Makale

Toplum kriz degil, çözüm bekliyor (*)

12 Haziran seçimlerinin sonuçlari kamuoyunda oldukça iyimserlik yaratmisti. Yüzde 50 oy alan ve 326 parlamenter çikaran AK Parti, basta Kürt sorununun çözümü ve daha ileri bir demokrasi yönünde toplumun gerek duydugu ve bekledigi reformlari yapmak için gereken destegi bulmustu. CHP de, Ergenekon’a iliskin tavrini sürdürmesine, hatta bu seçimde bu davadan yargilanan kisileri aday göstermesine ragmen, yeni lideri Kiliçdaroglu’nun agzindan ilk kez, Kürt sorununa iliskin inkarci, statükocu tavrini esnetmis, çözümden söz etmis, demokratiklesme yönünde sözler vermisti. 36 bagimsiz adayini seçtirme basarisini gösteren BDP de ‘geçmiste parlamentoda beklenen etkinligi göstermemis, hatta kimi demokratiklesme adimlarina destek olacagina köstek olmus olsa da- bu kez hem Kürt sorununun çözümü, hem de bir bütün olarak demokratiklesme yönünde önerici ve destek olabilir, olumlu ve etkin bir rol oynayabilirdi.

Ne yazik ki bu olumlu ortam çok sürmedi. Aradan daha birkaç gün geçmeden ciddi bir krizle karsi karsiya kaldik. BDP, Hatip Dicle’nin milletvekilliginin YSK tarafindan düsürülmesini ve KCK davasinda tutuklu olan bes arkadaslarinin seçildikleri halde tahliye edilmemesini gerekçe göstererek parlamentoyu boykot etti. CHP ise benzer biçimde, Ergenekon davasindan yargilanan iki arkadaslarinin seçildikleri halde tahliye edilmemelerini gerekçe göstererek, meclise gelse bile, yemin etmedi. Boykotun bir baska biçimi olan bu durum da halen devam ediyor.

Ben, söz konusu boykot olayina iliskin olarak CHP ile BDP’nin tavir ve tutumlari arasinda, soruna salt hukuk açisindan yaklassak bile, ciddi bir fark oldugu kanisindayim. BDP, benim de öteden beri elestirilerime hedef olan ciddi yanlislari, zaaflari olsa da, Kürtler adina siyaset yapan bir örgüt olarak, hak ve özgürlük isteyen taraftadir. Onun su anda karsilastigi durum, yillar yilidir Kürt halkinin ve ona sözcü olan aydinlarin ve örgütlerin karsilastigi nice baski ve engelin yeni örnekleridir. Hatip Dicle’nin ve KCK davasindan yargilananlarin durumuna öncelikle bu açidan bakmak gerek.

Evet, mevcut yasalar KCK örgütlenmesini suç sayabilir. Söz konusu kisiler bu nedenle tutuklanmis ve yargilaniyor olabilirler. Hatip Dicle için de kesinlesmis bir hüküm oldugundan söz edilebilir. Sonuç olarak ‘yasalar böyle emrediyor,’ denebilir. Ama bu yasalar Kuran ayetleri degildir. Onlari bu ülkeyi yönetenler koydu. Ayrica onlar adil de degildir; Kürtleri veya toplumun bir bütün olarak degisim ve demokrasi isteyen kesimlerini engellemek için konmustur. Eger hukukun birincil degeri ve özü hak ve özgürlükleri korumaksa, islevi hak ve özgürlükleri engellemek ve baski rejimini sürdümek olan, pek çok durumda düsünce açiklamayi bile terör suçu sayan bu tür yasalar hiç de hukukla bagdasmaz. Haktan hukuktan söz edenlerin de bu tür engelleri ortadan kaldirmak için çaba göstermesi, en azindan bu yönde irade beyan etmesi, güven vermesi gerekir.

Bu nedenle ben BDP’lilerin buna iliskin tepkilerini hakli buluyorum. Öte yandan, bunun yöntemi parlamentoyu boykot olmamali. Su asamada boykot türü bir protesto kamuoyu yaratmaya ve hükümeti etkilemeye yönelik bir çaba olsa bile, tek basina sonuç veremez. Hele bir asamadan sonra sürdürülmesi yarar yerine zarar verir, demokratik süreci kilitler, gerginlige ve kaosa yol açar. Kanimca BDP’lilere düsen parlamentoya girip yemin etmek ve bundan böyle, söz konusu irkçi, onur kirici yeminin degistirilmesi veya tümden kaldirilmasi dahil, hem yeni ve çagdas standartlarda demokratik bir anayasaninin yapilmasi, hem de bir bütün olarak demokratiklesme yönünde adimlar atilmasi için önerici, yapici ve etkin olmaktir. Yoksa, ‘su su olmazsa ben oynamam’ gibi dayatmaci bir tavir, kisileri de örgütleri de maraza çikaran huysuz çocuk durumuna düsürür.

