Suriye’de yer degistiren öncellikler
Geçen dönemde Suriye’de Esad yönetiminin birkaç ay içinde gitmesi üzerine kurulan hesaplarin hiç birisi tutmadi. Son iki yilda bu ülkede yasanan gelismeler, Suriye ilgili olarak disaridan öngörülen bütün senaryolari bosa çikartti. Baas yönetimi, hem rejimin kendine özgü despotik yapisini ve ülke içindeki hassas dengeleri, hem de uluslararasi baglantilari ustaca lehine çevirerek ayakta kalmayi basardi. Ancak bu basarinin elde edilen sonuçlara degip degmedigi tartismaya açik bir konu. Baska bir deyisle Esad rejiminin elde ettigi seyin, bir Pirus Zaferi’ni asip asmadigi sorusu orta yerde duruyor.
Suriye’de iktidari birakmamak için Bessar Esad kendi ülkesini gözden çikardi. Suriye, son iki yilda yasanan çatismalar sonucunda bir yangin yerine dönmekle kalmadi. Ayni zamanda sürekli bir genisleme istidadi göstererek bölgesel bir kriz odagina dogru hizla evirilme yolunda.
Suriye’de yasananlar, bir iç savasin boyutlarini çoktan asti. Uluslar arasi kuruluslarin bildirdigine göre ölü sayisi daha simdiden 80 ile 120 bin arasinda bir noktaya ulasmis bulunuyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserligi (UNHCR), Suriye’de hayat sartlarinin katlanilmaz duruma gelmesi sebebiyle ülkeyi terk eden kayitli mülteci sayisinin 1,5 milyonu astigini duyurdu. Bu rakamlara göre 474 bin kisi Ürdün’e, 470 bin kisi Lübnan’a, 347 bin kisi Türkiye’ye, 147 bin kisi Irak’a ve 67 bin kisi de Misir’a siginmis durumda.
Ülke içinde yerlerini terk edenlerin sayisinin ise 5 milyon dolayinda oldugu tahmin ediliyor. Bu gidisle söz konusu rakamlarin daha da armasi sasirtici olmaz. Birlesmis Milletler Insani Isler Koordinasyon Merkezi (OCHA), gida ihtiyaci had safhaya çikan 23 milyonluk ülkenin 14 sehrinde 4 milyon 250 bin kisinin insani yardima muhtaç oldugunu bildirdi. BM yetkililerince yapilan açiklamada, bu nüfusun 1,5 milyonluk kisminin açlik tehlikesiyle karsi karsiya kalmasinin ise an meselesi oldugu belirtiliyor.
Rejimin imkanlari dogru okunamadi
Geçmiste Esad rejiminin dayandigi karmasik iç ve dis faktörler dogru okunmadi. Bu gün de benzer sübjektif bir yaklasimin devam ettigi görülmekte. Suriye’de olup bitenleri, ‘Bassar’in anne sendromu’ ve benzeri argümanlarla açiklama girisimleri açiklayici olmaktan uzaktir.
Gerçek su ki Esad yönetimi iç ve dis baglantilarini iyi kullanarak kendi lehine çevirmeyi basardi.
Baas rejimi, baba Esad’in iktidar pratiginden yola çikarak 2011 yilinda baslayan barisçil gösterilere silahlarla saldirdi ve ülkede bir Tunus ve Misir deneyiminin yasanmasini daha isin basinda engelledi. Muhalif güçleri silaha zorlamakla kendi terör aygitini en acimasiz bir biçimde hayata geçirmek için arzuladigi ortami olusturdu.
Ayni rejim, bir iktidar degisimi senaryosunda Nusayrilerin ve Hiristiyanlarin kitlesel olarak imha edilecegi korkusunu yayarak toplumsal dayanaklarini diri tutmayi basardi. Muhalefetin mezhepsel kimligi üzerinden etrafinda siki bir biçimde kenetlenmis güçlü bir ittifak olusturdu.
Devletin milis güçlerinin emrinde olmasi Suriye ordusunu Misir ya da Tunus’ta oldugu gibi kriz aninda bir organ olarak özerk davranmaktan alikoydu. Bu nedenle ordudan muhalefete kayislar sinirli bir düzeyi asamadi. Ordunun bir iç darbe ile Esad’i yönetimden uzaklastirma beklentisi karsiliksiz kaldi.
Ama Esad rejimini barbarlastiran ve bunca katliami gerçeklestirmeyi göze almaya imkan veren esas faktörün disaridan gelen cömertçe destek oldugu açik. Iran’in ve giderek Rusya’nin Suriye’deki mevcut rejime kendi stratejik çikarlari bakimindan yasamsal bir rol biçtikleri sir degil. Rusya, Sovyetlerin dagilmasindan bu yana hiç olmadigi kadar Suriye’de bir direnç sergiledi. Öyle ki Suriye krizini emperyal gücünü tahkim eden bir firsat olarak kullandi. Iran ise sadece disaridan degil, bütün imkânlariyla Esad rejiminin yaninda seferber olmus durumda. Ilk dönemlerde Esad’a örtülü destek sunan Hizbullah ise simdi savasin en ön saflarinda muhaliflere karsi açik seçik bir cihat yürütüyor.
