Makale

Türkiye’de baskanlik sistemi, baskanlik tipleri ve Kürtler

GIRIS

Ideal bir sistem yoktur. Bununla birlikte her sistem teoride toplumun ideallerini temsil ettigini ileri sürer. Bir sistemin varlik nedeni, toplumun bu yöndeki beklentisi ve inancidir. Bu beklenti ve inanç sistemin varligi için ne denli gerekli ise, o denli bir risk de barindirir. Beklenti hayal kirikligiyla karsilasip sisteme olan inanç sarsilinca, yikici, zaman zaman ölümcül sonuçlara da yol açar. Bu nedenle tipi ve karakteri ne olursa olsun, bir sistem, insan ve toplum için vaat ettigi beklentilerden uzak düstügünde, sonunu kendi eliyle hazirlar. Hiçbir sistem, baslangiçta, yetersizligini test etme imkanina sahip degildir. Yola koyulduktan sonra, önüne çikan sorunlari asa asa ilerleyecegini varsayar. Sorunlari zamaninda ve tam da kitlelerin yogunlasan istek ve beklentileri dogrultusunda çözemeyen sistemler, çözülüyor ve çöküyor. Bunu önlemenin hiçbir yolu yoktur.

Sosyal kanunun kinetigi sasmaz genel bir hükme sahiptir. Son sözde, bu hükmü verme yetenegi insan faaliyetinin gerçeklestigi tarihsel zemine degil; insanin yogunlasmis kolektif faaliyetlerinin diyalektigine aittir.

Bu baglam içinde toplumda genel bir yogunlasma egilimi gösteren istek ve ihtiyaçlar karsilanmadiginda, sistemin davranislari kitlelerin itirazina ugrar ve degisim kaçinilmaz hale gelir. Istek ve Ihtiyaçlar toplumun ekonomik olanaklarina, kültürel ve psikolojik durumuna, karakteristik yapisina, cografya ve iklim sartlarina göre sekillenir. Genellikle bir toplumsal düzenin siyasal sistemi de bu belirleyici olgulara paralel biçimlenir. Ne var ki, tarihte ve simdiye kadar hiçbir rejim veya sistem bu yönde paralel bir kabiliyet ortaya koyabilmis degil. Bu kabiliyeti ortaya koyabildigi ölçüde, kitleleri tatmin edebilir; koyamadiginda toplumsal iç kutuplasmalar, çatisma ve kargasa sistemi tikar ve sonunda yikar. Böylece kitlelerde, toplumda tatmin edilme istegi ve ihtiyaci yenilenir. Bu nedenle tarih boyunca insanin giristigi siyasi maceranin vardigi ideal bir duraktan söz etmek hala çok zordur. Öyledir ki, bu gerçeklik, Montesque’nün, demokrasi yorumuna iliskin imasinda anlamini bulmustur: ‘ Ideal bir rejim hiç olmadi ve asla olmayacaktir.’

Öyle de görünse, insanin aradigi rejim veya sistemin iyisini ve giderek daha iyisini bulmasi için imkanlar hiçbir zaman tükenmez, tükenmeyecektir.

AMAÇ

Türkiye’de 12 Eylül darbesinden sonra hazirlanan 1982 Anayasasi çerçevesine kismen alinan ve cumhurbaskanina verilen yetkilerle, ucu açilan kurumsal degisiklik tartismalari o zamandan bugüne hep sürdü. Yeni bir Anayasa’yi da kapsayan sistem degisikligi yönündeki istekle ilgili tartismalar 2002 yilinda iktidar olan Adalet ve Kalkinma Partisi (AKP) döneminde de artarak devam etti. Söz konusu partinin kurmaylari baskanlik sistemini de bu kapsamda sürekli canli tuttular. R.T. Erdogan liderliginde hükümette bulunan AKP bu dogrultuda gerekli olan cesur adimlari atabildi ve 2007 Anayasa degisikligi referandumundan sonra Cumhurbaskanligi seçimi sekli ve görev süresi belirlendi. 14 Agustos 2014 yilinda yapilan cumhurbaskanligi seçimlerinde Recep Tayyip Erdogan ilk turda oylarin %51.79’unu alarak, TC siyasi tarihinde halk tarafindan seçilen ilk cumhur baskani oldu. Böylece halk tarafindan seçilen cumhurbaskaninin konumu ve yetkileri ile ilgili tartismalar, yeni bir Anayasa yapma ihtiyaciyla birlikte, akademik ve siyasi düzeyde daha bir ön plana çikti. Cumhurbaskaninin halk tarafindan seçilmesiyle rejimin parlamenter sistemden kayarak yari baskanlik sistemine fiilen oturdugu yönündeki tartismalar toplumun degisik kesimlerinde yogunlasti. Akademisyenler, hukukçu ve siyaset bilimcileri bu tartismalari hala hararetli bir biçimde sürdürüyorlar. Ne var ki bu yöndeki tartisma sonuçlarinin, sistemin olumlu ve olumsuz uygulamalarini tarif etmenin ötesine geçtigini söylemek simdilik mümkün degil. Söz konusu sistemin hangi gerçekliklerin veya sosyal olgularin siyasi bir yansimasi olarak var olabilecegi yolunda ileri sürülmüs kapsayici görüsler de henüz yoktur. Daha kötüsü, muhalefet partilerinin bu yeni duruma iliskin görüslerinin açiklik kazanmamis olmasidir. Bu belirsizlik dogal olarak siyasi tutumlara da yansiyor; bu yüzden tutumlar daha çok ilgili ilgisiz gerekçeler üzerinden sekillenen sig bir tepkisellige dönüserek ortaya çikiyor. Yeni sisteme ve yeni bir Anayasa konusuna olan açik ilgi, daha çok parlamentoda çogunlugu bulunan AKP kurmaylari ve Cumhurbaskani R.T Erdogan tarafindan gösterilmektedir. Bu çevrelere yakin akademisyen ve medya yazarlari konuyla alakali ilgilerini gizlemiyorlar. AKP, Hükümet, Cumhurbaskani ve sözü edilen çevrelerin zaman zaman yaptigi açiklamalar dikkate alindiginda, bu sistem degisikliginden kastedilenin yari-baskanliktan ziyade, baskanlik sistemi oldugu giderek açiklik kazaniyor.

Bu degisimlerin oturtulacagi zeminde ayrica farkli kültürel, etnik ve ulusal realiteler mevcuttur. Türkiye gerçegi böyledir. Ve Türkiye gerçeginin en temel olgularindan biri, Kürtlerdir. Gerçek böyle olunca, bu degisimin iki boyutu da Kürtleri dogrudan ilgilendiriyor, ilgilendirmelidir. Kürtlerin siyasi ve akademik çevrelerinin bu konulara simdiye kadar gerektigi ilgiyi göstermemis olmalariysa, anlasilir bir durum degildir. Halbuki gerek sistemdeki bir kurumsal degisiklik gerekse yeni Anayasa konusunda olsun, basta Kürtlerin açik bir ilgisi, görüsü ve tutumu olmalidir. Bu meseleler her iki durumda da Kürtler açisindan kritik ve riskli dezavantajlar yaninda, olumlu, siyasi ve stratejik sonuçlar ihtiva ediyor.

Bu inceleme, Kürtlerin, özellikle, siyasi ve akademik çevrelerin dikkatini bu noktaya çekmeyi esas almaktadir. Gündemdeki meseleler, çok kapsamli oldugu için, burada ele alinan sorunlara iliskin tespit ve analizlerin geride bir çok bosluk birakacagina kusku yok. Ama sözü edilen konu yada meselelere ilgi duyanlar için kendince bir katki saglayacagina da kusku yoktur.

KAPSAM

Ister yari-Baskanlik, ister baskanlik sistemi olsun, bizim burada konuya ilgimiz, söz konusu kurumsal degisime konu olan sistemlerin kisaca farklarini göstermekle birlikte, bu durumun sistemdeki rejimin idari ve siyasi yapisinda ne tür degisiklikler yaratacagi; ayrica Türkiye’de büyük bir nüfusa ve alana sahip Kürtlerin toplumsal ve siyasal gelecegini nasil etkileyecegidir. Sonra Türkiye’de, seçim sistemi, parti sistemi ve bu noktada Kürd toplumunun ulusal demokratik ve siyasi haklarinin temsilcilerinden bir taraf olarak yasal ve mesru statüsü Anayasa tarafindan tescil edilmis Hak ve Özgürlükler Partisi (Hak-Par) ele alinacaktir. Yari-Baskanlik veya Baskanlik sistemi beraberinde bir çok idari, kurumsal ve siyasal degisiklik getirecektir. Bu noktada en çok ihmal edilen konu, seçim sistemi ve parti sistemidir. Iki halde de hem Kürtler, hem Kürt partileri ve hem de Hak-Par için tehlike çanlarinin çalmakta oldugunu görecegiz.

Ele aldigimiz konular devletin yapisi, yönetim biçimi ve organlarini içermektedir. Bunlar, biçimleri ve nitelikleri ne olursa olsun, kaynagini bir Anayasa’dan alirlar. Anayasa, bir ülkede, toplumun nasil yönetilecegi, yönetenlerin yetkileri nedir, sorumluluklari ne olacak ve bunlar kimler tarafindan nasil, niçin seçilir ve ne kadar süreyle sorumlu tutulup bu yetkileri kullanacaktir gibi kurallari düzenleyen toplumsal bir metindir, bir sözlesmedir.

Konular burada bu temelde sirasiyla, parlamenter sistem, yari-baskanlik, baskanlik sistemi gibi üç ana baslik altinda ele alinmakta ve ilgili alt basliklar çerçevesinde tartisma sürdürülmektedir.

1-Parlamenter Sistem:

1.1-Meclis ve Meclis baskani: Parlamenter sisteme sahip ülkelerde parlamento yasama ve yürütme baglamlarinda belirleyici bir etkiye ve yetkiye sahiptir. Parlamento halkin seçim yoluyla meclise gönderdigi temsilcilerden olusur. Mali, adli ve yasal alanlarda tayin edici islevinin yani sira yürütmeyi tayin etme yetkisi parlamentoya aittir. Parlamento baskani, parlamento isleyisini ve tüzügü uygular; Cumhurbaskaninin yoklugunda, bu kuruma onun yerine vekalet eder. Türkiye’de Anayasada meclis baskanina yüklenen islevsellik, uygulamada genellikle sözde kalmaktadir.

1.2-Devlet baskani: Parlamentodaki partilerin ve temsilcilerinin gösterdikleri adaylar arasindan, meclis çogunlugunun yarisindan bir fazla oyla seçilir. Bazi ülkelerde bu usul mecliste bulunan temsilci-milletvekili toplam sayisinin yarisindan fazla oy alma esasina dayanmiyor. Gösterilen adaylar içinde en çok oy alan aday, baskan seçilir. Türkiye’de Cumhurbaskani yasama içinden seçilebilecegi gibi, parlamentodaki partilerin parlamento disinda aday gösterip seçmesi de mümkündür.

Parlamenter sistemde devlet baskaninin kullanabilecegi yetkiler sinirlidir. Bu kurum daha çok sembolik bir nitelik tasir. Yine de seçimler sonucu bosalan hükümeti kurmasi için mecliste çogunlugu bulunan partiye veya bir partiye hükümeti kurma görevi verme yetkisi vardir. Bu yetki önemli olmasina ragmen bu tür bir sistemde uygulamada kayda deger bir etkiye sahip degildir. Türkiye’de Cumhurbaskaninin görevleri çoktur, ama yetkileri sinirlidir. 1960’li yillardan 1980’li yillara kadar Türkiye’de parlamenter sistemden çok fazla söz edilmis olsa da esas itibariyle bu sistem askeri darbeler sonucu her seferinde kesintiye ugratilarak hiçbir zaman hayat bulma sansina sahip olmamistir. Bu yönüyle, kurulusundan bu yana Türkiye tek parti diktatörlügü, darbeler, sikiyönetim ve olaganüstü hal uygulamalariyla yönetilmis ilginç bir ülkedir.

[/b>1.3- Basbakan: Yürütmenin esas basi, parlamentoya karsi sorumlu Basbakandir ve oldukça genis yetkilere sahiptir.Mecliste çogunlugu arkasina almis bir basbakan, meclisteki etkisiz azinlik partilerine aldirmadan yasamayi etkileyebilir. Basbakan, bakanlar kurulunu kendisi tayin eder. Öte yandan basbakan, yürütme, yani bir bütün olarak bakanlar kurulu parlamentonun güvenoyuna baglidir. Mecliste çogunluk saglamamis bir parti lideri veya meclisteki partilerin koalisyonu sonucu olusturulan bir hükümetin basbakaninin, hükümetin üstlendigi çalisma programini yürütmesi hemen hemen olanaksizdir. Bu programin çalismalari için gerekli mali kaynagin saglanmasi, bütçe programinin parlamentodan onaylanarak geçmesi gerekir. Dolayisiyla bu sistemde basbakanlik kurumuna taninan genis yetkilere karsin, basbakanin partisi hükümet olmak için gerekli milletvekili destegi almadikça, fonksiyonel olamaz.

Türkiye’de, belirtilen faktörlerden dolayi 1960’lardan 1980’lere kadar sikça yasanan hükümet krizlerinin yol açtigi siyasi sorunlar ve ekonomik bunalimlarin, gerçek nedenleri hep gizlenerek, sonuçta olan bitenin faturasi topluma çikartilmistir. Toplumda kisi hak ve özgürlüklerinin askiya alinmasi bu açidan neredeyse bir gelenek olmustur. Hükümetin yetersizliginden veya hükümet bosluklarindan dolayi ortaya çikan sosyal ve siyasal krizleri çözmek için her seferinde devreye giren ordu güçleri, toplumdaki genel huzursuzlugu bastirmak için her türlü baski ve terörü toplumun çesitli kesimlerine yönelterek istikrarsizligi asmaya çalismislardir. Parlamentodan çikan sivil hükümetler ya hep kisa ömürlü olmus yada ordunun bu geleneksel gücü karsisinda direnme cesareti göstermemislerdir. 1983 yilinda Askeri rejimden sivil rejime geçisin ardindan mecliste çogunlugu saglayan Turgut Özal liderligindeki Anavatan Partisi, nispeten daha cesur ve istikrarli siyasi bir süreç baslatmis olsa da; bu süreç, 1982 Anayasasi’nin daralttigi siyasi ve demokratik haklarin genislemesine daha fazla imkân vermemistir.

1990’li yillarda mecliste çogunlugu saglayamayan ve anlasamayan partilerin olusturduklari geçici ittifak ve koalisyonlar, ülkede sorunlarin tekrar kriz derecesinde büyümesine ve genis bir siddet ortaminin olusmasina zemin hazirlamistir. Bu dönemde ‘terörle mücadele adi altinda’ Kürdistan’da yaygin bir devlet terörü estirilmistir. Aydinlar, demokratlar, yazarlar, insan haklari savunuculari, baris aktivistleri ve binlerce yurtsever siyasi cinayetlere kurban gitmistir; binlercesi iskencelere maruz kalmis, on binler tutuklanip hapsedilmistir. Bu süreçte devletin içinde bulundugu siyasi ve ekonomik krizi asmak için gerekçe gösterdigi ve toplumu baski altina almayi mesru hale getirmek istedigi sorunlardan biri, daha çok ‘Kürt Sorunu’ adi altinda ifadesini bulmustur. Bu dönem, Kürtlere karsi yürütülen çok yönlü devlet terörünün ve baskiya dayali planli ve sistematik bir devlet politikasinin toplumu canindan bezdirdigi bir dönemdir.

