Makale

Zenginlik, yoksulluk ve özel mülkiyete dair II

Özel Mülkiyeti neden lagvetmek gerekiyor?

‘Bir yoksul aç ise, bunun nedeni, zenginin zevk ve sefa içinde yasamasidir. Nerede bir bolluk görsem, onun yani basinda mutlaka çignenmis bir hak görmüsümdür.’ *
Hz. Ali

Mülkiyet gasptir, zorla, siddet ve hileyle topluluga [kamuya, socium’a, herkese] ait olana özel sahislar tarafindan el konulan zenginliktir. Ancak siddete dayanilarak korunabilir ve çogaltilabilir. Devlet savasin ‘sosyallesmesi’ sonucu olusmus bir aygittir. Devletle birlikte hukuk sistemi de ortaya çikmistir. Mülkiyet, hukuk sistemi tarafindan mesrulastirilir ve korunur ama hukukun varligi zoru ve siddeti dislamaz. Geçerli hukuk sistemi, verili durumdan hareket eder ve statükoyu korur. Hiçbir zaman temeldeki asil haksizligi sorun etmez. Geçerli esitsiz, adaletsiz iliskiler bütününü korumayi ve sürdürmeyi amaçlar. Aslinda özel mülkiyetin kural oldugu bir toplumda hukuk adalete karsidir. Gerçek durum böyledir ama retorik farklidir. Dogal ve sosyal zenginligin küçük bir azinligin elinde toplandigi, genis kesimlerin, açliga, çaresizlige, sefalate terkeldigi bir toplumda, hangi adaletten söz edilebilir? Siz kentlerin merkezinde yükselen adalet saraylarinin varligina aldanmayin. Oralarda adalet tecelli etmez, etmesi mümkün degildir. Kaldi ki, saray ve adalet kelimelerinin yan yana getirilmesi tuhaf degil mi? Insanin, sarayda adaletin isi ne diyesi geliyor… Zira hukuk sisteminin misyonu ve varlik nedeni, verili esitsiz, dolayisiyla haksiz, durumu sürdürmektir. Bu yüzden özel mülkiyet etikle bagdasmaz, bu ikisi uzlasmaz çeliski içeren [antagonique] kelimelerdir. Zira, etik esitligi varsayar, mülkiyet ise esitsizlige dayanir, esitsizligi derinlestirir ve sürekliligini saglar. Durum böyle olsa da simdilerde ‘hukuk devletinden’, ‘hukukun üstünlügünden’ çok söz ediliyor. Geçerli hukuk sistemi kimin tarafindan olusturulmustur, ne amaçla olusturulmustur, neyin koruyucusudur? sorusunu soran var mi?

Bu kepaze durum ‘seylerin normal hâli sayiliyor. Sizin hukuk sisteminiz mülk sahibi siniflar ve adamlari tarfindan geçerli haksiz ve adaletsiz durumu sürdürmek, ayricaliklilarin servetini ve iktidarini güvence altina alip- korumak üzere olusturulmus degil midir? Kanunlari kimlerin nasil yaptigi mâlûm degil mi? Kanunlari yapanlarla çekleri imzalayanlar ayni kisiler degil mi? 5 ‘is bitirici’ kapitalistin serveti 15 milyon insanin gelirinden daha fazla oldugu bir rejimde, 950 dolar milyarderinin servetinin degerinin 2,8 milyar insanin gelirinden daha büyük oldugu bir dünyada ‘hukuk’ nasil üstün olacak? Bu vesileyle su ‘hukuk devleti’ söylemini de teshir etmek gerekir. Zira, devletin mutlaka kendine göre bir hukuku vardir veya hukuku olmayan bir devlet olamaz… Hukuk devleti söylemi bir pazarlama unsuru olarak is görüyor… ‘ Öyle bir devlet ki, hukuku var, hukuka dayaniyor’ denmek isteniyor… Devenin tüyü var, sekerin tadi var demenin ne âlemi var… Önemli olan ‘kimin hukukuna dayandigi’, ‘kimin hukukunun üstünlügü’ degil midir?

