Ortadogu’da degisim süreci, 1.Bölüm; Herkesin ISID’i baska

Ortadogu’da degisim süreci, 1.Bölüm; Herkesin ISID’i baska
Su günlerde dillerde olan ISID (Irak-Sam Islam Devleti) adli örgütle ilgili degerlendirmeler oldukça ilginç. Örgüt Irak ve Suriye’deki Sünni bölgelerinin önemli bir bölümünde oldukça aktif; son olarak da Musul’u ele geçirip baskanini halife ilan etti.
Ondan memnun olan var, olmayan var. Memnun olanlar Irak’ta Sii egemenligine, Suriye’de ise Nusayri yönetimine karsi olan Sünni kesiminin bir bölümü. Sünnilerin bile tamami diyemeyiz; çünkü Islam adina egemen kilmak istedigi düsünce ve yasam tarzi ‘ki kendi anlayisinin disinda her seyi düsman olarak görüyor ve akil almaz terör yöntemlerine basvuruyor- Sünni kesimi bile ürkütüyor. Bu nedenle kucaginda dogdugu El Kaide ile dahi yollari ayrildi. Yarin, su anda koalisyon halinde olduklariyla da ayrilabilir.
Kimi yorumculara göre arkasinda, onu para ve silah yönünden destekleyen Suudi Arabistan, Birlesik Arap emirlikleri ve benzeri rejimler var. Bazilari ISID’e destek verenler arasinda Türkiye’yi de sayiyorlar. Besar Esad yönetimi de ayni iddiada.
Suudi Arabistan Ortadogu’da seriatla yönetilen kati Sünni rejimlerden biri. Onun Irak ve Suriye’deki Sii-Nusayri egemenliginden rahatsiz olmasi veya Sünni Araplarin konumunu güçlendirme çabasi anlasilir bir sey. O, bu hesapla ISID’e de destek vermekteyse bunda sasacak bir sey yok.
Türkiye’ye gelince, Erdogan hükümetinin, Esad rejiminin bir an önce devrilmesi için Suriye muhalefetine verdigi destek bir sir degil. Bizzat hükümet sözcüleri tarafindan, gönderilen bin tir dolusu yardimdan söz edildi. Söz konusu tirlar içinde zaman zaman roketler ve baska türden mühimmat da yakalandi ve üstü kapatildi. Suriye muhalefetinin saflarinda ise, El Nusra ve -sonradan bu muhalefete ters düsse de- ISID gibi çesitli radikal Islamci örgütlerin oldugu malum. Bu nedenle gönderilen yardim malzemesi ve silahlarin ayni zamanda bu radikal örgütlerin eline geçmis olmasi sasirtici olmaz. ISID ve benzerlerinin militan ve yönetici kadrolarinin zaman zaman Türkiye’de barindiklari, tedavi gördükleri, kendilerine giris çikis kolayligi saglandigi da yaygin iddialar arasinda. Türkiye son aylarda ISID’i terörist örgütler listesine aldiysa da bu hem geç oldu, hem de pratikte ne gibi sonuçlar verdigi pek malum degil.
ISID’i arasindan kovan Suriye muhalefeti ise, onu Suriye yönetiminin, hatta Irak ve Iran rejimlerinin bir ürünü sayiyor, Suriye’nin ISID üslerini bombalamasi mümkünken bunu yapmamasini da iddiasina kanit olarak gösteriyor.
Suriye Kürtleri arasinda örgütlenen ve hegemonya kurmaya çalisan PYD, Suriye muhalefetinin bir parçasi degil. Tersine Esad rejimiyle isbirligi içinde. Rejim Kürt bölgesinde ona bazi roller vererek oradaki kendi varligini güvenceye almis durumda. PYD bu isbirliginden yararlanip Kürt toplumu arasinda gücünü yayarken ayni zamanda Kürtlerin rejime yönelik muhalefetini ve diger Kürt partilerinin çalismalarini da engelliyor. Zaman zaman da bölgede yayilmaya çalisan ISID’le karsi karsiya geliyor.
