PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Küçük Oyun

TELEFON

2. Perde

(1. Perdeyi okumak için tıklayınız)

Günlerden 14 Ocak 2002. Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit'in uçağı Vaşington yolunda. Uçakta Ecevit ve eşi Rahşan Hanım’ın yanısıra, İsmail Cem, Kemal Derviş ve çoğu iş adamlarından, gazetecilerden oluşan iki yüz kişilik bir kafile...

Birkaç gazeteci Ecevit'in yanına sokulmuş soru sormaktalar.

Bir gazeteci: Sayın Başbakan, Bush'tan ek yardım isteyecek misiniz?

Ecevit: Yardım sözünü kullanmak hoşuma gitmiyor, içime sindiremiyorum! Sanki dilenmeye gidiyormuşuz gibi.. Oysa biz büyük devletiz, dünya devletiyiz!.. Karşılıklı ticari ilişkilerimizi geliştirmeyi önereceğim. Ülkemize daha çok Amerikan sermayesi ve turist gelsin…

Gazeteci: 5 milyarlık askeri borç silinsin demeyecek misiniz yani?

Ecevit: Ha, onu diyeceğim... O farklı birşey tabi.. Biz bir NATO üyesi olarak Ortadoğu'da aşırı yük yüklendik...

2. Gazeteci: Afganistan'a birliğimiz gidecek mi, sayın Başbakan?

Ecevit: Gidecek gidecek.. Aralık sonuna kalmaz gider..

Cem: Aman efendim, Ocak’tayız..

Ecevit: Birşey mi oldu, Cem?..

Rahşan: Aralık geride kaldı, Ocak’tayız şimdi…

Ecevit: Tabi tabi, Ocak sonuna kalmadan..

Gazeteci: Neden bu kadar gecikti, efendim?

Ecevit: Çözümü gereken bazı ön sorunlar vardı...

Gazeteci: Parasal mı?

Ecevit: Tabi, o da var.. Dış ülkeye askeri birlik bayağı masraflı bir iş. Eğer masraflarımız karşılanırsa...

Gazeteci: Mesela ne kadar?

Ecevit: Çok değil, şöyle iki-üç milyar, filan...

Gazeteci: Ya vermezlerse?.

Ecevit: Umarım verirler. Biz isteyelim de.. İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü demişler…

Gazeteci: Peki efendim, bu bizim için ayıp olmaz mı? Bir dünya devleti için hani?.

Ecevit: Olmaz, olmaz! Biz dünyadaki tek demokratik ve laik islam ülkesiyiz. Örnek ülkeyiz yani. ABD teröre karşı savaşta bize muhtaçtır...

3. Gazeteci: Bush'la görüşmenizde Irak olayının mutlaka gündeme geleceği söyleniyor. Bush, Irak'a yönelik bir saldırıda destek isterse ne diyeceksiniz?

Ecevit: Umarım Irak'a yönelik bir operasyon planı yoktur.

Gazeteci: Saddam'ı çok mu seviyorsunuz?

Ecevit: Hayır, ama sonuçlarından kaygı duyuyorum. Irak bölünür..

Gazateci: Bölünse ne olur? Sovyetler dağıldı, Yugoslavya dağıldı ve Türkiye bunu destekledi?

Ecevit: O başka, bu başka?

Gazeteci: Nasıl başka, efendim?

Ecevit: Buradan Kürt devleti çıkar..

Gazeteci: Kürtler kardeşimiz değil mi? Hatta onlara Türk demiyor muyuz? Kıbrıs'taki yüzbin Türk için Adaya asker çıkarıp devlet kurduk. Bir devlet de Kuzey Irak'taki ”Kürt Türkleri” için kursak?.. Azerisi, Özbeki, Kazakı, Türkmeni, Kırgızıyla bir dizi Türki devlet var. Moğolları ve Farsça konuşan tacikleri bile Türk sayıyoruz. Böylece Türki devletlerin sayısı bir tane daha artmış olur, fena mı?..

Ecevit (öfkelenir): Fena olur, hem de çok fena! Türkiye parçalanır, delikanlı! Sen burda zincire vurduğumuz 20 milyon Kürdün rahat duracağını mı sanıyorsun?. İkinci gün onlar da devlet ister! Bu tür sorular bile ülkemizin birliği ve esenliği için sakıncalı.. (Yanındakilere döner) Çok garip.. Sanki karşımda bir bölücü konuşuyor.. Kim bu gazeteci? Bu adamı tanıyor musunuz?

Herkes hayır anlamında başını sallar. Ve o anda iki sivil polis gazeteciyi karga tulumba oradan uzaklaştırır, ”pat-küt” sesleri duyulur.

