Makale

Okmeydani olaylarinin düsündürdügü…

25 Nisan tarihli ve ‘Erdogan’in Ermeni sorununa iliskin sözleri’ baslikli yazimda söyle demistim:

‘Bu ülkede, önemli-önemsiz nerdeyse her konuda, uzlasmaya kapali, bir birine taban tabana zit uç görüsler çatisma halinde. Özellikle de AK Parti ve Erdogan’la ilgili olarak.

Bir kesime göre AK Parti ve lideri Erdogan ne yapsa iyi. Bu kesime göre Erdogan tarihi ve toplumsal büyük bir dönüsümün öncüsü. Diger kesime göre ise ne yapsa kötü. Hatta Erdogan bir diktatör ve fasizmi getirmis bile!

Bir baska deyisle, çatisan görüsler degil, önyargilar. Önyargilar öylesine keskin ki olaya objektif bakmayi engelliyor.’

Son Okmeydani olaylarinin ardindan da ayni durum yasaniyor. Polisle göstericilerin çatismasi sonucu cemevinde, bir cenaze merasiminde bulunmak için gelmis masum bir vatandas, Ugur Kurt vuruldu. Bunun polis atesi sonucu oldugu söyleniyor. Daha sonra ise göstericilerin attigi parça tesirli bir bomba ile bir baska yurttas, Ayhan Yilmaz vuruldu.

Bu olaylardan dolayi bir kesim yalnizca polisi ve hükümeti, en basta da Erdogan’i suçluyor. Diger kesim ise tam tersine, eylemcileri ve muhalefeti suçluyor.

Peki polise ve hükümetin tutumuna yönelik elestiriler haksiz mi? Bence bir yönüyle hakli. Hükümet barisçil gösterilere karsi tahammüllü olmali. Ama örnegin Gezi olayinda bunun tersini gördük. Bu nedenle baslangiçtaki sivil ve barisçi eylem çigirindan çikti, bunun için firsat kollayan, hükümeti sokak eylemleriyle düsürmeyi umut eden bazi kesimlerin çabasiyla ülke çapinda bir yangina dönüstü.

Son Okmeydani olaylarinda da Polis, gösterici kovalarken cemevindeki kitleye rastgele ates etmek, oraya gaz bombasi atmak zorunda degildi. Bu hem Alevilerin kutsal mekani olan cemevine saygisizlik, hem de insan hayatina karsi bir sorumsuzluk.

Yine bu tür olaylarin ardindan hükümet sözcülerinin, hele hele Basbakan’in kullandigi dil, yani sorunlara yaklasim tarzi oldukça sorunlu. Bu dilin toplumu gerici degil, yatistirici olmasi gerekirken hiç de öyle olmuyor. Sayin Basbakan hemen her olayin ardindan, hükümet adina sözü hiç kimseye birakmadan konusuyor ve oldukça öfkeli konusuyor; üslubu ve söylediklerinin içerigi nedeniyle çok elestiri aliyor. Elestirenlerin bir kesimi zaten önyargililardan olussa da tümü önyargili degil.

Örnegin, Gezi olaylari sirasinda vurulup ölen 15 yasinda bir çocuk, Berkin Elvan için yapilan bir anmayi, bir protesto gösterisini gereksiz bulup ‘ölmüstür, bitmistir’ demek ülkenin basbakaninin agzindan çikacak söz degil. Birileri bu anmayi da hükümet karsiti bir protesto eylemine dönüstürmek istese bile. Ama barisçi bir gösteriyi çigirindan çikarip çatismaya dönüstürmek isteyen olursa, elbet bu hos karsilanmaz. Bu durumda da yapilacak is gerekli güvenlik tedbirlerini alip serinkanlica hareket etmektir.

Sayin Basbakan’in Alevilerden söz ederken kullandigi dil de sorunlu. Örnegin ‘Almanlar kendilerine göre bir Alevilik yaratiyor’ sözü… Daha önce de Sayin Basbakan, Alevi inancinda cami kurumu olmadigini bilmezden gelip cemevini bir kutsal mekan saymaya karsi, ‘Aleviler Müslüman olduguna göre camiye gitsinler demisti..’

Inanç sorunu çok hassas bir konu. Alevilerin nasil tapinacaklari, nereyi kutsal bilecekleri ise kendi meseleleri. Baskalarina zarar vermedikçe devletin buna karisamayacagini, demokratim diyen, yada insan haklarina saygili her siyaset adaminin bilmesi gerekir.

Iste bunlar elbette sorundur ve yanlis yaklasimlar mevcut sorunlari büyütür, mevcut yarilmalari daha da derinlestirir.

Öte yandan Gezi’den beri sürüp gelen olaylarin ve Okmeydani olaylarinin bir de öteki yüzü var. Basta da söyledigim gibi bazi kesimler, kitlelerin hakli protesto eylemlerini çigirindan çikarmak, sokaklari siddete bogmak için firsat kolluyorlar. Bunlara göre AK Parti hükümetini yikmak için her yol mubah.

