Ortadogu Manzarasi ve Türkiye 2. Bölüm

2. Bölüm
Yazimin 1. Bölümü su sözlerle bitiyordu: Türkiye bu durumu nasil asacak, sorunlarini nasil çözecek? Bunu yapamazsa nelerle yüz yüze gelebilir?
Kanimca sorumluluk duyan herkesin bu sorular üzerinde düsünmesi gerekir.
Bunun için öncelikle baska ülkelerin ve toplumlarin benzer sorunlar karsisindaki olumlu-olumsuz deneyimlerini göz önüne almak yararli olur.
Bati ve Orta Avrupa geçtigimiz yüzyillarda ’30 Yil Savaslari’, ‘Yüz Yil Savaslari’ gibi çok önemli etnik çatismalari, mezhep savaslarini ve iki dünya savasini yasadi. Ama bugün, Irlanda sorunu, Bask sorunu gibi geçmisten miras kalsa da artik çözüm yoluna irmis olan bazi lokal sorunlari saymazsak, AB bu tür kanli çatismalari artik geride birakti.
Bugün AB ülkelerinde inanç alaninda degisik din ve mezhepler arasinda hosgörü egemendir. Ayni sey AB uluslari arasindaki iliskiler bakimindan da geçerli. AB ulusal sinirlari asan bir tür federal birlik. AB ülkelerinin çogunun ortak para birimi, ortak pasaportu, birinden digerine geçiste pasaport gerektirmeyen ortak sinirlari, ortak parlamentosu ve ortak hükümet rolü oynayan AB Konseyi var. Bir AB hukuku olusmus. Elbet AB’nin bugün de, son Yunanistan krizinde oldugu gibi yasadigi sorunlar yok degil; ama bu kadari normal ve Ortadogu’nun yasadigi krizlerle kiyaslanamaz.
Demek ki önümüzde etnik farklardan dogan sorunlari asmis, bu alanda barisi gerçeklestirmis çok önemli bir örnek var. Bu birlik içinde ve disinda Belçika, Isviçre, Ispanya gibi ulusal sorunu federal ya da özerk biçimlerle çözmüs ülkeler var. Cezayir sorununu Cezayir’e kendi kaderini tayin hakkini taniyarak çözmüs Fransa örnegi var.
Kuskusuz baska örnekler de verilebilir. 1917 Devrimi’nden baslayarak ulusal sorunu Federal biçimde çözmüs ve bunu Sovyet dönemi sona erdikten sonra da sürdüren Rusya örnegi var. Kanada, Avustralya, Hindistan örnekleri var.
Demek ki Türkiye gibi bir ülke de yüz yüze oldugu bu sorunlari; Kürt sorununu, Alevi sorununu, Laik-Islamci sorununu uygar yöntemlerle çözebilir. Bunun için yapilmasi gereken, dil ve inanç alaninda var olan toplumsal farklari bir gerçeklik olarak kabul etmek, onlarin varligina saygi göstermek, degisik gruplarin haklarini tanimak, böylece baris içinde bir arada yasamanin ortamini yaratmaktir.