CHP’nin durumuna gelince, CHP’nin daha bastan listelerinde Ergenekon davasindan yargilanan kisilere yer vermesi, Kiliçdaroglu ve arkadaslarinin seçim döneminde dile getirdikleri, Kürt sorunu, degisim ve demokrasi yönündeki kimi mesajlarin inandirici olmasini büyük ölçüde engelledi. Ergenekon davasi herhangi bir dava degil. Ergenekon, daha fazla hak ve özgürlük isteyenlerin, baskilara karsi çikanlarin degil, tersine, toplumda hak ve özgürlük istemlerini, demokrasi yönündeki mücadeleyi engellemek, bastirmak isteyenlerin kurduklari bir örgüt. Geçmisinde nice provokasyon, nice kanli eylem var. O, darbecilerin, militarizmin hizmetinde bir örgüt.

Baykal’in Ergenekon avukatligi gibi, Kemal Kiliçdaroglu’nun ‘Su Ergenekon örgütü nerde, gösterin de üyesi olayim!’ biçimindeki alayli sözleri de, bu örgütü yok saymaya, yaptiklarini bilmezden gelmeye ve aklamaya yönelik çok talihsiz bir açiklamaydi. Bu her seyden önce, arkasinda Ergenekon örgütünün (daha önceleri kamuoyuna yansiyan adiyla Kontrgerilla’nin) bulundugu Maras, Malatya, Pazarcik, Çorum, Sivas, Gazi Mahallesi katliamlari ve bunun gibi nice provokasyonlarin kurbanlarina; Alevilere, Kürtlere, toplumun sol güçlerine ve aydinlara karsi sorumsuzca sözlerdi.

Ama siyaset iste böylesine ilginç ve garip… Bu ülkede siyaset sahnesinde kurbanlarla katillerin yana yana geldikleri çok görüldü ve bugün yasadiklarimiz da tipik olarak bu türden…

CHP’nin, demokratik kamuoyunun duygu ve düsüncelerini adeta kaale almaksizin Ergenekon saniklarini aday gösterip parlamentoya tasima, böylece yargidan kurtarma ve aklama çabasi yetmiyormus gibi, simdi onlarin tahliye edilmemesini gerekçe göstererek yemin boykotuna yönelmesi, parlamento çalismalarina katilmayi onlarin serbest birakilmasi sartina baglamasi, daha da olumsuz bir durum yaratmistir. Bu dayatmaci bir tutumdur ve parlamentoyu kitlemeye yöneliktir.

CHP’nin bundan bekledigi gerçekte bir çözüm müdür, yoksa çözümsüzlük mü? Kiliçdaroglu’nun bunu bir demokrasi mücadelesi gibi sunmaya kalkismasi inandirici olmadigi gibi komik kaçiyor. Ergenekoncu kesimin, Balyoz davasindan yargilananlarin, yani darbecilerin bundan çok memnun olduklarina kusku yok. Onlarin bekledikleri yeni bir anayasa veya demokratiklesme ve baris yönünde adimlar degil, bunun tam tersi. Kurtlarin dumanli havayi sevmesi gibi, onlarin istedikleri de kaos.

Ama kitlelerin istemi bu degil. Kitlelerin istemi yeni ve çagdas standartlarda bir anayasa, Kürt sorununun çözümü, ülkeye barisin gelmesi, demokrasinin sinirlarinin genislemesi, AB ile bütünlesme yönünde yeni ve ciddi adimlar… Bu ise parlamentoyu kitlemekle ve kaos yaratmakla saglanamaz.

Bir yandan mevcut siyasi aktörlerin yanlis tutumlarinin, öte yandan türlü tuzaklarla dolu bir labirenti andiran su andaki köhne sistemin yol açtigi bu kriz nasil asilacak? Bunu asmak da yine siyasi aktörlere, en basta da son seçimlerden yüzde 50 gibi yüksek bir kamuoyu destegi almis olan AK Parti’ye ve onun lideri Erdogan’a düsüyor.