Devletin siddet yüklü bu siyasi uygulamalarinin temelinde Kürt ulusal demokratik güçlerinin sindirilmesi ve tasfiye edilmesi amaci vardi. TC parlamentosu karisikti ve Hükümet devletin derin güçlerine ve orduya teslim olmustu. Böylece 1977 yilindan 2000’e kadar Kürdistan’da estirilen devlet terörünün ve baskisinin adi ‘ Devletin terörle mücadelesi’ olarak parlamentoda yasal ve mesru bir dayanak buluyordu. Oysa sorun üreten Kürtler degil, bizzat bu güdümlü ve güçsüz parlamento ve devletin Kürtlere karsi öteden beri sahip oldugu resmi yaklasimdi. Varligini ve gücünün kaynagini halktan alan parlamento, rejimin askeri ve bürokratik kurumlarina boyun egiyordu. Bu yönüyle bakildiginda, Türkiye’de gerçek anlamda parlamentonun hiçbir zaman olmadigi, var olanin da biçimsel bir parlamentodan ibaret oldugu rahatlikla görülebilir.

Sonuç

Çogulcu bir felsefeye dayali parlamenter sistemin demokratik ve teorik cazibesi uygulamada yerini can sikici bir karamsarlik havasina birakiyor. Türkiye siyasi siteminde güçler kurumsal olarak tam ayrismamistir. Parlamenter sistemin böyle bir boslugu vardir. Askeri ve bürokratik yapi, sistemin mesru organlarini her zaman baski altinda tutma olanaklarini kullanmistir.

Türkiye’de silahli kuvvetler, toplumsal düzenin bir kurumu olmaktan çok, her zaman iktidarin etkili, fonksiyonel ve operasyonel bir kanadi olarak hareket etmistir. Milli Güvenlik Konseyi daha yakin zamanlara kadar parlamento üzerinde, basbakan’in ve yürütmenin çevresinde dolanan bir heyulaydi. Oysa parlamenter sistemde esas olarak basbakan yürütme üzerinde belirleyici oldugu gibi yasama ve yargi üzerindeki etkisiyle de güçlü bir konumdadir. Dogal olarak askeri ve bürokratik bir vesayete burada pek imkân birakmaz. Ancak basbakanin bu yetkiyi kullanmasi ve konumunu güçlendirmesi, parlamentodaki çogunlugun destegini arkasina almasiyla mümkün olabilmektedir. Parlamentodaki çogunluga bagli olarak basbakanin yetkileri kullanma gücü arasinda dogrudan bir paralellik vardir. Türkiye’de basbakanlar hiçbir zaman bu anlamda dayandiklari mesruiyeti kullanma, idari birimler üzerinde tayin edici bir rol oynama basiretini gösterememislerdir.

Bu açidan bakildiginda Türkiye’deki siyasi sistem, parlamenter sistemin çok sayida özelliklerini tasimakla birlikte, esas itibariyle biçimsel parlamenter bir sistem oldugu görülmektedir. Hükümeti kurma görevi, parlamento tarafindan, seçim sonrasinda meclise fazla milletvekili tasiyan parti baskanina verilmekle birlikte, Hükümeti kurabilecek milletvekili sayisina ulasilmadiginda, hükümeti kurma görevinin genellikle ikinci ve üçüncü parti baskanlarina verildigine de tanik olunmustur. Türkiye’de bu tür hallerde birkaç partinin anlasarak olusturdugu koalisyonlar uzun ömürlü olmamis ve bu durum sistemde siyasi ve idari krizlerin ortaya çikmasina yol açmistir.

Bu çerçevede, Türkiye’de 1990’li yillarda mecliste en az sayida milletvekiliyle bulunan Demokratik Sol parti, Hükümeti kurmakla görevlendirilmis; bu partinin lideri Bülent Ecevit mecliste bulunan iki diger partiyle bir hükümet olusturmaya çalismistir. B. Ecevit’in koalisyonlu basbakanligi döneminde etnik çatisma, siyasi- ideolojik ve dinsel nitelikli mezhepsel gerilimler artmis, daha da önemlisi toplumsal kutuplasma uç düzeylere ulasarak ulusal ekonomiyi felç edecek sonuçlar dogurmustur. Bu süreçte toplumsal kesimlere ve özellikle Kürtlere yönelik artan devlet terörü ve devletin kontrolündeki askeri-idari silahli kolluk güçleri tarafindan islenen siyasi cinayetlerse ayri bir çalisma konusudur.

Basbakanlik sisteminde ya da parlamenter sistemde parlamentodaki çogunluguyla tek basina iktidar olabilecek bir parti olmadikça, sistemin fonksiyonel/islevsel olamadigi/olamayacagi tartisma götürmez bir durumdur. Ayrica bir bütün olarak TC rejiminin siyasi bir niteligi olan üniter egemenlik biçiminin toplumsal, siyasi ve ekonomik istikrarsizliktaki rolü bu çerçevede sorun üretmekte etkili olmaktadir. Türkiye çok kültürlü ulusal ve sosyal farkliliklara ve farkli dinsel inanç ve mezheplere dayanmasina karsin, üniter yapisi itibariyle onun ideolojik yankisi hala; Tek Bayrak, Tek Millet, Tek devlet siyarinda karsiligini bulmaktadir! Yeryüzünde ise, bu ideolojik yankiya artik kulak veren hiçbir ülke yoktur.

Sosyolojik realitesi farkli olan, çogulcu kültürel, etnik ve ulusal kanatlari olan bir ülkede ve özel olarak Türkiye’de, bu nedenle, parlamentarizmin adi, ordu darbeleri, sikiyönetim ve olaganüstü hal yönetim sistemi olagelmistir.

2- YARI-BASKANLIK SISTEMI

Yari-Baskanlik sistemi kavrami, sunlari içermektedir: Bir siyasi rejim, Anayasasinda üç unsuru içeriyorsa, bu sistem, yari-baskanlik olarak kabul edilir:

1- Baskan halk tarafindan seçilmektedir,

2- Baskan oldukça önemli yetkilere sahiptir,

3- Yürütme ve idari yetkilere sahip basbakan ve bakanlar kurulu vardir ve parlamento karsi çikmadigi sürece görevde kalirlar.

Yari-Baskanlik sisteminin ilk örnekleri 1919’da Avusturya’da ve Weimer dönemi Almanyasi’nda ve Finlandiya’da görülüyor. Konuyla ilgili çalismalarda bulunan akademisyenler, söz konusu ülkelerde uygulanan yari-baskanlik sisteminin, uygulama alaninda pek basarili olmadigini belirtmislerdir. Tabii bu tespit uygulama kosulari göz önüne alinarak yapilmis degil. Dolayisiyla dogru bir tespit olup olmadigi her zaman sorgulama konusu olmustur. Yorumlar bu nedenle farklidir. Kimilerine göre o dönemde sistemin bir rejimi etkin kilacak mekanizmalari isletme yeteneginin henüz olgunlasma derecesine gelmis olmamasi olarak ifade ediliyor. Öte yandan karsi görüste olanlarin savunduguysa, bir ülkede sosyal ve politik kültürel miras, ekonomik gelisme düzeyi, ideolojik ve dinsel çesitliligin yaninda farkli etnik topluluk ve azinliklarin durumu bir rejimin yapisindaki istikrari belirleyecegi yönündedir.

Ikinci görüsün dayandigi gerekçeleri göz ardi etmek mümkün degildir. Siyasal bölünmenin ve karisikligin dayandigi sosyo-ekonomik zemin ile siyasi aktörlerin böyle bir zemindeki teorik ve objektif durusa iliskin kopuklugu, bir siyasal sistemin denge ve kontrol organlarinin etkin bir isbirligi içinde çalismasini zorlastirir. Siyasal sistemin organlarinin bu karsilikli isbirligi sinirlari Anayasa’da çizilmis olmalidir. Durum böyleyse bir ülkenin siyasal kurumlarinin karsilikli yetki ve davranislari daha bastan Anayasa tarafindan düzenlenmis olmak zorundadir. Öyleyse daha bastan bir toplumsal uzlasma ürünü olan Anayasa ülkenin tarihsel ve sosyo-kültürel gerçeklerini göz önünde bulundurmalidir. Yukarda ilk örneklerine isaret ettigimiz yari-baskanlik sisteminin uygulamada yeterince basarili olmadigina iliskin olusan kanaat, bu gerçeklikleri göz önüne almayan yaklasim tarzlari ile açiklanabilir. Yoksa sistemin kendisinden degil. Bu savi burada hakli çikartan örnek, toplumsal ve siyasi uzlasma kültürünün yansitildigi Fransiz Anayasasi’dir.

Bir rejimin siyasal temeli ve aktörleri, belirlenmis karsilikli iliskiler ve kurallar çerçevesinde birbirlerini tamamlar. Temel, böylece saglam ve stabil; aktörler tutarli ve fonksiyonel olurlar.

Solun solda, sagin sagda ve siyasi aktörlerin bu zemindeki teorik ve pratik tutum ve davranislari sosyal ve ekonomik gerçeklige uygun oldugu ölçüde toplumda çatisma ortami, bölünme ve kutuplasma gibi risk tasiyan olgular etkisini kaybeder. Bütünlesme ve uzlasma kültürü ön plana çikar. Olusan böyle bir ortamda siyasi aktörlerin varlik nedenleri yönündeki belirsizlikler de oradan kalkar. Herkes ne istedigini, neye niçin karar vermesi gerektigini ve neden is yapma sorumlugu oldugunu belirlemis olur. Bu sadece siyasi bir kültürün varligiyla degil, ayni zamanda bir uzlasma kültürünün gelismis olmasiyla ulasilabilecek bir düzeydir.

Bir siyasal sistemin iddiasi ne olursa olsun, siyasi uzlasma kültürünün yerlesmedigi bir yerde, toplumsal bölünmeyi ve kutuplasmalarin yarattigi riskleri bertaraf etmesi imkânsizdir. Sonraki bölümlerde belirtilecegi gibi, Fransa’nin, sistemde risk yaratabilecek sorunlari, sonradan ne gibi düzenlemelere giderek çözdügünü görecegiz.

Fransiz Anayasasi’nin öngördügü yari-baskanlik modelinin uygulamadaki basarisi ve etkisi, bu kisa çalisma için önemli bir olgu olmaktadir. Kaynagini Anayasasi’ndan alan Fransa’daki model yari-baskanlik sisteminin ilk örneklerden biri olmasa da uygulama alanindaki yaygin etkisi bakimindan, bu sistemin en cazip örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1958 Fransiz Anayasasi’nin bu etkisini ve uzun ömürlü olmasinin nedenlerini tartisan akademisyenler, söz konusu Anayasanin sirrini kurumlara verilen formel güç ve yetkilerden ziyade olusturdugu siyasi kültürle iliskilendirirler.

Fransiz Anayasasi, siyasi aktörleri, gerek tek tek milletvekili ve senatörlerin seçiminde gerekse cumhurbaskani seçiminde olsun kararli bir uzlasmaya zorlamaktadir. Ayni sekilde, siyasi partilerin parlamentodaki çekismeleri sonucunda ortaya çikan kriz ( kohabitasyon) dönemlerinde cumhurbaskani, hükümeti ve parlamentoyu da uzlasmaya zorlamaktadir. Buna göre uzlasmaz, kati ideolojik aktörlerin uzlasmaci ve pragmatik aktörler seklinde hareket etmeleri gerekir. Böylece siyasi krizin etkisi topluma fazla yansimadan asilma imkani buluyor. Çizilmis kati sinirlar korunmakla birlikte, esnek ve ölçülü (rasyonel) iliskilerle kurumlar arasindaki isbirligi zorunlu bir ilke islevi görüyor. Rejime, rejimin organlarina, siyasi aktörlere sayginlik ve itibar kazandiran da budur. 1960 yillindan bugüne kadar Bagimsizligina kavusan çok sayida ülke bu modeli almistir. Bu model özellikle, 1990 yilinin baslarinda dagilan Sovyet ülkeleri için ayrica bir esin kaynagi olmustur.

Yari-Baskanlik modelinin dayandigi Fransiz Anayasasinin yetenegi, tarafsiz bir devlet modelini savunmasidir. Toplumsal consenüs’ün oldugu bir yerde devletin fazla üstlenebilecegi bir rolü kalmiyor. Toplumsal uzlasma, toplumsal birlik bilincinin siyasi bir olgusu olarak hayat bulur. Fransa’da sistemin iyi islemesinin sirri, bu uzlasmadadir. Ideolojik farkliliklari ortak bir uyuma, toplumsal bir birlige yönelten, Fransa siyasi kültürünün ortaya koydugu yetenek, budur. Fransa sistemini cazip kilan da bu gelismis olgunluk tarzidir.

Biçimi, uygulama alani ve niteligi konusunda farkli görüsler olsa da Rusya Federasyonu’nu, Fransiz modeli içinde degerlendirenler çogunluktadir. Rusya Federasyonu, 17.075.400 km karelik yüz ölçümüyle, 89 federal ve özerk bölgeden olusan, dünyanin en genis siyasi birligidir. Yari baskanlik sistemi ve uygulamalari kapsaminda Rusya Federasyonu örnegine sonraki bölümlerde tekrar yer verilecektir

Genel tanimina iliskin verilen örneklerden baska yari-baskanlik ile ilgili yapilan sistematik tanimlardan biri Givonni Sartori’ye aittir.

Givonni Sartori, yari-baskanlik sisteminin gerekli kistaslarini söyle siralamistir:

a- Baskan sabit bir süre için dogrudan veya dolayli, halk tarafindan seçilir.

b- Baskan yürütme yetkisini basbakanla paylasir.

c- Baskan parlamentodan bagimsizdir, fakat yalniz ve dogrudan hükümet etme, yani yönetme yetkisine sahip degildir. Durum böyle olunca baskanin iradesi hükümet kanaliyla hayata geçirilir.

d- Basbakan ve kabinesi, baskandan bagimsiz; fakat parlamentoya bagimlidir. Hükümet parlamentonun güvenine ve güvensizligine tabidir. Hükümet her iki durumda da parlamento çogunlugunun destegine ihtiyaç duyar.

e- Iki basli otorite yapisi, her birimin özerklik potansiyeli devam etmek kosuluyla, yürütme içinde farkli dengelere ve agirliklarin kaymasina imkan verir.

Yari- baskanlik modelinde yönetim organlari, yasama, yürütme ve yargi birimleri güçlü bir isbirligi iliskisi içinde etkinlik göstermektedirler. Güçler ayriligi teoride gevsek olmakla birlikte pratikte siki kurallarla görev ve etkinlik alanlarini korurlar.

Bu sistemlerde yasamanin agirligi gücünden ve etkisinden özellikle bir sey yitirmemektedir. Ancak baskan’in ve basbakanin parlamenter sisteme oranla güçlü yetkilere sahip oldugu, bazi durumlarda yasamayi etkiledigi de görülmektedir. Baskan’in veto yetkisine karsin yasamanin veto edilen bir yasayi tekrar görüserek yasalasmasinda direnme olanagi korunmaktadir. Durum böyle de olsa isler ve iliskiler bu sistemde parlamenter sistemdeki gibi bir karisikliga yol açmadan yürütülebilmektedir.

Fransa’dan sonra Polonya’da ve Rusya Federasyonu’nda bazi farklarla bu modelin iyi isledigi kabul edilmektedir.

Polonya’da yari-baskanlik sisteminin toplumsal ve ekonomik gelisme açisindan basari sagladigi, rejimde istikrari artirdigi, demokrasiyi toplumsal ve kurumsal planda güçlendirdigi bilinmektedir. Ayni sekilde Rusya Federasyonu’nda da bu modelin toplumsal ve ekonomik ilerlemede etkili oldugu görülmüstür.

