Türkiye’de laikligin önlenemez yükselisi
Devlet ve din iliskilerinin mâhiyetini anlamak için tarih bize çok zengin örnekler sunuyor. Islâm tarihinde dinin devletle alâkasini tahlil etmeye yarayan çok dramatik örneklere sahibiz, ancak Islâm hükûmetlerinin son birkaç asirlik tarihi, Hiristiyan Bati’nin sömürgeci ve emperyalist zulümleri yüzünden ‘acili bir tarih’e dönüstügü için Islâm entelektüelleri sogukkanli bir yargilama gelistirmekten henüz çekiniyorlar ve bu çekingenlik pahaliya mal oluyor.
Öyleyse Hiristiyanlik tarihine bakalim; bu tarihin Islâm tarihinden farki iyi kayda geçirilmis, ilmî bir dikkatle tenkit edilmesidir. Genel hatlariyla durum söyle Hiristiyanlik tarihinde: Baslarda Hiristiyanlik, mazlum ve devlet tarafindan baski gören bir dindi. Sonra ‘devlet’ tarafindan kabullenildi, resmî doktrin ve din haline geldi. Kiliseyle devlet arasinda karsilikli çikar hesaplarina dayali bir ittifak olustu. Kilise’den dünyevî hükümranlik konusunda mesrûiyet izni alan siyasi otorite, Kilise’nin örgütlenip yayilmasina, egitimde tekel kurmasina, bilimi denetlemesine, Avrupa’nin en büyük gayrimenkul ve menkul zengini olmasina ve ‘din’in halkin mecbûri ideolojisi olmasina göz yumdu. Bati tarihinde ortaçaglarin karanlik devir diye adlandirilmasi bu sebeptendir. Kilise’nin kurdugu ve denetledigi dünyevî ve uhrevî iktidarin agir baskisi ferdî vicdanin gelismesine ve kendini ifâde etmesine imkân vermedi. Dinin totaliterlestirdigi bir iklime büründü Avrupa. XV. yüzyildan itibaren ilk Batili entelektüeller Kilise otoritesine karsi baskaldirdilar. Sonuçta Kilise’nin kralligi yikildi. Takriben bin sene vicdanlar dahil, hayatin bütün safhalarinda agirlik ve baski kurmanin bedelini, hayatin kiyisina çekilip itibar kaybederek ödediler. Böylece Avrupa’da yeni bir insan türünün zuhuruna sahit olundu: Kiliseninkiler de dahil bütün nasslari sorgulayan, Kilise ögretisinin bakis açisindan siyrilmak için aklin önderliginde yolunu el yordamiyla arayan fert. Bu bakis açisi zaman farkiyla Bati dünyasina egemen oldu. Uzun ve kanli din ve mezhep çatismalarinin acisi yeni bir uzlasma kültürünü dogurdu. Kilise, siradan bir STK gibi sokagin kösesine itilirken siyasi hayat dinin müdahalesinden uzak bir alanda yeniden insa edildi. Demokrasi seytanî bir nizam degil, her nevi tiranliktan yilginlik getirmis Avrupali burjuva entelektüellerinin gelistirdigi baris içinde birlikte yasama teknigidir; olmazsa olmazi ise din ve fikir hürriyeti ile laikliktir!
Telgraf çeker gibi kisa yazmak zorundayim. Türkiye’de ve Islâm dünyasinda ‘din’in yeri, tarihi benzerlik itibariyla Avrupa’nin XV. asrina filan tekabül ediyor. Laikligin Cumhuriyet baslangicinda son derece kötü anlasilip uygulanmasi, demokrasiye ise sadece solcularin anlamini çarpitarak entelektüel bir çerez olarak sahiplenmesi yüzünden bu iki kavram Türkiye’de, -ve üç asagi bes yukari Islâm âleminde- henüz ve hâlâ sahici bir talebe karsilik gelmiyor; süphe celbediyor. Bugünün muktedirleri, Diyanet vasitasiyla din bürokrasisini kontrol etmekten memnunlar ve dini, vaktiyle Avrupali feodal beylerin yaptigi gibi iktidara mesrûluk veren tarafiyla kullanmaya bayiliyorlar. Orta ve uzun vadede Türkiye’de laik ve hürriyetçi tepkilerin yükselip iktidari ele geçirmesi kaçinilmazdir. Vaktiyle Kilise’nin yaptigi gibi bugünün muktedirleri de dine karsi samimi bir hürmet ve baglilik duymaktan ziyade onu bir vasita haline getirip sömürmenin bedelini ödeyecekler, beraber ödeyecegiz.
Olmadi! Müslümanlarin iktidari neticede kisa sürede evrilip, hikmetinden sual olunmaz bir tek parti zorbaligina dönüsüyor. Milyonlar buna riza gösterse bile insanlari hürriyetsizlestirmek ve tek kalipta biçimlenmeye zorlamak Islâm’in ruhuna aykiridir. Birisinin hilafet-baskanlik tutkusu yüzünden Türkiye, çok deger tasiyabilecek bir demokratik ve hürriyetçi Islâm ülkesi modeli firsatini heba etti.
Ironik ama dogru: AKP, tersinden de olsa Türkiye’nin laiklesmesi ve hürlesmesine kalburla su tasiyor.
—————————————-
30 Mart-Zaman
A. Turan Alkan