Makale

Yeni anayasa insasinda kim söz sahibi olacak?

Anayasanin toplum içindeki farkli kesimlerin baris içinde özgürlüklerden esit olarak yararlanabilmelerinin ilkelerini müzakere süreciyle, toplumsal mutabakat sonucu belirledikleri bir metin olmasi önemli.

Türkiye’nin ilk anayasa yapimindan ( 1876 ) 150 yil geçmesine ragmen halen yeni anayasa tartismalari içinde olmasi, sosyal, siyasal, sinifsal alanlardaki gerilim ve çatismanin sürdügünü, uzlasmanin saglanamadigini, iç barisin olusmadigini, toplum olma iradesinin gelismedigini, toplumsal enerjinin heba edildigini göstermekte.

Temel mutabakat yoklugu yani ‘mesruluk çatismasi’ barisçi yollardan giderilemedigi için siyasal gerilim ve iç çatisma kaçinilmaz hale gelmekte. Seçilmis tek adam rejimiyle gelinen nokta ise ‘gücü gücü yetene rejimi’ni pekistirmis durumda.

Adaletin gözü açik, terazisi bozuk, kilici kör. Zor bir zamanda sinanmaktayiz. Umudu, gelecegi, yasam hakki, onuru yerle bir edilen insanlar çirilçiplak bir hayatin çaresizligine terk edilmis durumda.

Ahlaki dibe vurmaya neden olan bu noktadan yeni bir anayasa insasi süreciyle çikis bulabilir miyiz ? Niyete bagli. Iktidar bilesenleri çöküse neden olan politikalarda israr edip, güvenlik korkusu ve endisesi yaratarak özgürlükleri ve hukuku yok etmis, fiili ( de facto ) bir otokrasiye kaymis durumda.

Yeni anayasa tartismalarini ifade özgürlügünün ve hukuk güvenliginin kisitlandigi bir ortamda yaparak bu fiili rejimi anayasayla pekistirmek iktidarin amaçladigi bir süreç olarak gözükmekte. Iktidarin hukuksuz her politikasina mesruiyet kazandirmaya çalisan muhalefetin bu amaca hizmet etmeyecegini düsünmek istiyorum.

Anayasanin hangi ortamda ve nasil bir süreçte insa edilecegi önemli. Ifade özgürlügünün hukuk güvenligi altinda en genis sekilde kullanilabildigi bir ortam olmadan, toplumun önemli bir bölümü sürece katilmadan toplumsal, hukuki ve siyasi mesruiyeti olan bir anayasa insa etme imkani bulunmamakta.

Iktidar ve muhalefeti ile siyasi kadro mesruiyeti olan, hak ve özgürlükleri tartisma konusu yapmayan, çogulcu, katilimci, yatay ve dikey ayriligini gözeten bir anayasa insasi konusunda samimiyet gösterirse içine çekildigimiz bu girdaptan kurtulabiliriz.

Türkiye’de kimin anayasa yapacagina iliskin iki ana görüs ve iki ana pratik bulunmakta. Azinlik ta olsa antidemokratik bir görüs, parlamentonun anayasa yapamayacagi, rejimin sürdürülebilmesi ve korunmasi bakimindan bir anayasa ihtiyaci bulundugu takdirde bunun da ancak rejimin koruyucu ve kollayicilari olan vesayet kurumlari tarafindan teknik bir kadroya yaptirilmasi gerektigi seklindedir. 1961 Anayasasi,1971 Anayasa Degisiklikleri,1982 Anayasasi pratikleri bu anlayisa uygundur.

1961 Anayasasi bir askeri darbenin ve bu darbeyi besleyen kosullarin ürünüdür. Bu anayasa bir askeri rejim ortaminda hazirlanmis, 37 subaydan olusan Milli Birlik Komitesi ve seçkinci bir karakter tasiyan Temsilciler Meclisi’nden meydana gelen Kurucu Meclis tarafindan yapilmis, referandumla halka onaylatilmistir.