Sayin Erdogan ve arkadaslari ise, ne yazik ki su ana kadar sorunun çözümüne elverir bir diyalog ortami yaratabilmis degiller. ‘Sorunlarin çözümü parlamentoda’ demek dügümü çözmeye yetmez. Hele hele, ‘tükürdüklerini yalayacaklar’ biçimindeki itici bir dil ve üslup, ya da ’15 Temmuza kadar gelip yemin etmezlerse üyelikleri düsecek gibi’ bir tehditle de kriz asilmaz. Bu tutum yeni gerginliklere yol açar ve sorunu büyütür.

Seçimden yüzde 50 seçmen destegiyle çikmis ve kendine güven duyan AK Parti’nin muhataplarina karsi böylesine hirçin bir dil kullanmasi için neden yoktur. AK Parti sözcülerinin, eger amaç sorunlari çözmekse, her seye ragmen daha yumusak ve kucaklayici bir dil kullanmalari gerektigi kanisindayim.

Isin burasinda akla su soru gelebilir: Çok mu iyimserim? Gerek Kürt sorununun çözümü, gerekse bir bütün olarak ülkenin demokratiklesmesi konusunda AK Parti’den çok sey mi bekliyorum?

Dogrusu fazlaca iyimser degilim ve AK Partinin ilk iktidara geldigi günden beri de, bu partinin yapabilecekleriyle ilgili olarak fazlaca iyimser olmadim. Ama önyargili da olmadim. Attiklari her olumlu, ileri adima destek verdim, olumsuz tutum ve uygulamalari gördügümde ise elestirdim.

Daha bastan sunu söyledim: AK Parti ciddi, somut, köklü bir degisim ve demokratiklesme projesiyle yola çikmis degil. Böylesi bir birikimi yok. Buna ragmen, ulusal ve uluslararasi etkenlerle degisim süreci Türkiye’nin kapisina dayanmistir. Tarih bazen siyasi partilerin ve liderlerin önüne bu firsatlari çikarir. Onlar bu firsatlara uygun davranirlarsa basarirlar ve adlari tarihe geçer. Charles de Gaulle bunlardan biriydi. Ikinci Dünya Savasi’nda Alman isgaline karsi direnis savasi içinde parlayan bir Fransiz komutandi. Çok sonralari Cezayir sorununu çözmek de ona nasip oldu. De Gaulle, bizzat Fransiz ordusu içindeki çözüm karsiti generallerin ‘ki bunlar çözümü engellemek için Paris üzerine yürüdüler-tehditlerini gögüsleyerek, onlara karsi Fransiz halkini yanina çagirarak bu engelleri asti ve Cezayir halkina özgürlük taniyarak bu sorunu çözdü, savasi bitirdi. Kusku yok ki Fransa’nin yararina olan da buldu.

Bir baska örnek Güney Afrika’dir. Güney Afrika’daki beyaz azinlik rejimi, yillar yili siyah halka karsi ünlü apartheid (irk ayrimi) politikasini yürüttü ve savasti. Tüm dünyada lanetlenir hale gelen bu rejimin basindaki Ulusal Parti’nin ve onun lideri De Klerk’in beyazlar bakimindan sorunu çözen taraf olacagi, günün birinde siyah halkin temsilcileriyle anlasip demokratik bir rejimin yolunu açacagi kimin aklina gelirdi? Ama bütün bunlar oldu iste.

Bizim ülkemizde de kosullar çözümü dayatiyor. Kürt-Türk, ülke halkinin büyük çogunlugunun beklentisi budur. Uluslararasi planda dünyada baris ve demokrasi isteyen dostlarimizin beklentisi de budur. Sagduyu bunu gerektiriyor. Öyle olunca, neden geçmis hükümetlere göre Kürt sorunu konusunda daha esnek, daha anlayisli olan, belli somut adimlar da atan AK Parti hükümeti bu yönde daha ileri adimlar atmasin? Üstelik bu tür adimlari atmak parti olarak onun da, temsil ettigi kitlelerin de yararina. Ülkenin ve toplumun çikarlarinin çözümde ve barista oldugunu kavrayan, vicdan sahibi ve sorumluluk duyan herkese de bunun için hükümete ve muhalefete çagri yapmak ve bu dogrultuda atilacak adimlara destek olmak düser.

———————————————

(*) Daha önceki günlerde yazilmis olan bu yazi Star Gazetesi’nin 10 Temmuz tarihli ‘Açik Görüs’ ekinde yayimlandi.

Kemal Burkay

Back to top button