriye’de halk ayaklanmisken, düsünün bir Suriye Kürd’ü, Avrupa’da ya da Arap ülkelerinde Esad rejimine yönelik dis baskilari protesto etme ve destekleme mitingine katilmis. Bundan daha ‘ucube’ bir durum olur mu? Bir dönem Türkiye’de ve Avrupa’da Saddam’i destekleme mitingleri yapiliyordu. Simdi düsünebiliyor musunuz, bir Kürt yurtseveri gidip Amerika Saddam’a müdahale ediyor diye, Saddam’i destekleme mitingine katilacak? Bu celladina asik olmanin bir baska ifadesidir.

Su an Ortadogu’daki özgürlük dalgasini halklarin kendi kaderini tayin etme hakkindan dolayi mi yoksa emperyalistlerin planladigi ve müdahale ettigi bir hareket olarak mi görüyorsunuz? Ortadogu’yu az çok bilen biri olarak, dogrusu bunu bir de sizin yorumunuzla duymak isterim.

Simdi bakin, bunu Kemal Burkay sondan bir önceki makalesinde yazdi. Okumadiniz mi? Mesela 2000 yilinda, Kürdistan Sosyalist Partisi 4. Yurtdisi Konferansini yaptik ve o konferansta çok önemli bir öngörüde bulunduk. Bugünkü olaylari 11 yil önce biz Yurtdisi konferansinda öngördük ve bunu yayinladigimiz sonuç bildirgesinde dile getirdik. Mesela biz orda Islamiyet ile demokrasi barisabilir mi sorusunu tartismaya açtik. Islam ülkelerinde ve özellikle bölgedeki Arap Müslüman halklarda bir hareketliligin baslayacagini, diktatörlüge karsi direnislerin bas gösterecegini ve demokrasinin belirli noktalarda Islamiyet ile uzlasmamakla birlikte, belirli noktalarda uzlasabilecegini oturup tartistik. Dolayisiyla bugün gelinen durum, en azindan biz PSK’liler için sürpriz degil. Bu kadar detayli olmasa da biz gelecegi önceden gördük, özellikle de o dönemdeki genel sekreterimiz Kemal Burkay’in engin öngörüsü sonucu ortaya koydugu görüsleri konusup, tartistik.

Olayin tek boyutlu oldugunu üsünüyorum. Birçok boyutu var. Küresellesmenin getirdigi degisimlerden, ister istemez bu cografyada etkileniyor. Bu ülkelerde yillarca diktatörlük rejiminin hüküm sürmesi -ki en genç diktatör Iran Islam cumhuriyeti 30 yillik bir diktatörlüktür-, dogal olarak bu diktatörlüklere karsi halkta öfke biriktiriyor. Biriken öfke var biçimde bunun disariya çikarilmasi ya da patlamasi lazim. Nitekim Iran’da ve diger ülkelerde sik sik patliyor. Bu yeni bir sey degil.

Hatirlarsaniz eger, ekmege birkaç kurus zam geldi diye, Tunus’ta, Cezayir’de ve Misir’da insanlar sokaklara döküldüler. Bu aslinda sadece birkaç kurusluk zamma olan bir tepki degildi, halkin biriken öfkesinin disa yansimasi idi. Netice itibari ile bu, toplumda biriken gaz sikismasidir. Eger akilli yönetimler olursa emniyet sübaplarini olustururlar. Nedir bu? Iste demokratiklesme, halka özgürlük tanima, halkin taleplerini dikkate almadir. Ama diktatörler bunu yaptiklari andan itibaren diktatör olmaktan çikarlar. Kisir döngü de burada.

Bu isin patlayacagini biliyorlar ama ayni zamanda bir yolu açarlarsa artik kalmayacaklarini da biliyorlar. Dolayisiyla ayakta kalmak için daha çok baskiya basvuruyorlar. Daha çok baski daha çok gaz ve öfke yaratiyor. Netice itibari ile su anda da yasanan budur. Ha burada dis güçlerin destegi var midir? Varsa da iyi olmustur. Yani onlarin bu müdahaleleri olumlu olmustur diye düsünüyorum.

Ben ayni fikirde degilim. Emperyalizm hiçbir zaman babasinin hayrina, bir is yapmayacagini düsünüyorum.