Sonuç:

Yari-Baskanlik sisteminin parlamenter, ya da basbakanlik sistemine göre daha etkin oldugu yönündeki görüsler yaygindir. Ilk defa Maurice Duverger’in tanimlayip kavramlastirdigi yari-baskanlik, özetle cumhurbaskaninin sabit bir süre için halk tarafindan dogrudan ya da dolayli seçildigi, baskanin yürütmenin bir kanadini olusturdugu sistemi ifade ediyor. Her ülkenin siyasal rejimi o ülkenin tarihsel, politik ve sosyo-kültürel özelliklerine göre biçimlenir. Yari baskanlik sistemi, genellikle siyasi uzlasma kültürünün gelismis oldugu ülkelerde varlik bulmustur. Bu sistemin çogunlukla Avrupa kitasinda varlik bulmus olmasi, bu anlamda bir rastlanti degildir.

Türkiye’de uzun zamandir tartisilan baskanlik sistemi, 10 Agustos 2014 tarihinde cumhurbaskaninin halk tarafindan seçilmesiyle, ortaya çikan yeni tabloda, rejimin niteligini yari-baskanlik modeline dogru yaklastirmistir. Ancak halihazirda bu yeni tabloda görünen durumun yari-baskanlik modelini yansittigi söylenemez. Her seyden önce halk tarafindan seçilen baskanin yetkileri, yürütmenin pozisyonu, parlamentonun etkinligi ve yarginin konumu tam anlamiyla belirlenmis degil. Halk tarafindan seçilen Cumhurbaskani R.T. Erdogan israrla yetkilerinin artirilmasina ve baskanlik sistemi tipine vurgu yapmaktadir. Bu yöndeki gelismelerle ortaya çikan ihtiyaç ve taleplerin mevcut Anayasanin çerçevesinde karsilanmasi mümkün görünmüyor. Hükümette bulunan AKP ve Cumhurbaskani R.T. Erdogan bu gelismeler paralelinde Anayasa degisikligi veya yeni bir Anayasa yapilmasi konusunu sürekli gündemde tutmayi sürdürüyorlar.

Öte yandan rejimin siyasal organlarini önceki yapidan farkli olarak daha etkin ve daha ileri hale getirme arzusunu dile getiren siyasi kesimler, aydin ve akademisyenler Türkiye’de demokrasinin kurumsallasmasini ve sistemin sürekliligini dinamize edecek düzenlemelerin hayata geçmesini engelleyen üniter yapidan hiç söz etmiyorlar. Üniter yapi, demokratiklesme ve baskanlik sistemine engel bir olgu olmamakla beraber Turkiye’nin sosyolojik, etnik ve politik yapisi geregi sorun teskil etmektedir. Bilindigi üzere Fransa da egemenlik biçimi bakimindan üniter bir devlet, ve zaman zaman bu yapinin yol açtigi sorunlari tecrübe etmis ülkelerden biri. Söz konusu ülkede üniter yapi ekseninde 1958’de hayata geçen Anayasanin kaynaklik ettigi Fransiz siyasal sistemi sonuçta bu egemenlik biçiminin yarattigi sorunlari çözmek için yapisinda esneklik yaratma ihtiyaci duymustur. Anayasada yapilan 2003 yilindaki bir degisiklik, üniter yapi gelenegini önemli ölçüde desentralizasyon yönünde genisletecek düzenlemelere yer vermistir.

Ister mevcut haliyle ister baskanlik tipinin herhangi birini tercih etme yönünde olsun, Türkiye’de yapilacak yeni bir Anayasa çalismasi, yukarida sözü edilen gerçekleri göz önünde bulundurmak durumundadir. Türk siyasal rejiminin egemenlik biçimi, kurulusundan beri sorun yarata gelmistir. Etnik ve politik kutuplasmanin, toplumsal bölünmenin, baskinin, siddetin ve devlet terörünün ideolojik mayasi, bu üniter devlet biçimi olmustur.

Baskanlik, yari-baskanlik yada basbakanlik bir bütün olarak bir ülkedeki rejimi degil, o ülkedeki siyasi sistemin kurumsal biçimlerinden birini ifade eder. Kurumlar, demokratik bir temelin üzerinde insa edilmedikçe, bir bütün olan rejimin demokratik olmasi beklenemez.

3- BASKANLIK SISTEMI:

Baskanlik sisteminin en özgün tipi ve ilk örnegi Amerika Birlesik Devletleri (ABD)’ne aittir. Bu sistem Amerika’da, Ingiliz sömürgeciligine ve monarsisine karsi baslatilan bagimsizlik mücadelesi sonunda, 13 koloniden olusan Kurucu Meclis’in 1787’de Phileadephia’da toplanarak kabul ettigi Anayasa ile varlik bulmustur.

Kaynagini bu mücadeleden ve kabul edilen Anayasadan alan bu yeni tip Baskanlik sisteminin tarihsel gelisiminin bir geçmisi olmayip, söz konusu sistemin, Amerikan halkinin Ingiliz monarsisine ve siyasal rejimine karsi bir tepkisinin ürünü olarak dogdugunu söyleyenler çogunluktadir. Ingiliz siyasal sisteminden oldukça farkli yönlerden özgünlükleri bulunan baskanlik biriminin temel özelligi, dogrudan halka dayanmasidir. Amerika’nin o günkü kosullarinda ve o zamana kadar devletin geleneksel mesruiyet temeli olarak, Kralin Kutsal Hakki, yerine Anayasal demokrasiler için gerekli olan yeni bir temele dayanma ihtiyaci bu sistemin olusmasinda etkili olmustur.’Kral yerine, halk tarafindan bir baskanin seçilmesi bu yeni temel için uygun olmustur. Diger bir deyisle ‘halk egemenligi’, devlet otoritesinin yeni mesruiyet kaynagi olmustur. Buna göre halk tarafindan seçilen bir baskanin kaynagini aldigi halktan baskasina karsi bir sorumlulugu yoktur. Bu yaniyla baskanin sistem içindeki konumu rejimin diger organlarina göre çok güçlü bir görünüm arz etmektedir. Mesruiyetini halktan alan baskanin güçlü konumu, yetki ve davranis sinirlari uygulama alaninda bir çok yönden iyi sonuçlar dogurdugunu söyleyenlerin sayisi da oldukça fazladir. Baskanlik sisteminde, rejimi olusturan diger organlarin etkin katilimiyla, toplumda demokratiklesmenin, sosyal ve ekonomik gelismenin, farkli ideolojik ve politik kesimlerin uyumunun saglanmasinda olumlu katkilari yaptigina kusku yoktur. Bununla birlikte erkin tek kiside somutlastigi bir sistemde baskanin daha otoriter bir egilime kayacagi da söylenebilir. Bunun hakli bir kaygi olup olmadigini söyleyebilmek için, baskanlik sistemini rejimin diger organlariyla birlikte ele alip degerlendirmek gerekir.

Öncelikle bagimsiz bir konumda yetkileri bakimindan oldukça güçlü görünen baskanin bu yetkileri kullanma imkâni rejimde yer alan diger organlarla sinirlandirilabilmektedir. Durumun daha net anlasilmasi için Amerikan sistemini ele alarak konuya açiklik getirmek gerekiyor. Konu çerçevesinde Amerikan sistemi özgünlügü bakimdan önemli bir örnektir. ABD’deki sistemi takip eden çok sayida ülkede tercih edilen baskanlik sistemleri, bu özgün modelle benzerlikler tasisalar da, uygulama zemin ve alanlarinin farkli kosullarindan dolayi önemli farklar sergiledikleri de söylenmelidir. Bu farklarin kayda deger olup olmadiklari, bu yöndeki tartismalarin konulari arasinda yerini hala koruyor. Ancak bu gibi ülkelerde sistemin diger organlarinin ABD’deki gibi kararli davranma egiliminde olmadiklari da hemen belirtilmelidir. Daha açik söylemek gerekirse, anilan ülkelerde baskan ‘her sey’ demektir. ABD sisteminde ise ‘baskan çok sey’ demektir ve parlamentodan-kongreden-yasamadan bagimsizdir. Bu dogru ama ayni sekilde kongre ve yargi birimleri bagimsiz konumdadirlar. Konum, yetki ve davranis sinirlari kati bir biçimde Anayasa tarafindan belirlenip çizilmistir. Baska bir deyisle, ‘baskan her sey’ demek degildir.

ABD’de erklerin konumu, yetki ve sorumluluk alanlari kati bir biçimde birbirinden ayri olarak belirlenmistir. Bunlar, Anayasada, bir digerinin alanini ve sinirlarini ihlal etmeyecek biçimde düzenlenmistir. O halde, bir erkin diger erk karsisindaki varlik ve itibari ile ilgili teminatindan kaygiya kapilmaya gerek yoktur. Bu kaygilardan kurtulmak için her seyden önce, baskanlik sisteminin ne oldugunu ve hangi ön kosullarla var oldugunu bilmek gerekir.

-Baskanlik Sistemi Tanimi:

Baskanlik sisteminin genel kabul gören tanimi kisaca söyle: Hem yürütmenin basi hem de devlet baskani olan baskanin, sabit bir süre için halk tarafindan seçildigi ve yasama organinin baskani düsüremedigi, baskanin da yasamayi feshedemedigi bir sistemdir. Baskanlik sistemini parlamenter sistemden ayiran temel özelligin iki devlet organinin göreve gelis ve görevde kalma sekli oldugu da belirtiliyor. Daha sade bir tanimlamaya göre de, ‘yasamanin yürütmenin görevine son verememesi ‘ biçimindedir. Bir bütün olarak parlamenter sistemdekinden ve kismen yari-baskanlik sisteminden farkli olarak yürütme organinin varligi, yasamanin destegine muhtaç degilse, bu baskanlik sistemidir. Baskanlik sisteminde, devlet ve hükümet baskani, basbakanli parlamenter sistemin ve yari-baskanlik sisteminin tersine, ayni kisidir. Basbakanlik ve bakanlar kurulu gibi kurumlar aradan kalkmistir.

Bu tabloda görülen baskanlik konumuna ragmen, yukarda belirttigimiz gibi baskan her sey demek degildir. Böyle bir sistemde baskanligin somutlastigi yürütme, yasama ve yargi organlarinin demokratik sinirlar içinde birbirilerini denetledigi ve dengeledigi ‘ayri güçlerin varligi’ söz konusudur. Yürütme sahasindaki erk tek kisiden, yani baskandan olussa da yasama ve yürütme mutlak ve kati biçimde birbirinden ayrilmistir ve bagimsiz organlarca kullanilir. ABD’de temsilciler meclisi ve senato sistemin yasama temelini olusturan, yürütmeden bagimsiz kongreyi meydana getirir. Anayasa yüksek mahkemesi de sistemin neredeyse dokunulmaz organlarindan biri olarak agirligini ve sayginligini her zaman koruyacak sekilde konumlandirilmistir. Bu organlarin isleyisi ve iliskileri birbirlerinin davranislarini köstekleyecek bir keyfiyete imkân vermeyecek sekilde ABD Anayasasi’nda düzenlenmistir. ABD Anayasasi’nda bu çerçevede denge ve fren mekanizmalariyla organlarin bagimsiz nitelikleri güvence altina alinmakla kalinmamis, bu organlar arasinda isleyisin ve isbirliginin sürekliligini saglayan iliskiler de açikça belirlenmistir.

ABD’de, iki yüz yildan bu yana, çok temel degisiklilere ugramadan günümüze kadar devam eden baskanlik sisteminin siyasal istikrarin saglanmasindaki önemi her akademisyenin dikkat çektigi konulardan biridir. Bu sistemin demokratik içerigini sekillendiren ABD Anayasasi, ayni zamanda sistemin isleyis biçiminin de temel taslarini örmüstür. Mevcut Anayasa’da özel vurgu yapilan hak ve özgürlükler gibi ilkeler, kisi, grup ve kurumlari devlete karsi güvence altinda tutmayi öngörmektedir. Diger bir deyisle, Anayasa bu haklari koruyacagini açikça taahhüt etmistir. Tarihsel süreç içinde uygulamadaki bu sistemin toplumsal gelisme, kisi hak ve özgürlükleri alaninda önemli ilerlemelere ivme kazandirdigi belirtiliyor. Bu nedenle basbakanli-parlamenter sisteme karsi, baskanlik sistemine düzülen methiyeler sayisizdir. Dolasimda, Yari-Baskanlik ile baskanlik sisteminden hangisinin daha demokratik ve islevsel olduguna iliskin farkli görüsler de bir haylidir.

Baskanlik sisteminde hükümetin içte demokratik kültürün yerlesip güçlenmesiyle birlikte ekonomik ve siyasi istikrar yaratacagi; dis politika, uluslar arasi iliskiler ve sözlesmeler baglamlarinda daha aktif hareket edebilecegi; bunun zaman ve enerji tasarrufunda önemli bir olanak saglayacagi ve sistemin isleyisini etkin hale getirecegi ayrica pek çok akademisyen tarafindan savunulmaktadir.

Bu görüs ve savunular, daha çok ABD baskanli sistemi örnek gösterilerek ortaya konmaktadir.

Bu çalismada, Baskanlik sisteminin oldukça yaygin oldugu Latin Amerika, Asya ve Afrika örneklerine pek fazla yer verilmemektedir. Zira Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki baskanlik sistemi uygulamalarinin iç açici olmayan yanlari çoktur. Bu yüzden baskanlik sisteminin sakincalarindan bahseden akademisyenler ABD’deki sistemi degil, genellikle bu digerlerinin uygulamadaki bireysel egilimlerini, karizma ve davranislarini temel almaktadirlar.

Sonuç:

Baskanlik sistemi Anayasal bir kurumdur. Bir sistemde toplumsal düzenin isleyisi temel ilkelere göre belirlenir. Bu ilkeler, ister demokratik ister otokratik olsun, her toplumda kabul edilmis bir Anayasa çerçevesine yerlestirilmistir. ABD sistemi baskanlik tipi de içinde olmak üzere rejimin diger organlarinin konumunu, iliskilerini ve isleyisini böyle bir Anayasal çerçeve içinde belirlemistir. Bu sistem ABD topluluklarinin sosyal, siyasal ve kültürel mirasina ve karakterine uyum saglayacak özellikler barindiriyor. Basarisi varsa, bundandir. Latin Amerika’daki ülkelerde sistemin anti demokratik egilimlere kaymasina imkân veren, o ülkelerin tarihsel, sosyolojik ve politik maddi temelleridir. Rejimlere oldugu gibi idari birim ve sistemlere de, bu maddi temel özelliklerini yansitir. Iki ayri demokrasi kültüründe bile, bireylerin tutum ve davranislari, duyarliliklari ve refleksleri, iliski ve iletisim biçimleri gözle görülür farkliliklar gösterir. Bunlar gölgelerini az çok sistemin sosyal ve siyasal kurumlari üzerine düsürür. Bu nüanslar bir sistem için sikintiya yol açmaz ve büyük sorunlar yaratmaz. Siyasal sistemin organlarinin konumlari, yetki saha ve sinirlari, iliski biçimleri ve isleyis alanlari Anayasal temelde açikça belirlenmisse, sistemin bunun disina kaymasi çok güçtür. ABD sistemi, kurumlari oldugu gibi bireyleri de kurallara baglayan ve uymaya zorlayan bir sistemdir. Belirtilen spesifik özelliklerden kaynaklanan durum ABD’de böyleyken, bunun baska bir ülkede farkli bir nüansla uygulamaya farkli bir çehre ile yansimasi, sistemi kusurlu göstermez. Sonuçta, tipki bireyler gibi rejimin bir siyasal organi da belirlenmis kurallarin ve sinirlarin disina çikmadigi sürece, genellesebilen bir sikintiya yol açmaz.

ABD’de baskanin iç ve dis politikadaki performansi ve iliskilerinin basarisi, kongrenin; temsilciler meclisi ve senatonun baskanla olan ilgi biçimine, iliskisine ve tutumuna bagli olarak degisir. Kisacasi, bu sistemde isler ve iliskiler bir organin bir diger organi asarak degil, tersine, organlar arasinda güçlü ve siki bir koordinasyon saglanarak gerçeklesir.