1. Gazeteci: Genç bir arkadaşımız, efendim. Deneyimsiz, toy biri.. Biraz da liboşların etkisinde kalmış..

Rahşan: Suç onda değil, onu heyete alanda. Dönüşte ben bunun hesabını Hüssam'dan sorarım!

Cem (gazetecilere hitaben): Sayın Başbakan'ı çok yormayalım arkadaşlar, biraz dinlensin..

Gazeteciler uzaklaşır.

Rahşan (Ecevit'e hitaben): Hadi canım, sen biraz dinlen!

Ecevit koltuğunda arkaya yaslanır, gözlerini kapar ve çok geçmeden horuldamaya başlar. O koltuğunda şekerleme yaparken ötekiler, o rahat uyusun diye aralarında fısıltıyla konuşurlar..

Ecevit uykusunda bir ara hafif sesle sıkıntılı şekilde mırıldanır, sonra birden kabus görmüş gibi haykırır: "Yo hayır, olamaz!.." Aynı anda koltuğunda sıçrar ve uyanır.

Rahşan (telaşlanır, elini uzatıp tutmaya çalışırken): Sakin ol bülent, sakin ol!

Ecevit (kendine gelir, etrafına bakar, derin bir nefes alır ve söylenir): Kötü bir kabus gördüm.

Rahşan (merakla): Neydi?

Kemal Derviş: Yeni bir kriz mi patlak vermişti yoksa?

Ecevit: Hayır hayır..

Cem: Güney Kıbrıs Avrupa Birliğine alınmış olmasın?.

Ecevit: Yo yo, öyle bir şey de yok.

Rahşan: Neydi peki? Meraktan çatlatma!

Ecevit: Körfez’de savaş patlak vermiş, Saddam rejimi yıkılmıştı!..

Rahşan: Canım, sen de bırak şu Saddam'ı artık! Derdi sana mı düştü?.

Ecevit: Yalnızca o değil.. Bir Kürt devleti de kurulmuştu!.

Yanındakiler (bir ağızdan): Maazallah!

Ecevit: Neyse ki rüya.. Oh be, dünya varmış!..

Rahşan (hostese seslenir): Kızım, bir kahve ve soğuk su getir!

Hostes: Başüstüne efendim!

Cem: Efendim, devlet neredeydi? Kuzey Irak'ta mı, yoksa bizim tarafta mı?

Ecevit: Ne farkeder be Cem! Ha Irak'ta olmuş, ha yakında.. Ha dünyanın öbür ucunda.. Kürt devleti Kürt devletidir!..

Cem: Biraz fark etmez mi?.

Ecevit: Asla! Ama bu devletin başkenti üstelik Diyarbakır’dı ve Ankara'ya elçi yollamışlardı!..

Rahşan: Canım, rüya bu.. Sen de böyle şeylere kafanı takma, sağlığına zarar.. Hem Kürt devleti filan kurulmaz, bu bir hayal...

Ecevit: Sen öyle de, sen öyle de!..

Rahşan (korku ve merakla): "Ne yani, kurulur mu?."

Ecevit: Aslında kurulmuş bile.. Git bakalım Habur kapısında  kimleri görürsün! Gümrük var, parlamento var, hükümet var!.. Ordu desen yine var!.. Ben boşuna mı Saddam'a bu kadar sarılmışım?.

Rahşan: Peki ne yapalım?

Ecevit: Ben de onu düşünüyorum... Ne yapsak da güneydeki bu cansıkıcı şeylerden kurtulsak?..

Bu arada hostes kahve ve bir bardak su getirir. Bir de kitap vardır elinde:

Rahşan: "O ne kitabı öyle?"

Hostes: Bu da rüya tabirleri efendim. Sayın Başbakanımız rüya görmüş de.. İnşallah hayırlı rüyadır..

Ecevit: Hiç de hayırlı rüya sayılmaz! Şeyy, uçakta rüya tabiri kitabı da mı bulundurursunuz?

Hostes: Evet efendim. Baş pilot ara sıra rüya görür de..

Ecevit (telaşla): Nasıl yani, uçakta mı görür?.

Hostes: Evet efendim..

Ordakiler (bir ağızdan): Nee?!.

Hostes: Şey yani.. 10 bin metrenin üstünde seyrederken.. İnişte ve kalkışta değil elbet. Bazan yönetimi yardımcı pilota devredip biraz şekerleme yapar da..

Ordakiler (bir ağızdan): Vay canına!