Diger yandan Rusya ve Iran’in Suriye ile iliskileri devletlerarasi hukukun mantigi içinde isledigi için, rejime sunduklari destegin her hangi hukuki ve diplomatik bir engelle karsilasmasi söz konusu degil. Ne var ki muhalefete arka çikan ülkeler bakimindan durum farkli. Bir ülkenin muhalif güçlerine destek vermenin ‘eger ortada mesruiyeti güçlü uluslararasi bir ittifak söz konusu degilse- kolay olmayacagi ortada. Uluslararasi güç dengelerinin caydirici etkisinin yani sira, bir devletin bu konularda uluslar arasi hukuk ve moral normlari göz önünde bulundurmadan davranmasinin kolay olmadigi biliniyor.
Rejimi devirmek amaciyla yola çikan Suriye muhalefeti ise parçali ve güdümlü yapisi nedeniyle güven vermekten uzak. Muhalefetin asiri mezhepsel tonlarla sekillenen karakteri, onun hem genis bir toplumsal blok olusturmasini engellemekte, hem de rejim degisikliginden yana olan uluslararasi güçlerde, muhalefete iliskin olarak tereddütte yol açmaktadir. Muhalefetin, bu yapisi ile Esad rejiminin elini güçlendirdigini bile söylemek mümkün.
Öncellik akan kani durdurmaktir
Gelinen asamada Suriye’de toplumsal cinnet asamasina ulasan savasin yikici boyutlari rejim degisikligi ihtiyacini ikinci plana atmis durumda. Artik iyice çigirindan çikan mevcut çatismayi durdurmak ve katliamlara dur demek hem insani hem de bölgesel istikrar bakimindan yakici bir görev halini aldi. Böylesi yakici bir görevin yerine getirilmesi bakimindan basta uluslararasi toplum olmak üzere her kes büyük bir sorumluluk altindadir. Aksi halde bir batakliga dönüsen Suriye’nin bir girdap gibi çevresindeki her seyi kendi içine çekip yutmasi isten degil. Göç dalgalari ve onun yol açtigi ekonomik, sosyal, güvenlik ve ahlaki sorunlarin çevre ülkelerini istikrarsizlastirici etkisi gözle görülür nitelikte.
Özetle Suriye’de son iki yilda yasanan kanli savasta bir yenisememe durumu söz konusu ve savasin daha fazla sürdürülmesinin yol açacagi trajik sonuçlarin düsünülmesi bile zor. Bu tablo içinde diyalog yöntemleriyle soruna çözüm bulmak disinda bir çikis görünmüyor.
Bu noktada ise ABD ve Rusya’nin ortak inisiyatifi olmazsa olmaz görünüyor. Rusya’siz bir girisimin Suriye’de basari sansinin olmadigi görüldü. Bu nedenle ABD ve Rusya’nin isbirligi ile haziran ayinda Cenevre’de yapilmasi düsünülen 2. Konferans çözüm için firsat niteliginde.
Cenevre 2 Konferansi’nda bir iktidar degisikliginden çok mevcut iç savasa son vermeye ve esas olarak akan kani durdurmaya öncellik verilecegi görülüyor. Basina yansidigi kadariyla son ABD gezisinde Basbakan Tayip Erdogan da bu seçenege ikna edilmis durumda.
Öncelikli olarak savasi durdurmayi önüne koymus konferansin, çözüm için muhalefet ve rejimi bir geçis hükümeti konusunda uzlastirmayi öngördügü belirtiliyor. Esad’siz bir geçis süreci ile ülkenin savas ortamindan çikartilarak normal bir ortama tasinmasi hedeflendigi ifade ediliyor. Zor ve tartismali da olsa su anda bu, Suriye için en gerçekçi çikis yolu olarak görünmekte.
Hiç kuskusuz böyle bir seçenek Esad rejiminin aklandigi ya da yaptiklarinin üstüne sünger çekilecegi anlamina gelmez. Bu, somut kosullarin dayattigi aci ama rasyonel bir tutumdur. Çünkü gelinen asamada akan kani durdurmak bir iktidar degisikliginden daha çok yakicilik kazanmis durumda.
Öte yandan kendi halkini katleden, ülkesini bombalayan, ona karsi kimyasal silah kullanan Esad rejiminin mesruiyetini yitirdigini söylemeye bile gerek yoktur. Böyle bir liderin ve rejimin hiçbir sey olmamis gibi iktidarini sürdürmesi esyanin dogasina aykiri olur. Esad rejimi kendi halkina karsi insanlik suçu islemis bir rejimdir ve onu aklayacak hiçbir durum söz konusu olamaz.
Suriye’de savasin durmasi Esad yönetimini sigindigi ‘güvenlik’ zirhindan edebilir ve etrafinda olusturdugu kemiklesmis iktidar blogunun çözülmesini hizlandirabilir. Esas böyle bir ortamda onunla adil bir biçimde hesaplasmak mümkün hale gelebilir.
05. 06. 2013