Kuskusuz, ABD Baskanlik tipi de ABD’ye özgü niteliklerin bir yansimasidir. ABD, 50’den fazla bagimsiz birimden, yani devletten olusan birlesmis bir bütündür. Bu bütün ayni zamanda kendi içinde bölünmüs FEDERAL siyasi birimleri ifade ediyor. Her seyden önce ABD, bu yönüyle bir Meksika’dan ve Venezuela’dan dogal olarak farklidir. Asya ve Afrika ülkelerinden de farklidir. Haliyle uygulama birinden digerine saglikli olmayabilir ve olmaz.

4- BASKANLIK SISTEMI VE TÜRKIYE

Türkiye, bu fark göz önüne alindiginda, baskanlik sisteminin uygulama alani açisindan nasil bir zemine sahiptir?

Bu soru üzerinden konuyu açmadan önce Türkiye sisteminin yansidigi rejimin aldigi degisik niteliklerin ve bu nitelikleri doguran faktörlerin tarihi arka planindan kisaca söz etmek gerekir.

a- Türkiye kurulusundan bu yana birkaç sistemi denemistir. Biçimde parlamenter bir sistem olarak görünen TC sistemi 2.Dünya savasinin bitimine kadar kati, otoriter ve tek partili bir sistemle yönetilmistir. Bu döneme kadar bu niteligiyle rejime egemen olan sistemin demokratik oldugunu söylemek mümkün degildir. Kurumsal olarak bir parlamento yapisi ve bu parlamentonun belirledigi bir basbakan ve cumhurbaskani varsa da, iktidara her zaman hakîm olan ve hükümeti biçimlendiren Cumhuriyet Halk Partisi ve ordu olmustur. Baska partilerin varlik göstermedigi bu dönemin rejime ve sisteme yansiyan niteligi, tek parti (CHP) yönetimi ve diktatörlügüdür. Esas itibariyle bu sistemin ne demokratik ne de parlamenter sistemle bir benzerligi vardir.

b- Sistemin dayandigi rejim, üniter bir yapiya sahiptir. Türkiye’de var olan bütün etnik ve kültürel varliklari hala yok sayiyor. Bunlari Türk etnisitesi içinde eritme anlayisi ve ideolojisi kati ve sürekli bir politika olarak uygulanmistir. Tek millet, tek bayrak, tek din belgitleri; üniter devletin resmi ideolojisinin temel argümanlari olarak hala terk edilmis degil. Cumhuriyet tarihi boyunca buna karsi çikan aydinlara, demokrat ve yurtseverlere, özellikle Kürt ulusal gruplarina, örgüt ve partilerine, giderek top yekûn Kürdistan halkina karsi çok sert önlemler alinmis, yasamlarina zalimce müdahaleler edilmis, bu yöndeki egilimler ve hareketler terör araçlariyla ve toplu katliamlarla bastirilmistir.

c- Sisteme agirligini koyan bu anlayis demokratik kurumlarin olusmasina ve politik iliskilerin gelismesine imkân vermeyen sert bariyerlere ve kati tedbirlere bas vurarak agirligini sürdürmüstür. Tek parti egemenligi 1945 yilina kadar devletin bütün islerini, kurumlari ve yönetim organlarini tek basina tayin ediyor. Devletin silahli gücü olan ordu, bu egemenligin tek koruyucusudur.

d- 1945 yilinda dünyadaki gelismelerin de etkisiyle çok partili sisteme geçiliyor. Fakat bu kitlelerden gelen bir talep degildir; bu daha çok iktidar güçlerinin kendi aralarindaki uyusmazliklarin ve çikar çatismalarinin bir ürünüdür. Sistem buna hazir olmadigi için siyasi kriz derinlesiyor ve 1960 yilinda ordu ‘millet ve devlet adina’ yönetime el koyuyor.

e- Ordu müdahalesinden kisa bir süre sonra 1961’de hazirlanan yeni Anayasa toplumun kismen demokratik taleplerini dikkate alan, kisi hak ve özgürlüklerine vurgu yapan bir içerige sahip oldu. Rejim organlarinin pozisyonu, konumu, görev ve sorumluluk alanlari yeniden düzenlendi. Tek parti yönetiminden çok partili sisteme geçerken tespit edilen rejimin siyasi, idari ve hukuksal bosluklari yeniden belirlendi. Parlamentoya ayrica senato dahil edildi. Fakat devletin üniter yapisina ve ideolojik niteliklerine dokunulmadi.

f- 1961 Anayasasi’nin dogurdugu yeni sistem geçmise göre daha demokratik ve ileri özellikler tasimasina karsin, Türkiye’nin tarihsel, toplumsal ve kültürel yapisini dikkate almadigindan uzun ömürlü olmadi. Siyasi kriz 1960’li yillarin sonunda daha da derinlesti. Toplumsal kutuplasma, sinifsal ve politik farkliliklarin yarattigi ideolojik çatismalari rejim açisindan tehlikeli bir düzeye çikartti. Türk Silahli Kuvvetleri o dönemin Cumhurbaskani’na 12 Mart 1971’de verdigi muhtira ile sivil hükümeti istifa ettirdi.

g- 12 Mart muhtirasi sonrasinda sekillenen sistem, toplumsal ve politik gelismenin hizini kesemedi. Genel olarak toplumsal sinif ve kesimlerde politik yükselis önemli bir ivme kazandi. Bu, 12 Mart Muhtirasi sonucunda sistemde toplumsal güçler lehine yapilan demokratik ve özgürlükçü bir düzenlemeden kaynaklanmiyordu. Söz konusu muhtiranin böyle bir amaci zaten yoktu. Her zaman oldugu gibi, çesitli kiliflar içinde gerekçe uydurmak Türkiye’deki iktidar güçleri için geleneksel bir manipulasyondu. Ordunun sivil hükümeti yönetimden uzaklastirmasinin temel gerekçesi, hükümetin, artan terör ve anarsinin önlenmesi yönündeki yetersizligi olarak gösteriliyordu. Uluslar arasi düzeyde devam eden soguk savas rüzgarlarinin yol açtigi komünizm hezeyani, egemen güçleri, kisa süreli bir tedbir için de olsa, harekete geçirmisti. Kisi hak ve özgürlükleri ve özellikle siyasallasan Kürt hareketini önlemeye yönelik caydirici olabilecek baski yasalari disinda 1971 Muhtirasi kurumsal bir degisiklik yapmadi. 1961 Anayasasi’nin belirledigi parlamento, milletvekili, Senato ve temsilciler oldugu gibi birakildi.

h- Rejimin siyasi organlari ve güçleri arasindaki uyumsuzluk ve yetki karmasasi hükümetlerin istikrarli bir sekilde isleri yürütmelerini zorlastiriyordu. Sistem demokratik degildi ve geleneksel politikalarla sorunlar çözülmeye çalisiliyordu. Bu kronik sag yaklasim toplumsal kesimlerden yükselen taleplere, bildigi klasik usulle karsilik veriyordu. Kitlelerden yükselen taleplere kulak tikamak, siyasi krizi derinlestiriyordu. Öncelikle Kürt ulusal hareketinde kaygi verici bir yükselis söz konusuydu. Türkiye’de açik bir kaos oldugu, ideolojik çatismalarin yogunlastigi, sistem partilerinin birbirlerinin girtlagina yapistigi bir süreç yasanmaya baslamisti. Milletvekili ve senatörlerin parlamentoda toplumun degisik kesimlerini temsil kabiliyetleri zaten yoktu. Sistem ve kurumlar toplumsal gelismeler karsisinda tamamen tikandi. Parlamento islemez hale geldi. Koalisyona dayali MC (Milliyetçi Cephe) hükümeti, hükümet etme yetenegini kaybetti. Siyasi uzlasma kültürünün gelismemis oldugu bir ülkede sorunlari çözebilecek kisilerden veya kurumlardan sorumluluk beklemek bosunadir. Toplumsal ‘psikolojik kosullari önceden adim adim hazirlanmis olan bir askeri darbenin böylece ayak sesleri gelmeye basladi ve nihayet 12 Eylül 1980’de Askeri Darbe gerçeklesti: parlamento dagitildi, hükümet düsürüldü.

TC sisteminin yaklasik altmis yillik uzun tarihinin özeti böyle.

12 Eylül Askeri Darbesi (1982) Anayasasi

12 Eylül 1980 Askeri darbesinin ürünü olan 1982 Anayasasi, geçen zaman içinde kimi önemsiz degisikliklere ugramasina karsin, bir çok sosyal, etnik, siyasal, ekonomik ve kültürel sorunun kaynagi olarak hala yürürlükte bulunan Türkiye Cumhuriyetinin en uzun ömürlü Anayasasi’dir. Belirtmek gerekir ki, bu Anayasa, ayni zamanda hem devlet terörünün hem de fraksiyoner terörünün temel kaynagidir.

Söz konusu Anayasa ile sistemde yapilmis olan önemli degisiklik, senatonun varligina son vermek olmustur. Bunun disinda rejimin yapisinda ve egemenlik biçiminde geçmis resmi yaklasimlar ayni katilikla korunmustur. Bu yaklasimlar demokratik kosullarin ürünü olmayan Anayasalarin düzenledigi rejim organlarinin bir biçimine ve iliskisine karsilik düsen parlamenter sistemin Türkiye gerçekleri planinda yetersiz kalmasinda belirleyici olmustur. Türkiye’yi parlamenter sistemin bu biçiminden diger biçimlere, yani yari-baskanlik veya baskanlik sistemine zorlayan faktör, sürekli sorun ve istikrarsizlik yaratan bu yetersizligi asma ihtiyaci olmustur. Böyleyse, enine boyuna düsünülmeden, Türkiye’nin ve Türkiye’de yasayan etnik ve ulusal topluluklarin gerçekleri göz önüne alinmadan, herhangi bir Anayasal düzenleme veya sistemi degistirme çabasi sonuçsuz kalacaktir.

Bir sistemin konumu, yetki ve etki alani, iliski biçimi ve isleyis tarzi bir bütündür. Bu nitelikte hiçbir sistem yetersiz kalmaz. Sistemin yetersizligi, siralanan bu bütünün içinde var olmasi zorunlu olan iliskilerin hayat bulacagi imkanin yanlis veya eksik kurgulanmasindadir. ABD, Fransa, Kanada, Finlandiya, Rusya Federasyonu, Hindistan gibi ülke Anayasalari bu imkânlari kapsayan güçlü bir öngörünün ürünüdürler ve ayni zamanda iyi birer örnektirler.

Türkiye’de demokratiklesmenin temel sarti, her seyden önce toplumsal, siyasal ve ekonomik boylamlari titizlikle gözeten uzlasmaya dayali demokratik bir Anayasa’nin varligidir. Anayasa bir sistemin islevsel, yasamsal ve stratejik temelidir. Böyleyse, baskanlik sistemi tiplerinden biri öngörülürken, öncelikle nerden baslanmasi gerektigi çok iyi bilinmelidir. Bir Anayasa toplumsal gerçekleri, kalici ve sürekli olgularin varligini, sosyal ve politik yönsemeleri, istek ve tercihleri kolektif bir kurgu üzerinde insa etmedikçe, demokratik bir nitelik kazanmaz ve insan yasamini ve gelecegini güvence altina alamaz.

12 Eylül ürünü olan 1982 Anayasasi’nin tosladigi duvar, bu olmustur!

5- Degisim Isteginin Görünümleri

Türkiye’de uzun zamandan beri Anayasa ve sistem degisikligi sorunlari tartisilmaktadir. 1982 Anayasasi’na yönelik genel bir toplumsal degisiklik talebi sürekli söz konusu edilmistir. Akademisyenler, siyasiler, aydin yazar-çizerler ayrica bu degisikligin gerekli olduguna iliskin genel bir görüs ve egilim ortaya koymuslardir. 2002 yilindan bu yana özellikle siyasi çevreler ve parlamentoda temsil edilen partilerin temsilcileri son zamanlarda bu soruna daha çok odaklanmis görünüyorlar. Bunlarin arasinda su anda hükümet etmekte olan Adalet ve Kalkinma Partisi (AKP), Anayasa ve sistem degisikligi konusunda daha fazla istekli ve hararetli bir tutum sergiliyor. 12 Eylül 2010’da Anayasa Degisikligi Referandumu sonucunda %57.88 oy oraniyla kabul edilen degisikliklerle, 10 Agustos 2014’te, Cumhurbaskani, halk tarafindan seçildi ve sistem tartismalari cumhurbaskani agzindan güncelligini korumayi sürdürdü. Fiili durum gösteriyor ki, devlet baskanligi ve sistemin diger organlarinin halihazirdaki pozisyonlari, yetki ve iliskileri parlamentarizmden kayarak yeni bir çehre almaya dogru yönelmis bulunmaktadir.

AKP Parti hükümeti, bakan ve milletvekillerinin, Cumhurbaskani R.T Erdogan’in isaret ettigi istikamette göre davrandiklarina/davranacaklarina kimse kusku duymuyor. Bu nedenle birinci agizdan R.T Erdogan’in egilimli oldugu baskanlik tipini analiz etmek, egilimlerin hangi yönde sekillenip seyredecegini tespit etmek açisindan yararli olacaktir.

6- Nasil Bir Baskanlik Tipi?

Daha önceki bölümlerde belirtildigi gibi, parlamenter sistemden baska uygulamada çok sayida ülkenin benimsedigi iki baskanlik sistemi tipi vardir: Yari-Baskanlik sistemi ve Baskanlik sistemi. Türkiye’de tartismanin odaginda olan baskanlik tipi, ikincisidir.

Türkiye’de 10 Agustos 2014 tarihinde düzenlenen halk oylamasinda seçilen Cumhurbaskani R.T.Erdogan’in seçilmeden önce sik sik vurguladigi ve arzuladigini ima ettigi baskanlik tipi, bu ikinci tiptir. Seçildikten sonra da Yari-Baskanlik tipini ne kavramsal düzeyde ne de ima yoluyla ifade etmedigine göre, odaklandigi baskanlik tipi, bu ikinci tip olmalidir. Bu kanaati güçlendiren açik bir diger durum, Türkiye’de yapilan Anayasa degisikligi sonucunda, Cumhurbaskaninin halk tarafindan seçilmesiyle Yari-Baskanlik sistemine fiilen geçilmis olmasidir. Tartismalar baskanlik üzerinden devam ettigine göre, istenen ikinci tip baskanlik sistemidir. Bu incelemenin konuyla ilgili taradigi R.T. Erdogan’a ait TV’lerde ve yazili basinda yer alan açiklamalari veri alindiginda da sonuçlar, ayni baskanlik tipine isaret ediyor.

Gerek R.T. Erdogan gerekse hükümette bulunan AKP kurmaylari, eski ve yeni basbakanlar da dahil, baskanlik sisteminin uygulamadaki örneklerinden hangisini tercih ettikleri konusunda herhangi bir ülkedeki modeli isaret etmis degiller. Bu konuda bir görüs olusturmak veya bir öngörüde bulunmak için elimizde yeterli veri bulunmamaktadir.19 Mayis 2016 tarihinde Türkiye TV kanallarindan birinde Türk Gençleriyle birlikte konuk olan Cumhurbaskani R.T. Erdogan’in, söylesinin bir bölümünde, baskanlik sisteminden bahsederken, genel olarak Latin Amerika ülkelerini örnek vermesi dikkatten kaçmamistir. Fakat somut bir görüs olusturmak için bu genellemenin yeterli bir veri olacagini sanmiyoruz. Yine de burada soruna iliskin olusturulacak hipotezler açisindan bu veri göz ardi edilmeyecek kadar önemli görünmektedir.