Bir de olumsuz örneklere, yani bir sorunun nasil çözülemeyecegine ve yarattigi yikici sonuçlara bakalim:
Bunlardan biri çok yakinimizdaki ve Kürdistan’in Güney parçasini da sinirlari içinde barindiran Irak’tir. Irak önce krallikti, sonra 1958 askeri darbesiyle cumhuriyete dönüstü. Ama demokrasiyi ve insan haklarini yurttaslarina tanimayan bir ‘cumhuriyet’… Irak Kürtlere esit haklar tanimaya yanasmadi ve onlarla hep savasti. Kürtler önce otonomi istiyorlardi, Irak bunu tanimadi. Günü geldi, Kürt direnisi güçlenince, 1970 yilinda tanimaya mecbur oldu; ama bu kez de anlasma hükümlerini hayata geçirmedi. Bu nedenle çatisma devam etti. Kürt savasi Irak’in basina yeni gaileler açti. Saddam liderligindeki diktatörlük rejimi önce Iran’la uzun, yikici bir savasa tutustu, sonra Kuveyt’i isgal macerasina yöneldi. Sünni Arap azinliga dayanan Saddam rejimi, ayni zamanda ülke nüfusunun çogunlugunu olusturan Sii Araplari da baski altinda tuttu. Kürtlerle, Siilerle ve diger farkli gruplarla ortak bir yasama elverir demokratik bir sistem kuramadi. Bunun Irak bakimindan yarattigi yikici sonuçlar malum. Irak yabanci isgaline ugradi ve Saddam rejimi kötü biçimde yikildi, yeni sistem parlamenter demokrasiyi ve federalizmi benimsedi. Ama geçmisin kötü mirasi üzerine demokrasiyi insa etmek kolay degildi. Diger bir deyisle, Irak bu iste çok geç kalmisti. Irak bugün de artan bir siddet sarmali ve parçalanmayla yüz yüze. Bir delinin kuyuya attigi tasi kirk akilli çikaramaz dedikleri tam da budur.
Kendisine bir de sosyalist sifatini yakistiran Baas Partisi, eger Kürt halkinin otonomi talebini saygiyla karsilasaydi, bunun yani sira ülkede demokratik parlamenter bir rejimin yerlesmesine öncülük etseydi Irak tüm bu savaslari yasamaz, Irak Halki, Arabi ve Kürdüyle bunca aci çekmez, ülke yanip yikilmaz, Saddam’in kendisi yillarca bir köstebek yuvasinda saklanip, sonra da yakalanip idam edilmez, bugün belki de saygiyla anilirdi. Ama o, kisisel hirsinin tutsagi olarak diktatörlük ve baski yolunu seçti, böylece hem kendisine, hem halkina felaket getirdi. Ondan sonra gelen Bagdat’taki Sii yöneticiler de ne yazik ki iyi bir yönetim örnegi sergilemediler, yeni Irak Anayasasi’na uymadilar. Örnegin Kerkük için, anayasanin geçici maddesiyle hükme baglanmis referandumu hayata geçirmediler. Petrolün büyük bölümü Kürdistan’da çiktigi halde, Federe Kürdistan’in % 17 petrol payini bile vermeye yanasmadilar. Bu ve benzer tutumlar Kürtlerle iliskileri yeniden gerdi ve söz konusu yönetim yanlislari Sünni kesimde boy veren El Kaide terörüyle de birlesince ülke bir türlü istikrar kazanamadi, derin bir kaosun içine sürüklenerek parçalanmanin esigine geldi.
Bir baska yakin örnek Suriye’dir.
Suriye Fransiz sömürge yönetiminden kurtulduktan sonra birbirini izleyen darbelerle yönetildi. Son darbeyi General Hafiz Esat yapti ve ülkeyi Baas Partisi eliyle yönetti. Suriye Baas Partisi de Irak’taki refiki gibi gerekli reformlari yapip ülkeye demokrasi getirme diye bir çaba içinde olmadi, tek parti yönetimini ve diktatörlügü tercih etti. 1970’li ve 80’li yillarda ‘Müslüman Kardesler’ öncülügünde kendini gösteren muhalefete karsi çok sert davrandi. Zaman zaman toplu tutuklamalara hatta kirima basvurdu. Bu ise muhalefeti daha da radikallestirdi ve terör eylemlerine itti.
Suriye Kürtleri, Fransizlar döneminde nispeten soluk almis, örgütlenmis ve Hawar Dergisi gibi önemli yayinlar yapmislardi. Ama Fransizlarin ardindan gelen Suriye ulusal yönetimi bu kadarcik hosgörüyü bile göstermedi; Kürtler Türkiye ve Iran’da oldugu gibi sert baskilara hedef oldular. Bir bölümü vatandas bile sayilmiyor ve öteki Suriyelilerin yararlandigi vatandaslik haklarindan yararlanamiyordu. Hafiz Esat ve onu izleyen oglu Besar döneminde de bu durum devam etti.