PYD-PKK kesimi son dönemde, zaman zaman Güney Kürdistan yönetimiyle de ters düstü, ona suçlamalar yöneltti ve KDP liderliginin ISID’le isbirligi içinde oldugunu ileri sürdü. PYD-PKK kesimi bu iddialariyla, Suriye, Irak ve Iran rejimleriyle ayni dili kullanmakta. PYD-PKK yine, Irak, Iran ve Suriye rejimleri gibi, Güney’deki muhtemel Kürt bagimsizligina da karsi çikiyor, ‘Kürtlere bagimsiz devlet lazim degil, ulus devletin artik modasi geçti’ diyor. Bu da bizce hiç sasirtici degil.
Türkiye sol örgütleri ise ISID’i ABD emperyalizminin bir ürünü sayiyor, bunun yani sira, ISID’in bu derece güçlenmesinden AK Parti hükümetini sorumlu tutuyorlar. Dis politikayi anti Amerikan, iç politikayi ise anti AKP otomatigine baglamis olan bu sol için böylesi bir tutumda sasacak bir sey yok. Ama bu sol, son zamanlarda kaderini PKK ile birlestirdigi için, onun Güney Kürdistan liderligine, Barzani yönetimine karsi açtigi kampanyaya da destek veriyor.
Hatta bir kesim de ISID’in arkasinda ABD ile birlikte Israil’i gösteriyor.
Özet olarak, herkesin ISID’i baska. Kimine göre o ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin ürünü, kimine göre ardinda Suriye, Maliki rejimi ve Iran var. Kimine göre ISID’in son Musul operasyonunda Suudi Arabistan ve Ürdün’ün yani sira Barzani’nin de rolü var
Kimine bakilirsa arkasinda Avrupa destegi var; onlar ISID’çi militanlarin ellerini kollarini sallayarak bu ülkelerin bilgisi ve onayi ile sinirlardan geçip Ortadogu’daki eylem alanlarina geldigini söylüyorlar
Bu iddialara bakilirsa ISID’e destek vermeyen devlet ve güç yok!
Herkes, Islam adina dehset saçan, kafa koparan, toplu kiyimlar yapan bu vahsi, çagdisi örgütü, yakar top misali düsmaninin, ya da düsman bellediginin üzerine atiyor Yani onun ipi mutlaka birilerinin elinde O birileri ise pek çok ve üstelik birbirine karsi devletlerle, güçler Sanki ISID’in hiç iradesi, kendine özgü bir siyaseti yok
Gerçi biz Ortadogu’da iradesi olmayan, baskalarinca kurulup yönlendirilen paravan örgütleri pek yakindan görüp tanidik da, herkesi bu kefeye koymak acaba gerçekçi midir?
ISID’i dogru yorumlamak, onun ortaya çikis kosullarini anlamak için Ortadogu’nun son 40-50 yilda geçirdigi önemli degisikliklere, bu degisikliklerde dis güçlerin rolüne bakmak lazim.
Bunu da yazimin bundan sonraki iki bölümünde yapmaya çalisacagim.
16 Temmuz, 2014
Ortadogu’da degisim süreci
2. Bölüm
Radikal Islam’in ortaya çikis süreci
Soguk Savas Dönemi ve Yesil Kusak Politikasi
ISID El Kaidenin bir ürünü ya da parçasi olarak Irak’taki terör ortaminda sahneye çikti, sonra, Suriye’deki iç savas kizisinca oradaki Sünni bölgelerine yayildi. Ardindan Irak’ta Musul’u ele geçirdi ve Sünni nüfusun yogun oldugu diger bazi kent ve kasabalara ilerledi ve buralardan Bagdat merkezi hükümetinin güçlerini kovdu.
Siyah giysiler örtünen ve ABD’nin Ku Kluks Klan tarikati gibi yüzlerini siyah maskeyle gizleyen; kafa kesme, toplu infaz ve benzeri siddet eylemleriyle korku ve dehset salan bu örgüt, tüm bunlari Islam adina yaptigini ileri sürmektedir. Bu haliyle, Taliban ve El Kaide de dahil, mevcut Islamci örgütler arasinda en radikali görünümündedir.
ISID’in ne olup olmadigina deginmeden önce onu ortaya çikaran kosullara ve sürece deginmekte yarar var. Kanimca bu süreç, geçen yüzyilin ortalarindan, özellikle 2. Dünya Savasi’nin ardindan, ABD ve yandaslarinin Sovyetler Birligi’ni ve bir bütün olarak Dogu Avrupa’daki sosyalist sistemi, Islam ülkelerinden olusan bir yesil kusakla çevirme, kusatma politikasiyla basliyor.
