|
Başbakan Erdoğan’nın sınırları ve “sinirleri”
|
2012-09-17 13:52
|
Latif Epözdemir
|
|
Son yıllarda Türkiyede Kürtlere ilişkin ret, inkar ve asimilasyon politikaları geçmişe oranla önemli oranda gerilemiş bulunuyor. Keza Kürt dili, kültürü ve edebiyatı , Kürtçe konuşma ve basın- yayın alanlarına önemli sayılabilecek serbestlikler gelmiştir. TRT 6 kanalında Kurmanci, Zazaki ve Sorani olarak Kürt dili ile programlar yapılması bunun örneğidir.
Kuşkusuz bu değişim ve dönüşümler henüz anayasal güvence altında değildir Eğer “iyileştirme” süreci kesintiye uğramazsa yeni anayasada bu konuların anayasal güvenceye kavuşturulacağı izlenimi var.
Diğer yandan Kürt sorunun tartışma düzlemine girdiği, medyada, üniverisite çevrelerinde ve aydınlar arasında gündeme geldiği, bu anlamda demokratik bir hoşgörü havasının estiği de bir gerçek.
Kuşkusuz bu tablo Kürtlerin lehinedir. Kürtler bu süreci doğru okuyabilmeli ve lehlerine çevirmelidirler. Bu dönemde beliren fırsat ve olanakları kaçıracak her türden politikaya karşı gelmelidirler.
Bu değişimler ciddi , cesur ve alkışlanacak değişimlerdir.. Ne var ki Kürt sorunu bu değişimlerle sona erecek türden bir sorun değildir. Kürt sorunu bir “ulusal” sorundur ve devletin yapısı ile ilgilidir. Bu nedenle devletin yapısı değişmeden bu sorunun çözümünü beklemek hayal olur. Kürt sorununu “kültürel özerklikle” sınırlı gören iktidarın yanlışı işte buradadır.
Kendisi bakımından olağanüstü önemli adımlar olarak kabul edilen bu değişimlerden sonra bile hala Kürt sorununun var olduğu gerçeği tartışıldığından Sayın Başbakan sinirlenmektedir. Bu nedenle o “Kürt sorunu kalmamıştır, terör sorunu vardır” türünden TC nin eski “resmi” anlayışına rücu etmeyi yeğlemektedir.
Çünkü, sayın Başbakanın Kürt sorununda “sınırları” vardır. Bu sınırları aşan her söylem anında onun” sinirlerini” germektedir. O “benden bu kadar” deyip kendince bu defteri kapatmıştır. Ama ortada hala Kürt sorunu hala varlığını sürdürünce de, eskiden olduğu gibi o da sorunu güvenlikçi uygulamalara havale ederek poligonların içinde sınırlamayı düşünmektedir.
Bu gün artık Türkiye’de, Kürt sorunun çözümü konusunda dünyadaki örneklerden ve deyimlerden yararlanmak gerektiği de tartışılmaktadır. IRA, ETA ve TAMİL çözümleri konuşulmaktadır.
Bilindiği gibi IRA ve ETA şiddetinin devam ettiği ülkeler birer AB ülkeleridir (İngiltere ve İspanya). İrlanda ve Bask modellerinde öne çıkan çözüm diyalog ve müzakereydi. Bu müzakereler konusunda bir mutabakat sağlandı ve kalıcı barışa imza atılarak ilgili ülkeler bu sorunlarını bertaraf ettiler. Doğru olanı seçtiler. Çünkü, arzu edilen de kuşkusuz bu yöntemdi.
Öte yandan TAMİL usulü çözüm de bir örnek olarak ortada bulunuyor. Bu örnek hiç bir diyalog ve müzakereyi kabul etmeyen sadece “askeri” çözümü geçerli gören ve top yekun “imhayı” öngören bir “çözüm”dür. Nitekim TAMİL gerillaları bu şekilde imha edilmiştir.
Türkiyede bu acımasız ve insanlık dışı vahşeti çözüm gibi görenler de var. Bu ırkçı ve fanatik çevreler, Kandile “Türk bayrağı” dikelim diyerek TC sınırlarının dışında kalan Kürt coğrafyasının da işgal edilmesi gerektiğini ısrarla savunmaktadırlar.
Bu Türk etnik kinini besleyen ve Türk egosunu okşayan bir tutumdur ve tehlikelidir. Bu ırkçı çevreler ancak bu meyanda hükümete destek vereceklerini her fırsatta dile getirmektedirler.