1975’lerden sonra terörle ve ekonomik baskilarla istikrarsizlastirilan çok partili rejim 12 Eylül 1980’ de sert bir askeri darbeyle karsilasmis, bes orgeneralden olusan Milli Güvenlik Konseyi 29.Haziran.1981’de çikardigi bir kanunla yeni bir anayasa yapmak üzere MGK ve Danisma Meclisi’nden meydana gelen bir Kurucu Meclis olusturmustur. Bu anayasa da referandumla halka onaylatilmistir.

Bir darbe ürünü olan 1982 Anayasasi, devleti yücelten, kutsayan, bireyi korumasiz birakan, tam bir geriye gidisi ifade eden, devlet otoritesini ve askeri vesayeti pekistiren ,hak ve özgürlükleri sinirlamalarla kullanilamaz hale getiren bir anayasa olmustur. Sonradan yapilan degisiklikler anayasanin felsefesinin, ruhunun ,amacinin degismesini saglayamamis, sonunda seçilmis tek adam rejimine savrulunmustur.

Çogunlukta olan ikinci görüs ise parlamentolarin anayasa yapabilecekleri inancindadir.1876 Kanun-u Esasîsi bu yaklasimin disindadir. 1876 Kanun-u Esasisi Padisah tarafindan atanan ‘Cemiyet-i Mahsusa’ isimli bir kurul tarafindan hazirlanmistir. Cemiyet-i Mahsusa’nin, Mithat Pasa’nin ve Sait Pasa’nin hazirladigi önceki taslaklardan ve yabanci anayasalardan (Belçika, Polonya, Prusya) da yararlanarak hazirladigi tasari Mithat Pasa’nin baskanligindaki Heyet-i Vükelâdan geçmis, Padisah tarafindan kabul ve ilân edilmistir.

Görüldügü üzere Kanun-u Esasî, halki temsil eden bir kurucu meclis tarafindan hazirlanmamistir. Yine Kanun-u Esasînin kabulü için bir kurucu referandum da yapilmamistir. Kanun-i Esasi gerçek bir anayasa olarak kabul edilmemekte, millete bagislanmis bir berat olarak nitelendirilmektedir.(CharteConstitutionelle )

Mesruti monarsiye geçisi saglayan 1909 degisiklikleri ise Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan’dan olusan ‘Meclis-i Umumî-i Millet’ tarafindan gerçeklestirilmis, 1921 ve 1924 Teskilat-i Esasiye Kanunlari da meclis tarafindan yapilmistir.

Kurtulus Savasi kosullarinda olusan yeni devlet ve iktidar düzenine iliskin kurallari gösterecek yeni bir anayasa ihtiyaci ortaya çikmis, mesruluk ve hukukilik niteligine sahip çikilarak, kurtulus hareketi yeni bir anayasayla sürdürülmek istenilmistir.

1921 Teskilati Esasiye Kanunu, yerel kongre iktidarlarindan ulusal meclise uzanan bir sürecin ürünü olup sivil unsurlar ön plandadir. Meclisin demokratik niteligi kurucu meclis görevi yapan bu meclisi güçlü kilmistir. TEK iktidari sinirlamayi degil, ulusal birligi amaçlamis, egemenligin kaynaginda köklü bir degisiklik yaparak, milletin temsilcisi olan meclisi tek ve sinirsiz güç olarak öne çikarmis, özerklik derecesinde bölgelere yetki devrini öngörmüstür.

20.Nisan.1924 Teskilat-i Esasiye Kanunu’nu ise ikinci BMM yapmistir. Kanun-i Esasi Encümeni, anayasa tasarisi hazirlanmasi konusunda bir öneri olmadan, kendiliginden bir tasari hazirlayarak BMM Genel Kurulu’na sunmus, BMM kurucu bir meclis olmamasina ragmen, ulusun tek ve egemenlik hakkini kullanmaya tam yetkili temsilcisi sayildigindan yeni bir anayasa yapabilecegi konusunda bir tereddüde düsülmemistir.