Toplumun siniflara bölünüp, özel mülkiyetin sahneye çikmasiyla çelisik bir süreç basladi. Birinin zenginlesmesi baskalarinin yoksullasmasi, üretmek ve yasamak için gerekli araçlardan mahrum olmasiyla sonuçlanir oldu. Ilerleyen dönemde her teknik ilerleme, emek verimliligindeki her artis, ezilen siniflarin durumunun kötülesmesiyle sonuçlandi. Lewis H. Morgan 1877’de yayinlanan ünlü eseri Ancient Society’da bu çeliskiyi söyle ifade etmisti: ‘Uygarligin dogusundan beri, servet artisi o kadar büyük, servet biçimleri o kadar çesitli, uygulamasi o kadar genis ve mülk sahipleri yararina yönetemi o kadar becerikli oldu ki, bu servet, halk karsisinda gemlenmesi olanaksiz bir güç haline geldi. Insan akli kendi yarattigi karsisinda çaresiz ve saskin öylece duruyor’1. Kapitalizmin sanayi devrimi asamasindan sonra bu süreç tarihte görülmemis boyutlara ulasti, 1980 sonrasinda neoliberal küresellesmeyle birlikte iyice çigirindan çikti… Eger bu kör gidis vakitlice durdurulamaz ise, aracin istikâmeti daha geç olmadan degistirilemez ise, gezegende yasamin tehlikeye girmesi kaçinilmaz görünüyor. Zira dünyanin zenginleri gezegende yasami bitirmek üzereler… Gerçek durum öyle olsa da, insanlara gösterilen resim baska. Bütün bunlarin ilerleme, kalkinma askiyla yapildigi söyleniyor… Ilerde islerin düzelecegi söyleniyor. Öyle bir ‘ileri’ ki bir türlü gelmiyor, gelmesi de mümkün degil… Ufukta bir çizgi gibi hep uzaklara kaçiyor… Insanlara daha çok ekonomik büyümeyle tüm sorunlarin çözülecegi söyleniyor… Oysa tüm kötülüklerin gerisinde bize vazgeçilmez olarak sunulan büyüme yatiyor. Aslinda ilaç diye sunulan hastaligin nedeni…

Baska hiç bir gerekçe dikkate alinmasa bile, sadece etik nedenler, özel mülkiyetin lagvedilmesini hakli çikarmak için yeterlidir. Bir yanlis anlamaya yer vermemek için iki hatirlatma uygun olabilir. Birincisi, genellikle özel mülkiyetten söz edildiginde bir insanin ve ailesinin yasami için gerekli mütevazi araçlar kastedilmiyor. Mülkiyetten baskalarinin emegini sömürmeye, baskalarinin emeginin ürününe el koymaya imkân veren üretim araçlarina sahip olmak anlasilmalidir; Ikincisi, özel mülkiyetin lagvedilmesi bir hamlede gerçeklesek bir sey degil, bir süreç olarak anlasilmalidir.

Özel mülkiyetten kurtulmalidir, özel mülkiyet lagvedilmelidir, özel mülkiyet insan toplumlarinin yasamindan çikarilmalidir dediginizde, hemen özel mülkiyet lehinde bir dizi gerekçe siralaniyor ve deniyor ki, ‘özel mülkiyetin olmamasi demek komünizm demektir, komünizmin ne yaptigi mâlûm, üstelik basarisiz da oldu…’ Bununla komünist partiler tarafindan yönetilen Sovyetler Birligi ve ayni bloka dahil diger ülkelerin deneyleri hatirlatiliyor. Oysa, söz konusu rejimler kavramin bilinen anlaminda komünist degillerdi. Zaten komünist olsalardi çökmezlerdi. Bu rejimlerin yöneticileri ve hasimlari bunlara komünist dediler diye gerçekten öyle olmalari mi gerekiyordu? Baslangiçta söz konusu rejimler komünist bir perspektife sahip olsalar da, hizla baslangiçtaki amaca, komünist toplum idealine yabancilastilar ve tuhaf otokrasilere dönüstüler. Sosyalizm/ komünizm perspektifinin uzagina savruldular. Bu ilk deneylerin basarisiz olmasi, neden komünist toplum projesinin ‘imkânsizliginin’ gerekçesi sayilsin ki? Insanlik tarihinin büyük bölümünde insanlar özel mülkiyet diye bir sey tanimadilar. Ortak üretip, paylastilar, ortak tükettiler. Iliskilerini belirleyen rekabet, kiskançlik, baskasi aleyhine zenginlesme sapkinligi, çatisma degil, dayanisma, yardimlasma, isbirligi ve paylasma kültürüydü. Bu tür ‘kabile komünizmi’ yüzbinlerce yil devam etti. Simdilerde bile özel mülkiyeti reddeden ‘mikro topluluklar’ pekâla varliklarini sürdürebiliyorlar… Kaldi ki, bu güne kadar gerçek bir komünizm deneyinin yasanmamis olmasi, bundan sonra da yasanmayacagi anlamina gelmez.

