Haber

“Paranin imparatorlugu tarihteki tüm imparatorluklardan daha büyük…”

TOPLUMA KARSI, TEKELLERDEN YANA GIDA POLITIKALARI

Cengiz Baskaya ile söylesi

Fikret Baskaya

Fikret Baskaya: Dün ögleden sonra bir seyler almak için çiktim. Küçük bir yesil sogan demeti yedi liraydi ve almaktan vazgeçtim. Ortalama ücretin asgari ücret düzeyinde oldugu ve emekli maaslari de ortadayken o küçük sogan demetini kim alacak? Türkiye’de tarim ve gida konusuna geçmeden önce dünyadaki durumla ilgili genel bir degerlendirmeyle baslayabilir miyiz?

Cengiz Baskaya: Gida fiyatlarinda artis enflasyon oranlarindan daha yüksek. Bu durum bazen iklim kosullarina bagli olsa da baska etkenler de var. Üretici ile tüketici arasindaki araci kurumlar ve kisiler fiyatlarin artmasina neden olurken birçok ürünün maliyet artislari nedeniyle çiftçiler tarafindan üretilemez duruma gelmesi giderek büyüyen bir sorun.

Dünya ölçeginde gida üretiminin biçimi ve amaçlari büyük ölçüde farklilasti. Bu degisiklikler sözde insanligin artan gida ihtiyacini karsilamak, açligi önlemek adina uygulaniyor. Ne var ki açlik ve yetersiz beslenme halen milyarlarca insanin temel sorunu durumunda. Endüstriyel tarim ve hayvancilik yöntemleri giderek gida üretim ve kontrolünü halklarin elinden alip sirketlere devredilmesi sonucunu doguruyor. Sirket mantigi maksimum kâri, kazanci esas aldigindan tüm insanlarin hak ve söz sahibi olmasi gereken en yasamsal konularin basinda gelen gida üretimi ve dagitimi az sayida küresel sirketin kontrolüne ve egemenligine terk ediliyor. Sözde verim artirmak için gelistirilen teknoloji ve yöntemler küçük üreticileri borç batagina sürükleyip sistem disina itiyor. Çitçiler sirketlerden her yil satin almak zorunda birakildiklari tek tip tohuma, yapay gübreye, kullanilmasi zorunlu hale getirilen kimyasallara mahkum edildi. Asiri sulama ve enerji kullanimi gerektiren ürün ve yöntemler maliyetleri her yil arttirirken üreticiye saglanan destekler, üretici birlikleri ve tüm düzenleyici kurumlar küresellesmenin acimasiz araçlari olan Dünya Bankasi, Dünya Ticaret Örgütü, IMF’nin yaptirimlariyla yok ediliyor. Kendi yarattigi yapay krizlerin bedelini tüm insanliga ödeten finans sermayesi, trilyonlarca dolar kamu kaynagini kendine aktarmayi ekonominin geregi olarak savunurken, küçük üreticiye verilecek en küçük destegi serbest rekabete, pazar ekonomisinin kurallarina aykiri görerek engelliyor.

Patent altina alinan genetigi degistirilmis türlerin ve hibrid tohumlarin kullanimini yasalar çikartarak zorunlu hale getirip, binlerce türün sonsuza dek yok olmasina neden olmak da kutsal pazar ekonomisinin geregi. Serbest ticaret kilifiyla yayginlastiran küresellesme aslinda küçük üreticiyi ve küçük ölçekli yerel ticaret alanlarini yok ediyor. Bir çiftçinin kendi toprak yapisina ve iklimine uygun tohumunu kendi ürününden ayirip kullanmasini yasaklayip, her yil küresel ölçekli sirketlerden satin almasini yasayla zorunlu hale getirmek aslinda rekabeti yok edip tekellesmeye götüren bir uygulama. Serbest piyasa söyleminin sahte yüzünü açiga çikariyor.

Gidanin üretimi yaninda dagitim mekanizmalari da çok az sayida tekelin kontrolüne giriyor. Halkin temel gida gereksinimlerini ülke topraklarinda saglamak mümkünken, yoksul ülkeler ihracata dönük fakat ithalata bagimli ürünleri yetistirmeye zorlaniyorlar. Bu ürünler de sirketlerin belirledigi düsük fiyatlarla satiliyor. Tekeller stokladiklari fazla ürünü dünya piyasasinda fiyat kirmak için kullaniyorlar. Gida en temel insan hakki olmaktan çikip, acimasizca kazanç saglama alanina dönüstürülünce bu çeliskiler olagandir.

