Makale

Nazizm, Führer’in yetkileri, Hitler selâmi

18. yüzyil mutlakiyetçiliklerine benzemez; komünist tek-parti rejimlerinin ‘kisi kültleri’ne benzemez; hattâ bütün bir ‘ulu önder’ janrinin T.C. ve Kuzey Kore anayasalari gibi en asiri örneklerine dahi benzemez, 11. maddesi KCK Sözlesmesinin. Çünkü faraza ‘Apoculuk’ veya ‘Öcalanizm’e, herhangi bir Giris veya Gerekçe bölümünde yol gösterici bir ideoloji, bir parti ve devlet çizgisi olarak yer vermenin de ötesinde, yasayan ve aktif bir kisiyi en yüksek ‘organ’ ve ‘önderlik kurumu’ mertebesine yükseltip eline olaganüstü yetkiler vermekte; kararlarini karsi çikilmaz kilmaktadir. Dikkat ederseniz, hemen bütün diger organ ve mercilerin ‘freni’ vardir KCK Sözlesmesinde. Bir tek Öcalan’in hiçbir karari, hiçbir denetime tâbi degildir. Böyle en küçük bir imâ dahi gözükmüyor.

Peki o zaman, neye benzer ve/ya nereden beslenmis olabilir, henüz kendi topraklari ve sinirlarindan yoksun bir Kürt proto-devletinin anayasasina denk düsen KCK Sözlesmesinin 11. maddesi ?

Nereden, nasil beslendigi sorusu daha zor da, sonuçta, pratikte neye benzedigi çok açik : her bakimdan, Hitler’in Nazi Almanyasi’ndaki olaganüstü konumunu andiriyor. Naziler 1919 Weimar Anayasasi’ni hiç feshetmediler. Güya korurken içini bosalttilar. Yasama yetkisi dahil meclisin bütün kritik yetkilerini hükümete ve lidere aktardilar. Önce ‘Reichstag Yangini Kararnamesi’yle, anayasanin birey hak ve özgürlüklerini koruyan 114, 115, 117, 118, 123, 124 ve 153. maddelerini askiya aldilar. Ardindan, 23 Mart 1933 tarihli ‘Yetkilendirme Yasasi’yla hükümete de kanun çikarma yetkisi verdiler ve bu yolla çikacak kanunlari olagan meclis onayi prosedürlerinden muaf tuttular. Yetkilendirme Yasasi Nazi yönetiminin temeli oldu. Bütün diger siyasal partiler 14 Temmuz ’33’te bu yasanin verdigi yetkiyle yasaklandi. Gene ayni yolla, 30 Ocak ’34’teki ‘Reich’in Yeniden Insasi Yasasi’, hükümet yetkilerini Hitler’in sahsinda topladi.

Bunlar olurken, 1933’te Hitler’i sansölye (basbakan) yapan cumhurbaskani Hindenburg henüz hayattaydi. Öldügünde Reichsprasident ve Reichskanzler makamlari derhal birlestirildi ve Hitler’in ünvani Führer und Reichskanzler (Önder ve Reich Sansölyesi) olarak yeniden tanimlandi. ‘Önder’ sözcügünün bu adimla kazandigi formel anlam, bir dizi baska kural ve ritüel ile de pekistirildi. Pan-Germen hareketi içinde, daha 1900’lerde uyduruk Ortaçag çagrisimli bir Hail veya Heil sözlü selâmi uç vermis; mucidi, Avusturyali Alman milliyetçisi Georg Schönerer’e taraftarlari Führer diye de hitap etmeye baslamisti. Keza, bazi NSDAP üyeleri, tabii Italyan Fasistlerinden etkilenerek, daha 1920’lerde Hitler’i sag kollarini dümdüz yukari uzatmak suretiyle selâmliyordu. Bu Heil Hitler selâmi 1926’da parti içinde zorunlu hale getirilmisti. Heil, mein Führer (Önderim Selâm) veya ‘özellikle büyük mitinglerde, kalabaliklar tarafindan ayni anda haykirildiginda kollektif bir titreyis yaratan’ Sieg Heil (Zafere Selâm) seklinde de kullaniliyor; her üç varyantinda, kudret ve itaatle özdeslesen Nazi kimligini yansitiyordu.

