PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Küçük Oyun:

TELEFON

1. Perde

Türk basınında hükümet eleştiriliyor, herkes ABD’yi ve dünyayı şoke eden 11 Eylül eyleminin ardından Vaşington’a koşarken, neden Türk devlet adamları bunu akıl etmediler diye. Oysa şirinlik göstermenin tam zamanıydı..

Ama sözkonusu yazar çizer takımının perde gerisinde olup bitenlerden haberi yok. Onlar, daha 12 Eylül sabahı Ecevit’in Bush’a açtığı telefonu bilselerdi böyle düşünmezler, ona ve öteki Türk büyüklerine haksızlık etmezlerdi.

Evet, Ecevit herkesten önce davrandı. Fizik olarak durumu elverseydi elbet, daha o sabah Amerika’ya uçacaktı. Ama bildiğiniz gibi, hem uçak seferleri durdurulmuştu, hem doktoru bırakmadı:

“Sakın haa!.. Uçağın merdivenlerinden yuvarlanırsınız da ülke başbakansız ve de hükümetsiz kalır. Artık ne doları tutabiliriz, ne borsayı. Biri uçar, öteki s…çar! Böyle bir krize ülke dayanamaz,” dedi.

Bunun üzerine de sayın Ecevit telefonla yetindi. Telefonda ne mi konuştular? Zaten biz de onu anlatacaktık.

Malum, Türkiye’nin terör konusunda büyük tecrübeleri var. İşte bu tecrübeleri büyük müttefikine aktardı. Hem de beş kuruş istemeden! Tabi, dostluk böyle olur. Ayrıca kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez… Herneyse, lafı uzatmayalım.

12 Eylül, Ankara’da öğleden önce saat 11 suları.. Ecevit telefonu çevirir, öbür yanda telefon birhayli çalar. Başbakanlık konutunda Ecevit, Rahşan Hanım’ın ve yanındaki Başbakan yardımcısı Hüsamettin.

Ecevit (telefonu çevirir, öbür yanda telefon birhayli çalar, ama cevap veren olmaz. Ecevit yanındakilere döner): Cevap veren yok, acaba Beyaz Saray’da kimse yok mu?”

Hüsamettin: Olabilir… Zaten olup bitenlerden sonra orada kim kalır ki!.

Ecevit: Olasıdır…Acaba Başkan’a da bir şey mi oldu?

Hüsamettin (kaygıyla başını sallar): Allah korusun!

Rahşan: Ama bu numara cep telefonu değil miydi?.”

Tam da bu sırada telefondan öfkeli bir ses duyulur.

Karşıdaki: Hallo! Kim bu sersem yahu! Gecenin bu saatinde adam rahatsız edilir mi?

Ecevit (kekeler): Şeyy, affedersiniz, yanlış mı açtım acaba? Ola ki…

Karşıdaki: Kimi aradın be kardeşim? Hem telefonumu nerden biliyorsun? Yoksa bu teröristler… My god!..

Ecevit: Sayın President Bush’u aramıştım!

Karşıdaki: Tamam, benim ben! Peki sen kimsin, sabahı bekleyemez miydin?

Ecevit: Efendim, zaten sabah değil mi? Yani saat onbir…

Bush: Ne onbiri? Burada gecenin üçü..

Ecevit: Gecenin üçü mü?.. Haa, öyle ya, doğru.. Çok affedersiniz! Sidney’de bu saatte akşamdır..

Bush: Ne Sidney’i? Burası Vaşinton be kardeşim! Kimsin, nerden arıyorsun?

Ecevit: Efendim, ben Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit…

Bush: Haa, şu Türkiye Federal Cumhuriyeti...

Ecevit (şaşırır ve kekeler): Olamaz!.. Hayır efendim, federal değil, Türkiye Cumhuriyeti üniterdir. Acaba, sayın Başkanım, bizim bilemediğimiz…

Bush: Önemli değil canım! Federal olmak da kötü birşey değil hani. ABD federaldir.

Ecevit: Evet ama.. Biz asla… Hiçç… Şey yani efendim…

Bush (sıkılır): Evet, sayın Başkan, yani Başbakan… Nasılsınız?

Ecevit: Sağolun efendim. Öncelikle 12 Eylül’ünüzü kutlarım, sayın Paşam!

Bush: Anlamadım, nasıl?.. Ne paşası, ne kutlaması?..

Hüsamettin (telaşla uyarır): Efendim, bu Evren Paşa değil, Bush Bush!..

Ecevit: Haa, Boş Paşa mı? Güzel bir espri, Hüsam!

Hüsamettin: Efendim, President Bush’la konuşuyorsunuz…

Ecevit: Haa, doğru… (Telefona döner): Sayın Bush, babanızla dosttuk. Sizinle tanışmak henüz nasip olmadı. Umarım…

Bush: Galiba baba-dede dostuyuz. Dedem de bir Ecevit’ten söz ederdi. Yarım asır önce Türkiye Başbakanı imiş.. O da sizin muhterem babanız, veya dedeniz olmasın?.

