Makale

Su ne kadar gölette beklerse, bir o kadar kokar!

Istenen çözüm mü, yoksa çözümsüzlük mü?

PKK: irademiz, önderimiz Öcalan’dir; söyledigi her sey bizi baglar, derdiniz. Peki, bu hususta neden sizler Öcalan’i artik dinlemez oldunuz?

Ben her ne kadar benimsemesem de, paradigmaniz ‘demokratik ulus’ degil miydi? Kapitalist moderniteye karsi, mücadele yolunuz ‘demokratik’ modernite degil miydi? Bu mücadele yolu içinde, Kürdistan için ‘yönetsel hukuk’ istemek ‘ilkel milliyetçilik’ (!) degil miydi? O zaman çaldiginiz bu savas tamtamlari da neyin nesidir?

Bu durum da görünen o ki, siz illa da çatismalari baslatmak istiyorsunuz. Uzun bir zamandir da bunun bahanelerini üretiyordunuz. Lice üzerinden istediginiz bahanelere kavustunuz!

Peki, savasiniz ne için olacak? Özgür ve bagimsiz bir Kürdistan için mi, yoksa federal bir Kürdistan için mi ya da Ispanya, Irlanda örneklerinde görülen Özerk bir Kürdistan için mi?

Bakiniz, Öcalan’in yapmak istedigi ve de yaptigi siyasetin içerigi bunlarin hiç biri degildir.

Siz, Öcalan’in bu düsüncelerini parti programi hâline getirip, bir strateji olarak benimsediniz. Bu stratejide ‘silahli mücadele’ bir yöntem olarak kullanilamaz, buna gerek de yoktur; çünkü, amaç ile araç arasinda bir çeliski barindirmamali…

Son zamanlarda sizlerde gözlemlenen sudur: Agziniz, diliniz Önderliginizle birlikte oldugunu söylüyor; lâkin kalbiniz onunla degil! Kalbiniz ‘savas bezirgânlari’, ‘savas baronlari’ ile birlikte atiyor…

Eski cumhuriyeti temsil eden kim varsa, Ergenekonculardan, Kemalistlerden, devletçi solculardan tutun da, bölgede bunlarin izdüsümleri olan bütün yapilari dost edinmissiniz. Hatta siyasi iradenizin temsilciligini dahi bu yapilara teslim etmissiniz. Böyle bir mantalite, böylesine baglasiklara dayanilarak yapilan bir savas Kürdistan’i viraneye çevirir ve Türkiye’yi de ‘Askeri Diktatörlüklere’ mahkum eder…

Bunu bilin desem de, sanirim siz bizden daha iyi biliyorsunuz; çünkü yakin zaman tecrübeleriniz ortadadir. Demek ki bu sizi etkilemiyor.

Bakin silahlarinizi birakma adina devletin gizli kurumlariyla yaptiginiz görüsmelerden beklenen sonucu almadiginiz belli. Hükümetin çözüm adi altinda baslattigi projeyi aksattigi, bilerek geciktirdigini ve seçim malzemesi yapmaya çalistigini varsayarak. Bu durumda buna karsi gelistireceginiz tepkileri anlamak da mümkündür; lakin sizin tepkileriniz, tekrar silaha sarilarak olmamali; çünkü bu görüsmelerde sizleri destekleyen bir siyasi iradeniz ve kitleniz var. Bunun geregini yaptirarak, demokratik yöntemlerle toplumsal tepkilerinizi gelistirebilirsiniz. Bu yöntem tekrar yol kesme, adam kaçirma, daga eleman götürme gibi barisi tehdit eden ve devleti bilerek Militarist önlemlere yönlendirerek masum Kürtlerin üzerine saldirtmak ve öldürtmek olmamaliydi.

Gelinen noktada öyle anlasiliyor ki, barisin bir tarafi olmasi gereken Militarist anlayisa sahip devlet, karsilikli provokatif durumu kendi lehine çevirme yarisina girmistir. Yasanan provokatif (!) bayrak indirme olayini (devletin derin yapilari tarafindan geçmiste sik sik böylesi entrikalar maalesef yapildi) hamasi milliyetçi söylemlerle ortam yaratarak, silahsiz göstericilerin ölümlerini mesrulastirmak için kullaniyor ve Türk toplumu da bu provokasyon dahilinde hazir hale getiriyor.

Bu durumda devletin zirvesindeki basbakan bile bu soven baskilara dayanamayarak akliselim olmaktan uzaklasip emek verdigi baris dilini elden birakabiliyor. Bayrak üzerinden oynanan tezgâhin bir parçasi olabiliyor.

Basina yansiyan sekliyle, tesisi yöneten komutanlar geçmis deneyimlerden farkli olarak askeri tesisin ortasinda bulunan bayragi indiren sahsin çocuk oldugunu ve bu hassasiyetle ona zarar vermediklerini söylüyorlar. Bu davranislarina bakildiginda barisa hassasiyet yönünden çok da insani bir tavir olarak görülüyor; ama basbakanin bu komutanlara tavri ise bu davranislarinin karsiliginda kendilerinin cezalandirilmasi gerektigi yönündedir.

Bana göre sakat olan, devletin basi basbakanin sanki geçmis deneyimlerinde görüldügü gibi, çocuk da olsa cezalandirilmasi (!) için gereginin yapilmasi gerektigi yönündeki kizgin tavrinda israr etmesidir. Hatta bunu daha öteye götürüp Tokat’ta yasanan ögrencilerin yaptigi demokratik tepkiye karsi sivil insanlar tarafindan yapilan linç girisimini bile savunmak ve onaylamak oldu. Bu dilin bu tavrin barisa ve uzlasiya ne kadar hizmet ettigi ise ortadadir.

Vesselam bu durumda söylenecek tek sey kaliyor. Kürtlerin bir atasözüyle bir kez daha hatirlatayim.

” Su ne kadar gölette beklerse, bir o kadar kokar.”

Insanlik adina çagrimizdir:

Barisin taraflari, tekrar ocaklara ates düsmesin diye, eteklerinizdeki taslari dökün, barisa sahip çikin ve bir an önce bu kirli savasa son verin.

10. 06. 2014

Ilhan Çetin

Back to top button