Yoksul ülkelere deniyor ki, “Siz bugdayi pahaliya mal ediyorsunuz. Üretmeyi birakin, daha ucuza bizden satin alin.” Cezayir bu oyuna gelmisti. Bugday üretimi durdurulunca is gücünü olusturan gençler sehirlere göç etti. Üç yil sonra ithal bugdayin fiyati birden yükselince hata anlasildi. Tekrar ekim yapilmak istendiginde artik kirsal alanda aktif is gücü yok olmus, toprak vasfini yitirmisti. Bizde de bir dönem bugdayi kendimiz üreterek akilsizca davrandigimiz, ithal etmekle kilo basina üçte bir oraninda tasarruf edecegimiz düsüncesi ragbet gördü ve bazi iktisatçilarimiz tarafindan israrla savunulmustu…

Küresel yagma tüm siddetiyle sürüyor, Afrika’nin, Güney Amerika’nin verimli topraklari sirketlere ve büyük servet sahiplerine satiliyor veya kiralaniyor. Yerli halklar bulunduklari topraklardan sürülüyor. Ormanlar zenginlerin asiri et ihtiyacini karsilamak için fabrika hayvanciligina yer açmak amaciyla yok ediliyor. Topragini henüz kaybetmeyen çiftçiler de tek ürün tarimina mecbur birakildiklari için, verimli topraklarin üstünde yasadiklari halde açliga mahkum olabiliyorlar. Hindistan’da yüzbinlerce çiftçi borç batagina düstügü için intihar etti ve intiharlar durmuyor. Su kaynaklari sirket ve sahis malina dönüstürülüyor. Üreticinin tüketiciye dogrudan ulasmasini engelleyecek her türlü tedbir aliniyor.

Tekellerin çikarlarina uygun olarak biçimlendirilen üretim yöntemleriyle dogalliktan zaten çikarilan ürünler maksimum kazanca yönelik pazarlama yöntemlerine uygun hale getirilmek üzere yogun islemlerden geçiriliyor. Sirketler açisindan gidanin saglikli olusunun tek ölçüsü haftalarca, hatta aylarca bozulmamasi. Aslinda bu amaçla yaptiklari islemler zaten o yiyecegi bozmus oluyor. Sütü süt, eti et olmaktan çikariyor. Yüksek verim için besi hayvanlari dogal olmayan yollarla adeta sisiriliyor. Hormonlar, antibiyotikler özel yemler ve mutlak hareket kisitlamalariyla en kisa sürede en fazla agirliga eristirip en uygun zamanda kesiliyor. Az sayida hayvan yetistiren ailelere sirketlerin lehine olmak üzere yasaklar getiriliyor. Çoklu üretim yöntemleriyle kendi yiyeceginin büyük bölümünü kendisi üretebilecek milyonlarca aile yiyecegini pazardan almaya mahkum ediliyor. Insanlar toprak ananin kucaginda otururken bile aç kalabiliyor.

Halk sagligi gerekçe gösterilerek açikta gida satisina yasaklar getiriliyor. Üretici pazarlari engellenip kapatiliyor. Ambalajsiz gida satisini engellemek gerekçesiyle semt pazarlari perakende devleri yararina yok edilmek isteniyor. Artik halklarin gida egemenligi büyük ölçüde ellerinden alindi. Gida güvenliginden bahsetmek de zor. Günümüzde gida bir insan hakki olmaktan çikarildi. Su da özellestiriliyor. Irmaklar hidroelektrik santrallari kurma bahanesiyle sahislara veriliyor.

Halktan alinan vergilerle kurulan barajlar, sulama sistemleri sirketlere birakiliyor. Içme suyu kaynaklari paylasildi. Temel bir insan hakki olan gidaya ulasma hakki ancak halklarin topraga, suya ve tohuma serbestçe ulasabilesiyle ve gida egemenliklerini ellerinde tutmalariyla saglanabilir.