Ama bakin simdi. Emperyalizm de yavas yavas kendini yeniliyor. Amerika simdi sunun hesabini yapiyor, ben tank top satarak mi daha çok zengin olabilirim, yoksa teknoloji satarak mi? Eger teknoloji satarak daha çok zengin olabilirim noktasina geldigi zaman teknolojik aletleri kullanan ülkelere ihtiyaci olacak. Bu tüketiciler nerede, 3. Dünya ülkelerinde. Diktatörlükler de teknolojiye karsilar, dolayisiyla diktatörlerle çatismaya girecek. Çin niye Google’yi yasakliyor ya da Libya Facebook’u? Örnegin Iran, kitleler sokaga çikmadan önce uyanik davranip el telefonlari, internet ve benzeri modern iletisim araçlarin hepsini yasakliyor. Çetin Altan ne diyordu? Ne zaman ki baris emperyalizmin çikarina oldu, o zaman dünyaya baris gelecek. Biz simdi o noktaya gidiyoruz.

Umarim öyledir. Ortadogu’daki bu dalganin Kuzey Kürdistan’a yansimasi ne olur sizce? Kuzeydeki Kürtlerin özgürlügü için bu bir firsat midir? Yoksa hiç degil, oradakilerin dinamizmi daha mi farklidir?
Hayir hayir. Mutlaka bir etkisi olacaktir.

Sivil itaatsizlik hakkinda fikriniz nedir?

Kelimenin o gerçek anlamiyla bir sivil itaatsizligin, Türk devletini dize getirecek en önemli aktivite oldugunu ve bunun desteklenmesi gerektigini düsünüyorum,

Kaldi ki biz destekliyoruz bu tür eylemleri. Ama dedigim gibi sivil itaatsizlik eylemlerinin kelimenin anlami içinde yürütülmesi lazim. Hiçbir biçimde siddete basvurmamasi gerekir bir, ikincisi bunun böyle namus meselesine dönüstürülmemesi lazim. Biz çadiri kurduk, sonuna kadar orada kalacagiz diye bir seyin olmamasi lazim. Sivil itaatsizligin yasamin bir parçasi olarak kalmasi lazim. Bunu sürekli ve hayatin her alaninda hayata geçirmek lazim. Mesela, Andimizi okumamak olabilir, topluca nüfus dairesine gidip kimliklerimizde Kürt oldugumuzu belirtilmesini talep etmemiz olabilir. Disaridan en agir tahrikler olsa bile asla siddete basvurmayan bir yöntem izleyerek uygulanan sivil itaatsizliklerin uzun vadede Kürt sorununu çözecegine inaniyorum.

Kürt kadininin hayatta, aile içerisinde, toplumda, devrimde yeri ne olmalidir? PSK’deki yeri ve rolü nedir?

Simdi dogrusunu söylemek gerekirse PSK’de bir rolü yok. Karar organlarinda istedigimiz sayida maalesef kadin yoldaslarimiz yok. Geçmiste bir kararimiz vardi kadin yoldaslarimiz ile ilgili, belirli bir kota tespit etmistik, ama maalesef sonuca ulasamadik. Varolan erkek anlayisinin yani sira kadin yoldaslarimizin da pek bu ise merakli olmamasinin da etkisi var. Ama asil olarak bizde var olan erkek anlayisidir ya da kadina yeterince güvenmeme anlayisidir.

Kürt kadini geçmisten çok daha iyi bir noktadadir. Kadin sokaga çikip eyleme gittigi müddetçe, sehit anneleri eylemi olsun, baris anneleri eylemi olsun, onu eylem alanina süren örgüt ve yapisi ne olursa olsun, kadin eylem alanina çiktiginda, evden çikip toplumsal yasamda görünür hale geldiginde, toplumsal mücadelede görünür hale geldiginde hem kendisi degisiyor hem de toplumu degistiriyor.

Bu, toplumsal degisime muhtesem bir dinamizm katiyor. Bunun için bence Kürt ulusal hareketi, kadini toplumsal mücadelenin her alaninda görünür kilmak için mücadele etmek zorundadir. Bu onlara kota belirlemekle olur, pozitif ayrimcilikla ve benzeri seylerle olur. Kadina kota uygulamak saygisizliktir diyenlere katilmiyorum. Erkek bunu söyledigi zaman bunu vermemek için söylüyordur. Ciddi söylüyorum, onu vermemek için bahane uyduruyor. Sözde onu yüceltiyor ‘niye kadinlarimiz muhtaç midir?’diyerek. Halbuki öyle degildir. Yani kadin bugüne kadar o erkek egemen ideolojisi nedeniyle eve hapsedilmis. Toplumsal mücadelenin görünmeyen gizli yerlerinde kalmasi için mekanizma öyle olusturulmus. Dolayisiyla onlara bir haksizlik yapilmis. Bu haksizligi gidermek için birincisi onlara güvenmek lazim, onlarin yapilarinda var olan sevgi, sefkat, hosgörü gibi özelliklerinin topluma ve siyasi mücadeleye bir renk katar. Ikincisi kadinlar bir dinamizm getirir. Kadinlar erkeklere nazaran yapilari geregi çok daha tutkulu ve kararlidir. Kadinlar toplumun yarisidir gibi kliselesmis söylemlere ben pek itibar etmiyorum. Onu toplumda görünür kilmadiktan sonra isterse %75’i olsun ne fark eder. Önemli olan onu görünür kilmak. Görünür kilmak için de onun her türlü talebine kulak vermek lazim, bu talepler ne kadar çok asiri olsa da bu talepler çok rahatsiz etmis olsa da karsilamak lazim.

