Makale

Türkler ve Kürtler

Düsünce kurulusu BILGESAM’in 2 bin 922 kisiyle yaptigi arastirmanin sonuçlari üstünde durulmaya deger. Dün Zaman gazetesinin mansetten haber yaptigi bu arastirma Türklerin ve Kürtlerin bir arada yasama ve siddete karsi tutumunu ortaya koyuyor.

BILGESAM’in arastirmasinda ortaya çikan sonuçlar, Silvan saldirisindan sonra PKK’nin hayata geçirmek istedigi ‘devrimci savas stratejisi’ ne her iki halkin bir cevabi olarak okunabilir.

Türklerin ve Kürtler’in ortak bir gelecegi var mi sorusuna Türkler’in %70’i.7’si evet cevabini veriyor. Ayni soruya Kürtlerden alinan evet cevabi daha yüksek, %90.3.

Bu sonuç üzerinde durmak gerekir. Türkler’in ortak gelecege dair iradesi acaba Kürtlere nazaran neden daha az?

Bunun birçok sebebi olabilir. Sirasiyla izah etmeye çalisalim.

Türk halki açilim sürecinden sonra, Kürtlerle esit olma konusunda önemli bir algi degisimi yasadi. Kürt dili ve kültürü önündeki engellerin kaldirilmasi ve bir takim iyilestirmelere en radikal milliyetçi çevreler dahi, dikkate alinabilecek ciddi bir tepki göstermediler.

Anadolu’nun, Trakya’nin sehirlerinde Kürt sorunu artik siyaset kurumunun basaramadigi ölçülerde bir algi ve bilinçle tartisiliyor.

Geçenlerde uzun yillar CHP’de politika yapmis ve hala bu partide önemli bir konumda olan bir politikaciyla karsilastim. Bayram’da Trakya’yi gezmisti. Görüstügü insanlara açikça Öcalan’in affini dahi sormus ve, ‘eger bu kan duracaksa olsun da bitsin bu is’ diye cevaplar almisti. Bu CHP’li dostum, ‘Sunu gördüm, halk Kürt sorununda siyasetçilerin çok ötesinde duruyor, kavga istemiyor, bu kan dursun istiyor ve Kürtler’in esit haklar kullanmasina itiraz etmiyor’ diyordu.

Ben bu gözlemlerin dogru oldugunu düsünüyorum.

Fakat Türk halki bugün PKK’nin gerçeklestirdigi siddet ve terör eylemlerine hakli olarak çok tepki duyuyor. Her sey tersine sarmis gibi. Türk halki ne Foça’yi anlayabilir, ne Menemen’de Türk köylülerinin infaz edilmesinin hakli bir mücadeleyle iliskisi olabilecegini düsünebilir.

Türk halki PKK eylemleri nedeniyle, tehdit altinda oldugunu düsünüyor.

Bu tehdidin sebebini henüz elbette beraber yasadigi komsusu, akrabasi ve dostu olan Kürtte aramiyor. Ama Türklerin tamaminin böyle düsündügünü varsaymak da yaniltici olabilir.

Ortak gelecege cevaplarda her iki halk arasinda çikan farkin sebebini, Türk halkinin daha milliyetçi ve tehdit algisini daha yogun hisseden kesimlerde aramak gerekiyor.

Bunun da çok normal oldugunu düsünüyorum.

Devletin 90’li yillarda Kürt sehirlerinde izledigi mücadele konseptini, simdi PKK Türklerin ve Kürtlerin beraber yasadigi sehirlerde hayata geçirmis durumda. Canli bombalarin, infaz timlerinin sivillere ve askeri birimlere yönelen eylemleri hiz kesmiyor.

90’li yillardaki JITEM eylemlerinin benzerlerini simdi PKK Türk ve Kürt halkina karsi ve her iki halkin bir arada yasadigi sehirlerde gerçeklestiriyor.

