Yüz yillik gün
PKK’nin vurdugu lojmanda ve ISID’in bombaladigi dügünde ölen çocuklarin acisi ayni güne sigmiyor
Insanoglunun bulabildigi en büyük ceza, birini kapilari kilitli bir mekânin içine kapatmak.
Bunun ne oldugunu herkes az çok biliyor.
Peki, kapilari kilitli bir zamanin içine kapatilmanin ne oldugunu biliyor musunuz?
Degismeyen bir zaman parçasinin içine hapsedilmenin, hep ayni zamani yasamaya mahkûm edilmenin ne oldugunu biliyor musunuz?
O meshur filmi hatirliyorsunuz herhalde, Groundhog Day isimli filmde epeyce neseli bir sekilde hep ayni sabaha uyanan bir adamin hikâyesi anlatiliyordu.
Onca olay oluyor, her sey degisiyor, insanlar ölüyor, insanlar doguyor ve sabahleyin ayni güne uyaniyor, her seyi yeni bastan yasiyorsunuz.
Bunun gerçegi filmindeki kadar neseli olmuyor.
Biz yüz yildir ayni zaman parçasinin içinde hapis yasayan bir toplumuz.
Neler yasadik, neler oldu, dünya nerelere gitti, ne buluslar, ne kesifler yapildi, Ay’a, Mars’a, Jüpiter’e gidildi, bütün bunlari yasayip biz gene ayni kasvetli sabaha uyaniyoruz.
Yüz yildir degisen bir sey yok.
Hep ayni sabah, hep ayni sabah.
Hep ayni gün.
O kadar ayni gün ki daha önce yazdiginiz bir yaziyi bir daha yaziyorsunuz.
Bu degismeyen korkunç gün Ittihatçilarla basladi.
Osmanli da pek matah bir sey degildi ama bir ‘imparatorluk’ olmanin geregi olarak bence Ittihatçilara kiyasla çok daha çogulcu, degisik kültürlere karsi çok daha hosgörülü, âdil görünme konusunda çok daha duyarli, kendi disindaki dünyaya karsi çok daha uyanik ve dikkatliydi.
Ittihatçilar hayati daralttilar ve toplumu yüz yil süren ‘tek bir günün’ içine soktular.
Ittihatçilik nedir, nasil ‘bir gün’ yarattilar derseniz, tarihçilerin ve sosyologlarin hosgörüsüne siginarak kabaca her seyi ‘teklestirmek’ istediklerini söyleyebilirim.
Yöneticilerin her seyi herkesten iyi bildigine, yöneticilere karsi çikmanin ‘vatana ihanet etmek olduguna’, her türlü muhalefetin zorla susturulmasi gerektigine ve bütün vatandaslarin ‘tek bir din, tek bir irk’ içine sigmasinin vazgeçilmezligine inaniyorlardi.
Yüz yil boyunca hiçbir zaman gerçek bir devlet kuramadilar, hukuku yerlestiremediler, toplumu zenginlestiremediler, gelismis dünyaya ayak uyduramadilar, hep dünyanin gerisinde kaldilar, hep zorbaliga sigindilar.
Fakat Ittihatçilarla birlikte, bu toplumun belki de sonunu hazirlayan bir gerçek ortaya çikti, bu topraklarda yasayanlar, degisik kimliklere, degisik fikirlere sahipmis gibi gözüktüklerinde bile Ittihatçilarin ‘tekçi’ zorbaliginin ‘tek’ yönetim biçimi olduguna iman ettiler.
Ittihatçilik öylesine bu toplumun zerrelerine yerlesmisti ki AKP gibi Ittihatçiligin bas rakibi gibi gözüken ‘dindar muhafazakârlarin’ temsilcileri bile çesitli yollardan geçtikten sonra Ittihatçilikta demir attilar.
Bugün AKP ile ulusalcilar arasindaki büyük koalisyon, bir zamanlar AKP’yi yikmak için planlar yapan darbecilerle AKP’nin kurdugu yeni ittifak, Ittihatçilik zemini üstünde yeseriyor.