Birkaç yil önce Kuzey Afrika’da patlak veren Arap baharinin yarattigi direnis dalgalari çok geçmeden Suriye’ye de ulasti. Esat rejimi bu kez de reformlara yönelerek toplumun taleplerini karsilama becerisini gösteremedi, muhalefeti siddetle bastirma yöntemini sürdürdü. Bu ise ona pahaliya mal oldu. Suudi Arabistan, Katar gibi halkinin çogunlugu Sünni olan Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin, hatta baslangiçta ABD ve öteki batili ülkelerin verdigi destekle muhalefet kisa sürede güçlendi ve çogu Islamci olan bu muhalefet içinde El Nusra ve ISID gibi radikaller ön plana çikti. ABD bu asamada geri çekildi ve radikal Islamcilara karsi tavir aldiysa da Esat’i devirme tutkusuna yakalanmis olan Türk hükümeti tutumunu degistirmedi. Ancak bu politika hem Suriye sorununu çözmeye elvermezdi, hem de bizzat Türkiye’yi Ortadogu batagina sürüklemekteydi. Kendisi içerde önemli sorunlar yasayan Türkiye için bu çok riskli bir politikaydi.
Türkiye, Irak ve Suriye gibi komsularinin yasadiklarindan dogru dersler çikarsa yapacagi sey, yangina körükle gitmek, Suriye iç savasina taraf olmak, böylece Ortadogu batagina girmek degil, en basta kendi sorunlarini barisçi yöntemlerle çözerek komsularina iyi örnek olmakti. Bu sorunlarin basinda ise Kürt ve Alevi sorunlari gelmekte. Türkiye bir yandan Esat yönetimini bir an önce Devirmek için Sünni cephede yer almakla, diger yandan Suriye Kürtlerinin bir statüye sahip olma çabasi gibi en dogal bir istekten ürküp buna karsi çikmakla içerde de Kürtleri ve Alevileri rahatsiz eden bir politika izlemekte ve Suriye sorunu giderek Türkiye’nin bir iç sorununa dönüsmekte ya da zaten var olan sorunlari agirlastirmakta.
Türkiye ne yazik ki izledigi bu yanlis politikalarla Ortadogu cangilina sürüklenmekte, onun bir parçasi olmakta. Ve eger bu gidis böyle devam eder, sagduyu egemen olmazsa, çok geçmeden Türkiye, herkesin herkesle savastigi bir Irak’a, bir Suriye’ye, bir baska deyisle cehenneme dönebilir. Nitekim 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasi provokasyonlar, adina ‘Çözüm ve Baris Süreci’ denen göstermelik sürecin son bulmasina ve daha simdiden yanginin Kuzey Kürdistan’a ve Türkiye’ye siçramasina yol açti.
Izlenen yanlis siyasetin sorumlusu elbet en basta Ak Parti hükümetidir. Ama tek sorumlu o degil. Yazimin basinda da belirttigim gibi bugün yüz yüze oldugumuz büyük kutuplasma ve yarilma ortaminda tüm taraflar ‘Kemalistler, Islamcilar, Kürtler, Aleviler, sol gruplar ciddi sorumluluk tasiyorlar. Bu kesimlerin her biri eger bu kötü gidisin durmasini, ülkenin barisa ve demokrasiye kavusmasini istiyorlarsa yapilacak sey bellidir: Eski, yillanmis, cilki çikmis yanlis politikalari bir yana birakip ülkenin sorunlarinin çözümü için somut ve çagdas projelerle ortaya çikmak.
Çözüm demokraside ve degisimdedir. Bunun için dünyadaki kötü örnekleri degil, iyi örnekleri seçmek gerekir.
Toplumu tek renge boyamaya yönelik Kemalist politikalar çoktan iflas etti. Kendisini sosyal demokrat diye niteleyen CHP, artik 1930’larin fasizan politikalarini bir yana birakip, bu kamburu sirtindan atip en azindan sosyal demokrat çizgide, çagdas degisimci projelere yönelmeli.