Ecevit: Hayır, sanırım o da bendim, sayın Başkan..

Bush: Öyle mi?. Maşallahınız var!

Ecevit: Sayın Başkan, ben, dün Amerika Büyük Devletleri’ne, Waşington ve Kaliforniya’ya yönelik acımasız turist saldırısı nedeniyle şahsımın ve hükümetimin üzüntülerini…

Bush (telaşlanır): Nasıl, Kaliforniya’yı da mı vurmuşlar?!.

Hüsamettin (telaşla): Efendim, Kaliforniya değil, New York…

Ecevit: “New York efendim, New York!”

Bush (rahatlar): Aman, ödüm koptu!..

Rahşan: Turist de değil, teröristti..

Hüsamettin (fısıltı halinde): O kadarına boş ver, herhalde karşıdaki anlamadı…

Ecevit: Ayrıca, biliyorsunuz sayın Başkan, biz Türkiye olarak teröre karşı büyük bir mücadele verdik, bu konudaki deneyimlerimizi de size iletmek istemiştim…

Bush: Öyle mi, bu çok ilginç işte.. Buyrun sayın Başbakan, sizi dinliyorum.

Ecevit: Efendim, biliyorsunuz, biz bu PKK terörüne karşı…

Bush: PKK mı dediniz, nasıl birşey bu? Osame Bin Laden’e bağlı bir örgüt mü?

Ecevit: Hayır efendim, bu Apo bin Uweyş’e bağlı bir örgüt. Amacı da bağımsız bir Kürdistan kurmaktı..

Bush: Haa, bu örgütü Saddam kurmuştu değil mi? Şeyy, pardon, Esat Esat! Şu Suriye Diktatörü…

Ecevit: Hayır efendim, aslında biz kurmuştuk.. Şeyy yani… Esat devreye sonradan girdi.. Biz işte bu PKK’ya karşı 15 yıl savaştık ve terörün belini kırdık!..

Bush: Ne güzel! Nasıl başardınız bunu sayın Başbakan?

Ecevit: Efendim, biz tehlike daha potansiyel halde iken tedbirlerimizi aldık.

Bush: Nasıl yani?

Ecevit: Kürtler nasıl olsa ayaklanacaklardı. Sınırlarımızın içinde 20 milyonluk bir halk.. Bunları sittin sene boyunduruk altında tutamazdık ya.. Birgün harekete geçeceklerdi. Zaten bir dizi parti, dernek kurmuşlar, haklarımızı isteriz diye bağırıp duruyorlardı. Onlardan önce biz davrandık.

Bush: Ne yaptınız?

Ecevit: Mevcut partilerin hepsinden daha radikal, daha keskin bir Kürt partisi kurduk. Yani onu kendi adamımız Apo bin Uweyş’e kurdurduk. Adamımız, verdiğimiz talimatlara uygun olarak öteki Kürt örgütlerine savaş açtı. Onları ihanetle suçladı ve ortalığı teröre boğdu… Para, silah ve reklamı, hatta koruması bizden…

Bush: Yani kendi elinizle terör yarattınız..

Ecevit: Elbette efendim! Böylece Kürdü Kürde kırdırdık. Ardından da bu terörü bahane edip, sizin de yardımınızla 12 Eylül darbesini yaptık!..

Bush: General Pinochet’nin darbesi mi?

Ecevit: Hayır efendim, Pinochet Evren’in darbesi…

Bush: Her neyse, devam edin..

Ecevit: Sonra Apo Bin Uweyş Suriye’ye, yani Esat’ın yanına geçti..

Bush: Siz mi gönderdiniz, yoksa kendisi mi gitti?

Ecevit: Öyle de sayılır, böyle de.. Biz görevli gönderdik ama, Suriyeliler ona el attılar..

Bush: Anlıyorum, devam edin sayın Başbakan!

Ecevit: Bir süre sonra bu Apo bize karşı gerilla savaşı başlattı. Tam da işimize gelen bir savaştı. Bundan yararlanıp Kürdistan’ın kırsal kesimlerini boşalttık?

Bush: Nasıl yani?

Ecevit: Köyleri, kasabaları yakıp yıktık. Bir yandan Apo, bir yandan biz. Apo kendisine katılmayan Kürt köylülerine saldırdı, kıyım yaptı. O yapmadığı zaman da, onun adına biz yaptık. Ekinleri, ormanları yaktık. Yaylaya çıkışları yasakladık. Böylece Kürdistan’ın kırsal alanını boşalttık, balığı yakalamak için denizi kuruttuk. Köy kalmadı ki içinde köylüler yaşasın..

Bush: Çok ilginç!

Ecevit: Terörle mücadelemizi zayıflatmasın diye insan haklarını askıya aldık. Basını hizaya getirdik. Terörle mücadele ederken insan haklarına bakılmaz sayın Başkan, siz bu Avrupalılara aldırmayın!

Bush: Evet, çok haklısınız!

Ecevit: İşkence ettik, kıydık; sırasında, ibreti alem olsun diye kafa-kulak kestik; b… yedirdik…

Bush: Ne nee?..