Bugün sivil toplumun da katilacagi tartismalar üzerinden mümkün oldugunca genis temsile dayali bir parlamentonun ya da kurucu meclisin anayasa yapabilecegi görüsü öne çikmaya baslamistir. Ancak anayasa insa sürecinde hangi verilerin referans alinacagi noktasinda görüsler ayrilmaktadir. Bir kisim görüs sahipleri mevcut rejimin verilerinden hareket edilmesi gerektigini bu verilerin göz ardi edilemeyecegini öne sürmekte, diger bir görüs ise AB ilkelerinin yeterli veri oldugunu, baska bir tartismaya gerek olmadigini savunmaktadir.

Bütün bu görüslerde ilginç olan husus ; toplumsal uzlasmaya dayali bir anayasa insa sürecinde bireylere ve gruplara öncelikli rol verilmemesi dolayisiyla jakoben bir anlayisla toplumun iyiligi dogrultusunda toplumun gelecegini merkezden ve dar bir çerçevede tasarlama istegidir.

Oysa Türkiye’de anayasanin muhataplari olan bireyler ve gruplar anayasalarin insa süreçlerinde hiçbir zaman söz sahibi olamamislardir. Devlet daima totaliter egilimli otoriter karakteriyle toplumu yukaridan degistirmeye kalkmis, toplumun ne istedigini duymak istememistir. Resmi ideoloji, anayasalar ,kanunlar ve uygulamalarla topluma dayatilmistir.

Kurmaca bir hukukla adil yargilanma hakki çignenmis, devlet bürokrasisi ve elitist çevreler topluma yabancilasmis , Türk-Islam sentezi disinda kalan kesimler magdur edilmis, bürokrasi ve siyaset, demokrasi, özgürlük, hukuk ve sosyal-ekonomik refah talepleri bakimindan toplumun gerisinde kalmistir.

Eski rejimden sikayetçi olan dindar- muhafazakar kesim 2002’de çevreden gelerek merkezde AKP ile iktidar olmus, bir süre AB çipasina tutunarak devletin ideolojik, güvenlik rantina dayali yapilanmasiyla mücadele etmis, 17-25 Aralik 2013’ten itibaren bu yapilanmayla uzlasma zorunda kalarak magduru oldugu eski rejimin bütün olumsuzluklarini zirveye tasiyip, çöküsü hizlandirmistir.

Herkes bakimindan hak ve özgürlükleri yeni bir toplumsal sözlesmede güvence altina almak, devleti bu amaci gerçeklestirecek her türlü etnik kimlige, dine ve inanca esit mesafede duran teknik bir aygit olarak düzenlemek bakimindan bireylerin ve toplumu olusturan kesimlerin anayasa insa sürecinde fikirlerini belirtmeleri baslangiç noktasidir.

Anayasanin toplum içindeki farkli kesimlerin baris içinde özgürlüklerden esit olarak yararlanabilmelerinin ilkelerini müzakere süreciyle, toplumsal mutabakat sonucu belirledikleri bir metin olmasi önemli.

Insanlarin kendi gelecekleri üzerine alinacak kararlarda söylediklerinin dikkate alinmasi, onlari hak ve özgürlükleri kullanmada ve korumada daha istekli kilacagi açik. Süreç odakli anayasacilikta ortak yaklasim, çogunlukçu yöntem ve usullere itibar edilmeyisi aksine mümkün olan en genis müzakere ve mutabakat düzlemini olusturmak üzere gerekli olan katilimi saglayan süreçleri kurumsallastirmak oldu.

Toplum içindeki grup ve bireylerin, kendileri disinda kalanlarin hak ve özgürlükleri taninmadan özgür olamayacaklarini anlamalari da bu sürece katki sunacak.

Bos sayfa (tabularasa), genis katilim, müzakere-uzlasi çabasi, intikam ve öfke duygularinin asilacagi heyecanli, umutlu bir süreç. Siyaset bu sürecin yolunu açabilir mi?

Ümit KARDAS

Balkêş e ?
Close
Back to top button