Makale

Savasi degil barisi savunanlarin yalnizligi…

Yillardir yazip duruyorum:
Savasa karsiyim.
Çare, savas degil baristir.
Baris namlunun ucundan degil diyalogtan,
masa basinda konusmaktan,
müzakereden geçer.
Bütün bölge Kürdleriyle
baris yollarinda yürüyen
bir Türkiye’nin
içeride demokrasi
ve hukuk alani,
disarida bölgesel nüfuz alani genisler.
Savas,
Türkiye’nin çikmazlarini,
siyasal ve ekonomik istikrarsizliklarini derinlestirir.
Baris yapmak
savas yapmaktan zordur!
Baristan degil
savastan korkun!

Ama baris korkusu devam ediyor.
Stefan Zweig’i hatirliyorum yine. Savas çigliklarinin kendi ülkesinde, Avrupa’da her yeri kapladigi, savasa karsi çikanlarin vatan haini ilan edildigi ana baba günlerinde sesini yükselmisti:
Savasa karsi
savasmak gerekiyor!
Stefan Zweig’in su satirlarini kim bilir kaç kez okudum:
Savasacagim düsmani biliyordum.
Ölüme ve acilara baskalarini göndermeyi
yeg tutan yalanci kahramanlikla,
yüzde yüz zafer palavrasi
savurup bogazlasmayi uzatan
vicdansiz politika
ve savas önderlerinin
ucuz iyimserligiyle
-kiraladiklari hayhaycilar korosu
arkalarinda olanlarla- savasacaktim.
O savas laf ebeleri’yle savasacaktim.
Uyaran kisileri karamsar diye hor görürlerdi.
Savasa karsi çikan herkese vatan haini damgasi yapistirirlardi.
Temkinli kisilere korkak,
insancillara yüreksiz deyip,
felaket aninda ne yapacagini sasiran bu palavracilar sürüsü
her yerde ve her zaman birdi.
Basindan beri ‘zafer’e inanmamistim ve tek seyi çok iyi anlamistim:
Sayisiz kurbanlarla bir zafer kazanilsa bile degmezdi.
Ama bu uyarmalarimla dostlar arasinda tek basima kaliyordum.
Yalniz basina kalmak…
Stefan Zweig’i anliyorum.
Savas çigliklarinin her yeri kaplamaya basladigi, baris seslerinin neredeyse hiç duyulmadigi bir ortamda, intihara sürüklenen büyük yazar Zweig’in yalnizligini ve acisini anlamak güç degil.
Yillar önce yazdiklarimdan kisa bir alintiyla savas degil baris yazimi noktaliyorum:
Türkiye eger kendi Kürtleriyle kalici ve gerçek baris kurmak istiyorsa,
buna göre bir end game,
bir son oyun kuracaksa,
zamanin ruhunu
yakalamak zorunda.
Bu da sadece kendi Kürtlerini degil,
bütün bölge Kürtlerini içine alacak olan
demokrasi ve esitlik üstüne kurulu, kapsamli bir baris planindan geçer.
Kendi evinin içinde birinci sinif demokrasi
ve hukuk devletini hâkim kilan…
Merkeziyetçi devlet,
üniter devlet anlayisini
bir kenara birakarak, demokrasiyi ete kemige büründürecek
güçlü yerinden yönetimleri olusturan…
Kendi Kürtleriyle iliskilerini vatandaslik, kimlik, yerel yönetim, anadilde egitim, özgürlük gibi temel meselelerde esitlik ve demokrasi üzerine oturtan…
Bunlari yaparken, dagdan inisin, silahlara vedanin yolunu açan, yani Kürt sorunuyla silah ve siddetin bagini kopartan…
Irak ve Suriye Kürtlerine baris ve is birligi elini uzatan…
Bütün bunlari basarabilen bir Türkiye, güçlü Türkiye olur.
Baris içinde yasayan büyük Türkiye olur.
Nüfuz alanini kendi sinirlarinin disina tasiyan gerçek bir bölgesel güç olur.
Kisacasi:
Hem Bati’da hem Dogu’da sesi dinlenen, baris ve huzur içinde yasayan büyük ve güçlü bir ülke konumuna yükselir Türkiye.
Son söz:
Savasi degil barisi savunanlarin yalnizligini su günlerde çok daha fazla duyumsuyorum.
Hazin ama öyle.
Ama her seye ragmen baris çigliklari dipsiz kuyularda yitip gitmesin…
———————————————————
T24 ‘ 8 Ekim 2019

Hasan Cemal

Balkêş e ?
Close
Back to top button