Naziler iktidara geldiklerinde bu gibi özel simgelerini Almanya’nin tamamina empoze ettiler. Swastika’li (gamali haç) Nazi bayragi, Alman ulusal bayragi; parti marsi olan Horst Wessel Lied, (Deutschland über alles’in yani sira) ikinci Alman millî marsi sayildi. Içisleri Bakanligi’nin 13 Temmuz ’33 genelgesi ‘Hitler Selâmi’ni bütün siviller için zorunlu kildi. Ordu ilk agizda buna biraz direndiyse de, bu sefer Savunma Bakanligi’nin 19 Eylül’de çikardigi bir diger genelgeyle, askerler de bazi hallerde (millî marslar söylenirken veya sivil yetkililerle bulustuklarinda) ayni yükümlülük kapsamina alindi. Selâm vermeyenler için 1934 sonunda özel mahkemeler kuruldu. Nazi selâmi kisa zamanda günlük hayata yerlesti. Tezgâhtarlar müsterilerini ‘Heil Hitler, size nasil yardimci olabilirim ?’ sözleriyle karsilamaya; postacilar kapiyi ‘Heil Hitler’ diye çalmaya; sag kolun ne kadar kalkacagi ana sinifinda ögretilmeye; ögretmen ve ögrenciler her okul gününün basi ve sonu ile ders aralarinda birbirlerine ‘Heil Hitler’ demeye basladi.

Özetle, Nazi partisi ve sonra devleti daha basindan itibaren Führer’i, ‘Önder’i etrafinda örgütlendi. ‘Önderlik ilkesi’ (Führerprinzip) dogrultusunda Hitler’in iradesi ve her bir sözü, bütün yasa ve kurallarin üzerinde sayildi. En tepedeki adam bu kadar mutlak otorite sahibi olunca, Nazi yönetimi de iyiden iyiye acayip bir hal aldi. Führer’in gözüne girmek için yarisan bir hizipler topluluguna dönüstü.

Yeterince açik mi acaba ? Kürt milliyetçi hareketi simdiden bu hastaliklarin birçoguyla malûl. Abdullah Öcalan etrafinda yarattigi kisi kültünü; iki cümlede bir ‘Önder Apo’ ve ‘Kürt halk önderi Apo’ demeden konusamamasini; KCK Sözlesmesinin 11. maddesinde Öcalan’i en yüksek ‘organ’ ve ‘önderlik kurumu’ diye tanimlamasini; kendi alaninda, bu siyasal kültürü küçük çocuklar dahil herkese tesmil edip ezberletmesi ve içsellestirmesini, yakin tarihte ancak Hitlercilikle karsilastirabiliriz.

Ne ki bu, sübjektif düzlemde Nazizmi izleyip ondan ögrendikleri anlamina gelmiyor. Çok daha yakin bir kaynak, on yillardir hismina ugradiklari Türk devletçi-milliyetçi ideolojisidir. Atatürkçülüge bakip örnek aliyor, aynadaki aksine dönüsüyor, hattâ daha bile asirisina gidiyorlar. Ahmet Altan tâ 17 Nisan 1995’te ‘Atakürt’ yazisini yazdiginda, isin bu ironik boyutunu da düsünmüs müydü, bilemiyorum.

Ama asil mesele çizgisel devamlilik degil. Hepsinin ortak kökeninde milliyetçi mistisizm var. Bu mistisizmi bir savas örgütünün askerî disiplini tamamliyor. Lider otoritarizmi bunun üzerinde yükseliyor; biricik iktidar ve mesruiyet kaynagi haline geliyor.

——————————————

Taraf-4 Nisan

Halil Berktay

Back to top button