Incelememizin önceki bölümlerinde yari-baskanlik veya baskanlik sisteminin uygulandigi ülkelerdeki basarisina, o ülkelerin sahip oldugu tarihsel, politik ve kültürel mirasin yani sira, o ülkelerin sosyolojik ve kültürel yapisinin temel olusturdugunu belirtmistik. Türkiye tarihsel, sosyal ve etnik planda çok farkli kültürel boylamalara sahip bir cografyadir. Siyasal rejim bu temel olgulara göre sekillenmelidir. Demokrasiyi, toplumsal barisi, siyasal ve ekonomik istikrari garanti altina alacak olan bu temeldir.

6.1-Kültürel ve Etnik Realite

Türkiye, sosyolojik, etnik ve kültürel bakimdan farkliliklara dayanan bir ülkedir. Bu farkliliklar üniter devlet yapisi içinde zaman zaman sosyal, sinifsal ve siyasal sorunlarin büyümesinde agirliklarini koyabiliyorlar. Çok uluslu bir yapiya sahip olan Türkiye, ideolojik planda, bu farkli olgulari yok sayiyor. Homojenlik bu ideolojinin kati bir paradigmasi çerçevesinde politize olmustur. Bu ideolojik paradigmaya göre, Türkiye halkinin %99’u müslümandir. Yine politize olmus bu paradigmaya göre, Türkiye’de yasayan herkes Türk’tür. Somut verilerse, üniter egemenlik ideolojisinin bir hezeyani( deliriumu) olan bu homojenik iddianin tersini söylüyor:

1)- Türkiye’de insanlarin benimsedigi inançlar temelinde çok sayida dinsel topluluk, kurum ve cemaat var. Degisik inanç sistemlerine göre yasayan farkli mezhep ve tarikatlar var.

2)- Türkiye’de yasayan herkes Türk degil. Türkler Türkiye’de yasayan Türk olmayan etnik gruplarin toplami karsisindaki etnik azinliklardan biridir. Arap, Laz, Çerkez, Abhaza gibi topluluklar disinda yaklasik 35 milyon Kürd ve Ermeni var.

Türü, tipi ve biçimi ne olursa olsun; belli bir siyasal sistem, belli bir sosyolojik temel üzerinde insa edilir. Bu sosyolojiyi ontolojik baglamlari içinde ele almayan hiçbir sistemin yasama sansi yoktur. Sosyal olgu, kendine uygun bir siyaset tarzi ve siyasi sistem üretir. Rejimi olusturan, bu sosyal olgunun türevleridir. Böylece siyasi olgulara biçim veren, sosyal olgunun karakteridir. Bazi hallerde kosullar siyasi olguyu sosyal olgunun önüne koysa da, siyaset türedigi olgudan bagimsiz hareket edemez. Aralarindaki bir kopukluk veya tutarsizlik sosyal olguyu siyasal olguyla aninda karsi karsiya getirir. Bu kaçinilmaz karsi karsiya gelis, mutlak olarak siyasetin aleyhine sonuçlanir.

Türkiye, siyasi tarihi boyunca bu gerçegi tecrübe etmis ülkelerden biridir. Toplum ve siyaset sürekli bir çatisma halinde olmustur. Bu çerçeveden bakildiginda Parlamenter sistemin çöküsünü hazirlayan kosullar, parlamentarizmin yetersizligi degil, Türkiye’de siyasal rejimin göz ardi ettigi kültürel, etnik ve ulusal gerçekliklerin (olgularin) yarattigi sorunlardir. Türkiye’de Parlamentarizm ve ona bagli rejimin öteki siyasal organlari, söz konusu sosyolojik ve kültürel gerçekliklere göre degil; ideolojik ve siyasal olarak varligini homojen ve üniter bir yapiya dayandirdigindan sürekli zaafa ugramaktadir.

Sözü edilen temel sosyolojik olgular ihmal edildikçe, rejimde hangi siyasal organin konum ve alanini degistirseniz, sonuç farkli olmayacaktir.

6.2- Türkiye’de Ölü Dogan Bir Sistem: Yari Baskanlik

Türkiye, 10 Agustos 2014 yilindan beri fiilen yari baskanlik sistemi ile yönetiliyor.

Yeni olmasina ve yetkileri tartisma konusu edilmesine karsin Cumhurbaskani R.T. Erdogan, Fransa ve Polonya örnegindeki baskanlardan çok daha etkin hareket ediyor. Hem iç hem dis politikada oynadigi rol basbakani ve bakanlar kurulunu geride birakmis görünüyor. Parlamento ve yasama üzerindeki agirligi tartisilmayacak derecede artmis bulunuyor. Parlamentoya, örnegin Meclis Iç Tüzügünü degistirmeleri için talimat veriyor! Su yasayi çikarin, bunu ilga edin diyebiliyor. Öyle ki, yari baskanlik sisteminin kurumlastigi Rusya Federasyonu’nda süper düzeyde etkin olan devlet baskani Viladimir Putin’in karizmasi, R.T. Erdogan’inkine göre halihazirda önemsiz kaliyor. Öte yandan seçildigi iki yildan bu yana hukuksal ve yönetsel alanlar üzerinde gücünü iyice artirdigi gözlenen Cumhurbaskani, Türkiye’nin kronik ve temel sorunlarindan biri olan Kürd Sorunu’na karsi, baslangiçta muhafaza ettigi olumlu ilgisini kaybetmis görünüyor. 7 Haziran 2016 seçimlerinden hemen sonra artan kimi terör eylemleri ile ilgili bir beyanatinda açikça ‘ Kürd sorunu yoktur,’ dedi. Bununla birlikte devletin yapisi ve siyasal rejimin idari ve kurumsal niteligi konusunda daha tutucu bir egilim içine girdiginin belirtileri giderek daha da netlik kazaniyor. Her firsatta, üniter devletin ideolojik bir argümani olan ‘ Tek millet, Tek devlet, tek bayrak’ söylemini dillendirmekten geri kalmiyor.

Hatirlatmak gerekiyor: Yari baskanlik sisteminin uygulandigi ülkelerin basinda gelen Fransa,1958 Anayasasi’nda devletin üniter niteligine vurgu yapmis olmakla birlikte, sonradan bu yaklasimin Fransa’nin sosyolojik ve etnik dogasina aykiri olan yanlarini görmüs ve 2003’te basta Korsika’nin statüsü olmak üzere bölgesel desentralizasyona olanak taniyan düzenlemeler yapmak zorunda kalmistir. O zamana kadar sik sik toplumsal sorun yasayan ve terörle bogusan Fransa, bu demokratik düzenlemelerden sonra önemli oranda terör olaylarindan ve siyasal kutuplasmalarin yol açtigi toplumsal çatismalardan az çok yakasini kurtarabilmis, siyasi sistemi büyük ölçüde rahatlatmistir.

Fransa’da, üniter devlet yaklasiminin yol açtigi toplumsal, siyasal ve ekonomik aksakliklari giderme yönünde, özellikle yerel yönetimlere iliskin bölgesel idari planlama gereksinimleri 2003’ten çok önce, daha 1981 yilinda Cumhurbaskani F. Mitterand tarafindan tespit edilmisti. Bu tespitten, Türkiye’nin almasi gereken çok önemli bir ders vardir. Mitterand sunlari söylüyordu:

‘Fransa’nin kurulabilmesi için, geçmiste, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinme duyulmustur. Bugün ise, dagilmamasi için, siyasal iktidarin agirlikli olarak yerel yönetimlere birakilmasi zorunlu hale gelmistir.’

Rusya Federasyonu, bilindigi gibi,89* birime bölünmüstür. Bu federasyonu olusturan birimler ve cumhuriyetler merkezi hükümetten bagimsiz, kendi kendilerini yöneten topluluklardan ve devletlerden olusmaktadir. Rusya Federasyonu, Duma Meclisi ve Federal Meclis olmak üzere çift meclislidir. ABD ve Fransa’dakine benzer nitelikleri vardir. 450 üyeli Duma, halk temsilcilerinden; 178 üyeli Federal Meclis, cumhuriyetlerden, eyaletlerden ve özerk bölgelerden ikiser temsilciden olusmaktadir.(ABD’de meclis ve Senato)

Rusya çok uluslu, çok karmasik bir etnik yapi göstermekle birlikte cumhuriyetlerin, eyalet ve özerk bölge statüleri açik biçimde belirlenmis ve bunlarin her birinin bagli bulunduklari kendi anayasal çerçeveleri vardir. Rusya federasyonu bir bakima bagimsiz cumhuriyetler ve birimler federasyonu olarak tanimlanabilir. Ayrica, nüfüs orani ve yasadiklari cografi alan miktari ne olursa olsun Rusya’daki etnik topluluklar kendi dil ve kimliklerine, esit siyasi haklara sahiptirler. Bu durum, halkalarin bir arada yasamasi, toplumsal gelisme, çogulcu kültürel zenginlik ve ekonomik ilerleme için uygun bir ortam olusturuyor.

Türkiye’de baskanlik sistemiyle birlikte Türkiye’de yasayan degisik kültürel ve ulusal topluluklara karsi siyasi yaklasim tarzinda da hem ideolojik hem de pratik degisim sarttir. Bu açidan Rusya Federasyonu dikkate alinmasi gereken degerli örnekler sunuyor.

Saha genisligi bakimindan Rusya ile Türkiye’nin idari ve demografik farklari,etnik ve cografik özellikleri zorlastirici bir rol oynarsa -ki bizce bu ihtimal yoktur- Fransa’dan baska, Polonya modeli ayrica parlak örneklerdendir.

Aksi takdirde, iki yildir uygulamada olan yari-baskanlik modeli, ölü dogmus bir model olarak siyasi tarihe geçer- kanimizca geçmistir de. Bu modelin bu haliyle Türkiye’de bir arada yasama, toplumsal barisa, çogulcu demokratik anlayisin hakim olmasina bir katkisi ve etkisi olmaz.

AKP hükümeti ve Cumhurbaskani Erdogan’in özel ajandasinda yari-baskanlik degil de baskanlik sistemi varsa, Baskanlik sisteminin ayrica toplumun demokratiklesmesinde, toplumsal baris ve huzurun saglanmasinda neden avantaj veya dezavantajlarinin oldugunu tekrar gözden geçirmekte fayda olacaktir.

6.3- Baskanlik Sistemi

1787’de Kurucu Meclis tarafindan kabul edilen bugünkü ABD Anayasasiyla birlikte uygulamada olan baskanlik sistemi, o tarihte 13 ayri koloninin temsilcilerinin üzerinde anlasip uzlastiklari modern zamanlarin ilk federal devlet modelinin bir yansimasi olarak varlik bulmustur. Bugün dünyanin pek çok ülkesi bu sistemle yönetilmektedir. Özellikle çok kültürlü, çok uluslu ve farkli etnik topluluklari barindiran ülkelerde bu sistemin iyi isledigine, demokrasinin gelismesinde önemli rol oynadigina, sosyal barisi ve siyasal istikrari sagladigina inanilmaktadir.

Bu sistemin temel özelligi, heterojen bir toplumun, baska deyisle birbirinden farkli toplumsal ve kültürel niteliklerin özgürce bir arada veya yan yana olmasidir.

ABD disinda, Latin Amerika’da Meksika ve Venezuela bu tipteki ülkelerdir. Bu ülkelerin sosyolojik ve etnik temeli ile siyasal rejim organlari ve Anayasalari birbirine çok benzerler. Dogal olarak Baskanlik sistemi tipleri de bu benzerligi yansitmaktadirlar. Durum bu planda ele alindiginda, örnek verilen bu ülkelerdeki baskanlik sistemlerinin de uygulamada genel olarak basarili bir performans ortaya koyduklarini göstermektedir.

Latin Amerika ülkelerinde baskanlik sisteminin zaman zaman kritik siyasi kaymalara müsait olmasini, Anayasalarda belirtilen güçler ayriligi çerçevesinde, siyasi organlarin kendi bagimsiz niteliklerini etkilemeye yönelik dis girisimler karsisinda yeterli duyarliligi ve gerekli direnci ortaya koyamamalari ile açiklamak bizce daha dogrudur. Bu durum, federal ve özgür bölgelerin siyasi statülerinin yapisindan ziyade, sekilsiz bürokrasinin cesaretlendirdigi siyasi yöneticilerin kisisel özelliklerinden kaynaklaniyor olabilir. Federal yerel baskanlarin yani sira ülkedeki merkezi federal cumhuriyetin baskanlarinin kisisel özellikleri de baskanlik kurumunun zaman zaman otoriter bir egilime kaymasinda rol oynayabilir. Otoriter egilim böylece palazlanma imkâni bulabilir. Yasa buna imkân vermiyor, ama insan böyle bazen gözü kör bir sapmaya açik bir varliktir da. Ne yazik ki, demokrasi ve siyasi kültürün egemen olmadigi toplumlarda, bunun için alinabilecek hiçbir önlem yoktur. Ayrica kisisel tutkulardan tamami ile münezzeh insani bulup seçmemize yardimci olacak hiçbir imkan da yoktur. Yine de bu gibi durumlar sözü edilen ülkelerde siklikla rastlanan bir egilim degildir. En kutsal ilkeyi çigneme cesareti, sadece bürokraside mevcuttur! Bu bir yana, Türkiye’ye dönelim…

Baskanlik sisteminin bu örneklerinden sonra Türkiye’de baskanlik sisteminin hangi görünümleriyle karsilasilacagi pek kestirilemiyor. Türkiye’de demokrasi bilinci, uzlasma gelenegi ve barisçil siyasi kültür zayiftir. Dogasi geregi üniter devlet yapisi, ülkedeki toplumsal düzenin otoriter olmasina bütün ideolojik araçlariyla birlikte zemin hazirlayan bir olgudur. Türkiye devleti ideolojik olarak homojen bir toplulugu ve buna ait kültürel degerleri öne çikartan bir yaklasim sergilemeye devam ediyor.

Oysa gerek yari-baskanlik gerekse de baskanlik sisteminin uygulamada oldugu ülkelerin hemen çogunda varlik bulan rejimlerin nitelikleri ve yaklasimlari çogulcu kültürel etnik ve ulusal olgulara paralel sekillenmistir. Otoriter kaymalara açik oldugu düsünülen Latin Amerika’daki baskanlik sitemlerinde bile bu paralellik hem siyasal hem de anayasal düzeyde gözle görülür biçimde gözetilmektedir.

Durum böyleyken Türkiye egemenlik biçimi hala Türk etnisitesine dayali ideolojik bir paradigmada israr ederse, öngörülen baskanlik sistemi tipi uygulamada bu çogulcu kültürel, etnik ve ulusal farkliliklar üzerinde nasil insa edilebilir?

6.4- Türkiye’de siyasi çikmaz, Baskanlik Sorunu degil, Kürd Sorunudur

Yukarda deginilen olgular, Türkiye’de demokrasinin sik sik tikanmasina, toplumsal kutuplasma ve çatisma ortaminin devam etmesine, zaman zaman genel bir tedirginlige yol açan etnik savas gibi yikici sonuçlari olan olaylarin yasanmasina yol açiyor. Savasin etnik ve ulusal aktörü Kürtlerdir ve bu savas yogunlugunu zaman ve kosullara göre derece derece düsürüyor veya yükseltiyor. Türkiye siyasal rejiminin ideolojik yaklasimi ve egemenlik biçimi degismedikçe Kürd sorunundan dolayi giderek daha fazla can ve mal kaybina yol açan, ulusal ve etnik kutuplasmayi derinlestiren; demokratik iliskileri tikayan, barisçil ve uzlasma kültürünün gelismesi önünde engelleyici bir rol oynayan bu savas derece derece aratarak devam edecek gibi gözüküyor.