Aslinda kadinin hiç de asiri bir talebi yok. Sadece erkek kadinin her talebini kendi iktidarina yapilmis bir saldiri olarak algiladigindan, asiri diye degerlendirir. Aslinda kadinin su andaki pozisyonunda asiri diye nitelendirilen seyler bile en fazla esitleme babindadir. Kadin ve erkek esit olmadan, ask, evlilik, cinsellik, aile yani toplumdaki hiçbir seyde denge olusmayacaktir. Çünkü köle ve efendi iliskisi sorunlu olarak kalmak durumundadir.

Simdi elbette bu ideal bir seydir. Ama toplumda yasam böyle olmuyor. Mesela evlilik kuruldugu zaman esitlik temelinde kurulmuyor. Ama, ortada bir önyargi yoksa, ortada bir karsilikli kabul varsa, zaten taraflar birbirlerine degistirerek bu iliskiyi yürütüyorlar. Yani mesela ben ve esim 30 yil önceki noktada degiliz. Bu 30 yilda hem ben degistim, hem de esim degisti.

Simdi tekrar örgütünüze dönelim. PSK hareketinin halk tabanini yakaladigini düsünüyor musunuz?

Hayir. Simdi öncelikle sunu özellikle ayirmak lazim. Bizim öyle tüm Kürtlerin sözcüsü olmak gibi bir kaygimiz yok, anlatabiliyor muyum? Parti programimizda kendimizi tarif ederken biz, Kürt yoksul köylülerinin, ezilenlerin ve isçilerinin partisi olarak tanimladik.

Oysa ki çok elit görünüyorsunuz. Handiyse ‘beyaz Kürt’ tanimlamasi var hakkinizda?
Beyaz Kürt tanimina en son uygun olan kesim, bizim kesimdir. Beyaz Kürt denildigi zaman baskasini dislayan, baskasini inkar eden, kendisini dayatan bir yapilandirma anlasiliyor. Ki, biz böyle degiliz.

Su bir gerçek bizim hareketimiz ortaya çiktigi zaman ki bu bütün dünyada böyledir, öncelikle aydinlarda vücut buldu. Ama biz bir aydin hareketi olarak kalmadik tabii. Diyarbakir ve Agri belediyelerini kazanacak kadar kitlesellestik. Eger 12 Eylül olmasaydi, bizim bir çok ilde belediye baskanligini kazanacak kadar tabanimiz vardi. Ama daha sonra 12 Eylül darbesi oldu, birçok sol hareket gibi biz de tirpan yedik ve bu arada silahli mücadele basladi. Silahli mücadele ile beraber artik silahlarin, tankin, topun etkin oldugu bir ortamda sizin baris politikalariniz ve söylemleriniz pek duyulmuyor ama bu söylemleriniz yanlis oldugu anlamina gelmiyor.

Bugün gelinen nokta da o. Hem devlet hem de PKK açisindan artik bu isin silahla çözülemeyecegi ortaya çikti. Dolayisiyla bizim o dönemde söylediklerimiz politik olarak yanlis seyler degildi ama biz bunu kitlelere mal edemedik, kitleler nezdinde taban bulamadik.

Nedenlerin bir kismi bizden kaynaklaniyor. Ama asil belirleyici olan disimizdaki sebepler. Bunlardan birisi savas ortamidir, bir ülkede savas varsa toplumsal mevzilenmeler de o savas ortamina göre vücut bulur. Bu noktada sizin sagduyulu politikalariniz ve açiklamalariniz, bu savasin sonuç getiremeyecegine dair söylemleriniz kitlelerde gerekli yerini bulamiyor. Ama bugün gelinen nokta o. Asil bugün gelinen noktada, bundan sonra ne yapabilirizi düsünmeliyiz.