Halen uygulanan yöntemler her seyden önce akil disidir. Gida sistemi çok çürük temeller üzerine oturtuldu. Günümüzün tarim ve hayvancilik teknikleri dogal ve geleneksel yöntemler bir kenara birakildigi için gezegendeki su kirliliginin, kiymetli toprak kaybinin ve küresel isinmanin en büyük sebebi haline geldi. Orta Amerika’da sirketlerin plantasyonlarinda insanlik disi kosullarda isçi çalistirarak ürettikleri muz Avrupa ve Asya’ya tasiniyor. ABD de üretilen ve gemilerle tasinan yemle Suudi Arabistan’da dev tesislerde on binlerce sigir adeta sisirilerek besleniyor. Etleri Avrupa’da isleniyor, oradan tekrar ABD ye getirilip fast food zincirlerinde satiliyor. Büyük ölçüde enerji kullaniliyor, deniz tasimaciligi canlaniyor, ekonomik büyüme saglaniyor. Yani saptirilmis ekonomik akla uygun ama, tam da bu yüzden insan aklina aykiri yöntemler.

F.B. ; Türkiye 1980’den beri neoliberal politikalara teslim olmus durumda. Dev küresel tekellerin egemenligine “serbest piyasa ekonomisi” diyorlar ve durum malûm. Genel olarak ekonomiyi özel olarak da tarimi “dis belirleyiciliklere” teslim etmek demek, iflasi daha bastan kabullenmek demeye geliyor. Oysa yapilmasi gereken, “içeriyi disariya uyumlandirmak degil, disariyi içerinin ihtiyaçlarina tâbi kilmaktir”. Aksi halde toplumun kaderi disariya, disardaki dev tekellere ihale edilmis oluyor. Simdilerde dünya gida üretimi bir elin bes parmagi kadar çokuluslu sirkete havale edilmis durumda. Mesela, Nestlé’nin 2000 markasi, 10 000 ürünü, 86 ülkede 447 fabrikasi var, ürettikleri 136 ülkede pazarlaniyor, 330 000 kisiyi istihdam ediyor, 5000 arastirmacinin çalistigi 29 arastirma merkezi var, 76,66 milyar euro islem hacmi var, yilda 10,34 milyar kâr ediyor… Böyle bir sirketin faaliyet gösterdigi bir sektörde nasil rekabet edip ayakta kalinabilir? Sana göre hesap bastan yanlis yapilmis degil mi?

C.B. Neoliberal politikalarin amaci zaten insanliga ait ne varsa yagmalamak üzerine kurulu. Bu ayni zamanda dogal varliklarin acimasizca tüketilmesini ve yok edilmesini de gerektiren bir program. Ulusötesi tekeller ve finans devleri ülkelere sözde ekonomik gelisme saglama, yeni istihdam alanlari yaratma, ticaret hacimlerini arttirma amaciyla geliyorlar. Aslinda yatirim denilince eskiden üretime dönük, uzun vadeli maddi yatirimlar, fabrika, alt yapi gibi alanlar akla gelirdi. Artik elektronik ortamda borsa oyunlari oynayan ve bu yolla ülkelerin kaynaklarini disari akitanlara yatirimci deniyor. Adeta emme basma tulumba gibi çalisan sistem düzenli olarak tatli kazançlar saglarken, olusturulan yapay dalgalanmalarla belli araliklarla büyük vurgunlar yapiliyor ve krizler yasaniyor. Tabii ki, söz konusu kriz soyulan halklar içindir. Büyük sermaye için her kriz kolayca kazanilmis devasa kazançlara vesile oluyor. Sabit yatirim için gelenlerin asil amaci da ucuz is gücünden yararlanmak.

Gida tekelleri tohumdan sofraya kadar tüm gida üretim ve dagitimini kontrol etmek üzere yola çiktilar. Çünkü gida en vazgeçilmez ve süreklilik gösteren bir tüketim alani. Amaç gida egemenligini tümüyle halklarin elinden almak.

Gida yasami sürdürmek için en temel unsur. Gidaya ulasamayan insanin yasama hakkindan bahsedilemez. Açlik söz konusu oldugunda her sey önemini yitirir ve anlamsizlasir ve artik

herhangi bir düzenden ve sistemden, insanî degerden bahsetmek mümkün olmaz. Açlik yoksulluk degil sefalettir fakat sefaletin en derin biçimidir. Bu nedenlerle eger bir toplumda tek bir insanin degil açliktan ölmesi, aç kalmasi bile ortada gerçek bir toplumdan bahsetmeyi abes hale getirir. Akilci önlemler ve uygulamalarla bir halkin gida egemenligi ve gida güvenligi pekala garanti altina alinabilir. Fakat tercih ve öncelikler bu kaygilarla belirlenmiyor.