Kürd sorunu siyasi bir sorundur. Çözümü de siyasidir. Kürtler 30 miliyona yakin bir nüfusuyla yasadiklari bölgelerde ve Kurdistan’da, bu anlamda bir siyasi hakka ve statüye sahip degiller. Bu demokratik, kültürel ve siyasi haklar Türkiye Kurdistani’nda çesitli Kürt grup ve partileri tarafindan sikça vurgulaniyor ve bu çerçevede yogun bir demokratik mücadele söz konusudur. Ayrica Kürtler geçmise göre, kendilerine siyasi bir statü taninmasi yönünde daha atesli çalismalarda bulunmaya devam ediyor. Bu sosyolojik, etnik ve ulusal gelismeleri öngörmeyen ve bunun ilerde yaratabilecegi sorunlari savsaklayan herhangi bir sistem degisikligi, Türkiye halklarinin gelecegini güvence altina alamaz ve demokrasinin gelismesine katkida bulunamaz. Bu anlamda Türkiye’deki siyasi çikmaz, baskanlik sorunu degil, temelde Kürd sorunudur.

Bu sorun Türkiye gibi çogulcu kültürel, etnik ve ulusal farkliliklari barindiran ülkelere bakilarak kolaylikla çözülebilecek bir sorundur. Belli farklarla bölgesel statüler konusunda Fransa; önemli görünümlerle etnik ve ulusal çerçevede Rusya Federasyonu; ayrica bu paralelde etnik ve ulusal nitelikli partilerin varliklarini güvence altina alan Polonya ve Hindistan tecrübeleri, sözü edilen çözüm için makul imkânlar sunuyor. Iki yüz yildan fazla bir zamandir uygulamada olan istikrarli siyasi sistem biçiminin en caziplerinden ABD, yine bu sistemin birer türevi olan Meksika ve Venezüela örnekleri, Türkiye için önemli ölçüde yararlanilabilecek modeller olarak göz önüne alinabilir.

Sosyolojik, etnik ve kültürel temele uymayan hiçbir sistem, barisçil, demokratik bir nitelik kazanamaz. Bu anlamda Türkiye’de baskanlik sistemini yeniden insa ederken, bu sosyolojik olguyu göz ardi eden bir yaklasim, demokrasiye degil, otoriterizme davetiye çikartmaktan baska bir is yapmis olmaz.

Türkiye devleti kurulus dogasi ve paradigmasi geregi zaten otoriter bir sisteme sahiptir. Öyle de olsa bu tip bir siyasal yapiya dünyada yer verilecek bir ülke kalmamistir. Dolayisiyla bu devlet dogasi ve paradigmasi degismedikçe, sistemin herhangi bir organini yasal yetkilerle güçlendirerek yeniden sekillendirmek, demokratik bir reform olarak nitelendirilemez. Böyle bir yaklasim özellikle Kürtleri gerer; hakli neden ve gerekçelerle onlari kutuplastirip ayristirir. Türkiye’de çatisma ve etnik savas borazanlari çalmaya devam eder!

6.5- Baskanlik Sistemi ve Kürtler

Bir bütün olarak Kurdistan cografyasinin kuzeyi Türkiye Cumhuriyetinin egemenlik sahasi içindedir. Kürtler bin yillardir yogunlukla bu bölgede yasamaktadirlar. TC devleti kurulusundan hemen sonra Kürtlerin bütün kültürel, ulusal-etnik ve siyasi haklarini inkar etti, onlarin varligini, dilini ve varligini yok saydi. Türkiye devleti üniter yapisiyla egemenlik biçimini Türk etnisitesi üzerinde insa etti. Onun ideolojik argümanlari, bu yüzden tek millet, tek devlet, tek bayrak olgusu etrafinda biçimlendirilerek ifade edildi, ediliyor.

Kürtler, cumhuriyetin kurulusundan bu yana toplumsal, kültürel ve siyasi haklarinin verilmesi çerçevesinde mevcut devletten talepte bulunuyorlar ve bu çerçevede mücadele ediyorlar. Ne var ki TC devleti bu taleplere karsi her seferinde çok sert yöntemlerle karsilik verdi, vermektedir. Katliamlara basvurdu, Kürt nüfusunu dagitmak için asiretleri dagitti; aydin ve siyasi önderleri idam etti; demografik yapiyi çökertmek için bir çogunu kitleler halinde Kurdistan’dan uzaga Türkiye’nin bati bölgelerine sürdü. Üniter egemenlik devlet ideolojisine göre zaten ‘Kürd diye bir halk’ yoktu. Onlar da Orta Asya’dan gelen dagli Türklerin bir koluydu! Dogal karakterlerini, kültür ve dillerini bu yaklasim dogrultusunda ‘Türk karakteri’ içinde asimile etmeye çalisti. Ne var ki yalan ve uydurmalar üzerine insa edilen bu yaklasimin ürünü olan politikalar bu dogrultuda basarili olmadi. Bugün Türkiye’de Kürt ve Kürdistan sorunu hala toplumsal, siyasal ve etnik kutuplasmayi besleyen, demokrasinin kurumlasmasi ve toplumsal barisin gerçeklesmesi önünde büyük bir engel olarak varligini sürdürüyor.

Bu gerçege gözünü kapatan egemen siyasi güçler, sistem partileri ve resmi bürokratik kurumlar geçmisin ideolojik etkisinden hala kurtulabilmis degiller. Birakalim Kürt sorununun varligini, Kürtlerin bir halk ve ulus olarak varligini bile hala yarim cümlelerle telaffuz eden Türk siyasileri, parti ve parti liderleri var. Bu kesimlerde bile Kürtlerin varligini yarim cümlelerle ifade etmenin tarihi yenidir. 1991 yilinda seçim çalismalari için Diyarbakir’a gelen Dogru Yol Partisi (DYP) lideri Süleyman Demirel burada ilk defa ‘Kürt’ kelimesini agzina aldi ve ‘ Kürt realitesini taniyoruz,’ dedi. TC devlet adamlarinin ikinci kusagini temsil eden S. Demirel’in bu yaklasiminin temelinde siyasi bir amaç yoktu; seçimler nedeniyle partisine Kürtlerin bir kisminin destegini saglamayi amaçlayan pragmatik bir yaklasim vardi. Amaç buydu ki, seçimlerden sonra bu yaklasimin siyasi düzeyde lafi bir daha edilmedi.

En son AKP lideri ve bugünkü Cumhurbaskani R.T. Erdogan, 2002 yilinda, yapilacak genel seçim öncesinde, Diyarbakir’da, ‘Kürt realitesini taniyoruz’ diye tekrarladi ve ekledi: ‘Kürt sorunu, benim sorunumdur.’ dedi. R.T. Erdogan’in bu çikisi Kürtlerin ilgi ve sempatisiyle karsilanmisti. Kürt sorununun çözümüne iliskin yaygin bir kanaat olustu. Bu tarihten sonra Haziran 2015 tarihinde ayni kisi, bir süre önce Urfa’nin Suruç ilçesinde PKK örgütünün üstlendigi bir eylem dolayisiyla gazetecilerin sorularindan birini yanitlarken; ‘ Ne Kürt sorunu? Kürt sorunu diye bir sorun yoktur!’ deyi verdi.

Yeri gelmisken Cumhurbaskani R.T Erdogan’in degisen bu tutumunun arka planini hatirlatmakta yarar vardir. 2002 yilindan bu yana Kürtlere sicak mesajlar gönderen ve ilgisini bu çerçevede gösteren o günün basbakani, bugünün devlet baskani Erdogan ‘çözüm süreci’ adi altinda ifade ettigi toplumsal baris ve demokratiklesme paketinin hayata geçmesi için Kürtlerin degisik kesimlerini, örgüt ve partilerini degil, terör örgütü diye niteledigi PKK’nin etki ve kontrolü altindaki BDP’yi muhatap aliyordu. Vaktinde bu tutumunun altinda bir samimiyetsizligin bulunduguna isaret eden Kürd aydinlari olmustu. Ne var ki Kürt siyasetindeki felsefi ve fiziki daginiklik ve PKK’nin dayandigi kitlesel siyasi güç ve manipulatif medya araçlari bu gerçegin hemen fark edilmesine imkan vermiyordu.

Sonuçta PKK’nin terör eylemlerini gerekçe göstererek Kürt sorununa karsi giderek katilasan Cumhurbaskani Erdogan’in bu tutumunu, cumhuriyetin geleneksel ideolojik temeli olan yaklasima geri dönmek olarak yorumlamak, haksizlik degildir.

Gerçek buysa, Baskanlik sisteminin Türkiye ve Kürtler için yeni bir sey getirmeyecegine iliskin kuskulara sahip olmak, yersiz degildir. Baskanlik sistemi, bunun hangi tipi ya da modeli örnek alinirsa alinsin, her seyden önce özgür çogunlugun kendi statüsünü kendisinin tayin etme ve gelecegi hakkinda karar verme üzerinde kendi tasarruf hakkini ve iradesini kullanma kosuluna dayaniyor. Kürtleri yok sayan, onlarin hakki olan sosyal ve siyasal statülerini açikça kabul etmeyen bir siyasi yaklasim, baskanlik sistemiyle Türkiye’ye yeni bir sey getirmis olmayacaktir. Türkiye cumhuriyeti siyasi tarihinde bugüne kadar olan sorunlar daha da artarak devam eder.

Baskanlik sistemi, Kürtlere esit ve ayri, bir arada veya yan yana bir statü hakki tanimadan gerçeklesme kosullarina sahip olmaz. Türkiye’de demokrasinin ve demokratiklesmenin ön kosulu da budur. Kürtlerin esit ve ayri, özgürce bir arada veya yan yana statüsü, federal sistem içinde mümkündür. Baskanlik sistemlerinin uygulamada oldugu ülkelerin hemen hepsinde, federal rejimler söz konusudur. Türkiye’de öngörülen baskanlik tipi bunlardan farkli olmayacaktir. Öyleyse, Anayasa yapimi süreci dahil, öngörülen baskanlik sistemi toplumun sosyal, çogulcu kültürel, etnik ve ulusal gerçekliklerine dayanmak zorunda. Anayasa, bu gerçekliklerin dogasina, iradesine ve siyasi konumuna uygun bir uzlasmanin ürünü olmali ve bu gerçeklikleri kati biçimde güvence altina almalidir. Benzer sorunlarla bogusan ülkeler bu yol ve tecrübelerle daha az zaman, daha az ekonomi ve enerji harcayarak, sorunlari kisa sürede çözmeyi basarmislardir. Kürtlerin federatif bir statü içinde konumlarinin belirlenmesi, Türkiye’nin, cumhuriyetin kurulusundan bu yana karsilastigi kronik toplumsal kutuplasmalari, etnik ve ulusal çatisma gibi sonu olmayan sorunlari da büyük ölçüde çözmesini kolaylastiracaktir. Bu statünün, baskanlik sisteminin siyasi istikrara katkisini artiracagi ve itibarini yükseltecegi ayrica bu çerçevede belirtilmelidir.

Baskanlik sistemi veya rejimin diger organlari ile ilgili her degisiklik ya da düzenleme Kürtleri, Kürt partilerini, Kürt siyasetini dogrudan veya dolayli ilgilendiriyor ve etkiliyor. Kürtler, siyasi bir taraf olarak bu süreçte yer almazlarsa, Türkiye’nin mevcut durumdan daha ileri bir noktaya ulasmasi, hayal olur.

Anayasal Süreç ve Kürtler

Baskanlik Sistemine iliskin, ayrica zorunlu olarak yapilacak Anayasa degisikligi bu bakimdan yeterli degil. Sözü edilen çözümleyici sonuçlari elde etmek için uzlasmaya dayali yeni bir Anayasa’nin yapilmasi gerekir. Kürtlerin siyasi taleplerinin dikkate alinacagi bir yaklasimi mevcut Anayasa’da yapilacak bir degisiklikle hayata geçirmek ve güvence altina almak olanakli degil. Baskanlik sistemi beraberinde bir çok kurumsal temel düzenlemeyi gerektirir. Ayrintilara girmeden bu kurumsal düzenlemelerden seçim sistemi ve partiler sistemi üzerinde kisaca durmak özellikle önemlidir.

Kürtler ve Partiler

Kuzey Kurdistan’da, Kürtleri temsilen resmi bir Kürt partisi yok. Mevcut Anayasa’ya göre var olabilmesinin kosullari da yok. Fakat yasalardaki bosluklardan yararlanarak en azindan Kürtlerin temsiliyeti üzerinden bazi çalismalar yapilmis ve Kürt ulusal haklarini merkeze alan yasal bir parti 2002 yilinda kurulmustur. Hak ve Özgürlükler partisi, Türkiye Anayasasi çerçevesinde, siyasi parti yasalarina göre kurulmus olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi ve Yargitay tarafindan sik sik denetlenmekte, hukuksal ve yasal baskilarla karsi karsiya gelmektedir. Buna ragmen simdiye kadar hem yerel hem de genel seçimlere üç dönem üst üste katilmayi basarabilmis tek ‘Kürt partisidir.’

Ancak Türkiye’deki seçim sisteminden kaynaklanan sinirlandirmalardan, örgütsel kimi sorunlardan ve baska siyasi baskilardan dolayi halihazirda Hak ve Özgürlükler Partisi’nin önemli bir kitle gücüne ve destegine sahip oldugu söylenemez.

Kuzey Kurdistan’da Kürt veya Kurdistan ismiyle parti kurma çalismalarini yürüten çesitli dernekler, cemiyetler ve egilimler, Anayasal engellerden dolayi hala bir çok sorunla karsi karsiyadirlar. Bu yönde adim atan partilerden halihazirda Türkiye’de Kurdistan Demokrat Partisi (PDK-T) 03.10.2014; Partiya Azadi ya Kurdistan (PAK) 29.10.2015; Parti ya Sosyalist a Kurdistan (PSK) kurulus dilekçelerini 30.05.2016 tarihlerinde T.C. Iç Isleri bakanligina sunmus bulunmaktadirlar. Adi geçen partilerin tüzüklerinde yer alan kimi maddeler, Anayasa’ya aykiri içerikte oldugu gerekçesiyle, söz konusu partilerin tüzükleri Iç isleri bakanliginca henüz onaylanmis degil. Ilgili partilerin yöneticilerinden alinan bilgilere göre, Tüzük ve Programlarinda Anayasa’ya aykiri madde, kavram ve ifadelerin yer aldigi iddiasiyla, bunlarin Anayasa’nin ilgili maddelerine ve partiler sistemi yasasina göre yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde söz konusu partilerin, Anayasa’nin ilgili maddeleri kapsaminda Anayasa Mahkemesi tarafindan kapatilma tehdidi ile karsi karsiya oldugu belirtilmektedir.