Cem: Kızım, pilota söyle, hiç değilse bu sefer şekerleme yapmasın. Malum, uçakta kırılacak şeyler var... Maazallah başbakana, en başta da sayın Derviş’e birşey olursa ekonomiyi artık IMF bile kurtaramaz!.

Hostes: Söylerim efendim!

Rahşan (kitabı alıp karıştırırken) : Bakalım hele senin rüya için ne diyor.. Rüyasında Saddam’ı görenler… Rüyasında Kürt devleti görenler... ”Kur... Kurdele... Kurşun... Kurt...” ama bu sadece ”kurt”. Şöyle diyor: ”Kurt rüyaları pek de iyiye yorulmaz..."

Derviş: Şu kurtla ilgili olanda başka neler var? Ben de arasıra rüyamda görüyorum da..

Rahşan (okur): "Etrafını kurtların çevirdiğini gören insan pek çok düşmanla uğraşmak zorunda kalır.. Uluyan bir kurt, insanın başına bela açacak çok güçlü bir düşmandır... "

Derviş: İşimiz zor desene!..

Ecevit: Zor, Derviş zor!. Peki, kurtla ortak hükümet kurmak nasıl birşey acaba?. Onu da yazıyor mu?

Rahşan: O yok, ama şöyle bir şey var: ”Rüyasında kurtla dostluk ettiğini gören bir insan, güçlü bir düşmanla uzlaşacaktır...”

Ecevit: Bu doğru işte! 

Rahşan: Şurada bir de ”kürsü” var:

Ecevit: Bak, o daha da önemli! Onda ne diyor?

Rahşan: Şöyle diyor: "Kürsü rüyaları genel olarak iyi sayılırlar. Sağlam bir kürsü güven ve başarıdır. Sallanan bir kürsü geleceğin pek de emin olmadığına işaret eder. Kırık bir kürsü çalışmaların boşa gitmesidir...”

Ecevit: Bizimki hangi türden acaba?

Rahşan: Elbette sağlamdır.

Cem (onaylar): Sağlamdır sağlam!

Ecevit (kendi kendine söylenir gibi): Kürsü sağlam da bacaklar pek sağlam değil..

Rahşan: Kürde ve Kürt devletine gelince.. Kitapta buna dair birşey yok.

Ecevit: Yok ki olsun.. Olmayan bir şeyin adı olur mu! Değil mi Cem?.

Cem: Tabi, tabi efendim, Kürt yok ki Kürt devleti olsun!

Rahşan:O zaman niye bu kadar teleşlanıyorsun, Bülendcim?

Ecevit: Rahşancığım, cin ya da şeytan da yoktur ama, insan korkar..

Rahşan: Yani Kürtler sence cin ya da şeytan gibi birşey mi?.

Ecevit: Hemen hemen!.. Zaten, eski Araplar ve İranlılar Kürtleri ”Cin taifesinden” diye tarif etmişler, ”El Ekrad, taifetün minel cin” demişlerdir.

Bir gazeteci (aradan başını uzatır): Sayın başbakanım, sizin de Kürt asıllı olduğunuzu söyleyenler var, doğru mu bu?

Ecevit (telaşla): Kim, kim söylüyor bunu?

Gazeteci: Bazı eski ardaşlarınız söylüyor, efendim. Size okulda ”kuyruklu Kürt” diye takılırlarmış, siz de buna pek öfkelenirmişsiniz.. Şimdi de Kürt sorunundan bu kadar alerji duymanızın nedeni bu diyorlar..

Ecevit: Vay hayırsızlar, vay! Demek bu kadar yıl sonra bile peşimi bırakmıyorlar haa!.  Ortaokulu, koleji bitirdik, İngilterelere gittik, gazeteci olduk, başbakan olduk, alzhaymer olduk, yine de peşimizi bırakmıyorlar. Tabi canım, onlar beni kıskanıyorlar! Bu haberi Baykal mı yayıyor yoksa?. Onun başının altından çıkar böyle şeyler!.. (Gazeteciye döner): Ama benim kuyruğum yok ki! Bakın isterseniz…( ayağa kalkıp pantalonunu çıkarmaya yeltenir).

Rahşan (eteğinden çekiştirir): Ne yapıyorsun canım? Otur yerine, otur!

Ecevit: Bırak da gerçeği görsünler, hanım, kuyruğum yok!..

Rahşan (sert bir sesle): Otur bülent, otur! Yoksa acı gerçekler ortaya çıkacak!

Ecevit: Nasıl yani?.

Rahşan (Ecevit’in kulağına doğru): Bağladığım bloyaları mı görsünler istiyorsun?!.

Ecevit: Haa, bunu düşünmemiştim!.