Geçmiste Kemalist politikalardan çok çekmis olan Islamci kesim, iktidar gücüne kavustuktan sonra bu kez de kendisi, ama Islamci nitelikte tek renk bir toplum yaratma hevesine kapilmamali, bu takintisini bir yana birakmali.
Gerek Kemalistlerin, gerek Islamcilarin tek renk toplum yaratma takintilari, bugünkü kutuplasmanin ve yarilmanin önemli bir nedenidir. Bu kutuplasma ancak laiklik ilkesine ve ayni zamanda inanç özgürlügüne saygi göstererek asilabilir. Diger bir deyisle her iki tarafa da gerekli olan hosgörüdür ve demokratik prensiplerdir.
Kürt sorunu ancak Kürt halkinin temel haklarina saygi göstererek, bu haklarin hayata geçmesini saglayarak çözülebilir. Bunun için Türk tarafi, Kemalisti ve Islamcisiyla, baski politikasini, oyalama aldatmaca yöntemlerini tümden bir yana birakip ciddi, sorun çözmeye elverir kapsamli projelerle ortaya çikmali. Biz, eger her iki halk bir arada ve baris içinde yasayacaksa, bunun biçimi olarak federalizmi görüyoruz. Yukarda da örneklerini verdigimiz üzere pek çok ülkede ulusal veya etnik nitelikli sorunlar böyle çözülmüstür.
Kürt sorununun çözümü için politikalarini gözden geçirmesi gereken taraflardan biri de bizzat Kürt tarafidir. Birçok çevrenin, haksiz ve kolayci biçimde ‘Kürt Siyasi Hareketi’ diye niteledikleri PKK ve yasal uzantilari ne istedigini netlestirmeli. Gerçekten özerklik mi istiyorlar, yoksa hiçbir sey mi? Bir yandan Kürt halkinin tüm temel taleplerini bir yana birakmisken ve kitleleri ‘demokratik özerklik’ gibi içi bos seylerle, ‘ortak vatan’, ‘demokratik ulus’ gibi uydurmacalarla oyalarken diger yandan dagda-ovada silahli dolasmanin, yol kesmenin, bomba atmanin, adam öldürmenin, yakip yikmanin ve böylece karsi tarafi daha agir bir siddete yöneltip Kürdistan’in bir kez daha yanip yikilmasina yol açmanin bir alemi yok.
Kürtlerin PKK disindaki kesimlerinin de iki halkin baris içinde, ama özgür biçimde bir arada yasamasina elverir bir dil benimsemelerinde yarar var. Bazi kesimler, vurmaya niyeti olmayanin büyük tasa sarilmasi misali, bir zamanlar PKK’nin yaptigi gibi, bagimsiz devlet isteminden asagi düsmüyorlar. Oysa bagimsizlik ne kadar hakkimiz olsa da çözüme yardimci olmak için bizim de bir uzlasma diline ihtiyacimiz var. Önemli olan özgür olmaktir ve federal biçimde de özgür olabiliriz. Federalizm esitlikçi bir statüdür. Bu istemi yükseltmek, hem nerdeyse nüfusunun yaridan çogu Bati’ya göçmüs Kürtler, hem de her seye ragmen bir arada yasama yanlisi olan Türk muhataplarimiz arasinda bize destek saglar ki bizim bu anlayisa ve destege ihtiyacimiz var. Eger karsi taraf böylesi esitlikçi bir çözüme ve bu türden özgürce bir arada yasamaya hayir der ve bize israrla bagimlilik iliskisini dayatirsa o zaman biz de gücümüz yeterse bagimsizligi seçeriz. Ama öncelikle gerçeklesme sansi ötekine göre çok daha fazla olan statü için, federal çözüm için çalisalim.