Her sey bu ‘tekligin’ içine girince ‘zaman’ da teklesti ve yüzyildir bitmeyen, hep kendini tekrarlayan bunaltici ‘tek bir güne’ dönüstü.
Özgür Gündem gazetesi bombalandiginda Kürt meselesinin ‘zor kullanilarak’ çözümlenecegine inaniliyordu.
Aradan tam yirmi iki yil geçti.
Bugün gene Özgür Gündem gazetesi basiliyor, çalisanlari dövülüyor, üstleri baslari parçalaniyor, üstelik gazete de kapatiliyor.
Ve Asli Erdogan gibi bir romanci tutuklaniyor.
Asli Erdogan gibi birini tutuklayarak Kürt meselesini çözebilecegine inanan bir zihniyetin Türkiye’yi aydinliga çikartabilecegini düsünüyor musunuz?
Yöneticiler, ‘dünya bize inanmiyor’ diyorlar sik sik.
Asli Erdogan gibi birini tutuklarsaniz dünya size niye inansin?
Kimi Asli Erdogan’in bir terörist oldguna inandirabilirsiniz?
Bugün gelismis dünyanin hangi noktasina giderseniz gidin, Asli Erdogan ismi Türkiye’nin bütün yöneticilerinden daha saygideger bir isimdir.
Zaten gelismis dünyayla gelismemis dünya arasindaki en büyük farklardan biri burada yatar, gelismisler için romancilar siyasetçilerden çok daha önemlidirler, gelismemisler ise siyasetçileri herkesten daha önemli sanirlar.
Eger tutuklanan biri, dünyanin gözünde kendisini tutuklayanlardan daha güvenilir ve saygidegerse, o tutuklamanin yapildigi ülkede bir sorun var demektir.
Siz Asli Erdogan’i tutuklayarak Kürt meselesini, Hilmi Yavuz’u gözaltina alarak darbeciligi çözeceginizi söylüyorsaniz, dünyada size inanan kimseyi bulamazsiniz.
Kimse inanmaz buna.
Bu kadar yazarin, çizerin, gazetecinin hapse atildigi ülkenin yöneticilerine kimse güvenmez.
Muhalif olan herkesi susturma arzusu Ittihatçilarin tipik özelliklerinden biridir.
15 Temmuz’daki o korkunç ve budalaca darbeden sonra binlerce insan tutuklandi, bunlardan kaçinin gerçekten darbeyle iliskisi oldugunu kimse bilmiyor.
O kadar çok insan hapsediliyor ki hapishaneler adam almadigindan ‘âdi mahkûmlar’ serbest birakiliyor.
Yüz yil önce de Ittihatçilarin iktidarinda Mahmut Sevket Pasa o kadar çok siyasi muhalifi hapsettirmisti ki hapishanelerde yer kalmadigi için âdi mahkumlari ‘birkaç tokat vurup’ serbest birakmislardi.
Böyle çok örnek verebilirim.
1925’teki ‘Takrir-i Sükûn’ yasasiyla kapatilan gazetelere, susturulan gazetecilere, hapislere atilan yazarlara baktiginizda da ‘ayni gün’de yasadigimizi görürsünüz.
O zaman da ‘tek ses’ isteniyordu.
Simdi de tek ses isteniyor.
O zaman da ‘sadece iktidar övülecek’ deniyordu.
Bugün de ‘sadece iktidar övülecek’ deniyor.
Ancak yasananlar, yapilanlar birbirine çok benzese de benzemeyenler de var.
1925’te nüfus on milyonun biraz üstündeydi, bugün Türkiye nüfusu 80 milyona dayandi.
80 milyon insani ‘tek bir günün’ içinde tutmak imkânsizdir.
Iletisim çok süratlendi, herkes her an her seyden haberdar oluyor.
Toplum içindeki bölünmeler çok derinlesti, karsilikli öfke ve nefret o hizli haberlesme kanallari üstünden tahminlerden daha süratli biçimde yayiliyor, köklesiyor.
‘Teklesmeye’ duyulan tepki artiyor.
‘Teklesmeden’ yana olanlar da kendi istedikleri biçimde bir ‘teklesme’ saglamak için birbirlerine dis biliyorlar.
Bütünlestirici hiçbir deger kalmadi.