AK Parti hükümetini yasal yollarla, örnegin seçimle düsürmek istemek, ayrica, kamuoyunu etkilemek için barisçi protesto eylemleri koymak elbet muhalefetin hakki. Muhalefet bunun için var. Ama dogru politikalarla ve barisçi yöntemlerle halkin destegini kazanmak yerine sokak siddetinden medet umup hükümeti hükümet edemez duruma düsürme çabasi farkli bir seydir. Bazilarinin yaptigi budur. Nitekim her olayda ortaya çikan, tas ve molotof atarak ortaligi yangin yerine çeviren, hatta silah kullanan gruplar neyin nesidir? Bu açik terör degil mi?

Bu tür gruplarin içinde ve arkasinda bazi derin odaklarin olmasi, provokatörlerin isin içinde olmasi hiç sasirtici olmaz. Geçmiste, 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde bunu çok yaygin biçimde görüp yasadik. Bazilari devrim yapma adina orduyu yardima çagirdilar. Ordu sonunda geldi de… Ama askeri darbelerin neler yaptigini kaç kez görüp yasadik. Bunlar en çok da demokrasi ve özgürlük isteyen kesimleri; solu, emekçileri, Kürt halkini vurdular.

Söz konusu derin odaklar son yillarda ayni filmi bir kez daha sahnelemek istediler, ama basaramadilar. Umutlarini tümden yitirdiklerini, bu isin pesini biraktiklarini ise söyleyemeyiz. Silivri’nin bosalmasi bu umutlari bayagi canlandirdi.

Muhalefetin ve demokratik çevrelerin bu siddet oyununa karsi net tutum almalari gerekir. Aleviler, Kürtler ve emekçiler elbet haklarini istiyorlar. Bu ülkenin özgürlük ve demokrasi yönünde almasi gereken daha çok yol var. Bu ise mücadele ile basarilabilir. Ama bu hakli mücadeleyi çigirindan çikarip militarist ve fasizan güçlerin pesine takmaya yönelik oyunlara karsi herkes dikkatli olmali. Gençleri bu siddet oyununa karsi uyarmali, korumaliyiz.

Bazilarinin siddet içeren bu tür sokak eylemlerinden ‘devrimci bir cosku’ duyduklarindan eminim. Elbet toplumsal degisimin devrimci biçimler aldigi dönemler geçmiste çokça yasandi, ilerde de olacaktir. Ancak her siddet ille de devrimci, hatta ilerici bir degisime hizmet etmez. Devrim ile terörü karistirmamak gerekir. Hele egemen siniflarin halk hareketini kör terör kanallarina çekme tuzaklarina karsi uyanik olmak gerekir.

Bu ülkenin insanlarinin bu konuda birhayli deneyimi var. Ben kendi payima 1960 öncesinden baslayarak söz konusu devrimci hareketin içinde yer alanlardan, pek çok seye tanik olanlardan biriyim. Bu ülkenin tarihinde solun ve Kürt hareketinin bir bütün olarak devrimci bir degisime en çok yaklastigi dönem 12 Eylül öncesi, yani 1970’li yillardi. Sol hareket ve Kürt hareketi o yillarda çok önemli bir potansiyele, güçlü örgütlere, kitle destegine sahipti. Ama ne yazik ki kendi zaaflarindan dolayi bunu basaramadi; kör mezhep kavgalarina tutustu ve bir araya gelemedi. Sistem ise bu daginikligi, sol içindeki çeliskileri çok iyi kullandi; hem sola, hem Kürt hareketine sizdi; hatta paravan örgütler olusturdu, böylece solu ve Kürt hareketini yanlisa itti, terör minderine çekti. 12 Eylül darbesini böylesi bir ortamda tezgâhladi ve söz konusu demokrasi ve degisim güçlerini ezdi.

Tüm olup bitenlerden sonra Kürt hareketi bugün hâlâ güçlü görünse bile, yanlis ellere düsmüs, çarpik kanallara yönelmis durumdadir. Önündeki baslica görev ise bu çikmazdan kurtulmak, dogru yolu bulmaktir. Türkiye solu ise, sosyalist sistemin çöküsüne yol açan dünyamizdaki büyük degisimin ardindan ufalmis, marjinallesmis, küçük küçük kistlere dönüsmüstür. Hâlâ devrim düsleri görse bile, 1970’lerde yapamadigini su haliyle basarmasi düsünülemez. Solun bu kosullarda basvuracagi siddet, devrime degil, olsa olsa bir kez daha darbecilerin, Ergenekoncularin amaçlarina hizmet eder.

Sol, kisa yoldan devrim düsleri görmeyi birakip kitlerle kaynasmak, güçlenmek için gerekeni yapmali. Bu ise, cesaret ve fedakârlik kadar dogru bir program, dogru yöntemler, ufuk ve sabir gerektiren bir istir.

26 Mayis 2014

Kemal Burkay

Back to top button