Alevi sorunu Kürt sorunu kadar büyük bir sorun olmasa da önemli bir sorundur ve çözümü daha kolaydir. Bunun için Alevilerin hakli talepleri karsilanmali. Bu en basta da Islamci kesime düsüyor. Inanç özgürlügüne deger veren bu kesim, Alevi halkin da baskalarinin da inanç özgürlügüne haklari oldugunu kabul etmeli, bunu içine sindirmeli. Bu nedenle, zorunlu din dersinde israr etmemeli, Diyanet Isleri Teskilati bir vakfa dönüstürülmeli. Cem evlerinin bir inanç yeri olarak statüsü taninmali. Her inanç mensubu cemaat dini islerini kendisi düzenlemeli ve masraflarini kendisi karsilamali.
Alevilere gelince, onlarin da sorunlarin çözümü için önyargilarindan siyrilmaya ve daha uzlasici bir dile ihtiyaçlari var. Bu ise Kemalistlerin yaninda saf tutup bir cephe savasi vermekle olmaz. Karsilikli hosgörü gerekli. Sünni Alevi’yi, Alevi Sünni’yi düsman ya da öteki gibi görmeyecek. Her iki kesim de geçmisten kalan önyargilari bir yana birakacak, birbirini seytanlastirmayacak.
Un ufak olmus sola fazla bir sey demiyorum. Ama emekçilerin çikari da genis bir demokrasidedir ve ülke sorunlarinin çözümündedir. Sol eger ulusalcilik adi altinda Kemalist kesime ve devrimcilik adi altinda PKK türünden örgütlere kuyrukçuluk yapmasa, solun tarihsel özgürlükçü degerlerine sahip çiksa, bu hem kendisi, hem emekçiler, hem de herkes için iyi olur.
Kisacasi, sorunlarimizi çözecek olan kutuplasmalar, önyargilar degil, karsilikli anlayis, hosgörü, diyalog ve uzlasmadir. Önümüzde iyi örnekler de var kötü örnekler de. Birini veya digerini seçmek bizim elimizde. Iyi örnekleri seçip demokrasiye, özgürlüge ve barisa ulasmak; bir Isviçre, bir Kanada olmak da bizim elimizde; yanlis yolu, kötü örnegi seçip bir Suriye olmak da. (Bazi sol yoldaslarin homurdandigini duyar gibiyim: ‘Kanada veya Isviçre olmayi degil, biz devrimi ve sosyalizmi istiyoruz!’ Tamam, onu da isteyelim! Eger demokratik bir ortamda halk bize destek verirse ve biz bu destegi elde etme basarisini gösterirsek
Biliyorum, bazilari benim bu dediklerimi iyi niyetli, ama Türkiye’nin söz konusu kamplasma ortaminda gerçeklesme sansi olmayan öneriler olarak niteleyecekler. Özellikle de kutuplasmada taraf olan, kavgaya kendini kaptirmis ve burnundan soluyan insanlar
Kuskusuz her birimizin bir tarafi vardir, benim de var. Ama bu, sorunlarimizi çözmek için sagduyulu davranmaya, diyalog kurmaya ve bir uzlasiya varmaya engel degil, olmamali. Bunu basarmanin kolay olmadigini biliyorum. Ama bize gerekli olan, öfkemizin ve burnumuzun dogrultusunda gitmek degil, tam da bunu yapmaktir. Ve eger bunu basarirsak hep birlikte özgürlüge ve barisa ulasir, ülkemizde insanca bir yasami birlikte insa edebiliriz. Yoksa su Ortadogu cangilinin kiyisinda Suriye benzeri cehennemi bir yikimi yasamak isten bile degil. Bu ise herkes için tam bir felaket olur.
Inaniyorum ki her kafadan bir ses çikan bu firtinali ortama ragmen bu kötü gidisi gören, sagduyulu, baris ve çözüm isteyen çok insan da var. Yapilmasi gereken, bu insanlarin güçlerini birlestirip seslerini yükseltmeleri ve ülkenin politikasini etkilemeleridir.
Barisa ulasmak gerçekçi çözümlerle mümkündür ve çözüm ileri görüs ve cesaret ister.
26 Agustos 2017
Kemal Burkay