Rahşan (gazeteciye döner): Canım, nerden çıkarıyorsunuz böyle şeyleri!

Gazeteci: Bir ara Mustafa Ekmekçi bir röportajında yazmıştı, Sayın Ecevit’in babasının Kastamonu’daki mezar taşında ”Kürdizade Mustafa Bey” yazıyormuş..

Ecevit: Hayır efendim, doğru değil! Mezar hala orada, gidin bakın böyle birşey yok!

Gazeteci: Dediklerine göre birkaç yıl önce o yazıyı sildirmişsiniz..

Ecevit (bir an duraklar, sonra Rahşan’a dönerek): Görüyor musun Rahşan, bu gazeteci milleti nasıl bizimle uğraşıyor! Üstelik güya meslektaşız da…(Gazeteciye döner): Bak delikanlı, o yazı yanlış yazılmıştı. Aslında ”Kürdizade” değil, ”Kurdizade” olacaktı. Yani ”Kürt” değil, ”kurt”.. Mezar taşını yazan usta yanlışlık yapmış, anladın mı! Belki de düşmanlarım sonradan nokta eklemişler.. Bu bölücülerin işi de olabilir!. Zaten biz Türkler bozkurt soyundan gelmiyor muyuz? Bu da benim Türk olduğumun en iyi kanıtı!..

Gazeteci: İyi ama efendim, kurdun kuyruğu yok mu?..

Ecevit (öfkeli): Ama canım, bu kuyruksuz bir kürtmüş demek ki!…

Cem (uyarır): ”Kürt ”dediniz…

Ecevit: Efendim?

Cem: ”Kuyruksuz Kürtmüş” dediniz…

Ecevit: Haa, pardon, kuyruksuz kurt, yani… Bazan, bilirsiniz, atların ve çoban köpeklerinin de kuyruğunu keserler… Hem delikanlı sen bu işi neden bu kadar karıştırıyorsun?.

Rahşan (kızgın): Tabi ya, senin başka işin yok mu?. Bizi rahat bırak!

İki sivil, gazeteciyi karga tulumba uçağın gerisine doğru götürürler. ” Ulan serseri!” sesine pat-küt sesleri karışır.

Bir üçüncü sivil (Ecevit’in kulağına eğilir): Uçaktan atalım mı efendim?!.

Ecevit: Hayır hayır! Bu yüksekte kapı açılmaz sanırım, sakıncalıdır.. Ama sonra bir soruşturun, terörist filan olmasın?. Belki de Baykal’ın adamıdır!..

Rahşan (kızgın): Uçağa kırk gazeteci alırsan böyle olur işte! Ulan hüssam, ben de bunun hesabını senden sormazsam!..

Ecevit: Sakin ol hayatım, sakin ol!

Derviş (Ecevit’e hitaben): Peki beyefendi, siz Kürt meselesine bir çözüm buldunuz, biz ne yapacağız?

Ecevit: Nasıl yani?

Derviş: Biz soyumuzu nasıl kurda ulaştıralım? Malum ya anne Alman, baba da Arnavut..

Ecevit: Canım, o da mesele mi! Büyük atamız da Arnavut değil miydi?. Siz de, Nazım’ın deyişiyle, mavi gözlü ”sarışın kurt” olursunuz!..”

Cem: ”Peki biz ne yapacağız efendim? Aslımız malum..”

Ecevit: Gam çekme be Cem! Sana da bir kurt baba ya da ana buluruz! (Kulağına eğilir) Kimse duymasın.. Bu memlekette aslı Türk olan mı var?.. Ben Kürt, sen Yahudi, Derviş Alman… İnönü Kürt, Özal Kürt, Çiller Boşnak… Hatta Demirel’in Arnavut, Yılmaz’ın Ermeni asıllı olduğunu bilir miydin..”

Cem: Bilmezdim, vay canına!..

Ecevit: Olsa olsa, bu domates suratlı Baykal Türktür!

Derviş (başını sallar): Olabilir..

Ecevit: Rahmetli Özal, bir bakanlar kurulu toplantısında bakanlarına şöyle bir göz gezdirip ne demişti: ”Ne Türk Türk deyip duruyorsunuz; içinizde  Adnan Kahveci’den başka Türke benzeyen var mı?..”

Derviş ve Cem (ikisi birden başlarını sallayarak): Çok doğru!

Ecevit: Aman ha, bu doğru aramızda kalsın!..

Rahşan: Peki ben neye benziyorum?

Ecevit: Nasıl neye?

Rahşan: Hangi millete yani?.

Ecevit: Hayatım sen… Şeye benziyorsun… Ne desem ki… Şeyy… Neyse, karıştırma daha iyi!