ABD ve öteki emperyalist, kapitalist güçler dini, özellikle de Islam’i, komünizme ve demokratik hareketlere, hatta ulusal kurtulus hareketlerine karsi bir panzehir olarak gördüler. Bu anlayisla Cezayir’den Pakistan’a kadar olan Arap ve Islam cografyasinda ‘Türkiye dahil- Islami hareketi sola ve ilerici demokratik hareketlere karsi örgütleyip egitme çabasina giristiler. Türkiye’de bu dönemde Ülkü Ocaklari’nin yani sira Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ilim Yayma Cemiyetleri kuruldu. Insanlar irkçi-soven ve bagnaz dinsel söylemlerle kiskirtildi. 1960’li yillar Türkiye’de ve Kürdistan’da sol hareketin, isçi hareketinin ve Kürt ulusal hareketinin barisçi biçimlerde gelismeye basladigi yillardi. Ama çok geçmeden, sola ve Kürt hareketine karsi devletin baski mekanizmasinin yani sira, yine devlet tarafindan yönlendirilen sivil görünümlü irkçi-dinci güçler devreye girdi. Bir sag-sol kavgasinin yani sira, surda burda Alevi-Sünni kavgasi biçiminde bir mezhep kavgasi boy verdi ve çesitli provokasyonlarla kiskirtilan bagnaz kesimler Alevilere, solculara, Kürt yurtseverlerine saldirtildi. Maras, Malatya, Çorum ve Sivas olaylari bunun tipik örnekleri idi. Bu eylemlerin arkasinda 1950’li yillarda, bütün NATO ülkelerinde olusturulan Kontrgerilla’nin eli vardi.
Bu dönemde iki sistemin (kapitalizmin ve sosyalizmin) önemli kapisma noktalarindan biri Afganistan oldu. Yillarca krallik rejimi altinda nispeten istikrarli, ama feodal-gelenekçi bir sistemle yönetilmis olan Afganistan da, 2. Dünya Savasi’nin ardindan Asya, Afrika ve Latin Amerika’yi saran devrim dalgasindan etkilendi. 1973’te krallik askerler tarafindan devrildi ve cumhuriyet kuruldu. Kurucular Sovyetlere yakin bir politika izlediler. Ancak 1979’da Hafizullah Amin adinda sol sekter biri darbe yapti ve isçi sinifinin henüz dise dokunur bir varligindan söz edilemeyecek bu köylü ülkesinde, feodal toplumu sosyalizme dönüstürme iddiasiyla, kosullara denk düsmeyen bir maceraya giristi. Bu zamansiz ve maceraci girisim kirsal kesimde yönetim karsiti yogun tepkilere yol açti. ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve Iran’in büyük parasal ve askeri destegiyle örgütlenen ve ‘mücahit’ diye adlandirilan savasçi gruplarin direnisi önce Hafizullah Amin’i, ardindan yerine gelen ve Sovyetlerce desteklenen Babrak Karmal yönetimini götürdü. Tam da bu yillarda bir çöküntünün esigine gelmis olan Sovyetler, 1989’da askerlerini Afganistan’dan çekti. Sovyet yanlisi Afganistan yönetimi 1992’de çöktü ve ardindan radikal Islamci Taliban, yönetimi tümden ele geçirdi.
Taliban örgütü, söz konusu direnis yillarinda dogdu ve güçlendi, en büyük müttefiki ise El Kaide idi. Bu ikisi de ABD tarafindan örgütlenip egitilmis, Suudi Arabistan ve diger anti komünist güçler tarafindan desteklenmis, zaman içinde güçlenmislerdi.