Bir, ezberlerimizi bozmak zorundayiz, biz toplumda sorunlu olan her kesimle iliski gelistirmek zorundayiz, onlarin taleplerine sahip çikmak zorundayiz, özgürlük, anadil vb. hakli taleplerinin destekçisi olmak zorundayiz, hatta taleplerinin destekçisi olmanin bir adim ilerisinde onlarin örgütlenmelerine yardimci olmaliyiz. En azindan ortaklasa mücadele etmeye çalismaliyiz.

Bu kadin hareketi için de böyledir, gençlik hareketi için de böyledir, sivil toplum hareketleri için de böyledir. Ben kisisel olarak sivil toplum örgütlerinin belli bir parti ve örgüte bagli olmasini ya da partilerin gidip onlari örgütlemesini hiç dogru bulmuyorum. Birakalim onlar kendi islerini yapsinlar. Kürt halki zaten mazlum, bir de mazlumlarimizin mazlumlari var, mesela Müslüman Kürt kadininin basörtüsü sorunu var, mesela Kürt Alevilerinin mezhep sorunu var,

Mesud-Tek-Babasêx ile

mesela Êzidilerin din sorunu var, mesela escinsellerin cinsel kimlik sorunu var, mesela Kürt gençliginin sosyal sorunu var. Yani bütün bunlarin ve su an konusma sirasinda bahsetmeyi unuttugum benzer gruplarin taleplerine sahip çikmak lazim. Onlarin taleplerini dillendirmek lazim, onlara destek olmak lazim, örgütlenmelerine engel olmamak, gerekiyorsa yardimci olmak lazim.

Köylülerin, varoslarda yasayan emekçilerin, metropollere göçenlerin hatta biraz daha ileri gideyim korucularin sosyal ve siyasal sorunlari ve bütün bunlar PSK’nin ilgi alanina girmektedir. Sadece PSK’nin degil bu diger Kürdi partilerin de ilgi alanina girmek zorundadir.

Biz ancak halkin taleplerine dokunarak, kulak vererek, onlari anlayarak, onlara destek olarak ve onlara sahip çikarak halk içinde örgütlenebiliriz. Yoksa halk kendiliginden bize ‘sizin söyledikleriniz dogru çikti, tarih sizi dogruladi, siz çok iyisiniz’ deme noktasina gelmez.

Tamam bizim gelecege yönelik tahlillerimiz ve politikamiz süreç içinde dogru çikti ama bunu kitleler arasinda ete kemige büründürmemiz lazim. Yani halkin bir sorunu varsa, o soruna yönelik senin bir politikan ve çözümün varsa bunu uygun bir üslupla onlarla birlikte bu sorunu konusup tartisirsan bu çok daha hizli sonuç verir. Su üslubu hiç dogru bulmuyorum ve bize yararli olacagini düsünmüyorum, ‘biz söyledik’… Ee olabilir. Marks’da çok dogru seyler söylemisti, aradan kaç yil geçti bugün hala Marksizm’in uygulandigi bir ülke yok. Dolayisiyla tekrar basa dönüyorum öncelikle ezberlerimizi bozmak zorundayiz. Çalisma biçimimizi degistirmek zorundayiz, farkli örgütlenme biçimlerini denemek zorundayiz, her seyden önce gençlerimizin ve kadin arkadaslarimizin sagduyusuna güvenmek zorundayiz. Velev ki onlar bize ters seyler önerse bile, onlarin söyledigi seyler bizi rahatsiz etse bile, verili olan parti politikalarimiza uymasa bile onlara hosgörü ile yaklasmaliyiz. Çünkü hem gençlik hem de kadin hareketi çok önemli toplumsal dinamiklerdir. Bu toplumsal dinamikleri görmezden gelerek, onlarin taleplerini dikkate almayarak, düsüncelerini dikkate almadan bu isler yürümez diye düsünüyorum.

Simdi ben de tam gençlige yönelik bir soru soracaktim. Benim okuyucu kitlem arasinda her fraksiyondan kara çocuklarim var ve eminim öncelikli olarak bu röportaji onlar okuyacak ve su anda dört gözle sizin onlara göndereceginiz mesaji beklediklerini biliyorum. Dagda, okulda, iste, evde her yerde Kürdistan’in her parçasinda ülkelerinin özgürlügü için savasan kara çocuklarima ne söyleyeceksiniz?