Rahşan: (ağlamaklı olur): Tamam tamam, beni bir şeye benzetemedin.. Hi hii..

Hostes (yaklaşır): ”Bir emriniz mi var efendim?”

Rahşan (rüya tabiri kitabını uzatırken bir mendille gözlerini kurular, içini çeker): Bunda bizim aradığımız yok.

Derviş (konuyu değiştirmek ister gibi): Bu rüya tabirleri çok eski, onları güncelleştirmek gerekir.

Ecevit: Doğru söylüyorsun, Derviş. Çağa uyum sağlamamız lazım.. İstersen sen bir tasarı hazırla Meclis'e sunalım.

Derviş (şaşkın): Olur mu efendim?

Ecevit: Neden olmasın? Sen, yani IMF istedikten sonra!..

Derviş: Ama bu işe IMF karışır mı?

Ecevit: Karışmadığı iş mi kaldı?

Cem: Genellikle rüyaların tersi çıkar derler.

Ecevit: İnşallah öyle olur!

Rahşan: Hocayı bulursak sağlıklı bir yorum alabiliriz.

Ecevit: Hangi hocayı?

Rahşan: Lüfullah Hoca'yı, canım..

Ecevit: Doğru. Sahi o da Amerika'da. Görüşsek iyi olur. Biraz tasavvuf üzerine sohbet etsek.. Anadolu müslümanlığı üzerine.. Şey ama, bizimkiler duyarsa kötü olur.

Rahşan: Bizimkiler kim?

Ecevit: Kim olacak canım, tabi ki generaller.. Laiklikten yine taviz verdiğimizi ileri sürerler..

Rahşan: Doğru ya!

Bir gazeteci (gazeteciler yeniden Ecevit'in yanına sokulur): Efendim, Prezident Bush'un düştüğünden haberiniz var mı?.

Ecevit (şaşırır, eli titrer, elindeki kahve fincanı düşecek gibi olur): Aman tanrım! Şaka etmiyorsunuz ya?.

Gazeteci: Hayır efendim, böyle şeyler şakaya gelir mi hiç.

Ecevit (yanındakilere döner): Ama bu nasıl olur?..

Rahşan: Beklenmedik birşey...

Ecevit (hayret anlamında başını sallar ve sorar): Peki ne zaman oldu bu iş?

Rahşan: Az önce CNN haber verdi; sen uyuyordun.

Ecevit: Akıl alacak şey değil! Bush düşsün... Hem de Amerika gibi bir ülkede..

Rahşan: Çok da güçlü, sağlıklı görünüyordu, değil mi?

Ecevit: Güçlü de laf mı canım. Amerikan cumhurbaşkanı bu!

Rahşan: İnsanlık hali, oluyor işte..

Ecevit: Hani bizde olur da.. Bizimkisi normal! Ama Amerika'da?. Peki o zaman biz nereye gidiyoruz? Dönelim daha iyi!

Rahşan (şaşkın): Nasıl dönelim?!.

Ecevit : Gitsek bu hengamede kiminle görüşeceğiz?

Rahşan: Nasıl kiminle görüşeceğiz? Tabi ki Bush'la görüşeceğiz.

Ecevit: Düşmüş dediniz ya..

Gazeteci: Efendim o kadar tehlikeli bir durum yok. Sağlığı yerinde. İşine devam ediyor yine..

Ecevit (şaşırır): Eee, peki bu nasıl darbe?.. Yoksa... Bizim 12 Mart gibi birşey mi?

Gazeteciler ve çevresindekiler hayretle birbirlerine bakarlar.

Rahşan: Ne darbesi Ayol? Adam bayılmış, yere düşmüş... Yüzünde hafif sıyrıklar var, o kadar..

Ecevit (derin bir soluk alır) : Öyle desenize canım! Oh, şükür be!.. Ben de sandım ki...

O sırada uçak biraz sarsılır, ansızın irtifa kaybeder ve içerde korkulu " Ne oluyor?", "ayy!", "düşüyor muyuz yoksa?!." sesleri yükselir. Az sonra sarsıntı durur, uçağın hoparlöründen bir çağrı yapılır:

"Hostes Leyla Pilot kabinine! Hostes Leyla pilot kabinine!"

Bir bayan hostes kabine gider ve bir süre sonra çıkar. Mikrofonu alıp konuşur:

Hostes: Sayın Başbakanım, sayın yolcular! Merak edecek birşey yok. Baş pilot küçük bir rüya görmüş de rüya tabirlerini kendisine götürdüm!..

3. Perdeyi bekleyin..

 
PSK Bulten © 2002