Yukaridaki partilerin karsilastigi bu Anayasal sorunu, kurulusundan hemen sonra, Hak ve Özgürlükler partisi de yasamisti. Kurulus dilekçesini Iç isleri bakanligina verdikten bir süre sonra Yargitay Bassavciligi söz konusu partinin tüzük ve programini esas alarak**, ilgili programin ‘Dünyada Degisim ve Yapilanma’ bölümünün son kisminda ve tüzügün 3. maddesi ‘ Partinin Amaci’ kapsaminda yer alan bazi bölümlerin Anayasa’nin baslangiç’i ve 2.,3.,14.,68. maddeleriyle 2820 sayli Siyasi Partiler Kanunu’nun 78. maddesinin (a) ve (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a) ve (b )bentlerine aykiriligi saviyla Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HAK-PAR) Anayasa’nin 69. maddesinin besinci fikrasiyla 2820 sayili kanunun 100. Ve 101. maddesinin (a) bentleri uyarinca kapatilmasi istemiyle iddianame hazirlamis ve Anayasa Mahkemesi bu dogrultuda dava açmistir.*

Yargitay Bassavciliginin esasa dayanarak hazirladigi bu iddianamenin önemi, bir siyasi partinin amacinin Anayasaya aykiri olup olmadigina iliskin ileri sürülen yönleri degil; Hak ve Özgürlükler Partisi hukukçularinin ilgili iddialara karsi gelistirdikleri savunmadir. Hukukçular, bu davada, Anayasa’ya aykiri oldugu ileri sürülen ilgili maddeleri, geleneksel hukuk ve yasa yorumlarina basvurarak degil, öncelikle uluslar arasi hukuk normlarini ve açiklama özgürlügü kriterlerini temel alarak savunmuslardir. Böylece Yargitay Bassavciligi’nin ilgili Anayasa maddelerine dayanarak hazirladigi iddianame bertaraf edilerek, burada ileri sürülen iddialar çürütülmüstür. Bu anlamda HAK-PAR’in bu davasi ve savunmasi tarihsel, hukuksal ve siyasal bir degere sahiptir. Kürtlerin bu davayi ne kadar önemsedigi fazla bilinmemektedir. Kürt siyasi çevrelerinin ayrica bu davayla elde edilen mesruiyet olanaklarinin ne kadar farkinda oldugu da bilinmiyor. Ancak bu davanin, TC tarihinde Kürt sorunu ve siyaseti karsisinda, özellikle TC Anayasasi çerçevesindeki maddelerin hükümsüz birakilmis olmasindan dolayi, elde edilen önemli bir siyasi ve hukuki kazanim oldugu burada belirtilmelidir.

a- Anayasa’da belirtilen, devletin tekligi ilkesi (m.80), savunmanin devletin ‘tekil varligi’ karsisindaki yorumla hükümsüz birakilmistir.

b- Siyasi partiler yasasindaki sinirlandirmalar (m.81. a,b.)yasa hükmünü kaybetmistir.

c- Daha önemlisi dava esasini teskil eden Hak-Par tüzük ve programinda yer alan,HAK-PAR, ‘ (…) demokratik hukukun normlari içinde, Kürt ve Türk halkinin esitligi temelinde, demokratik ve federal tarzda yeniden yapilandiracak.’ vurgusu geleneksel üniter devletin egemenlik biçimi karsisina federal devlet yapilanmasi diskurunu resmen kurmus bulunmaktadir. Vs…

6.6- Baskanlik Sistemi ve Federasyon

Bu çalismanin kapsaminda belirtildigi gibi baskanlik sistemlerinin uygulamada oldugu ülkeler, genellikle çogulcu kültürel, farkli etnik ve ulusal olgularla varlik bulmuslardir. Federasyon, birden fazla bagimsiz birimin olusturdugu özgür ve esit bir birliktir. Bu anlamda federal devletin varligi, tekçi, üniter bir yapi içinde mümkün görünmemektedir. En az iki esit siyasi birimin, ortak ilke ve kurallar baglaminda üzerinde anlastiklari ortak bir Anayasa ile federal siyasi birlik, baska bir deyisle federal devlet gerçeklesebilir. Bu durum ayni zamanda ortak cografyada veya cografi sinirlari bakimindan birbirine yakin farkli ulusal ve etnik gruplarin sözü edilen çerçevede sagladiklari siyasi birligi de tanimlar.

Federal devletlerin temel özelligi, her birinin esit ve ayri oldugu istikrarli siyasi güçlerin merkezi birligidir. Bu merkezi birlik, kaynagini ve gücünü ortak Anayasa’dan alan siyasal ve idari yetkileri demokratik usul ve esaslara göre paylasir. Bu özelligiyle federalizmin temel kosulu demokrasidir. Demokratik olmayan hiçbir yapida, federalizmin gerçeklesme zemini ve imkanlari yoktur.

Baskanlik sistemi, özgür ve siyasi açidan esit taraflarin ortak iradesinin bir ürünü olarak gerçeklestigi takdirde federal demokratik bir nitelik kazanabilir.

Heterojen, çogulcu kültürel ve farkli topluluklarin bir arada veya yan yana, özgürce ve baris içinde yasamasi, bunlarin toplumsal varliklarini ve siyasal esitligini güvence altina alan demokratik bir Anayasa’nin varligiyla mümkündür. Türkiye baskanlik sistemine geçerken, etnik ve sosyolojik yapiyi bu açidan dikkate almali, farkli kültürel ve etnik topluluklarin Yeni Anayasa yapimi sürecine aktif katilmalari saglanmalidir. Bu sürece Türkiye’nin temel gerçeklerinden biri olan Kürtler özellikle dahil olmalidirlar.

Türkiye’de öngörülen Yeni Anayasa’ya ve baskanlik sistemine demokratik içerik ve nitelik kazandiracak olan temel toplumsal unsur Kürtlerdir. Bu katilimin aktif siyasi öncülügünü yapmak da HAK-PAR’a düsüyor. HAK-PAR, hazirliklarin hizla ve kapali kapilar ardinda yapildigi bu siyasi sürece dahil olmak istedigini, vakit kaybetmeden, kamuoyuna açikça deklere etmelidir. Tabii ki, Kürtleri temsil eden bir taraf olarak…

Neden HAK-PAR?

Kürt ve Kürdistan sorununa odakli bir siyasi programa sahip bulunan Hak ve Özgürlükler Partisi, pratikte Kürtleri temsil etme ve haklarini savunma misyonunu üstlenmis bir partidir. HAK-PAR bu misyonu tüzügünde ve siyasi programinda açik bir biçimde belirtmistir. Daha da önem arz eden tarafi, söz konusu partinin varliginin, tüzügünün ve programinin mevcut Anayasa Mahkemesi tarafindan kabul edilmis olmasidir. HAK-PAR Türkiye’de ‘Kürt ve Türk halkinin esitligi temelinde, demokratik ve federal tarzda yeniden yapilanma hedefi’ dogrultusunda Anayasa Mahkemesi’nde yaptigi savunma ile üniter devletin ideolojik paradigmasini, siyasi ve idari yapisina iliskin kati anlayisi yasal ve hukuksal düzeyde yikmistir.

Neticede Anayasa Mahkemesi’nin 29.1.2008 tarihinde verdigi kararla HAK-PAR’in savunmasinda ileri sürdügü hukuksal gerekçeleri hakli görülüerek, kaynagini hala yürürlükte bulunan Anayasa’dan alan Yargitay Bassavciligi’nin iddialarini bosa çikartmis bulunmaktadir. Bu savunma, ilgili sinirlandirici ve baskici yasalarin pratikte artik hüküm gücünün kalmadigi anlamina gelmektedir. Böylece üniter devlete iliskin geleneksel ideolojik yaklasim ve siyasi duyarlilik pasifize olmus; Türkiye’nin sosyolojik ve etnik-ulusal gerçekligi kabul görmüs; daha da önemlisi, Türkiye rejiminin mevcut siyasi ve idari yapilanmasi tartismaya açilma imkâni bulmustur. Baska bir anlatimla, cumhuriyetin temel ilkeleri denilen ideolojik argümanlar ve degistirilmesi teklif bile edilemeyen kurucu Anayasal kriterler, bu davayla etkilerini ve yaptirim olanaklarini kaybetmis bulunmaktadirlar.

Yargitay Bassavciligi’nin HAK-PAR’i kapatma ile ilgili açtigi dava, siyasi nitelikli bir davaydi. Anayasa mahkemesi bu iddianame çerçevesinde karar vermis olsaydi, devletin geleneksel ideolojik ve politik yaklasimi hakim olmaya devam edecekti. Ancak Anayasa Mahkemesi, bu tuzaga düsmedi ve tersinden karar vererek HAK-PAR’in tüzük ve programini mesru buldu. Bu da Türkiye’de temelde ve yapida kimi degisikliklerin daha kolay yapilabilecegine iliskin olumlu isaretlerin oldugunu gösteriyor. HAK-PAR gerek baskanlik sistemi gerekse yeni Anayasa tartismalari baglaminda olsun, süreçte aktif yer alarak bu davada edindigi hukuksal tecrübeyi iyi kullanmali ve elde ettigi hukuksal ve siyasi kazanimlari daha somut zeminlere tasiyabilmelidir.

HAK-PAR’dan baska Kürt ve Kurdistan sorununa odakli diger Kürt parti ve olusumlarinin kullanabilecekleri böyle bir imkân yok. Hak-Par onlara göre daha ileri bir siyasi konuma ve hukuksal imkânlara sahiptir. Öncelikle hükmi sahsiyeti olan bir partidir. Ayrica Kurdistan’da var olan Kürt odakli kisi, kurum ve partilerle sicak iliskiler içindedir. Yani sira Kurdistan’in diger parçalarindaki kardes Kürt kurum ve partileriyle karsilikli saygi ve yardimlasmaya dayali iliskileri en üst düzeylerde devam ediyor. Giderek uluslar arasi insan haklari kuruluslariyla, demokrat ve humaniter örgütleriyle ve siyasi partileriyle de diyalog ve isbirligi gibi iliskiler gelistirmeye çalistigi gözleniyor. Itibari ve imaji temiz olan bu partinin hükümet çevresiyle, kimi partilerle, STK’larla da diyalog içinde olma olanagi var. Bu özellikleriyle ve bu olanaklarla, HAK-PAR’in siyasi düzeyde Kürtleri temsil eden partilerden biri olarak, Türkiye’de artik kaçinilmaz hale gelen bu degisim sürecine katilarak her düzeyde öncülük etmesi tarihsel bir görev anlamindadir.

Bu görevi tarihsel kilacak olan, HAK-PAR’in kapatilmasina dayanak olan yasalarin öngörülen yeni Anayasa tartismalarinda bir daha yer almamasini saglayacak hukuksal ve siyasal argümanlara sahip olma hakkiyla bunlari ileriye tasiyabilme kabiliyetidir.

6.7- Baskanlik Sistemi, Anayasa ve Hak-Par

Baskanlik sistemi Anayasal bir olgudur. Bu da gösteriyor ki, bu sistemle birlikte tartisilan Anayasa sorununda, HAK-PAR edindigi hukuksal ve siyasal tecrübeyi bu sürece katma kabiliyetine fazlasiyla sahiptir. Ayrica HAK-PAR birbirini siyasi açidan bütünleyen yeniden yapilanma ve Kürt Sorununu bu baglamda siyasi öncelikleri arasina alma olanagini kullanabilir. Programinda bu önceliklere açikça vurgu yapilmistir: ‘Türkiye’de üniter yapi etnik, kültürel, dilsel çogulculuk (…) sorunlarini çözümleyecek konumda degildir.’ derken, Tüzügünde, Amaç kisminda bu öncelikli sorunlarin çözümü konusunu, ‘Partimiz, Türkiye’yi idari, siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak; evrensel demokratik hukukun normlari içinde, Kürt ve Türk halkinin esitligi temelinde, demokratik federal tarzda yeniden yapilandiracak,’ diye açikliyor.

Önceki bölümlerde belirtildigi gibi baskanlik sisteminin uygulamada oldugu ülkelerin ezici bir çogunlugu, HAK-PAR’in programinda açikladigi esaslar üzerinde biçimlenmislerdir. Anayasalar da federal sistemin dikey ve yatay iliskilerini, birinin digerinin iradesine ve alanina dogrudan müdahale etmeyecek biçimde esit ve ayri fakat ayni zamanda birbirlerini denetleyen ve frenleyen mekanizmalarla demokratik tarzda düzenlemistir. Türkiye’nin sosyolojik, çogulcu kültürel ve ulusal gerçekligi göz önüne alindiginda; Anayasal temelde konum ve yetki alani belirlenmis bir baskanlik sisteminde, toplumun demokratiklesmesi, siyasi ve ekonomik istikrarin saglanmasi önünde risk olusturan bir dezavantaj bulunmamaktadir. Daha da önemlisi, sistem dogru esaslar paralelinde kurulursa; toplumda farkli ideolojik ve etnik farkliliklar arasinda kutuplasma ve çatisma yerine baris ve güvenin hizla tesis edilmesinde risk olusturabilecek bir dezavantaj için maddi temel kalmaz. Toplumsal uzlasamaya dayali bir Anayasa, rejimin siyasi organlarini esit hukuksal ilkeler baglaminda iktidari paylasmayi esas alan bir tarzda düzenlemisse, uygulamada birinin digerine kendi iradesini zorla dayatmasi zaten söz konusu olamaz. Burada temel kalkis noktasi, sosyolojik ve kültürel, ideolojik ve politik gerçekligi gözeten uzlasmaya dayali demokratik bir toplum insa etmek olmalidir. Böyle bir toplum için Türkiye gerçekligi önünde hiçbir engel yoktur. Türkiye’de sorun, rejimin veya siyasi aygitin, yani devletin gücünü ve egemenligini halktan almasi ve sadece ona dayanmasidir. Egemenligi halktan almayan hiçbir siyasi rejimin mesruiyet kaynagi yoktur. Türkiye yeni dönem için demokratik ve çogulcu bir toplum projesi öngörüyorsa, bu kriterleri önemsemek zorunda. Demokratik ülkelerde örnekleri bulunan baskanlik sisteminin dayandigi mesruiyet kaynagi ve anlami budur.

6.8- Baskanlik Sisteminin Riskleri ve HAK-PAR

Baskanlik sisteminin kimi riskli dezavantajlarinin olabilecegine dikkat çekenlerin sayisi az degildir. Daha önce de belirtildigi gibi, bu riskler kurumsal anlamda baskanin kullanabilecegi yetkilerinden ziyade baskanin kisisel özelliklerinden kaynaklanabilecek davranislari çerçevesinde degerlendirilmektedir. Oysa böyle bir sistemde bir çok bakimdan baskan böyle bir keyfiyete veya yasal olmayan davranisa yönelme imkanina sahip degildir. Karsisinda onun kararlarini denetleyen güçlü bir yasama ve davranislarini frenleyen güçlendirilmis bir yargi erki vardir. Ayrica baskan sabit bir süre için halk tarafindan seçildigi için kolay kolay yetki alaninin disina çikan davranislar sergileme cesaretini gösteremez. Bir diger caydirici faktör, baskanin yasama tarafindan ‘suçlandirma’ mekanizmasiyla karsi karsiya gelebilecek olmasidir. Dolayisiyla bazi durumlarda geçici patirti ve gürültüye yol açsa da belirtilen kisisel özellikler rejim için ciddi bir risk olusturacak biçimde büyük problemlere yol açmaz. Bill Clinton ve Monika Lewinsky iliskisini hatirlayiniz!

Seçim Sistemi ve Parti Sistemi

Bununla birlikte çogulcu kültürel, etnik ve ulusal realitelere sahip toplumlarda, siyasi açidan temsilin araçlari üzerinde ise önemli bir risk yaratacagi söylenebilir. Tecrübe, baskanlik sisteminde, küçük partilerin seçimlerde giderek ilgiyi kaybettiklerini ortaya koyuyor. Gerek yari baskanlik gerekse de baskanlik sistemlerinde olsun, seçim sistemlerinden kaynaklanan usul nedeniyle, kitlelerin güçlü görünen partilere yöneldikleri ve bu durumun küçük partilerin varligini tehlikeye düsürdügü yolunda hakli görüsler vardir. Bu görüsler hakliysa, HAK-PAR ve diger Kürt partileri ciddi bir sorunla karsi karsiya gelebilir demektir.

Basta Hak-Par olmak üzere diger Kürt partilerinin bu yönde almasi gereken hayati önlem, partiler sistemi ve seçim sistemi konusunda, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Sistemi Kanunu kapsaminda degisiklik yapilmasini saglamaktir. Baskanlik sisteminin olumsuz sonuçlarindan biri olan bu sorunun olumsuz etkilerinden korunmak için bu degisiklikler sarttir.

