Makale

Yavuz Sultan Selim

Sali günkü yazida ‘Yavuz Sultan Selim’ köprüsünden söz edip konuyu biraz daha açacagimi söylemistim. O zamandan beri yer yerinden oynadi ve Taksim Gezi Parki eylemleri bütün gündemleri altüst etti. Gene de, önce söyledigimi yapip Yavuz Sultan Selim faslini kapatayim. Taksim’i daha çok konusacagiz.

Yavuz, Misir’i imparatorluga katan padisah olarak önemli bir is yapmistir, çünkü Misir büyük ve sürekli bir gelir demektir. Dolayisiyla Misir’in fethi Osmanli devleti için faydali oldu.

Ancak Türkiye’de yasayan Aleviler Yavuz Selim’in anisindan hazzetmezler. Iran’a sefere giderken otuz kirk bin Alevi’yi öldürttügüne göre, baska türlü duygular beslemeleri herhalde beklenemezdi. Bunu bile bile köprüye onun adini vermenin çok yanlis bir sey oldugunu yazmistim. Bunu tekrarlamama gerek yok.

Yavuz’un padisah oldugu (babasiyla ve kardesleriyle zorlu ve kanli bir mücadeleden sonra) dönemde, 16. yüzyilin ilk onyilinda, Sah Ismail Özbek Hani Seybanî’yi öldürerek Iran’da sahligini ilân etmis, Safevi hanedaninin kurucusu olmustu. Ismail’in babasi Haydar Akkoyunlu Yakub’la çarpisirken ölmüs, oglu da uzun zaman Siiler arasinda saklanip yetismisti. Iran’da egemen oldugu yerlerde Sii inancini resmî din haline getirdi. Uzun süredir iki yakasini biraraya getiremeyen Iran’da istikrari kurdu.

Güçlenen Iran’in gözünü batisina dikmesi, cografî konumunun dogal sonucuydu. Batiya bakinca görecegi de Osmanli Imparatorlugu’ydu. Müslüman bir Imparatorluk! Resmen Sünni olsa da, topraklarinda çok sayida Alevi yasiyor. Genel olarak, militan Sünni dedirtecek bir yapisi da yok. Ismail, bu kosullarda psikolojik ve ideolojik bir hamle ile baslamayi tercih etmisti. Yavuz da, özellikle Trabzon’da Sancak Beyi- Sehzade olarak bulundugu siralarda Ismail’in propaganda girisimlerini gözlemlemis, hattâ yeterince enerjik bir tepki göstermedigi için babasina (II. Bayezid) da içerlemisti. 1511’de Teke’de Sahkulu isyani basladi (ve bastirildi): ertesi yil da Selim padisah olmayi basardi.

Böylece, bu iki komsu, iki Müslüman devlet, Sii- Sünni mezhep ayriligi üzerinden kendilerini yeniden- kurdular. Osmanli toplumu böylece, Selim zamaninda daha koyu bir Sünnilik uygulamasina geçti. Bu, kurulus yillarinin, erken genisleme yillarinin özelligi degildi. O dönemlerde, tersine, din bakimindan devlet de, toplum da, çok daha esnekti. Yeniçeriler’in Bektasi olmasi, çok iyi bilinen bir olgudur. Bu esneklik aslinda Hiristiyan halklar arasinda kurulmus imparatorlugun daha kolay yayilmasina da katkida bulunuyordu.

Anadolu’da öncelikle Alevilere Sii propagandasi yapan Sah Ismail’e karsi (‘Hatayi’ mahlasiyla yazan bir Türk sairidir ayni zamanda) Yavuz Selim de sert bir Sünnilik’le karsi koyma kararini verdi.

Burada sorun Sünni/Sii ayriminda hangisinin daha esnek, daha ‘özgürlestirici’ oldugu konusu degildir. Sonuçta her ikisi de, ‘devletin resmî ideolojisi’ olarak ele alip uygulandigi için, ikisi de ayni derecede baskici olacaktir. Baskici olmanin yanisira, ‘resmî’ bir ideolojinin varligi, monolitik (yekpare) bir ideolojik- entelektüel dünyanin kurulmasi demektir. Osmanli’nin erken dönemlerinin çok önemli özelligi olan ‘ideolojik heterodoksi’ böylece, hizla, bir ortodoksiye dönüstü. I. Selim’in bu kosullarda bu ortodoksinin temellerini atmasi bu toplumun gelecegi bakimindan pek de yararli olmadi.

Bu gibi sorunlar, süphesiz, çok farkli yorumlara açiktir. Degisik perspektiflerden bakanlarin degerlendirmeleri de çok degisik olacaktir. Benim gözümde bir kisiyi olumsuz hale getiren özellikler bir baskasi için onun en önemli meziyetleri olabilir. Bunlari kesin bir sonucu baglamak da mümkün olamaz.

Dolayisiyla, bu ‘adlandirma’ politikalarindan vazgeçmek, en dogru yöntemdir. ‘Adlandirma’yi, ‘Ben seni böyle yasatacagim’ der gibi, bir baski politikasi getirmemek gerekir.

Yavuz Selim’i çok begenebilirsiniz. Ama Alevi öldürmenin yanisira, kardesleri Ahmed’le Korkut’u öldüren, babasini büyük bir ihtimalle zehirlemis, daha bes sehzadeyi, kardeslerinin çocuklarini öldürmüs bir padisahtan söz ediyoruz. ‘O zamanlar öyleydi,’ denebilir, bunun tartismasi da yapilir. Ama bu zamanlar da böyle. Köprünün, caddenin, meydanin bu adlarla anilmasini gerektiren herhangi bir sey yok.

Taraf -8 Haziran

Murat Belge

Back to top button