Ne var ki soguk savas döneminin ürünü olan, özellikle de sosyalist ve ilerici degerlere karsi bilenmis bu örgütler, Sovyetler Birligi ve sosyalist sistem bir bütün olarak çöküp dagilinca issiz kaldilar. Islam adina sözde ‘dinsizler ve kâfirlerle’ savasa kosullanmis olduklari için yeni düsmanlar aradilar; buna en uygun düsen ise Islam’a yabanci yasam tarzlari ve Islam ülkelerini acimasizca sömüren sistemleriyle kapitalist-emperyalist ülkeler oldu ve terör isinde uzmanlasmis, bu arada çesitli ülkelere dal-budak salmis olan El Kaide, kendisini yaratana, efendisine döndü. Suudi Arabistan’da, Beyrut’ta, bazi Afrika ülkelerinde ABD siyasi misyonlarini ve kurumlarini vurdu. 2002’de bizzat ABD’nin kalbinde Pentagon’a ve Ikiz Kuleler’e saldirdi. Daha sonra Istanbul da bu tür eylemlere sahne oldu.
ABD ve yandaslarinda safak atti, ama artik is isten geçmisti. Akrep besleyip baskalarinin evine salanlar bu akreplerin bir gün çogalip yayilip kendilerini de sokabilecegini hesap etmemislerdi
Güçlüler ve kurnazlar böyledir, onlar her seyi gönüllerince dizayn edebileceklerini sanir, baskalarina tuzak kurar, sonra da bizzat kendileri bu tuzaklara takilir, kendi kazdiklari kuyulara düserler. Dünyada ve tarihte bunun örnekleri çoktur.
ABD kendi eliyle yarattigi El Kaide’nin belasina böyle ugradi. Yine ayni ABD ve yandaslari, kendi elleriyle yaratip iktidara getirdikleri Taliban’in, Afgan toplumuna ve bizzat kendilerine yarattigi belalardan kurtulmak için, günü geldi Afganistan’i isgal edip Taliban ve El Kaide ile sonu gelmez savaslara giristiler. Hâlâ da beladan kurtulmus degiller.
Terör örgütlerinin arkasinda çogu zaman, onlarin eylemlerinden yarar bekleyen, bu nedenle onlari besleyip yönlendiren devletler vardir. Ama terör iki yani keskin kiliç gibidir ve günü gelir sahibini vurur. Bazen de isleri bittiginde efendileri onlari yalniz birakir.
Özetlersek, El kaide adli terör örgütü Bizzat ABD ve yandaslarinin 20. Yüzyilin ortalarindan itibaren sosyalizme karsi izledikleri ‘Yesil Kusak Politikasi’nin ürünüdür. Ayrica El Kaide bu iste yalniz da degil; onun yani sira, bu dönemde beslenip büyütülen bir dizi terör örgütü yillardir Ortadogu’da, Kafkaslar’da, Afrika’nin çesitli ülkelerinde eylem halindeler.
Onlar bunu sosyalist sistemi yikma, solu dizginleme ve ilerici hareketleri engelleme adina yaptilar. Böylece bu ülkelerde yillar içinde küllenmis din ve mezhep savaslarini da yeniden ateslediler, bu ülkelerin dengelerini bozdular. Bizzat kendi ülkemizden de biliyoruz ki, 1960’li yillara gelinceye kadar bir Alevi-Sünni çatismasi yoktu. Kent ve kasabalarda her iki inançtan insanlarimiz evlerinde, is yerlerinde komsu idiler ve belli bir hosgörü olusmustu. Ama CIA’nin MIT’le paralel biçimde ve Kontrgerilla örgütü eliyle tezgahladigi provokasyonlar sonucu kisa sürede iki kesim arasinda gergin bir ortam olustu ve kanli çatismalar yasandi.
Oysa ne sosyalist sistemin, ne kendi ülkelerindeki solun, ne de diger ilerici demokrat güçlerin -insanligi bir yana birakin, ona zaten zararlari olmazdi- kendilerine, yani kapitalist baylara bile bu kadar zarari olmazdi. Dünya sosyalist olsa onlarin bireysel kasalari elbet bu kadar dolmaz, ama canlari da tehlikede olmazdi. Dünyamizda barisin huzurunu yasar, baska insanlarla esit olmanin bir felaket degil, tersine mutluluk oldugunu belki zamanla anlarlardi.
Ne yazik ki sosyalizm de sistemi saglam temeller üzerine kuracak ve karsidevrimi engelleyecek güce ulasmamisti; yenilgide karsi tarafin açtigi acimasiz savasin yani sira, kendi iç zaaflarinin, kusurlarinin da payi az degildi.