Dügünlerin kana bulandigi günlerden geçiyoruz, bir örnegini daha önce hiç görmedik.
Çocuk bombacilar çocuklari öldürüyor.
Bu da bugüne dek hiç görülmedi.
‘Dindar’ oldugunu söyleyen adamlar darbe yapip halkin üzerine ates açacak kadar çildirdi.
Böyle bir seye de hiç sahit olmadik.
Emniyet Müdürlükleri havaya uçuruluyor.
Her gün insanlar ölüyor.
PKK’nin vurdugu bir lojmanda ölen çocugun annesi, ‘onu yalniz gömmeyin, korkar’ diye duyani dilhûn ederek aglarken, ISID’in vurdugu bir dügünde dört çocugu birden ölen kadin ‘tek çocugum kaldi, o da olmasa intihar ederdim’ diye agit yakiyor.
Bu kadar çok aci ‘ayni güne’ sigmiyor artik.
Bütün bunlara bir de gittikçe kötülesen ekonomiyi ekleyin.
Içerdeki bütün propagandalara ragmen ekonominin bütün isaretleri kötüye gidiyor, yabanci yatirimcilar kaçiyor, ihracat geriliyor, gelir artmiyor.
Iktidar gazetelerindeki, televizyonlarindaki ‘aydin düsmanligi’ nerdeyse Pol Pot rejimini andirir vahsi bir sirretlige dönüsüyor.
Bütün bunlara baktiginizda bu ‘yüz yillik gün’ün sonuna yaklastigimizi görürsünüz.
Bu ‘gün’ bitecek ve tahminizden çok daha yakin bir zamanda bitecek.
Sanirim bugünün bitisi AKP iktidarinda olacak.
Bugün bittiginde mutlu bir sabaha mi korkunç bir güne mi uyanacagiz henüz tam belli degil.
Çok yakin gelecek için ben üç ihtimal görüyorum.
Birincisi, simdiye dek hiç rastlamadigimiz siddette bir sarsintiyla Türkiye Cumhuriyeti parçalanir . Bir imparatorlugu batiran, bir cumhuriyeti kuran Ittihatçilar, o cumhuriyeti de parçalayarak bu macerayi korkunç biçimde sonlandirir . Bedeli çok agir olur.
Ikincisi, gelmekte olan felaketi gören AKP kadrolari, yakalasan felaketin agirligini tasiyamayarak kirilir, siyaset yeni bastan biçimlenir Bunun neye evrilecegini bilemeyiz.
Üçüncüsü, AKP’nin yöneticileri yaklasan felaketi önleyebilmek için ‘demokrasiye, hukuka, barisa’ dönmekten, Ittihatçiliktan uzaklasmaktan baska çare olmadigini görür, bugünü ‘demokrasiyle’ bitirip yeni bir günü baslatir.
Bu üç olasiligin da isaretleri var aslinda.
Simdilik en kuvvetli ihtimalin birincisi, en düsük ihtimalin üçüncüsü oldugu görülüyor.
Ne olacagini tam olarak bilemiyorum ama sunu tam bir kesinlikle söyleyebilirim, bu ‘uzun günün’ sonundayiz.
Biz bunlari söyledigimizde iktidarin adamlari ‘nereden biliyorsunuz, siz kötü seyler olmasini istiyorsunuz’ diye bagiriyorlar, bunlari söylemek için âlim olmaya da, herhangi bir niyet beslemeye de gerek yok, bulutlarin toplandigini görünce yagmur yagacagini bilen, Fransizlarin çok dalga geçtigi o ‘köylü sagduyusuna’ sahip olmak yeter.
Bulutlar karariyor.
Bunlari yaziyoruz çünkü çok az bir ihtimalle de olsa bu ülkeyi yönetenlerin ‘acaba yanlis mi yapiyoruz’ diye düsünmelerini, yaptiklarina bir çeki düzen vermelerini, bu ülkenin ellerinde parçalanmasini önlemelerini umuyoruz.
Çünkü böyle gidilirse, bu ‘yüzyillik günün’ bitimi, baslangicindan da beter olacak.
22 Agustos- Kaynak: P 24
Ahmet Altan