Bu degisiklik dogal olarak baska bazi siyasi tedbirlerin alinmasini da beraberinde getirir. Örnegin, Kürt Sorununa odakli politika yapan partilerin, öngörülen Anayasa degisikligiyle Türkiye genelini kapsayan bölgelerde seçimlere katilma gerekçeleri ortadan kalkacaktir, kalkmalidir. Böyle olmazsa, sorun çikacaktir. Kürtler bu sorunu birakin tatmin edici bir biçimde tartismis olmayi, gündemine bile almis degiller. Yukarda açiklanan hedefler çerçevesinde uzlasmaya dayali bir Anayasa hazirlandiginda, dogal olarak Kürt partileri Kurdistan’da, yerel siyasetin aktörleri olarak rol oynayacaklardir. Baska bir deyisle Kürt partilerinin sistemin diger partilerinden ayri olarak varlik kaynaklari ve statüleri farkli olacaktir. Kendi bölgesini temsil etmek için Türkiye’nin diger bölgelerinde de seçime girme zorunlulugu bu partiler için olmamalidir. Mevcut durumda Siyasi Partiler ve Seçim kanunu Kürt partileri için- halihazirda HAK-PAR için- kisitlayici kosullar ortaya koyuyor. Ilgili kanuna göre, mesela, bir partinin seçimlere katilabilmesi için en az 41 ilde ve ilçelerinin en az üçte birinde örgütlenmis olmasi zorunludur. Ayrica seçimlere katilan partilerin, Türkiye geneli için toplam kullanilan oylarin %10’nu alarak belirlenen baraji geçmeleri gerekmektedir. Aksi halde örnegin, il bazinda seçmen sayisi 949.559 bin olan Diyarbakir’da seçime katilan HAK-PAR kullanilan oylarin %90’ini alsa bile buna tekabül eden 11 milletvekili adayi meclise giremeyecektir. Bunlar yerine, Türkiye barajini geçmis bir partinin Diyarbakir’da birer 1 oy almis olan adaylari, adi geçen ilin milletvekilleri olarak meclise girebileceklerdir!

HAK-PAR Ne Yapmali?

Bu açidan bakildiginda Siyasi Partiler yasasinin, esitlik ilkesine tümüyle aykiri, anti demokratik bir muhtevaya sahip oldugu görülmektedir. Türkiye genelinde güçlü bir halk desteginden yoksun ve fakat yogunlukla ve yeterince destek aldiklari bölgelerde seçimi kazanan partilerin adaylarinin ‘seçim barajina’ takilmalari hak esitligini açikça çigneyen, halk iradesini hiçe sayan, yaralayici, adaletsiz ve anti demokratik bir uygulamadir.

Bu yasa ve uygulama sonuçlari halkin iradesini ve özgür tercihini sifirlamaktadir.

Baskanlik sistemi, kaynagini halktan alan bir sistemdir. Bu yaniyla halkin iradesini ve tercihini bloke edecek hiçbir anti demokratik yasa ve uygulamaya bu sistem geregi yer olmamalidir. Bunun için Hak-Par, siyasi bir taraf olarak, öncelikle bu anti-demokratik yasalarin kalkmasi için çaba sarf etmelidir. Bu kapsamda sistemi demokratiklestirecek bir yasalar ve uygulamalar paketine sahip olmak zorundadir.

Bu baglam içinde, azinlik ve özerk statüsü olan bölgeler için Polonya ve Hindistan’daki uygulamalardan iyi sonuçlar alindigi söyleniyor. Polonya’da özerk bölgelerin partileri var ve bu partiler için ülke seçim baraji yoktur. Özerk bölgelerin partileri seçimlerde kendi aralarinda demokratik bir yarisa girer ve temsilcilerini parlamentoya gönderirler. Polonya genelinde seçime giren partiler içinse, küçük oranda bir baraj söz konusu; ancak bu baraj seçime katilan küçük partileri çok etkilememekte ve varliklari için bir tehdit olusturmamaktadir. Varliklari, seçime katilma usul ve kurallari Polonya Anayasasi tarafindan düzenlenmis ve güvence altina alinmistir.

Hindistan’da azinlik gruplarin, kabilelerin ve etnik topluluklarin ayrica yerel düzeyde kurulmus partileri vardir. Çogulcu demokratik bir yapida yasayan bu topluluklarin kültür ve dilleri, siyasi varliklari ve idari statüleri Anayasaca açikça belirlenmis ve güvence altina alinmistir.

SONUÇ

Parlamenter sistemin Türkiye’de çöküsü, bu sistemin yetersizliginin yol açtigi bir sonuç olarak degerlendirilemez. Türkiye’nin çogulcu kültürel, etnik ve ulusal realitelerini yok sayan üniter devlet yapilanmasi, bu sistemi islevsiz hale getirmektedir.

Yari-Baskanlik sistemi, siyasal erkin ve yürütmenin bir kanadini olusturan demokratik bir kurumdur. Parlamenter sisteme göre yürütme birimlerinin ve yasamanin bu sistemde daha islevsel oldugu belirtiliyor. Uygulanan ülkelerde demokratiklesmeye, toplumsal ve ekonomik gelismeye ve politik istikrara katkilar sagladigi görülmüstür. Türkiye’de halihazirdaki sistemi yari-baskanlik olarak tanimlayan hukukçu, akademisyen ve siyaset bilimcileri çogunluktadir. Bizce de öyledir, fakat bu ayni zamanda de facto bir görünüm arz etmektedir. Her seyden önce bu sistemin hukuksal ve yasal bir alt yapisi yoktur. Mevcut haliyle, baskanlik sistemi, ölü dogmus bir sistemdir. Bu savi hakli çikaran, halk tarafindan yaklasik iki yil önce seçilen Devlet Baskani R.T. Erdogan’in, sistemi hala hiçbir hukuksal ve sosyal temele oturtamayan tutumundaki belirsizligin devam etmesidir. Bu haliyle sistemin siyasi bir çikmaz içine girdigini söylemek, yersiz degildir. Bu siyasi çikmaz Türkiye’de rejimin kurumsal veya Anayasal organlarindan birinin konum, biçim ve fonksiyonu ile ilgili bir sorundan degil, Kürt sorununun bloke ettigi bir durumdur. Mevcut devlet baskaninin bu nasil bir ayak bagi olduysa, anlasilan, üniter devletin degismeyen ideolojik paradigmasinin etkisinde hareket eden, R.T Erdogan’in bu kisa süreli modeli için ayak bagi olmaya devam edecektir.

Türkiye’de mevcut sistemin kisa ömürlü mü olacagi yoksa insanlarin kaderini uzun vadede etkileyecegi bir sistem mi olacak? Türkiye’de bu sorular üzerinde yürütülen bir tartisma yoktur. Kürtler de tartismiyor. Oysa yari-baskanlik sistemini kilitleyen olgu, Kürt sorunudur. Kürtler, yari-baskanliga karsi degiller; bu sistem halklarin, bir arada, yan yana, esit ve ayri yasamasina katki saglayan demokratik bir mekanizmadir. Burada eksik olan sey, Kürtlerin sürece katilmasi için fiili ve samimi bir yaklasimin olmamasidir.

Yari-baskanlik için hukuksal bir alt yapi arayisindan öteye yol alan hükümet ve cumhurbaskani, bu kronik ve ideolojik yaklasimlarindan vazgeçmedikleri sürece, bu çikmazdan kurtulamazlar. Temsilde, ilkede ve yetkide reddedilen bir olgu, siyaseti asar.

Bu nedenle, Türkiye içinde bulundugu siyasi çikmazdan kurtulmanin yolunu, Kürtlerle birlikte hareket etmeden bulamaz. Kisacasi mevcut devlet ve hükümet Kürtlerle siyasi düzeyde oturmak ve anlasmak zorundadir. Bugün olmasa, yarin! Zira Türkiye’nin bu yol disinda, gelecegine güvenle bakabilecegi bir yol ve çikis yoktur.

Bu baglami geçmek için son söz sudur: Parlamenter, yari-baskanlik ve baskanlik sistemleri demokratik kurumlardir. Dünyada uygulamadaki biçimleri ve sonuçlarina bakildiginda, bunlari islevsel kilan ve bunlara demokratik bir nitelik kazandiran temel yaklasimin, yasmada, temsilde ve siyasal erkte paylasimi esas alan uzlasma oldugu görülmektedir. Bu çerçevede genis tabanli bir toplumsal uzlasma saglanmadan bir ülkede sosyal ve politik degisimlerin sorunsuz gerçeklesecegini beklemek, olanaksizdir..

Bu nedenle adi ve biçimi ne olursa olsun, Türkiye’deki degisim hareketine Kürtlerin siyasi bir taraf olarak destek ve katkisi olmadikça, degisimin sözde kalacagini hemen belirtmis olalim. Kürtleri bunun disinda tutmaya çalisan yaklasimlar, Türkiye’de yasayan halklarin, etnik ve ulusal realitelerin geleceklerini baskiya, zora ve teröre teslim etmekten baska bir is yapmamis olurlar. Demokrasi kilitlenir; toplumsal kutuplasma artar; ideolojik ve politik gerilim bu ülkede yasayan herkesi derinden huzursuz eder; dinsel ve mezhepsel, etnik ve ulusal çatisma alir basini yürür.

Hak-Par, bu kati gerçegi halka, STK’lara; sistem partilerine, parlamentoya ve hükümete kararlica hatirlatabilmelidir.

HAK-PAR sistemin temelden degisiminden yana bir partidir. Türkiye’de tartisilmakta olan baskanlik sistemi ve yeni Anayasa meselesini bu açidan ele almali ve tutumunu ona göre belirlemelidir. Baskanlik sisteminin ayrica etnik ve ulusal kazanimlari garanti alan bir anayasanin organik birimi olmasina dikkat edilmelidir. Zira bu sistemin kendisinden kaynaklanmasa da, yeni Anayasa yapilirken, elde edilen sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi kazanimlar güvence altina alinmadan geçilirse, hemen sonra toplumsal siyasi krizlerin yasanmasi kaçinilmazdir.

Programinda ve tüzügünde Kürt halkinin temel ulusal sorunlarina yogunlasmis HAK-PAR, Baskanlik Sistemiyle beraber Türkiye’de yeni Anayasa yapimi sürecinde örnek verilen ülkelerdeki demokratik uygulamalari ayrica tartismaya açmalidir. Bu demokratik ve siyasi nitelikteki uygulamalar artik dünyanin hemen her ülkesinde Anayasalara yansimakta, uluslar arasi hukuk baglaminda ve evrensel ilkeler çerçevesinde mesruiyetlerini muhafaza etmektedirler. HAK-PAR, baskanlik sisteminin hala tartisilmakta oldugu Türkiye’de, yukaridaki bölümlerde degindigimiz hukuksal ve yasal argümanlari ayrica destekleyici birer dayanak olarak sunarak varligini, kazandigi mesruiyet planinda garanti altina alabilir.

Bunu yaparken Hak-Par, ilkeli ittifaklar çerçevesinde ve Ulusal Bir Proje kapsaminda, diger Kürt kesimleri, sivil kuruluslari, örgüt ve partileriyle iliskilerini siklastirmalidir.

Kuzey Kurdistan’da HAK-PAR’in, milli demokratik siyasetin birligi çerçevesinde ana gövde oldugu görüsü yaygindir. Bu nedenle bu partinin siyasal sorumlulugu, var olan diger Kürt olusumlarindan daha fazladir.

Açiktir ki Kürtler Türkiye’de ve bölgede kritik bir süreçten geçiyor. Güney Kurdistan’da bagimsizliga dönük siyasi gelismeler bütün Kürt kesimlerini yakindan ilgilendiriyor ve bölgeyi etkileyecektir. Ortadogu’da süren savasin nerede ve nasil noktalanacagi belli degil. Kürtler bu kosullar seyrinde tarihsel tecrübeleri de göz önüne alarak ortak bir siyasi tutum içinde hareket etmezlerse, geleceklerini tayin edecek olan güçlerin kölesi olmaktan bir daha asla kurtulamayacaklardir.

*Ahmet Kaymak/ Hak-Par, PM Üyesi

20/06/2016-DIYARBAKIR

Yararlanilan Eserler, kaynak ve makaleler

1- Prof. Dr. Hasan T.FENDOGLU, BASKANLIK SISTEMITARTISMALARI

2- TÜRKiYE BAROLAR BiRLiGI Yayina Hazirlayan: Av. Teoman Ergül,Akara 2005

3- Fürkan ALYÜZ, TÜRKIYE’DE BASKANLIK SISTEMI TARTISMALARI ( Baskanlik Sistemi Türkiye için Uygun Bir Model mi? )

4- Maurice DUVERGER, A New PoliticalSiatem Model:Semi-Presidential Government, University of Paris I, France

5- Ertan BECEREN, Gökhan KALAGAN, BASKANLIK VE YARI-BASKANLIK SISTEMI; TÜRKIYE’DE UYGULANABILIRLIGI TARTISMALARI

6- Dr Ekrem Serim, Amerika’daki Baskanlik Sistemi,

7- Doç. Dr. Haydar EFE, Türkiye’de Hükümet Sistemi Tartismalari Çerçevesinde Baskanlik Sistemi ve Türkiye’de Uygulanabilirligi

8- Bünyamin BEZCI, Demokrasi Ve Baskanlik Sistemi, Mugla Üniversitesi

9- Hasan TUNÇ, Bülent YAVUZ, AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARIYLA BASKANLIK SISTEMI

10- Maurice DUVERGER, Siyasal Rejimler, Yeni Yüz Yil Kitapligi, iletisim yay.

11- Doç Dr Alican Kapti, Doç. Dr. Sebehattin Gültekin, Karsilastirmali Analizlerle Baskanlik Sistemi Ve Türkiye, Global Politika ve Strateji Rapor no: 2, 2015

12- M. Murali, Government of Tamilnadu, First Edition ‘ 2004

13- Hak ve Özgürlükler Partisi/Tüzük-Program, 2002

14- Resim Gazete, 1 Temmuz 2008, sayi: 26923

15- Arastirma Hizmetleri Baskanligi TBMM, KARSILASTIRMALI HÜKÜMET SISTEMLERI YARI BASKANLIK SISTEMI, Fransa, Polonya ve Rusya Örnekleri, TBMM Basimevi ‘ANKARA Kasim 2014

16- Arastirma Hizmetleri Baskanligi TBMM, Karsilastirmali Hükümet Sistemleri,Baskanli Sistemi :ABD, Arjantin, Azerbaycan, Brezilya ve Nijerya Örnekleri

17- G.Sartori: Neither presidentialism nor parliamentarism

18- Baskin Oran, Fransa’da ve Türkiye’de Üniter Devlet Sorunu

19- Prof. Dr. Ergun Özbudun: “Amerikan Tipi Baskanlik Sistemi Model Olabilir mi?”, Istanbul Sehir Üniversitesi, Adana Barosu Dergisi

20- Bilgehan EMEKLIER, FRANSA’NIN ETNIK KIMLIK SORUNLARINA POLITIK-PSIKOLOJIK BIR YAKLASIM: KORSIKA ÖRNEGI, Galatasaray Üniversitesi, Uluslararasi Iliskiler Bölümü Doktora Ögrencisi

21- Türk Anayasa Hukuk Sitesi, SPS, Resmi Gazete, Nesir Tar:24 Nisan 1983,Kabul Tarihi:22 Nisan 1983,Kanun No:2820,

22- Nur ULUSAHIN, TÜRKIYE’DE MEVCUT HÜKÜMET SISTEMININ NITELIGI VE REJIMIN BASKANLIK SISTEMINE KAYMASININ GETIRECEGI TEHDIT VE TEHLIKELER, Hukuk ve Iktisat Arastirmalari Dergisi

23- Dr. Abdulkadir YILDIZ, BASKANLIK SISTEMI VE TÜRKIYE

Ahmet Kaymak

Back to top button