Evet, radikal Islam’in son 50 yilda bu denli güçlenmesinin bir nedeni, soguk savas döneminde iki sistem arasinda yasanan bu amansiz çekismedir. Hem bu çekisme sirasinda emperyalist güçler ve yandaslari dini radikal akimlari bir panzehir gibi görüp alabildigine kiskirttilar, hem de bu amansiz mücadelenin sonunda sosyalist sistemin yenik düsmesi, eski sosyalist ülkeler dahil, dünyanin pek çok yerinde dini degerlerin yükselisine, din ve mezhep kavgalarina, ulusal çekismelere yol açti veya bu tür egilimleri güçlendirdi. Diger bir deyisle, ileriye yönelik degisim dalgasi durunca, artik asilmis sanilan, ama pusuda bekleyen eskiye ait degerler, geçmisin kiri-pasi ve bunun yol açtigi çekismeler öne çikti. Bunlarin Yugoslavya’da, Kafkasya’da ve dünyanin baska yerlerinde nasil kanli kavgalara yol açtigini gördük. Su anda Ukrayna’da bile yasanan budur.
Öte yandan bugün Ortadogu’da ve genel olarak Arap-Islam dünyasinda yasananlari salt bununla açiklayamayiz. Söz konusu çalkantilar, ayni zamanda 1. Dünya Savasi’nin ardindan bölgede kurulan sistemin çökmesi, statükonun yikilmasidir.
Buna da yazimin 3. Bölümünde deginecegim.
Ortadogu’da Degisim, 3.Bölüm; 1. Dünya Savasi’nin ardindan bölgede kurulan sistemin çöküsü
Dogu Avrupa’da sistemin çöküsünün, dünyanin diger bazi yerlerinde, bu arada Ortadogu ve Islam dünyasinda domino etkisi yapmasi kaçinilmazdi.
Iran’da degisim daha Sovyetler ve Dogu Avrupa’daki degisimden önce gerçeklesti. Kitlelerin direnisi sonucu 1979 yilinda Sahlik diktatörlügü yikildi, ama yerine bagnaz Mollalar yönetimi olustu ve Iran halklari umduklari özgürlük ve demokrasiye ulasamadilar.
Arap Islam dünyasinda ilk önemli degisim Irak’ta Baas rejiminin, diger adiyla Saddam diktatörlügünün yikilisiyla basladi. Saddam, Iran’la yillar süren ve her iki taraf için de büyük insan kaybina ve maddi yikima yol açan savasin ardindan, 1990 yilinda Kuveyt’e saldirdi. Bu ise onun en büyük hatasi oldu. Saddam’in daha önceki tüm yaptiklarina, özellikle de Kürt halkina karsi isledigi insanlik disi suçlara, örnegin yaklasik 190 bin kisinin yok edildigi ‘Enfal’e, Halepçe’de kimyasal silah kullanimi sonucu yapilan kitlesel kirima (5000 kisinin ölümüne yol açmisti) sessiz kalan ABD, Ingiltere ve bölgedeki Arap rejimleri, petrolü ve kendilerini güvenceye almak ve Saddam’i cezalandirmak için ortaklasa harekete geçtiler. Saddam yenilip Kuveyt’ten çekildi, 36. Paralel’in kuzeyinde BM’nin olusturdugu uçusa yasak, yani nispeten güvenli bölgede Kürtler yerel yönetimlerini olusturdular ve tek yanli federasyon ilan ettiler. Saddam büyük yara aldi.