Ecevit: B… yedirdik efendim!

Bush (şaşkın): Bu kadar incelikli yöntemi ilke kez duyuyorum. Doğrusu çok yaratıcıymışsınız…

Ecevit: Övünmek gibi olmasın, ama öyledir efendim… Bizi eleştiren aydınları, Kürt-Türk demeden yok ettik, yani “faili meçhullere” kurban ettik. Acımasız davrandık..

Bush: Bizim Kissinger de “acımasız olmak lazım” diyor…

Ecevit: Evet Efendim. Kürtleri milyonlar halinde sürdük; aç, evsiz, işsiz bıraktık; canlarından bezdirdik. En iyi eğitim tarzı budur!

Bush: İlginç..

Ecevit: Salt şiddetle yetinmedik elbet, diğer yöntemleri de kullandık..

Bush: Ne gibi?.

Ecevit: En iyi silah, sayın Başkan, füzelerden, hatta atom bombasından da önemli silah, insanların beynini yıkamaktır. Gerçi siz Amerikalılar bunu herkesten iyi bilirsiniz.. Beyni yıkanan adam artık düşünemez. Bir kedi, köpek kadar bile kendisi için iyi ya da kötü olanı ayıramaz. Ne deseniz onu yapar.. Biz de aynı zamanda bu silaha başvurduk..

Bush: Biraz açar mısınız, sayın Başbakan, eğer bir devlet sırrı değilse?.

Ecevit: Değil efendim. Hem sizden gizlenecek sırrımız mı olur..  Biz Apo Bin Uweyş’i putlaştırdık. Onu bir tarikat şeyhine çevirdik. Öyle ki taraftarları onun hiçbir sözünden çıkmasınlar…

Bush: Peki bunun size yararı ne?

Ecevit: Çok yararı var efendim! İşte bakın, sonunda, sizin de yardımınızla Apo Bin Uweyş’i yakaladık. O şimdi elimizde ve ne desek onu yapıyor. Taraftarları da  o ne dese onu yapıyorlar.. Bölece Kürt potansiyelini büyük ölçüde telef  ettik, kalanı da ehlileştirdik. Kürdistan’ı önemli oranda boşalttık, kitleleri sindirdik, en radikal kesimini PKK eliyle kendimize bağladık. Yani terörün belini kırdık efendim!..

Bush: Oh oh, çok ilginç sayın Başbakan! Bu zengin deneyimlerinizi yardımcılarımla birlikte değerlendireceğiz. Ancak bir sorun var. Önce bir paravan parti kurmak, sonra onu düşmanlarımızla çatıştırmak.. Afganistan’da bütün bunları hayata geçirmek için bizim öyle fazla vaktimiz yok..

Ecevit: Sayın Başkan, bir yandan askeri güçlerinizle vurursunuz, bir yandan da bunu yaparsınız. Nasıl olsa bu savaş yıllar sürebilir demiştiniz..

Bush: Doğru. Ama Bin Laden’den ve Talibanlardan daha radikal Müslümanlar bulmak mümkün mü? Malumunuz, zaten onları da biz yaratmıştık..

Ecevit: Siz de radikallerden ürken ılımlıları kullanırsınız. Bu cağrafyada herkes herkesle savaşıyor nasıl olsa ve insan yaşamı sudan ucuzdur…

Bush: Bir sorun daha var: Müslümanı Müslümana karşı savaştırmak zor olmaz mı?

Ecevit: Sizi temin ederim ki olmaz! Bizim askerlerimiz Kürdistan’da nasıl savaştı? Kürtler de Müslüman değiller miydi? Üstelik biz bu işi beş para vermeden yaptırdık. Sizin ise şükürler olsun, paranız çok! Hangi Müslümana verseniz azrail kesilir!..

Bush: Bu değerli bilgiler için teşekkür ederim sayın Başbakan. Türkiye bizim dostumuzdur. Bu savaşta da bunu kanıtlayacağından eminiz. İlerde görüşme dileğiyle..

Ecevit: Memnuniyetle sayın Başkan, ömrüm vefa ederse tabi.. Bu ara bu memlekette herkes ölmemi bekliyor da..

Bush: Allah gecinden versin, sayın Başbakan!

Ecevit: Sağolun Sayın Clinton, bayan Monika’ya selam ve saygılarımı iletin!..

Karşıdan gür bir kahkaha duyulur.

Rahşan ve Hüsamettin (ikisi birden): Clinton değil efendim, Bush’tu..”

Ecevit: Haa, boş mu bulunduk..

Rahşan: Evet, kötü oldu..

Ecevit (hayıflanır): Telefon da kapandı...

Oysa telefon kapanmamıştı.. Ama Bush da kapandı sanıyor ve öbür yanda rahat rahat söyleniyor, sesi bu tarafa yansıyordu:

Bush: Kerizlere bak! Tereciye tere satıyorlar. Sanki bütün bunları bizim Panama Okulu’nda öğrenmiş değiller!..

(2. Perdeyi okumak için tıklayınız)

 
PSK Bulten © 2002