Kürtlerin ortak gelecek sorusuna verdikleri cevabin yüksek oldugu görülüyor. Bu da geçmiste yasanan acilara ragmen, Kürt yurttaslarin PKK’nin gerçekçilikten uzak ve ütopik bir takim siyasi hesaplarina degil, Türk halkiyla ortak bir gelecege inanmaya devam ettigini ve bu inancin giderek güçlendigini gösteriyor.

Dolayisiyla siddetin harekete geçirdigi, bikkinlik ve yilginlik olarak da anlasilabilecek ‘ayriligi konusmanin zamani geldi’ türündeki fikirlerin Kürt toplumunda da Kürt toplumunda da ciddi bir karsiligi yok.

O halde PKK’nin izledigi siddet ve silahli mücadele anlayisinin bir zorlama oldugu ve siyasi zeminde hiçbir karsiliginin olmadigi da anlasiliyor.

Oysa PKK, Silvan saldirisindan sonra, bütün hesaplarini silahli mücadeleyle bu ortak gelecegi sarsmak üstüne insa etmisti. Murat Karayilan Silvan’dan sonra, ‘devrimci savas stratejisinin’ basladigi ve saldirilarin pes pese gerçeklestigi günlerde, metropollerde yasayan Kürtlerin ‘öz savunma’ gücü kurmalarini istemis, eger bu olamayacaksa, tekrar kendi sehirlerine ve terk ettikleri topraklara geri dönmelerini istemisti. Ama bu çagriya kimse kulak asmadi. Ne öz savunma gücü kuruldu ne kimse geri döndü. Kürtlerin yüzü Batiya ve Türk siyasi sistemine dönüktür. Bu gerçegi ne PKK ne BDP görmek istemiyor. BDP/PKK’yle temsil edilen anlayisin ve siyasetin asil açmazi da burada. BILGESAM’in diger sorularini yarin yorumlamaya çalisalim.

‘Akil adamlar’

Etnik çatismalarin sona erdirilmesinde ‘akil adamlar’ formülü, denenen ve bazi ülkelerde de sonuç veren bir formüldür.

Irlanda baris süreci bir bakima ‘akil adamlarin’ hazirladigi bir süreçti.

Bill Clinton’in girisimiyle bir araya gelen ‘akil adamlar’ Irlanda baris sürecinde önemli bir rol oynadi.

Türkiye’de de Kürt sorununun çözümü için bu formül, geçmiste epey tartisildi, ama bir türlü sonuç alinamadi. Geçen hafta yeniden gündeme gelen ‘akil adamlar’ meselesi asil olarak Basbakan Erdogan’in bir televizyon programinda kendisine sorulan bir soruya verdigi cevap üzerine basladi, ama ömrü de galiba kisa oldu.

Sanirim Basbakan’a ‘akil adamlar’ la ilgili o soru sorulmasaydi, böyle bir tartisma da olmayacakti.

Bunun sebebi de aslinda Türkiye’nin hala ‘akil adamlar’ formülünü tartisabilecek bir siyasi iklimde bulunmamasi.

Dünya deneyimleri, akil adamlarin görev yapabilmesi, taraflar arasinda saglikli bir müzakerenin ve diyalogun baslamasina öncülük etmesi için, çatismaya taraf olan gruplarin, örgütlerin artik siddetle ve terörle elde edilecek bir seyin olmadigina inanmis ve siyasi çözümü benimsemis olmalari gerektigini gösteriyor.

Bu açidan bakildiginda PKK’nin henüz siyasi ve demokratik çözüme inanmayan bir noktada bulunmasinin, herhangi bir baris girisiminin önündeki en ciddi engel oldugunu görmek gerekiyor.

PKK/BDP’nin izledigi politikalar, siddet ve terör eylemlerinin hizla tirmanmasi çözümün ve akil adamlar formülünün de önündeki en büyük engeldir.