2002’de New York ve Washington’da yasanan El Kaide saldirisinin ardindan ABD, yasadigi sok ve öfkeyle Ortadogu bölgesinde yeniden harekete geçti. Önce Afganistan, ardindan Irak isgali edildi. Büyük Ortadogu Projesi (BOP) ortaya kondu. Bununla sözde Ortadogu ve Kuzey Afrika demokratiklesecekti. Oysa ABD’nin asil amaci, bir dönem kendi eliyle yaratmis oldugu El Kaide, Taliban ve benzeri radikal Islamci örgüt ve yönetimleri cezalandirmak, yerlerine daha ilimli ve Bati yanlisi rejimler geçirmek, bunun yani sira bölgede kendisi için pürüz olarak gördügü Irak, Suriye, Iran, Libya ve benzeri rejimleri degistirmekti. (1)
Bu amaçla baslatilan Afgan savasi uzun sürdü, tam bir batakliga dönüstü. 2003’te Irak’a yönelik baslatilan 2. Körfez Savasi ile Irak ordusunun kisa sürede çökertilmesi ve Bagdat’in düsmesi oldukça hizli ve kolay gerçeklesti. Ama ülkenin kontrolü bu kadar kolay olmadi. Halk oyuyla benimsenen yeni Irak anayasasina ve serbest seçimler sonucu olusan parlamento ve hükümete ragmen Saddam yanlilari direnislerini degisik biçimlerde sürdürdüler. Buna, ülkeye sizan El Kaide terörü eklendi. Böylece Amerikan isgaline karsi baslayan ve daha çok Baasçilara ve Sünni kesime dayanan direnis, ayni zamanda yeni Sii yönetimini hedef aldi ve yogun terör eylemleriyle sürüp geldi. Sonunda Irak da Afganistan benzeri bir bataga döndü ve ABD çareyi askerlerini çekmekte buldu. Irak’in en sakin bölgesi, federal bir yönetim olusturan ve ekonomik, sosyal, kültürel önemli bir gelisme gösteren kuzeydeki Kürdistan Bölgesi oldu.
Siranin Suriye ve Iran’a gelmesi beklenirken, Afganistan ve Irak’ta karsilastiklari zorluklar nedeniyle ABD ve Ingiltere’nin hizi kesildi; Arap Islam dünyasindaki degisim dalgasi baska türlü, Tunus’ta baslayan, sonra Libya, Misir, Yemen ve Suriye’ye geçen halk ayaklanmasi ile yol alir oldu. Buna ‘Arap Bahari’ dendi.
Bu degisimi, özellikle de ‘Arap Bahari’ denen bu sonuncu dalgayi salt ABD ve yandaslarinin oyun ve planlarinin ürünü saymak, dünyada degisen durumun ve bu toplumlarin kendi iç dinamiklerinin etkisini hiçe saymak olur. Iç ve dis kosullardaki degisimin Islam ve Arap dünyasini da etkilemesi kaçinilmazdi ve son on yilda yasanan budur. Kuskusuz, bu halk hareketleriyle bu ülkelerin bir bölümünde onlarca yildir hüküm süren diktatörlükler yikilip gitse de yerlerine demokratik rejimlerin geçmesi o kadar kolay degil. Taslar yerine oturuncaya kadar sürecin bu toplumlar bakimindan inisli çikisli ve acili olacagini tahmin etmek zor degil.
Bu kapsamda süreç devam ediyor. 1. Dünya savasinin ardindan bölgede olusan Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Kuveyt, Birlesik Arap Emirlikleri gibi birçok krallik ve emirlik hâlâ son degisim dalgasindan etkilenmedi. Ama siranin onlara gelecegine de kusku yok.
Libya ve Misir’daki degisim oldukça kanli oldu ve bu durum hâlâ sürüyor. Suriye’deki iç çatisma daha da kanli olmakta. Suriye’de Esad rejiminin kisa sürede çökmesi beklenirken oldukça dirençli çikti. Bazi dis ve iç etkenler bir bakima onun ömrünü uzatmakta. Bunlardan biri Rusya’nin verdigi destektir. Rusya Dogu Akdeniz’deki donanmasi için baslica güvenilir liman olan bu ülkeyi de ABD’ye kaptirmak istemiyor. Suriye rejiminin diger önemli dostu ise Iran’dir. Yillardir Suriye yönetimi, Irak’taki Maliki rejimi ve Lübnan Hizbullahi ile birlikte bölgede bir Sii aksi olusturan Iran, Suriye rejimi çökünce bu aksin dagilacagini ve siranin kendisine gelecegini biliyor; bu nedenle Maliki rejimi ve Hizbullah’la birlikte Sam’daki merkezi yönetimi muhaliflere karsi can havliyle savunuyor.