Bir baska gerekçe, özel mülkiyetin ‘bireysel özerklik ve özgürlük’ için gerekli oldugu iddiasidir. Aslinda bu iddianin hiç bir inandiriciligi yoktur. Asil özel mülkiyete dayali kapitalist sistemde [mülk sahibi sinifin mensuplari hariç] bireyin ekonomik özerkligi yoktur. Zaten sistem her ileri asamada insanlari mülksüzlestiriyor, proleterlestiriyor. Bilindigi gibi kapitalist dinamik mülksüzlestirerek sermaye biriktirmeye dayaniyor. Bunun anlami, her ileri asamada insanlarin daha çogunun yasam araçlarindan mahrum olmasi, üretim ve yasam araçlarina yabancilasmasidir… Ekonomik planda özerk olmayan bir birey, politik planda kendini gerçeklestirebilir, özgür olabilir mi? Simdilerde özellestirmeler pupa-yelken yol aliyor… Bu kepazeligi bir de büyük bir basari, matah bir sey olarak sunuyorlar… Her sey özellestirilip, bir avuç kapitalistin özel mülküne dönüstürüldügü bir toplum ne demeye gelir? Aslinda sorun sanildigi kadar karmasik degil, siz bir seye sahip oldugunuzda, baskalarinin ona sahip olmasini engellemis oluyorsunuz… Her seyin özel mülkiyet konusu oldugu, bir toplulugun tüm servetinin ve kaynaklarinin küçük bir mülk sahibi sinifin elinde toplandigi kosullarda, hangi hukuktan, hangi adeletten, hangi demokrasiden söz edilebilir?

Bir baska gerekçe de, özel mülkiyetin olmadigi kosullarda insanlarin çalisma motivasyonu olmayacagi ve kamu mallarina özenle ve sorumlu davranmayacagi, korumayacagi gerekçesidir… Bu tür safsatalar geçerli ‘özel mülkiyet kültürünün’ uydurmalaridir. Bu gün geçerli kültürün verili ve degismez oldugu anlayisinin ürünüdür. Tembellik, çaliskanlik ve üretkenlige dair burjuva ön yargilarinin ürünüdür. Bir kapitalist hesabina çalisan bunu bir motivasyonla mi, yoksa zorunluluktan mi yapiyor. Kendi iradesinin de ise karistigi ortak mülkiyet kosullarinda insanlar neden çalismak istemesinler? Insanin ‘normal hâli’ tembellik degil, çalisma, üretme, yaratma güdüsüdür… Aslinda tembelik insanin normal hâli degildir. Sinifli toplumda mülksüzlerin hakli kaçisinin bir ifadesidir. Emeginin ürünü baskalari tarafindan gasbedilen bir insanin isini heves ve motivasyonla yapmasi mümkün müdür? Çalisma kölelik kosullarinda mi, yoksa özgürlük ortaminda mi daha etkili ve yaratici olur?

Son bir safsata da ‘mülkiyet ihtiyacinin insan dogasinin bir geregi’ oldugudur. Sizin insan dogasi dediginiz nedir ki? Ebed müddet geçerli bir insan dogasi mi var? Eger öyleyse insanlar yüzbinlerce yil özel mülkiyet olmadan nasil yasadilar? Bir insanin davranisini belirleyen, ait oldugun toplumun kültürü, ‘dünya görüsü’ ve yasam anlayisidir. Bu gün geçerli kültür ve ‘dünya görüsü’ de, özel mülk sahipleri kapitalistlerin ve bir bütün olarak egemen konumdaki burjuva azinligin kültürü ve ‘dünya görüsüdür’. Eger kendinizi, sizi sömürenlerin, asagilayanlarin, kölelestirenlerin aynasinda görürseniz, elbette bu tür saçma iddialari önemsersiniz… Her seye ragmen bir ‘insan dogasindan’ söz edilecekse, her halde onun hâkim karakterini belirleyen egoizm, bencillik, kiskançlik, mal hirsi, mülkiyet tutkusu, baskalari aleyhine zenginlesme arzusu degil, adalet, esitlik, özgürlük istegi ve dayanisma duygusudur… Geçmis nesillerden bu günün insanina kalan mirastir…