Oslo süreci Türkiye’nin yasadigi Kürt sorununun tarihinde, merhum Özal’in girisiminden sonra en önemli baris girisimi olarak tarihe geçti. Ama PKK’nin barisa hazir olmamasi ve o müzakere asamasinda çözüm için gündeme gelen programin onu tatmin etmemesi yüzünden sona erdi ve Türkiye Kürt sorununda demokratik zeminde kalmaya gayret sarf ederken, PKK gerçeklestirdigi eylemlerle bu demokratik zemini her geçen gün biraz daha daraltmanin ve yok etmenin pesine düstü.

Oysa Türkiye halkiyla, hükümetiyle, Kürtlerin temel haklari söz konusu oldugunda önemli bir zihniyet degisimi yasadi. Kürt kimliginin, dilinin ve kültürünün kullanilmasi üzerindeki yasaklar kalkti. Tabu sayilan birçok konu tartisilir hale geldi. Açilim süreci hatasi ve sevaplariyla hepimiz için bir kazanim oldu.

Türkiye, olumlu bir siyasi iklimi, Silvan’da askerlerin sehit edildigi güne kadar korumayi basardi ve hala da israrla bu zeminde durmaya çalisiyor.

PKK’nin ‘devrimci savas’ adiyla ortaya koydugu strateji sürece egemen oldu. Bunun sonucu olarak da kanin akmadigi tek gün yok artik.

Bu siddet ve terör tehdidine elbette Türkiye kendini teslim etmeyecektir.

Ama maalesef bu siddet sarmali, Türkiye’nin demokratik zeminine darbe üstüne darbe indirmeye devam ediyor.

Ne yazik ki, siyasi, ekonomik, ve yasal tedbirleri içeren, yukardan asagiya sürdürülen, TBMM’nde temsil edilen partilerin ortak mutabakatiyla hayata geçirilen ve sokaktaki insanin da kendi imkanlarini, gücünü sürece katabilecegi bir baris asamasindan henüz çok uzaklardayiz.

Böyle bir sürecin yasanabilmesi ve ‘akil adamlarin’ devreye girmesinin, bugünkü kosullarda tek yolu var. PKK’nin kayitsiz sartsiz Türkiye topraklarini terk etmesi ve sivil bir parti olarak BDP’nin tek muhatap haline gelmesidir.

Öte yandan, uzlasma ve barisma süreci, çatismanin yillar içinde ortaya çikardigi baska sorunlari, geçmiste yasanan ihlalleri, kapsamak zorunda. Açilim sürecinde AKP ve BDP, sürecin iki mesru aktörü olarak görülüyordu.

AKP hükümeti basarabildikleri ve basaramadiklariyla hala sürecin en önemli aktörü durumunda.

Ama BDP için ayni seyi söylemek çok zor. BDP Kürt siyasetinin önemli bir misyon partisi olarak, görevlerini yerine getiremiyor. Siddet BDP’li politikacilarin da elini kolunu bagladigi gibi, BDP, çogu kez PKK’nin uyguladigi psikolojik harbin, basit bir propaganda organi haline gelmekten kendini kurtaramiyor. Söz söylyebilmeleri ve kendi güçlerini katabilmek bakimindan, Kürt sivil toplumu ve aydinlari için de giderek daralan bir süreç söz konusu. PKK bölgede AK Partili siyasetçilere yönelik baskilar uyguluyor, ve hatta daga kaçiriyor. Yani siyasi zemin o cografyada giderek daraliyor. Akil adamlar için öncülük yaptigi görülen bir takim kuruluslarin da bu tehditler altinda bulundugu bir gerçektir.

PKK kendi inisiyatifi içinde olmayan ve kontrol edemeyecegi herhangi bir baris girisiminin güçlenmesini istemez.

Silahlar susmadikça Türkiye’nin akil adamlar formülünü tartismasi, maalesef entelektüel bir faaliyet ve tartisma olarak kalmaya mahkumdur.

Todays Zaman

———————————————–

16 Eylül 2012

Orhan Miroglu

Back to top button