Esad yönetiminin ömrünün uzamasinin diger bir nedeni ise muhalefet saflari içinde radikal Islamci unsurlarin, özellikle de El Nusra ve ISID gibilerin etkisinin artmasi nedeniyle hem ABD ve Bati Avrupali ortaklarinin, hem de Israil’in tutumunun degismesidir. Onlar, Esad rejimine karsi olsalar bile, yerine daha kötüsünün gelmesini elbet istemezler. Bu nedenle baslangiçta Türkiye ile birlikte, bu rejimi devirmekte pek arzulu olan söz konusu güçler, daha sonra desteklerini azaltti, ya da kestiler. Esad rejiminin devrilmesini her seyin önüne koyan Türkiye ise bu iste bir basina kaldi.
Öyle olunca Suriye’de güçler arasinda bir bakima pata durumu olustu ve bu nedenle her türlü ölçüden, kuraldan uzak bu acimasiz savas uzamakta, bu ülkeye, Suriye halkina çok büyük bedellere mal olmakta. 160 bin dolayinda insan daha simdiden hayatini kaybetti. Milyonlarca insan ülke içinde yer degistirmek zorunda kalirken milyonlarcasi komsu ülkelere sigindi. Sam, Halep dahil, kentler, kasaba ve köyler yerle bir olmakta. Büyük devletler ve BM dahil, uluslar arasi kuruluslar Suriye halkinin yasadigi bu trajediyi adeta seyretmekle yetinmekte.
Oysa Suriye sorununun çözümü BM’nin müdahalesini gerektiriyor ve bu iste ABD ve Rusya kilit bir rol oynayabilirler. Yapilmasi gereken Esad’in iktidardan feragati ve taraflarin uzlasmasi ile demokratik federal bir Suriye’nin olusmasidir. Bu saatten sonra artik Esad’in ve onun Baas Partisi’nin duruma hakim olmasi, yönetimini sürdürmesi mümkün degil. Yeni ve demokratik bir anayasa yapilmali, temel insan haklari gibi, Sünni ve Nusayri Araplar, Kürtler, Dürziler, Hiristiyan gruplar dahil, ülkedeki tüm etnik gruplarin haklarini taniyacak federe bir Suriye olusmali; serbest seçimlerle yeni merkezi ve yerel bölge yönetimleri olusmalidir. Biz basindan beri buna isaret ediyoruz. Ne yazik ki söz konusu iki devlet (ABD ve Rusya) bugüne kadar bu sorumlulugu göstermediler, bu nedenle Cenevre görüsmeleri basarisiz oldu.
Irak-Sam Islam Devleti (ISID) denen örgütün adi bu kosullarda öne çikti. Önce Irak’taki terör ortaminda adindan söz edilen örgüt, Suriye iç savasinin baslamasinin ardindan bu ülkede kendisine uygun zemin buldu ve Irak’ta oldugu gibi burada da özellikle Sünni Arap kesimi arasinda taban edindi; Irak sinirindaki Dêra Zor’dan Rakka’ya, Türkiye sinirina kadar olan alanda etkili oldu. Kendisi de El Kaide’nin bir bileseni olmasina ragmen, bölgede egemenlik saglama yarisi nedeniyle yollari önce El Kaideci El Nusra ile ayrildi ve El Kaide’den koptu. Suudi Arabistan’dan, Katar ve öteki Körfez emirliklerinden destek aldigi söylenen örgüt militanlarini, Çeçenler dahil, dünyanin dört bir yanindaki radikal Islamci unsurlardan devsirmekte.
Suriye iç savasinda güçlenen ve küçümsenmeyecek bir alanda denetim saglayan, militan sayisi 15-20 bin dolaylarina ulasan örgüt, ardindan Irak’in Sünni bölgesinde harekete geçti. Önce, beklenmedik bir atakla Musul’u ele geçirdi. Maliki rejiminin bu bölgede olan ve sayisi 60 bin dolayinda oldugu belirtilen ordusu, hiçbir direnis göstermeyerek ve agir silahlarini da birakarak Musul’dan kaçti. Bunu izleyen gelismeler tazedir. ISID Musul’un ardindan Irak’in Sünni Arap olan diger bölgelerine de ilerledi ve ciddi bir direnisle karsilasmadi. Aslinda ISID bu iste tek basina degil. Baas Partisi’nin kalintilarinin, özellikle Sünni Arap asiretlerinin destegine sahip. Diger bir deyisle, bu bir koalisyon. Böylece Irak’in orta bölgelerinde nüfusun agirligini olusturan Sünni kesimi bu bölgede kendi egemenligini kuruyor.