Bir seyin geçerli olmasi, kabul görmesi demek, onun hakliliginin, gerekliliginin garantisi degildir. Bir zamanlar kölelik ‘olagan’ bir sey sayilirdi. Simdilerde bir insanlik suçu sayiliyor. Gerçi köleligin geride kalan ‘klasik versiyonu’ lânetleniyor ama onun bu gün geçirli olan ‘modern versiyonu’ [ücretli kölelik] olagan bir sey sayiliyor… Bir gün gelecek ‘ücretli kölelik’ sistemi de bir insanlik suçu sayilacak ve tarihe mâl olacak. Dolayisiyla çok uzak olmayan bir gelecekte özel mülkiyet meselesi tartisma gündemine girecektir. Elbette bunu söylemek insanlik bu musîbetten bu günden yarina, aksamdan sabaha kurtulacak demek degildir… Lâkin insanligin gelecegini kurtarmak, özel mülkiyete dayali kapitalist barbarliktan kurtulmaya endekslenmis durumdadir. Özel mülkiyet adalete karsidir, esitlige karsidir, etige karsidir, demokrasiye karsidir, dayanismayi dislar, ekolojik kötülükleri derinlestirir… Bütün bunlar özel mülkiyeti lagvetmek ve bunu da vakitlice yapmak için yeterli degil mi?

Son bir sey: Simdilerde toplumda yasami çekilmez kilan özel mülkiyet belasindan kurtulmak, bir sürü gereksiz kurum ve zararli harcamadan da kurtulmak anlamina gelecektir. Özel mülkiyetin olmadigi dogal ve sosyal zenginligin ‘ortakça sahiplenildigi’ gelecegin komünist toplumunda, orduya, polise, savciya, yargica, avukata, tapu memuruna, icra memuruna, devasa ‘adalet saraylarina’, mapusanelere, ‘özel güvenlikçiye, vb… ihtiyaç kalmayacaktir…

Seylerin seyrini degistirmek onlari anlamakla mümkün. Lâkin simdilerde ‘bilim’ ve ‘bilimsellik’ söylemi ideolojik köleligi ve gönüllü kullugu besleyip büyütmenin hizmetinde. Bilim fetisizminin tahribati çok büyük. Ne yapiliyorsa ‘bilimin, bilimselligin’ geregi olarak yapildigi söyleniyor. Simdilerde ‘bilim’ kendi misyonuna ve varlik nedenine yabancilasmis durumda. Artik külliyen egemenligin bilimi haline gelmis durumda. Yegane amaci ve varlik nedeni kâri büyütmek [ sömürüyü büyütmek olarak okuyunuz] olan bir bilim olabilir mi? Teknik bilim neye, kime hizmet ediyor saniyorsunuz? Sosyal bilim de mal satmanin ve insanlari aliklastirip, soru soramaz hâle getirmenin hizmetinde degil mi? Eger öyleyse bilimi yüceltmenin ne âlemi var? Bu yaziyi Berthold Brecht’in Mezbahalarin Kutsal Johannasi adli siirinden aldigimiz dizelerle bitirelim:

Bir sonuca gitmeyen bilgiyi,

Bilmek mi saniyorsunuz?

Bu dünyayi gerçekten degistirmiyorsa!

Dünya buna muhtaç.

Korkusuz ayrilirken bu dünyadan hizla;

Bir diyecegim var:

Dünyadan yalniz iyi bir insan olarak

Ayrilmayin, yetmez…

Ardinizda iyi bir dünya birakmaya bakin!2

Kardelen, 28 Aralik 2011

——————————————————————————–

* Yunus Ramadan, Evrensel Degerlerin Yüce Simgesi Hz. Ali, çev: Ahmet Bedir, Ekrem Matbaasi, Seyhan- Adana, s. 265.

1 Aktaran Friedrich Engels, L’origine de la famille, de la propriété privée et de l’État.

2 Türkçesi: Mezbahalarin Kutsal Johannasi, IV. Cilt, Mitos-Boyut, TEM, 1999.

Fikret Baskaya

Back to top button