Makale

Onur Ünlü’den ‘Gerçek Kesit: Manyak’

‘Everything is something happened.’

Heidegger’imsi bir cümleyle, üstelik Ingilizcesiyle ve üstelik Türkçe tercümesi verilmeden bir film neden baslar? Böyle bir baslangiç hangi kesime hitap ediyordur? Üstelik gerçekte Heiedegger’e degil de Fatih Terim’e ait olan ve üzerinde çok düsündügünü ifade ettigi bu sözün ‘filmin tavri’ oldugunu belirten Ünlü; bu söz için, ‘böyle yilan gibi, birbirinin içine kivriliyor, allahin cezasi..’ diyor. Yönetmen, filmi bu sözle baslatarak izleyicinin isini kolaylastirdigini, izleyenin kalmasi ya da kalkip gitmesi için bir isaret verdigini de ekliyor. Filmin mahallesi, mekanlari, kostümleri için bile olsa bu baslangiç Gerçek Kesit’in orijinal izleyicisine hitap etmese gerek! O halde böylesi baslangiçla yönetmen bir meseleyi tartismayi degil, ‘mesele hakkinda ne düsündügünün netligini belli bir kesime izletmek istedigi’ olarak ele alinabilir.

Onur Ünlü varlik, yokluk, varolussal kaygi, baglanma, endise, ölüm üzerine sembol, metafor ve alegoriyi basitlestirerek verebilen bir yönetmen. Bir yazar, sair, senarist ya da yönetmenin bir meseleyi kafasinda beraklastirarak hafifletmesi ve siradanin, gündeligin içinde göze batirmadan gösterebilmesi de zorlu düsünsel emek gerektiriyor olmali.

Perihan Savas’in arada yine sözü aldigi, Gerçek Kesit’in basrol oyuncusu Cahit Kasikçilar’in yazdigi senaryoyu Onur Ünlü ciddi bir film haline getirmis. Film, adini aldigi diziyi hissettiremese de, Kasikçilar çok iyi oynuyor ve size bir sorunlu kisiyi izlettiriyor. 453 bölüm sürmüs Gerçek Kesitdizisinin orijinal ekibinin tümü filmde de hala çok iyi performans sergiliyor. Filmin görselligi ile isik, gölge ve karanlik akisi da konuyu, mekani ve oyunculugu tamamliyor.

Serpil ve küçük oglu Bora mahalleye yeni tasiniyor. Film, belli ki Bora’ya emanet edilmis bir fanusun sokakta parçalanma ani ve Serpil’in bu yüzden ogluna attigi tokat ile basliyor. Yerde can çekisen kirmizi balik! Tokattan önce ya da sonra bile ne kendileri egilip, ne de kenarda bekleyen iki kisi kosup baligi kurtarmaya çalisiyor! Balik (en içlerdeki his) zaten can çekismiyormus. Baligin ölümsüz olusu ya da kendi insaniyla ayni ömre sahip olmasi ile köprüde askerin ‘sen yokken bile ben vardim’ deyisi farkli degildir. Ardindan annenin görünüsü! Yoksunluk! Sevgisizlik!

Tokata yol açan olay kadar; yedigi saglam tokatla ‘manyaga dönüsümünde’ ilk adimi attirilan kiside tokatin verdigi duygunun nasil yer edecegi, neye yol alacagi ve sonra ‘dönüsümün devamini’ hangi olaylarin tetikleyecegi önemli. Dönüsümde basat ihtimaller üzerinden ilerliyoruz! Dönüsümün tamamlanmasiyla gerçekten öldüren, öldürülen insanlardan, bos kalmayan çöp konteynirlarindan bahsediyoruz. Baligin (tek basina yasatildigi) kirilan fanusundan sonra (diger baliklarin da oldugu) bir akvaryuma konulusu, kayginin yatismasi. Oyuncak askerin görüldügü yerler, sayisinin artisi, canlanmasi gerçeklikten kopusun ve tam bir etki altinda kalisin asamalarini yansitiyor olabilir.

Geçmisini bilmedigimiz Serpil evin içinde ve disinda tamamen farkli yasiyor! Serpil, evi tasinirken ‘tost yaptiran’ Riza’nin o andan itibaren kendisinden hoslandigini, kendisini takip ettigini fark etmemis olabilir mi? Serpil’in çalistigi dükkanin sahibi Erol ‘biri dükkanin önüne geliyor’ dediginde, Serpil’in camekandan disariya sanki bilinmeze bakar gibi bakinmasi dogru mu?