Bugün pazarlama teknikleri ve reklamlarla bireyler için yapay ihtiyaçlar üretiliyor. Insanlarin öncelikleri degistiriliyor. Ayni sekilde ülkeler için de egemen ekonomik aktörlerin çikarlarina uygun yapay ihtiyaçlar üretiliyor. Ekonomik sistem büyük ölçüde silah ve petrol sirketlerince sekillendiriliyor. Gittikçe yayginlastirilan bölgesel savaslar bu amaçla çikariliyor. Ülkelerin kaynaklari en temel gereksinmeler yerine silahlanma için harcanabiliyor. Örnegin Suudi Arabistan en büyük silah alicisi ülkelerden biri durumunda. Petrol gelirlerini silah ithalati yoluyla zengin ülkelere geri veriyor. Fakat aldigi silahlari ancak yoksul komsusu Yemen’in halkini kirmak için kullanabilir. Dünya egemen sistemine aykiri en ufak adimi atamaz. Ama en azindan kendi halkini baski altinda tutabilir.

Birbirleriyle iyi komsuluk ve isbirligi içinde birçok sorunu kolayca çözecek olan ülkeler arasinda sürekli olarak yapay bir gerginlik ve düsmanlik yaratiliyor. Tank ve uçak filolari, savas gemileri sürekli yenileniyor. Ayni askeri paktin içinde olduklari için birbirleriyle savasmalari asla söz konusu olmayacak iki komsu ülke hep sicak tutulan bir gerilimle dev silah üreticisi tekellere sürekli kaynak aktarirlar. Öncelikli ihtiyaçlar sürekli ötelenir.

Konuya gida açisindan baktigimizda akla uygun olan, tekellerin doymak bilmez açgözlülügüne teslim olmak degil, halkin gida güvenligini saglamaktir. Bu da gida egemenligini elde tutmakla mümkündür.

Temel gidalar mutlaka ülke topraklarinda üretilmelidir. Ülke nüfusunun çogunun birkaç mega kente yigilmasi yerine ülke yüzeyine düzenli bir sekilde dagilmasi için gerekli önlemler alinmalidir. 20 milyonluk bir kente her gün devasa miktarlarda gida tasinmasi yaratilmis bir sorundur ve akil disidir. Fakat bu tuhaflik sorgulanmaz. En ufak bir kriz durumunda zaten olagan sartlarda sikintiyla yürütülen tasimacilik imkansiz hale gelebilir ve bu kaos ve felaket demektir.

Ülke yüzeyine yayilmis, mega kentlerin insan silolarinda degil, dogayla iç içe ve onu tahrip etmeden kurulmus kent, kasaba ve köylerde huzur içinde yasamak pekala mümkündür. Akilci bir planlamayla kirsal alanin bosalmasi önlenebilir. Insanlar büyük iç göçlere mecbur olmazlar.

Bölge cografyasina uygun ve öncelikle o bölgede tüketilmek üzere gida üretimi esas olmalidir. Taze gidayi en kisa sürede ve dogal haliyle ve ticari kaygilarla zararli birçok islemden geçirmeden tüketiciye ulastirmak amaçlanmalidir. Kentlerin temel gida ihtiyacini birkaç yüz kilometrelik yariçapindaki bir dairenin içinde üretmek gerekir. Bu sayede kriz durumlarinda gidaya ulasim mümkün olur. Tasima maliyetleri azalir.

