Yasarken ölmek ya da hayatinin efendisi olmak…
Hasan CEMAL
Ahmet günaydin;
Nasilsin sevgili kardesim?..
Sabah vakti bahçedeki çinar agacinin altina oturdum Bogaz’i seyrediyorum.
Hava güzel.
Isigiyla, esintisiyle sonbahar kendini hissettiriyor.
Senin deyisinle:
Huzurlu bir Eylül sabahi…
Böyle bir Eylül sabahi seni evden alip hapse atmislardi.
10 Eylül 2016.
Üç yil geçmis…
Üç yildir görüsemedik, birer kadeh rakiyla bagiris çagiris bir masanin etrafinda bulusamadik.
Despotlar hayatimizdan üç yilimizi çaldi.
Simdi ben Bogaz’a nazir çinarin hisirdayan yapraklarinin altindayim, sen de Silivri’deki hücrende…
Adaletsizlik bu.
Isyan ediyorum.
Elimden gelen bu kadar…
Neye yariyor ki?
Hayat ne kadar acimasiz…
Ne kadar hain…
Oturup sana bir iki satir yazmak istiyorum.
Ama vazgeçiyorum.
Yine o siradan ya da beylik satirlarimi alt alta dizmekten çekiniyorum.
Hep ayni seyleri tekrarlamak…
Temcit pilavi gibi…
Yil basinda, son kitabim da basilmayinca, T24’teki siyaset yazilarini kesmistim.
Yaziya küsmüstüm.
Dört bes ay kendi içime çekildim.
Ama olmadi, yapamadim.
Kendi kendimi tutsak ediyormusum gibi bir duygu yazisiz geçen her gün içimde dal budak sardi.
Sanki özgürlügüm elden gidiyordu.
Sanki sizleri hapse tikmis zulme karsi kayitsiz kaliyordum.
Ya da senin bir romanindaki o cümle gibi:
Yazi yazamayan
her yazar
ölüdür zaten.
Sevgili Ahmet kardesim;
Ben yasarken ölmek istemiyorum!
Ve yasarken ara sira birkaç satirla da olsa adaletsizlige kafa tutmak, hiç olmazsa iç özgürlügümü korumak istiyorum.
Bir baska deyisle:
Hayatimin efendisi
olmak istiyorum.
Çinar agacinin altinda soruyorum kendi kendime:
Kim kendi hayatinin efendisidir?
Bir ömür boyu sisler içinde gidip gelirken hayatimin efendisi olabildim mi?
Istedigim gibi yasadim mi?
Bogaz’a nazir oturmus kendi geçmisimi düsünüyorum, hayal kirikliklarini, yanilgilari, yenilgileri…
Sevgili kardesim;
Herhalde unutmadin.
Hayatin efendiligine dair bu satirlar senin:
Kim kendi hayatinin efendisidir?
Yillar önce San Franciscolu sarhos bir orospudan kaptigim bir hastalik gibi o tuhaf sorudan hiç kurtulamadim.
Gençligimin büyük bir kisminda rastladigim insanlara, ‘Acaba kendi hayatinin efendisi mi?’ diye baktim.
‘Kim kendi hayatinin efendisidir’ diye sordum.
Hayatini yalnizca kendi istekleriyle yasayabilen, kaderine ve gelecegine hükmedebilen kim vardi?
Ve eger hayatimizin efendisi biz degilsek, kimdi?
Ahmet Altan;
Hayatinin efendisi sensin!
Çünkü, gerçek seni ele geçiremedi, gerçegi eline geçiren sen oldun.
Üç yil önce evinden Silivri zindanina götürülürkenki duygu ve düsüncelerini okurken içim parçalandi:
Babamin kirk bes yil önce polis arabasinda giderken gülümsedigini görmesem,
Kartaca elçisinin iskenceyle tehdit edildiginde elini atese soktugunu babamdan dinlemesem,
Neron’un emriyle intihar etmek için sicak su dolu küvette bileklerini keserken Seneca’nin çevresindeki dostlarini teselli ettigini bilmesem,
Saint Just’ün daha 26 yasindayken giyotine gitmeden bir gece önce son mektubunda ‘Kosullar, sadece mezara girmemekte direnenler için zordur’ diye yazdigini,
Epiktetos’un ‘Bedenlerimiz köle olsa da zihinlerimiz özgür kalabilir’ dedigini okumasam,
Boethius’un en ünlü kitabini idam hücresinde yazdigini ögrenmemis olsam,
o polis arabasinda beni kusatan gerçeklikten korkabilir,
onunla alay edip parçalayacak gücü kendimde bulamaz,
cigerlerimden dudaklarima kadar yükselen gizli bir kahkahayla o cümleyi söyleyemez,
endiselenip sinebilirdim.
Ama sinmedin.
Kafa tutmaya devam ettin.
Sunu bil:
Senin özgürlügün beni de özgür kiliyor.
Iyi ki varsin Ahmet Altan.
Kucaklasip hasret giderecegimiz günler öyle uzak degil sevgili kardesim.
————————————————————–
Marmara Yerel Haber-12 Eylül 2019
Hasan Cemal