Solin’in öyküsü ya da yerle yeksan infaz sistemi
Solin ile annesinin öyküsüyle tutuklu kadinlarin cezaevlerinde yasadiklari sorunlarin küçük bir kesitine tanik olduk.
Bu olay vesilesi ile gördük ki ‘tutuklama’ sadece sanigin degil, tutuklama nedeniyle uzaktan yakindan ilgisi olmayanlar için de bir cezalandirilma biçimi olabiliyor. Hükümlülükte de durum bundan pek farkli olmuyor.
Tutuklamanin temel amaci; ‘sanigin suçlu olup olmadigini arastirirken kisinin kaçmasini, delilleri yok etmesini veya degistirmesini önlemektir.’ Tüm kadüklügüne ragmen, su an yürürlükte olan Anayasa’nin 19. Maddesinin bile tutuklamaya sehr düstügü ‘zorunlu haller’ vurgusu önemlidir: Yani; tutuklama aslinda tedbirler içerisinde basvurulabilecek en son yol.
Burada gözetilmesi gereken sey bir tutuklama karariyla kamu düzeninin saglanmasi, korunmasi ile kisi hürriyetinin tehlikeye atilip atilmadigidir. Bir diger deyisle tutuklamada kamu düzenini koruyorken, tutuklama kararindan etkilenecek kisilerin de en temel hak ve özgürlüklerini tehlikeye atmamak gerekiyor.
Oysa Türkiye’de mevcut uygulama ne yazik ki bu hassas dengeyi gözetmenin çok ötesinde. Uygulamalardan hissedilen; adalet mekanizmasinin evrensel hukuk prensiplerine uygun isletilmesinden ziyade, devleti koruma adina düzen ve sistemin koruyuculuguna soyunmak, devleti vatandasa karsi koruma altina almak, vatandasa her halükarda ‘kuskuyla’ bakmak oluyor.
Solin’in öyküsü de bu baglamda bir çok seyi daha görünür kildirdi.
Solin annesine kavustu kavusmasina da acaba Solin’i annesine kavusturan mahkeme kararinin ardindaki niyet genel bir uygulama, genel bir sistem halini alacak mi?
Yeni düzenlemelere bakilirsa bu beklenti kisa vadede pek de mümkün gözükmüyor.
Bilindigi gibi Aralik ayinin sonlarinda anadilde savunmanin yolunu açan yasa yürürlüge girdi. Bahse konu yasa basinda ve kisisel gündemlerimizde daha çok Kürdçe savunma çerçevesinde degerlendirildi. Oysa özellikle hükümlü kadinlarin hükümlülük hayatlarini dogrudan etkileyecek bir çok maddesi de vardi bu yasanin.
Yasa bir taraftan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir taraftan da Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanunu’nda degisiklikler öngörüyor.
Anadilde savunma hakkinin düzenlenis biçimini, amacini, uluslararasi hukukla paralel olup olmadigini bir tarafa birakarak, özelde kadinlara yönelik ne tip düzenlemeler içerdigine bakmak gerekiyor. O zaman görünecektir ki biz anadilde savunma hakkina takilirken, yasama bir kez daha kadinlara negatif ayrimcilik uyguladi ve kisa vadede çözümlenemeyecek sorunlarin yolunu da açti.
Düzenleme neyi içeriyor?
En önemlisi hükümlülere ‘ödül’ olarak; aileleriyle 24 saate kadar ziyaret öngörülüyor. Yani yasaya göre kapali cezaevlerinde bulunan evliler 3 ayda bir kez olmak üzere 3 saatten 24 saate kadar esleri ile, cezaevi personelinin yakin nezareti olmaksizin görüsebilecek.
Bir diger önemli hüküm ise bu görüsmelerde ‘gebe’ kalan kadinlarin kalan cezalarinin infazinin ertelenmesine yönelik. Buna göre; gebe olan veya dogurdugu tarihten itibaren alti ay geçmemis bulunan kadinlarin hapis cezalarinin infazi geri birakilabilecek.
Ancak bir iki ‘küçük’ sartla!
Bir kere bu kadinlarin kalan ceza süreleri 6 yildan fazla kalmamis olacak, ikincisi tehlikeli eylem ve tutumlar sergilememis olmalari gerekecek. Madde gerekçesine göre de 3713 sayili Terörle Mücadele Kanunu kapsaminda yer alan suçlardan, nam-i diger ‘terör suçlarindan’ ceza almamis olmalari gerekecek!
Ne demek bu simdi?
Su demek:
Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmis yaklasik 50 degisik terör suç tipi ile ‘ki bunlar arasinda basta düsünceyi ifade özgürlügü olmak üzere özgürlük alanini sinirlandirip, yasaklayan maddeler de bulunmaktadir- 3713 sayili kanun kapsamindaki ‘terör’ suçlarini islemis olan kadinlar gebe de kalsalar infazlari ertelenmeyecek! Diyelim ki kadin hükümlü ‘terör’ suçunu islememis olsun, o da cezaevinde ‘tehlike yaratacak bir tutum da gelistirmis’ olmayacak
Farkinda misiniz bilmiyorum ama eski yasa maddesinde tüm gebe kadinlara esit bir yaklasim varken yeni düzenleme ile kadinlara yeni ‘negatif ayrimcilik’ yollari yaratilarak, ciddi hak ihlallerinin yolu açiliyor: Kadinlar ‘terörist’ ve ‘adi suçlu’ olarak ikiye ayrilmakta, ‘adi suçlular’ makbul hükümlü statüsüne çikarilmakta, dogacak çocuklarin haklari da annelerinin ‘terörist’ olup olmamasiyla bir anlam kazanmakta.
Hükümlülerin esleriyle görüsme hususu da bir baska ironik durum. Kuskusuz ki yasa resmi nikahli eslere bu ‘hakki/ödülü’ tanimakta. Milyonlarca dini nikahlinin bu haktan faydalanmayacagini tahmin etmek güç olmasa gerek.
Kadinlara karsi içsellestirilmis septik yaklasim bir yana, yasama faaliyetini yürütenlerin yasalari kendi felsefik ve ideolojik bakis açilariyla düzenleme telaslari hukuki garabetlerin ortaya çikmasina neden olabilmektedir.
Oysa çok degil sadece BM Genel Kurulunun 09.12.1988 tarih ve 43/173 sayili karari ile kabul edilen ‘Herhangi Biçimde Alikonulan Ya da Hapsedilen Tüm Kisilerin Korunmasi Için Ilkeler Manzumesi’ne bir göz gezdirmis olsalardi göreceklerdi ki hükümlülerin isledikleri suçlar bakimindan farkli infaz rejimine dâhil edilmeleri, bir insan hakki olan infazda esitligi yerle yeksan etmektedir.
Kadin örgütlerini bilmem ama sahsen ben süreci çok tehlikeli buluyorum.
Hamiyet Çelebi