Bu durumda Irak’in üçe bölünme süreci yasaniyor: Ya Sii, Sünni Arap bölgeleri ve Kürdistan’dan olusan üç devletli bir konfederasyon olusacak, ya da tümüyle üç ayri devlet. Bütün bu yasananlardan sonra Irak’in birligini saglamak, geçmise dönmek mümkün degil.
Suriye’de de benzer bir durum yasandigini, bu saatten sonra bu ülkede ya federal ve demokratik bir birligin, ya da ayri birkaç devletin olusmasinin ötesinde bir çözümün mümkün olmadigi düsünülürse ortaya çikan manzara sudur: Ortadogu’da 1. Dünya Savasi sonrasi olusturulan sistem çökmekte. Savas içinde ve sonunda, emperyalist güçlerin çikarlarina uygun olarak cetvel ve pergelle masa basinda çizilen sinirlar artik hükmünü kaybediyor. Bölge, mevcut etnik renklere, halklarin taleplerine uygun olarak yeni bir biçim kazanacak ve Kürt halki da özgürlesecek, kendi kendisini yönetecek.
Böylesi bir gelismeyi, çok geçerli bir ezber ve aliskanlikla emperyalist güçlerin, ya da ABD’nin oyunu saymak da yanlis olur. Bu gelisme asil olarak bölge halklarinin özgürlük, demokrasi ve esitlik taleplerinin ve bu yöndeki mücadelelerinin ürünüdür ve tarihin akisina uygundur. Bu akisa 90-100 yil kadar önce çekilen duvarin, olusturulan engelin ömrü buraya kadardi. Duvar artik yikiliyor ve su yolunu buluyor. Elbet bu asamada da ABD ve öteki büyük devletler, bölgedeki güçler dahil herkes kendi çikarlari yönünde çaba gösterecek ve bölge sonuçta tüm bu güçlerin çekismesine, ulusal ve uluslararasi güç dengelerine bagli olarak biçimlenecektir.
———————————————-
(1) ABD’nin ve Bati Avrupalilarin ayni dönemde Türkiye’de güçlenip seçimleri kazanan AK Parti’yi desteklemelerinin nedeni de budur. ABD ve AB, Islamci gelenekten gelen AK Parti konusunda belli kaygilar tasisalar da onu, çok partili demokratik hayatla bagdasan ilimli Islam olarak gördüler, hatta diger Islam ülkelerine uygun bir örnek olarak sunmaya çalistilar. Bu nedenle Kemalist kesimin laiklik adina kopardigi gürültüye aldirmadilar. Sosyalist sistemin çökmesiyle artik cuntalara ve 1950’li yillarin ürünü Kontrgerilla örgütüne de ihtiyaçlari kalmamisti. NATO ülkelerindeki Kontrgerilla’nin kollari bir bir tasfiye edildi. Türkiye’deki kol ise Ergenekon’a dönüsüp yoluna devam etti; Türk devleti özellikle Kürtlere karsi yürüttügü kirli savas nedeniyle ona gerek duydu. Darbeciler ve Ergenekoncular ABD’den ve bir bütün olarak NATO’dan destek alamayinca ona karsi sogudular. Pek ‘laik’ geçinmelerine ve sözde bu kaygi ve endise ile, dinci-gerici saydiklari AK Parti’nin seçim basarisini engelleme çabalarina, bunu basaramayinca da AK Parti hükümetini bir an önce devirmek için yanip tutusmalarina ragmen, yüzlerini Rusya, Çin hatta Mollalar Irani’na dönmelerinin nedeni buydu.
Ancak AK Parti’nin daha sonra Filistin’in hamisi kesilip Israil’e karsi oldukça sert davranmasi, böylece taraf haline gelmesi; AB’ye iliskin yapmasi gerekenleri aksatirken ona zaman zaman posta koymasi; hatta Erdogan’in Sanghay Beslisi’ne iliskin ‘bizi araniza alin’ tarzindaki açiklamalari, ABD ve AB’nin Ak Parti’ye olan sempatisini azaltti ve onun öyle sanildigi kadar da ilimli olmadigi biçiminde bir izlenim yaratti.
Kemal Burkay