Çözüm odakli bir yaklasim benimsendiginde, örnegin yüzlerce bugday türünü bir kenara birakip, dünyanin öteki ucunda gelistirilmis ve degisik kosullarda nasil ürün verecegi belli olmayan tek bir tohuma mahkum olmazsiniz. Bu tohumdan verim almak için arazinin seklini degistirmek, yapay gübre, yabani ot öldürücü, böcek öldürücü zehirleri ithal etmek, topragi, suyu, havayi, tüm hayvanlari ve insanlari zehirlemek durumunda kalmazsiniz. Kendi topraklarinizda yetisen kaliteli muzu ürettiginiz alanlari turizm tesisleri ve binalarla kaplayip orta Amerika’dan muz ithal etmezsiniz. Ülkenin daglarini ve yaylalarini insanlara ve hayvanlara yasaklamaz, eti Arjantin’den, Avustralya’dan, peyniri ve tereyagini Hollanda,dan ithal etmek, zorunda kalmaz, dogal ortamda özgürce dolasan sigirlarin, koyun ve keçilerin saglikli sütünü içmekten mahrum olmazsiniz. Çocuklariniz fabrikalarda üretilmis, seker, yag ve tuz yüklü, kalorisi yüksek, besin degeri düsük hazir yiyeceklere alistirilip bunlara mecbur kalmazlar. Binlerce yillik insanlik birikiminin ürünü tarim teknikleri ve gida hazirlama, saklama yöntemleri neredeyse tümüyle unutulup gitmez. Yerel tatlar kaybolmaz, gida egemenliginizi ve güvenliginizi elinizde tutar, sürekli aç birakilma tehdidi altinda kalmazsiniz. Dogayi alt edilmesi gereken bir düsman degil, parçasi oldugumuz, saygi gösterilip uyum saglanacak bir varlik olarak görürsünüz. Küresel rekabet adina, tüketmeyeceginiz birkaç türü sadece döviz kazanmak adina üretmez, kendi gereksiniminiz için zengin bir çesitlilikle üretirsiniz. Kisaca sayilari bir elin parmaklarini geçmeyen dev gida tekellerinin planlarina ve çikarlarina göre degil, kendi yurttaslariniz için ve onlarin tercihlerini esas alarak üretirsiniz. Aksi halde edilgen, kaderini büyük sermayenin ellerine ve insafina terk etmis bir ülke olursunuz.

F.B: Türkiye’deki durumun akilla, mantikla sag duyuyla, hâlâ bir ilgisi kalmis midir? Son 20-30 yildan beri uygulanan tarim politikalari ortadayken, insanin aklina “acaba daha kötüsü olabilir mi?” diyesi geliyor. Bu konuda neler söylemek istersin?

C.B. Mevcut gidisatin varacagi son evre küçük çiftçiligin tümüyle yok olmasi gibi görünüyor.

Bir kilo gübre bir kilo bugdaydan, bir litre mazot, bir kilo yem bir litre sütten pahaliysa, tohumlar, fide ve fidanlar ve yem her yil artan fiyatlarla satin aliniyorsa ne çiftçilik, ne de hayvancilik sürdürülebilir… ABD ve Avrupa ülkeleri kendi tarim sektörüne büyük destekler saglarken Türkiye ve benzer ülkelerde destek uygulamalari engellendi. Tarimda düzenleyici kurumlar kaldirildi veya özellestirildi. Bu uygulamalarin amaci sonunda tarim üretimini tümüyle sirketlere teslim etmekti. Devlet üretme çiftlikleri sirketlere devredildi. Simdi Trakya’daki otlaklarin özellestirilmesi gündemde. Otlak ve meralarin çevresi çitlerle çevrilecek, bu alanlarda yapilasma mümkün olacak. Geçimini bu alanlarda hayvan otlatarak saglayan küçük sürü sahipleri sistem disina itilecek. Milyonlarca dekar degerli tarim arazisi konut, sanayi kuruluslari, turizm yatirimlari, ticari alanlar ve otoyollar için geri dönülmez biçimde feda edildi.

Bugün Anadolu’ da köyler büyük oranda bosalmis, topraklar kendi haline birakilmis durumda. Sanayi, madencilik, turizm gibi sektörlere döviz getirdikleri, is olanaklari yarattiklari gerekçesiyle büyük imkanlar ve kolayliklar saglanirken çiftçilik ve hayvancilik kasitli olarak kendi haline birakiliyor. Halbuki yeterli gida üretimi ve halkin gida güvenliginin saglanmasi öncelikli olmalidir. Tarim ve hayvancilik için çok yüksek bir potansiyele sahip bir ülkenin bugday, saman et ithal edip döviz harcamasi akil ve mantik disidir.