Erol’un ‘durumumuz böyle gitmez’ dediginde kastedilen kisiyi ve kast edenin neyi ima ettigini Serpil hemen anliyor, gülümsemesi de bu yüzdendir. Parkta kendisini bekleyen Erol elindeki yüzügü kendisine uzatmasaydi, Serpil parkta Riza’ya öyle bagirir miydi? Iste o an Riza’nin o hallerine Serpil’in önceki ilimli tepkileri birden keskince degisiyor ve ‘yanlisa, kirlilige karsi tavra, cesarete’ dönüsüveriyor ve reaksiyon gösteriyor olabilir mi? Bundan sonraki hayatinda Riza’nin kendisi için ‘aralarinda bir seyler olmus, bir ayip’ olarak görülmemesi için (en azindan belki Erol bunu hissetmesin diye) o tepkiyi mi göstermeliydi? Film sunu da tartisiyor olabilir: Zor durumlarina üzülünen kisinin verdigi rahatsizligi ve sorununun boyutunu geç fark eden kisiler!

Serpil ne yaptigini, ne dedigini, kimi bekledigini, kime birdenbire sevdalanip, kimi birdenbire irkiltecegini, kimi açikça ve sertçe itmesi gerektigini zamanla anliyor ama anlayinca da hizla davraniyor. Filmdeki kadin istedigine istedigi an asik olabilir, istemedigi anda da asik olmaktan vaz geçebilir. Serpil’in dükkana gelen bir müsteriye hosnut bakmasi hayatinin gerçekleriyle bagdasmayabilecegi için üzerinde durmasini gerektirmiyor.

Daha önce ‘Benim bir kadin karakterimin hayirli bir sey yapmasi pek mümkün degil’ diyen Onur Ünlü son röportajinda da söyle devam ediyor:

‘Erkeklerin tamami aptaldir. Kadina aptallik yakismiyor, aptal kadin diye bir sey yok. Aptal kadin karakter cazip degil bir kere ve zaten kadin aptal da olmuyor benim kafamda. O yüzden bir erkegi olayin içine birakiyorum, o zaten salak salak seyler yapiyor. Ayni seyi kadin yapmiyor. Bu bir yüzü…’

Bu tartismalar Onur Ünlü’nün Sen Aydinlatirsin Geceyi filminde geçen su diyalogu animsatti:

‘Adam: Beni seviyon mu?
Kadin: Istersen severim!’

72 dakikalik filmde bazi sahneler kopuk ilerliyor. Riza, annesi vefat ettiginde ‘tost yaptirdigi’ Serpil yüzünden neden bir an bile olsa suçluluk, pismanlik duygusuna kapilmiyor? Oysa, bu fikrin aklina gelmesi dogaldir ve asil önemli olan fikrin nasil seyredecegi, kisinin bu fikrin/hissin pesine düsüp düsmeyecegidir. ‘Ona tost yaptirdigimi anneme söyledikten sonra annem sessizlesti, endiselendirdim, annemi üzdüm, ölümüne sebep oldum ya da bunlara Serpil (de) sebep oldu’ demiyor.

‘Eve gelin getir’ diyen mahalleliye ‘evlenecegi kadin annesine sikinti yasatir’ diye sert çikan, siddet sergileyen ve kavgaya o an hazir hale gelen, tehditler savuran Riza, nedense kendisi ya da Serpil ile ilgili böylesi bir düsünceye kapilmiyor! Hatta, dünyayi yakip yikacak öfkeye bile kapilabilirdi ama sasirtici biçimde bu hisse kapilmiyor; bir an bile sürse kapilmiyor. Gerçeklikten zaten kopmus Riza bu fikri kesfedip, sarip sarmalanip bütünlemiyor ancak, o dönüsümünü bir baska yoldan tamamliyor. Belki de bu, annesi yerine Serpil’e gittikçe bagimli hale gelmesindendir: ‘Serpil de onu sevsin, o da sevsin, biraz da o sevsin, hele hiç aldatmasin!’

Bir baska kopuk durum, Riza’nin kardesinin annesinin ölümünü ögrenmesinin ardindan pencereden disari bakarken gördügü komsu kadina sarf ettigi sözlere geçiste yasaniyor. Annesinin öldügünü yeni ögrenmis ve çok üzüldügü belli edilen kardesin yoldan geçen kadinin güzelliginden bahsetmesi garip bir durumdur. Bu acelecilikler Ünlü’nün meseleye hizla ilerlerken kopuklugu, ‘boslugu’ önemsemedigi ve tetikleyicileri hizla ortaya koymayi tercih ettigi sahneler olarak yorumlanabilir.

