Makale

STOKHOLM’DA GÖÇEN SONBAHAR…

Önce dünkü, 9 saat süren Ankara-Istanbul yolculugumdan söz etmeliyim.
29 Ekim günü hizli trenle Istanbul’a geçmeyi, ertesi sabah yani bugün de erkenden Stokholm’a uçmayi planlamistim.

Ama daha üç gün öncesinden bilet bakmamiza ragmen trenler doluydu. Ilk kez böyle durumla karsilasiyordum. Cumhuriyet bayrami oldugu için degil, ‘Dünyanin en büyügü’, yeni Istanbul Havaalani açilacagi için…
Malum, böyle durumlarda ülkenin dört bir yanindan bindirilmis kitalar seferber edilir ve nutuklar çekilir…

Bu nedenle otobüsle yola çiktim. Zaten öteden beri otobüs yolculuklarini severim, pencereden dogaya dalar, gördügüm manzaralari adeta beynime naksederim. Ama bu kez fena halde bunaldim. Bu nedenle Bolu Daglari’nin o güzelim sonbahar manzarasini bile doya doya yasayamadim.

Trafik tikanikligi daha Bolu’ya girmeden basladi. Uzunca bir süre kagni arabasi gibi gittik. Adapazari’na yaklasinca ayni sey, ta Izmit çikisina dek… Ve de Dil Ovasi’ndan Samandra’ya!..

Yeni Havaalaninin açilisi böylesi satafatli bir gösteri ile kutlanirken, nerdeyse ülkenin tüm ana yollari, otobanlari tikanmis, o gün yollarda olan yüzbinlerce insan için yolculuk bir iskenceye dönüsmüstü.

Ortadogu isi kutlamalar, gösteriler böyledir iste; bir sey yapilirken birçok sey de bozulur… Örnegin dügünlerde, nisanlarda havaya atesler açilir, balkondaki bahçedeki insanlar kursunlara hedef olur, korna sesleriyle ortalik bir cehenneme döner…

Dikkat ettim, gecikme nedeniyle otobüsteki insanlarin çogunun bugün için planlari aksamisti. Bu sik sik çalan telefonlardan ve yapilan konusmalardan da anlasiliyordu. Ama ülkemin insanlari böyle durumlara alisik ve sabirliydilar…

Sonuçta, 5 saatte Istanbul’da olmayi ve aksam yemegini saat 7’de yemeyi umarken, gece yarisina dogru vardik. Sabah da erkenden Bedri beni havaalanina ulastirdi. Neyse ki bu kez yollar tikali degildi.

* * *

Stokholm yolculugum rahat geçti, daha ögle olmadan burada idim.
Stokholm’da bugün rüzgâr ve yagmur vardi; hava da Ankara ve Istanbul’a göre bayagi soguk. Bu gece kar bekleniyormus.

Ama sonbaharin bildik çarpici, parlak renkleri kalmamis olsa da, sandigimin aksine sonbahar tümden bitmemis Stokholm’da. Son perdesine yetistim sayilir…

Murat’in evine varinca, pencereden bildik körfez manzarasina daldim. Hava rüzgârli, yagmurlu ve körfezi sis basmis olsa da, yol yorgunlugum çabuk geçti. Köy Enstitüsü yillarinda müzik ögretmenimizin çok sevdigi, bize de sevdirdigi, bestesinin Mozart’a ait oldugunu söyledigi bir çocuk sarkisi hafizamda sökün etti ve eski günlerdeki gibi mirildandim:

Kurumus dallar, sari yapraklar,
Agaçlara veda eder.
Onlari alir hirçin bir rüzgâr,
Uzaklara sürükler…

Ve bu tatli kaçamak çok sürmedi. Buradaki eski bilgisayarlarimdan birini açtim -yillardir kullanilmadigi için- biraz zor da olsa çalistirdim ve hem bazi eski yazilara daldim, hem de burada yapmayi planladigim islere yöneldim.

Burada kullandigim ”akilli’ degil ama, eski tip ve vefali telefonumu yeniden devreye soktum…

Kisacasi, dünkü yorgunlugu pek çabuk attim üzerimden.

Derken bildik bir Isveç aksami erkenden bastirdi: Melankolik, sessiz, sakin…

Burada yaz günlerinin ‘beyaz geceleri’ biteli çok olmus; kisa gündüzler ve uzun geceler dönemi artik. Stokholm’un bu kenar semtinde saat aksamin yedisi- sekizinde bile tam bir sessizlik egemen. Ne gelen var, ne giden. Parktaki otomobiller öylece donup kalmislar sanki. Sokak lambasinin isigindaki agacin dallari rüzgârdan sarsilmasa, burada hayatin tümden donup kaldigini sanacagim.

* * *
Sabah uyandigimda ortalik karanlikti. Ama kar yagmamisti. Ortalik aydinlandiginda önüme saçi basi dagilmis agaçlar ve göçe hazirlanan bir sonbahar manzarasi çikti.

31 Ekim 2018

Kemal Burkay

Back to top button