Bu gidisin acilen durdurulmasi gerekirken yikim bütün hiziyla sürüyor. Topragin degerli, gida üretiminin çok önemli oldugu, temel gidalarin mutlaka ülke içinde üretilmesinin hayati önem tasidigi üretim ve dagitim tümüyle ulusötesi tekellerin ve onlarin yerli ortaklarinin eline geçince anlasilacak. Fakat artik çok geç olacak. Bugün mazotun litresi 4 lirayi asmisken bugdaya 70-80 kurus fiyat biçen yetkili kurumlar, sirketler gida sistemine tümüyle hakim oldugunda onlarin istedigi fiyatlari makul bulacaklardir. Çünkü gida üretiminin çok degerli bir faaliyet oldugu aniden fark edilecektir. O zaman bugün küçük üreticiden esirgenen her türlü kolaylik ve destek saglanacaktir. Ne var ki halkin gida egemenligi ve gida güvenligi tümüyle ortadan kalkacaktir.

Tekeller dünya piyasalarinda satis degeri olan ürünleri üretecekler, ülke insaninin ihtiyaçlari nazara almayacaklardir. Sirket akli bunu gerektirir zira. Gerçi bizde devletin de sirket gibi yönetilecegi en yetkili agizdan dile getirildi. Tekellerin hissedarlari için yil sonu kazanç grafikleri tek ölçüdür. O grafik sütunlarinin altinda kaç milyon insanin ezildigi, isini ve topragini kaybettigi, aç kaldigi, intihara sürüklendigiyle ilgilenmezler. Küresellesme iyi sonuçlar getirmistir. Ekonomiler büyümüs, tekellerin marka degeri artmistir. Yoksulluk yoksullarin suçudur. Gida tekellerinin elinde genetigi degistirilmis misirdan elde edilen milyonlarca ton misir surubu, ve bolca genetigiyle oynanmis soya yagi var. Bu stoklarin eritilmesi ve insanligin sirketlerin ürettikleriyle yetinmesi gerek. Bunlari satin almak için de bol dövize ihtiyaç var. Ihracatla bu dövizi kazanabilmek için rekabetçi olmak sarttir. Maliyetler ucuzlatilmalidir. Bunun en pratik yolu da is gücünün üretim maliyetindeki payini en aza indirmektir. Milyonlarca aile kendi is alanlarini kaybedip mülksüzleserek issizler ordusuna katildigindan ucuz is gücü temini de sorun olmayacaktir. Taseronluk sistemi, is güvencelerinin kaldirilmasi, esnek çalisma uygulamalari, sendikalarin islevsizlestirilmesi hep bu sorunu çözmek için degil midir? Yani hükümetler sanildigi gibi sistemin tikandigi durumlarda çözüm getirmiyor degiller. Küresellesen egemen ekonomik sisteminin önündeki engelleri kaldirma yolunda gerekenleri en hizli biçimde yapiyorlar.

Tohuma serbestçe ulasma hakki tohum yasasiyla engellendi. Toprak betonlasmayla ya da tarimin ekonomik nedenlerle yapilamaz hale gelmesiyle kullanilamaz duruma geliyor. Su kaynaklari büyük ölçüde özellestirildi. Yani gida egemenligi ve gida güvenliginin üç temel bileseni toplum için her geçen gün daha da ulasilmaz hale geliyor. Islerin daha kötüye gidip gidemeyecegi konusuna gelince, Firat ve Dicle’nin özellestirilme, daha dogrusu sirket mali haline getirilme projesi bu konuda bir fikir verebilir. Insanligin gelisiminde kilit rol oynayan bu iki nehir yerlesik topluma öncülük eden Sümer medeniyetine kaynaklik etmisti. Sümerler bu nehirleri tanrilarin bir armagani olarak görüyorlardi. Bes bin yil sonra dolar tanrisina teslim edilmeleri gündemde. Yani artik her sey mümkün demektir… Dünya zenginlerinin elinde tüm nehirleri, tüm gölleri, su kaynaklarini, tüm verimli arazileri satin alabilecek kadar para birikmis durumda. Satin alarak tek seferde toplu ödeme yapmak yerine ülke borsalarini manipüle ederek tatli kârlar saglamayi tercih ederlerse yine sorun yok. Gerekli kolaylik saglanabilir. Kirk dokuz yilligina kiralama seçenegi de var. Paranin imparatorlugu tarihteki bütün imparatorluklardan daha büyük ve artik sinirlari da yok…

F.B. Dogrusu çok tesekkür ediyorum. Durumu gayet net ve çarpici bir sekilde ortaya koydugun için…

Dengê Kurdistan

Back to top button