Yozlasma (3) : Özentiler, ASALA, Winnie Mandela
60’larda bir ülke düsünün; ‘halk savasi’ni tartismaya basliyor, hiçbir kosulu, uzaktan yakindan mevcut degilken. Neden ? Özenti. Vietnam’da öyle oluyormus; Çin’de de öyle olmusmus; zaten devrim hep öyle olmaliymis. Derken bir varyasyon : Küba baskaymis; öyle de olabilirmis. Hayli uzun bir yazi yazdigimi hatirliyorum Proleter Devrimci Aydinlik’ta, bu Latin Amerikaciligi maceracilik diye elestiren. Öyleydi de. Lâkin ben ne önerdim, bir süre sonra ? Çok daha geri bir toplumun köylücü asiriligini; (Castro ve Guevara’ya karsi) Çaru Mazumdar’in taklidini. Yani o maceracilikti da bu degildi, öyle mi ?! Peki, neydi temel sorun?
Kendi kafamin, silâhi toptan reddedip barisçi bir demokrasi mücadelesini savunmaya yatkin olmamasi. Devrimin ‘hakli siddet’ini o kadar içsellestirmistik; sagci, liberal, revizyonist vb. olmaktan o kadar korkuyorduk ki, kendimizi bu tür solculuk yarislarindan alikoyamiyor, denize düsmeyelim diye yilana sariliyorduk.
Bir diger örnek vereyim, ‘hakli savas’in o dönemdeki serüvenine (ve paradokslarina) : ASALA. Genellikle aklimiza gelmez, ASALA’yi bu baglamda düsünmek, çünkü zihnimizde ‘Ermeni sorunu’ etiketli baska bir bölmeye oturtmusuzdur. Ne ki, bas harflerinin açilimiyla bu Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (Ermenistan’in Kurtulusu Için Ermeni Gizli Ordusu) da o dönemin silâhli mücadele furyasindan esinleniyor; nitekim Agop Agopyan tarafindan 1975’te Beyrut’ta, gene Habas’in FHKC’sinin destegiyle kuruluyor; PKK gibi o da milliyetçilikle Marksizm-Leninizmi harmanliyor ‘ve 1915 soykiriminin hesabini sormak adina Türkiye’nin diplomatlari ve diger ‘hedef’lerine karsi kendi ‘hakli siddet’ini güdüyordu. Bütün sonuçlariyla birlikte Ermeni tehciri, soykirim miydi ? Evet. Bir halk bundan daha korkunç bir zulme ugrayabilir mi ? Çok zor. Bu kadar açik ve çiplak bir magduriyetin ‘tarihsel asimetri’si dahi, (üstelik de 60-70 yil sonranin) elçi ve konsoloslarinin öldürülmesini hakli kilar mi ? Asla. ASALA’ya ne oldu ? Siddetle yasadi ve siddetle öldü. Türk derin devletinin misillemeci karsi-siddetiyle degil, lideri Agopyan’in dahi canini alan kendi iç siddetiyle. Son tahlilde miadini doldurdugu içindir ki o siddet ‘içe patladi’. Nutuk ve siirlerin ‘tarih’ine degil, çok daha banal bir zaman asimina gömüldü.
Bir örnek daha, Güney Afrika’dan. Britanya Imparatorlugu geri çekilirken ‘kendi kaderini tâyin hakki’ni yerli çogunluga degil sirf beyaz azinliga tanidi. Dekolonizasyon olamadi bu; Boerlerin halefleri, siyah halki tam anlamiyla bir ‘iç sömürge’ konumunda tutmak için apartheid rejimini kurdu. Yani magduriyetse magduriyetin daniskasi mevcuttu; hakli savas kosullarinin da daniskasi vardi denebilir. Hattâ öyle ki, daha uç soldaki PAC, ANC’yi bu yüzden ‘revizyonizm’le suçluyordu. Robben Adasi’nda 27 yil geçiren Nelson Mandela ve diger ANC önderlerinin, aldirdigi yoktu böyle bir rekabete. Ne ki, onlarin da bir gençligi vardi ve irkçi polis olanca vahsetini o gençlere yikiyor (Steve Biko’nun gözaltinda iskenceyle öldürülüsünü hatirlayalim): liderligin o barut gibi gençligi siddetin disinda ve hep mesruiyet zemininde tutmasi büyük bir problem haline geliyordu.
Ama ne kadar zorlansalar da pes etmeyip inatla yaptilar bunu. Winnie Mandela dünyanin da, Türk solunun da sevgilisiydi bir zamanlar. Biz disaridan pek görmesek de sirf isyan ve cesaret degildi Winnie. Onun da ‘delikanlilari’ disa ve dolayisiyla içe dönük siddet uyguluyor; ‘muhbir’lerini (ki bunlar pekâlâ karsitlari da olmus olabilirdi) ‘gerdanlik’la (üzerlerine otomobil lastigi geçirip, benzin döküp yakarak) cezalandiriyorlardi. 13 Nisan 1986’daki bir konusmasinda Winnie bunu açikça savundu; ‘kibrit kutularimiz ve gerdanliklarimizla bu ülkeyi kurtaracagiz’ dedi. Stompie Moeketsi olarak da bilinen James Seipei, on yasindan beri ANC aktivizminin içindeydi. Bir ögrenci mitinginin ardindan, 29 Aralik 88’de kaçirildigi ve bogazi kesilmis vaziyette bulundugunda, henüz 14 yasindaydi. Winnie’nin ‘Mandela United futbol kulübü’ olarak da bilinen özel korumalarindan Jerry Richardson, cinayetten yargilanma ve mahkûm edilme sürecinde, Stompie dâhil dört Soweto’lu genci ‘muhbir’ diye kaçirma emrini bizzat Winnie Mandela’nin verdigini açikladi.
Cehennemden geçiyor olmalarina ragmen, ANC ve bizzat Nelson Mandela, bunlari zerrece mazur görmedi. Hapisten çikar çikmaz Winnie ile yollarini ayirdi. Bizde ise Dev-Yol, Dev-Sol ve benzerleri, yillar yili, Ülkücü fasistlerin saldirisi karsisinda kendilerini silâhla savunmaktan baska çareleri olmadigini iddia ettiler. Siddet tercihini bir zaruret gibi gösterdiler; kan dâvâsi ve düello mantigina alternatif aramadilar bile. Simdi ayni seyi PKK yapiyor. Kürt halkinin magduriyetinin her seyi hakli kildigini; silâhli mücadele verilmemis olsa Kürt sorununun asla taninmayacagini iddia ederek yapiyor. Winnie’ninki kadar kan dökücü bir söylemle, seçimlerden önce ‘etrafi cehenneme çevirmek’ten dem vurmus olan bazi BDP milletvekilleriyle yapiyor. ‘Gençlerimizin hakli öfkesini durduramiyoruz’la yapiyor. En son, Selahattin Demirtas’in ‘gümbür gümbür savas geliyor’ demeciyle yapiyor.
Buna, ‘hakli siddet’ romantizminden kopamayan eski solcularin ‘tarihsel asimetri’ apolojisi ve ‘kendilerini yalniz hissetmesinler’ telâsi ekleniyor.
———————————————–
Taraf-29 Subat
Halil Berktay