Simdi asil meselelere giris yapalim. Birincisi, Ünlü’nün ‘bize’ okuttugu test sorusu ve Bora’nin o soruya yaniti. Ikincisi, kahvede bir grup insana bir aninin anlatildigi anlar. Üçüncüsü, mahalleden tek bir kisinin bile Riza’nin gerçekten sorun yasadigini ve yardim almasi gerektigini fark edememesi.

Birincisi… Bu sahnede Onur Ünlü ‘ölçüsüzlügü’ veriyor. Kendisiyle ilgilenilmeyen, ögretilmeyen Bora yanlis sikki isaretlemis. Ölçüsüzlük en ciddi problemlerimizden biridir. Bireyde ister mesafesel, ister dilsel, ister davranissal, ister tepkisel ölçü kavrami gelismezse sonuç ‘ölçüsüzlük’ olur. Yani Bora hayati boyunca muhtemelen yanlis sikki isaretleyecek, muhtemelen tüm adresleri ölçüsüzce tarif edecek, kendisine tarif edilen adreslerdeki ölçüsüzlügü fark edemeyecek; tipki eski mahallesindeki, yeni mahallesindeki, ülkesindeki, dünyadaki diger çogu kisi gibi.

Ikincisi.. Adam kahvede öyle bir anlatiyor ki, herkes pür dikkat dinliyor! Hayir, sadece anlatici yüzünden degil! Herkes zaten inaniyor. Kahvedeki herkes oldugu gibi, kendiliginden çünkü hayatlari boyunca o tür anlatilara inanmislar. Dinleyenlerin tümünün mimikleri, bakislari ve hatta soluklari kontrol altinda ve bu kadraj, Ünlü’nün yönetmenligi hakkinda size yeni bir ipucu verebilir. Içtenlikle, dogallikla inaniyorlar; içlerinden biri son derece dogal ve bir o kadar da güzelce ‘saskinliktan aaabiiiiiii!’ ve biraz sonra tümü ‘haaydiiiiii!’ diyor ki, bu muhtesem sahnenin meselenin toplumun bir kesimini yermek degil de bir sistemi ortaya koymakta samimi oldugunu kavriyorsunuz. Durum bu yani! Ve sizin bu tür insanlara karsi çikmaniz ise yaramayacaktir. Bu durumlari suna benzetiyorum: Yolda yürürken ‘biriyle’ çarpisiyorsunuz, öfkeyle dönüp de o kisinin görme engelli oldugunu anladiginizda nasil tüm öfkeniz diniyorsa ve yolunuza yeniden sakince devam ediyorsaniz bunu da böyle anlamak gerekir ama kabullenmek gerekmez. Onur Ünlü sanirim bunu kabullenmislik asamasinda bir yerlerde ya da kabullenip geçip gitmis! Öyle bir ortamda ‘siz bunlara mi inaniyorsunuz, adam resmen uyduruyor, bu baglamlari sonucu nasil kabullenirsiniz, kanitiniz nedir?’ diyeni dislarlar, hakaretler yagdirirlar (iste bu noktada bir ‘manyak’ ile bir ‘aydin/entelektüel’in bu topluluga mesafesi nedir, ne olmalidir ya da bu mesafeyi belirleyen hangi taraftir?) Ancak, çarpistiginiz kisi görme engelli degilse ve size karsi hareke geçmeye hazir bir nefretle bakiyorsa yine körlesmis demektir ve bu anormal tepkiden uzaklasip uzaklasmamak size kalir!