Bence gençlik isyanci yönünü kaybetmemeli. Biz de isyanciydik. Babamiz da bize karsi idi. Ben inaniyorum benim oglum da isyancidir. Bazen bu isyanciliginin dozunu ayarlayamasa bile bu tavri beni rahatsiz etse bile ben bugüne kadar onun isyanci ruhunu asla törpülemedim, bazen çok fevri ve inatçi olmasina ragmen. Dogal sürecinde bir gün törpülenir diye baktim. Ama onun önüne set çekerseniz, onun o devrimci, isyanci, degisimci ve güzel ruhunu köreltirsiniz. Kesinlikle gençlerimizin o ruhunu, dinamizmini köreltmemeliyiz. Bunlarla sunu söylemiyorum tabi ki. Kendilerinden yasça büyük olan ablalarina, bilerine, ailelerine ya da geçmisteki ‘siyasi abla ve agabeyler’ine saygisizlik noktasina varmamalari lazim. Bu aradaki çizgi çok önemlidir. Eger bugün hareket bu noktaya gelmisse, bazi gençlerimizin fosil ve dinazor diye tabir ettikleri devrimci abla ve agabeylerinin yüzü suyu hürmetine gelmistir. Onlarin göz nuru, emegi ve fedakarliklari üzerinde bu hareket yücelmistir. Bunlari inkar etmeyip ama onlarin tutuculuguna da bagli kalmadan hareket etmek zorundadirlar. Elbette bu kolay kurulacak bir denge degil. Bu öyle kitaplarla ya da seminerlerle de ögrenilmez. Bu, hayat içinde ve mücadele sürecinde yasanarak kazanilacak bir erdemdir. Öncelikle geçmisi inkar etmeyeceksin, ama geçmise bagli kalmadan, ona saygi duyarak gelecegi insa edeceksin. Eger oglum beni asacaksa, beni çigneyip geçmesinin disinda bir yöntem de vardir. Gençlerimiz, yine bizi assin, yine bizden öte seyler söylesin, yapsin ama bu, önceki kadrolari çignemek, onlarin emegini inkara gitmek, onlara saygisizlik yapmak temelinde olmasin. Eger bu biçimi ile olursa kisisel olarak onlara bunu dogru bulmadigimi burada özellikle söylemek isterim. Son olarak onlara özellikle isyanci ruhlarini kaybetmemelerini tavsiye ediyorum.

Peki. Simdi gözlerinizi kapatin, ugruna ömrünüzü adadiginiz tüm arti degerlerinizden vazgeçtiginiz ülke yani Kürdistan bagimsizligina kavusmus, tam bu anda Mesud Tek nerede ve ne yapiyor?

Mutlaka olacak, o gün gelecek. Ben öncelikle gidip babamin mezarini ziyaret etmek istiyorum Elazig’da, Elazig’in Gülmez diye bir tepesi var, orada. Ondan sonra köye gidip, eger hala kaldi ise bilmiyorum tabii, dutlari ve cevizleri çok meshurdur, mesela dut yemek istiyorum. Bir de orada kalip, siz hiç yesil kabuklu cevizler soyup yediniz mi? Insanin elleri kinalanmis gibi olur. Ellerimi köyümün ceviz kabuklari ile kinalamak istiyorum. Ama ondan sonra ne olur bilmiyorum artik…

(Kejê röportajin bu bölümünde agladi).

Diyarbakir?
Benim Diyarbakir’a çok hüzünlü anilarim da var. Biz Diyarbakir’da ögrenci iken rahmetli Dr. Bozan ile sürekli gittigimiz ve malum ögrencilik sartlarinda çogu zaman veresiye ciger yedigimiz bir cigerci vardi. Siverekli idi, ‘Veysi abi’ diyorduk, iyi bir insandi ve ögrencileri de çok severdi. Paramiz olmadiginda bize veresiye ciger verirdi. Dr Bozan ile yurtdisinda bir araya geldigimizde sözlestik. Ben geri döndügümde ayni cigerciye gidip ciger yiyecekti. Dr. Bozan ile sözlestigimiz gibi gidip orada Bozan’siz da olsa cigeri ikimizin adina yemek isterim.

Bir gün özgür Kürdistan kurulup siz oraya geldiginizde, Dr. Bozan’i da saygi ve sevgi ile anarak, müsaade ederseniz o cigeri ben size ismarlamak isterim. Ben sizi çok yordum ama muhtesem bir keyifte aldim, röportaja ayirdiginiz zaman, burada bulundugum süre içerisindeki nazik misafirperverliginiz, Kürdi Kürdistan için harcadiginiz ömrünüz ve Kejê’nin hayatina sevgi ve özlem adina yeni birini kattiginiz için çok tesekkür ederim. Sizinle olmak müthis güzel ve benim için özel bir sansti.

Ben de tesekkür ederim, sizi tanidigima çok memnun oldum. Dogrusu bu anarsist ruhunuzu asla kaybetmemenizi dilerim. Çünkü biz sizi böyle tanidik ve sevdik.

Tekrar tesekkür ederim.
Rica ederim.

Dengê Kurdistan

Back to top button