Üçüncüsü.. Riza için ‘kafayi çizmis, iyice siyirmis, uçmus bu uçmus, deli mi ne, çok zor, durum vahim, tuhaflasti, garip, deli gibi, delirmis gibi, Riza atdaaa’ benzeri sözler sikça sarf ediliyor ama bir tek kisi bile ‘Riza hasta, yardim almasi lazim, bir seyler yapalim, kendini kaybedince siddet de uyguluyor, tolerans esigi kalmamis, kendine de bir baskasina da zarar verebilir’ demiyor. Kimse bu gidise dur demiyor, harekete geçmiyor. Böyle bir dokuda yasiyoruz! Tipki intihar edenlerin ardindan dendigi gibi; ‘tamam, sikintilari vardi ama intihar etmesini gerektirmiyordu, hayret!’ ya da ‘onunla çok konustum, sabahlara kadar anlattik, çok ilgilendik ama iste gitti intihar etti.’ ‘Tost yaptirdigi’ Serpil de dahil geri kalan herkes Riza’da ciddi bir problem görmüyor, gerçekten fark etmiyorlar. Riza’dan sadece patron Erol (bu, Serpil faktörü yüzünden de olabilir) ve Riza’yi görünce kaçisan o üç anne rahatsiz oluyor. Soru su mu; ‘Sadece uzaktan izlenen kisiliklere ve olaylara mi daha objektif yaklasilir? Yasantinin içinde olunca, olani ve kisileri degerlendirme görüsü çalismaz hale mi gelir?’

Filmde aktarin yani ‘sifaci’ olarak bilinenin istemeden de olsa birine zarar verme yollarini nasil açabilecegi, sebep olabilecegi veriliyor. Filmin her sahnesi bir çözümlemenin detaylarini veriyor. Riza’nin tavsiyesini dinledigi kisinin aktar seçilmesi de isabetli olmus. Filmin üç farkli yerinde seslerin içten seslendirilmesi, gerçeklik içeren içten yaklasimlari da filmin kendisine yabancilastiriyor ve basarili bir etki olusturuyor.

Bagimli kisiliklerin, çevresinde olan bitenin farkina varamayanlarin, baskalarinda zarara sebep olanlarin, süregelen kendi yasantisal gerçekliklerinin bilinciyle süregidenlerin, televizyonsuz, haberlerden uzak, bilimsellikten irak, dis dünyalara kapanmislarin arasinda dolanan film, ciddi ve sert bir toplum elestirisi yapiyor. Toplum elestirisi yaparken de, gerçek kesit dizisinin orijinal izleyicisinin disinda kalan kesimin pasifligine, elestirisizligine, itirazsizligina, üretemezligine, çözüm bulamazligina, çabasizligina, denemezligine susuyor.

Kiskançlik ve Yeralti filmlerini, yönetmeninin kisisel dönem sürecinin etkisini kendi kendine açiklikla tartisma ve bu etkiden çikma denemeleri olarak göremeyip, görmek istemeyip; Zeki Demirkubuz hakkinda ‘ölçüsüzce’ yazmis olanlar ya da o yazilanlari okuyup o tarzi benimsemis olanlar ve o ruh halleriyle Demirkubuz’un Bulanti ile Kor filmlerinin basarisina körlesenler oldu. Simdi de benzer ruh hali ile Onur Ünlü’nün filmlerini izliyor, degerlendiriyor ve hakaretler yagdiriyorlar. 12 filminin 5’ini bir yilda yapmasi, bu yazi ile elestirilen filmi izlemek için verilen paraya yazik olacagi gibi sayisiz cümleyi ‘ölçüsüzce’ (ve kanitsizca) siraliyorlar. Neyse ki Onur Ünlü de tipki Zeki Demirkubuz gibi etkilenmeden isine bakiyor.

Gerçek Kesit: Manyak filmi, Ingilizcesinden ya da Türkçesinden okuduklari Heidegger’in metinlerini anlamayanlari, anlasalar da uygulamaya geçemeyenleri, çevrelerinde pozitif degisime dönüsüme neden olamayanlari; tahrip ede ede yika öldüre zaten yasanan, tamamlanan tekrarin tekrara devri kisisel dönüsüm süreçlerini güya bambaska bir kesim üzerinden sirf aynalastiriyor.

Yönetmen bu filmle söyle diyor olabilir: ‘Sizin ‘üçüncü sayfa konusu olaylari canlandiran üçüncü sinif oyuncular’ dediginiz o insanlar yine etkileyici bir performansla oynar ki, siz bile kimin (kendinizin) anlatildigini fark edemezsiniz ve bazilari bu filmde sadece figüran olarak görünür, kendim gibi.’ Ünlü ve film ekibi 4 (+1) günlük çekimlerde ne kadar eglenecek ki? Çekimlerin ardindan 40 gün 40 gece senlik de yaptiklarini duymadigimiza göre, demek ki eglence kismi filmin ta kendisi ve görünen o ki, tek eglenen de yönetmenin kendisidir ve buna itirazim yok!

Aziz Yagan

Back to top button