Bu yaklaşım da sayın Tayıb Erdoğana uygun gelmemektedir. Diğer yandan Hükümet çözüm konusunda net bir tavra da sahip değil. Henüz TBMM’de bir ortak mutabakat da mevcut değil. Meclis başkanın önerileri de hükümet içinde ve dışında görüş ayrılıkları yarattı.
Bu hükümet Kürtler bakımından önemli değişimler gerçekleştirdiği halde hala bir “Kürt Politikası” oluşturamadı. Kürt sorununu teşhis etti ama gerçek tedavileri uygulama cesareti gösteremedi. Çünkü sayın Erdoğan’ın sınırları ve sinirleri bu duruma geçit vermemektedir. Çünkü bu hükümetin dış politikada olduğu gibi Kürt Politikasındaki belirsizlik de hala devam etmektedir.
Bu konuda sağlam, gerçekçi, net ve anlaşılır bir program ve siyasetten yoksun olan hükümet , yol ayırımına gelmiş görünüyor. Bu durum sayın Tayib Erdoğanı daha hırçın ve daha sinirli kılmaktadır. Sinirleri gerilen Sayın Erdoğan bu nedenle “tetiğe” bas emri vermek sureti ile rahatlamaktadır. Bu kişisel kızgınlığın dışa vurumudur. Bu “öc alma” ve öfke halinin belirginleşmesidir ve beliren tehlikenin de işaretidir.
Başbakan Erdoğan Kürtlere “Kürt vatandaşlarım” diyerek şefkatli görünmeye çalışmaktadır. Aslında Türkiye’de Kürt sorunu bir bakıma bir “vatandaşlık” sorunudur. Evet Türkiye’de Kürtler kayıt altındadır, vergi verir askere gider, seçer ve seçilirler. Adam öldüren Kürt ve Türk’e mevcut yasa aynı cezayı verir. Bu doğrudur. Kimilerine göre vatandaş olmanın ölçütleri de bunlarladır.
Oysa ki TC’de Türkler vatandaş ama Kürtler “Teba” dırlar. Mevcut bu ikili sistemde, Türklere haklarını tanırken “lütuf” gibi sunmazsınız. Ama Kürtlere haklarını “lütuf ederek” yani “lütfen” verirsiniz. Aslında bu ikili sistemi tartışıp yerleşik algıları yıkmak ve Kürtleri gerçek ve eşit vatandaşlık statüsüne kavuşturmak daha yararlı olacaktır.
Kürtler “teba”dır lakin vatandaşlık statüsüne rızaları dışında ” tabi” olmuş, deyim yerinde ise kabullenmek zorunda kalmışlardır. Şöyle ki, vatandaşların eşit haklara sahip olması sadece şekilsel bazda hayat bulmaz. Vatandaşlık eşit, adil ve özgür koşullarda ancak anlam bulabilir.
Bu nedenle Türkiye’de, Türkün neyi varsa Kürt de aynısına sahipse, yani Türk’e reva görülen hak ve ayrıcalıkların tümü Kürtlere de tanınırsa ancak gerçek eşitlik sağlanır ve vatandaşlar arasında fark kalmaz. Örneğin, Türk ana dili ile eğitim yapıyor ama Kürt yapamıyorsa, Türk kendi ulusal değerlerine göre parti ve örgüt kurabiliyor ama Kürt kuramıyorsa, Türkün bayrağı, sancağı, arması, amblemi varsa ve Kürdün yoksa vs. bu halklar arasında eşit “vatandaşlık”yoktur anlamına gelir.
Burada basit bir örnek verelim. Örneğin anadil yasağı. Elli yılı aşkın bir süre Kürtlerin ana dili yasaklandı, şarkı söylemeleri, konuşmaları yasaklandı. ”Türkçe konuş” kampanyaları ile koyu bir asimilasyon uygulandı. Kürtçe konuşana, okuyup yazana para ve hapis cezaları verildi. Türkiye, dil yasaklayan dünyadaki ender ülkelerden biri olarak sayıldı. Kürtlerin dili adeta dağlandı. Bu kez dilin özgürleşmesi için siyasal mücadele vermek zorunda kalındı. Oysa ki anadil sorunu normal koşullarda siyasal mücadele gerektiren bir sorun değildir. Ama Türkiye’de bu yüzlerce insan kendi anadilindi konuştu, okudu ya da yazdı diye ceza gördü, işkence çekti ağır bedeller ödemek zorunda kaldı..
Şimdi kalkıp “TRT 6” i bir lütufmuş gibi sunmak, Kürtçeyi” seçmeli ders” olarak lütfetmek ve diğer “lütfen” sunulan hizmetlerin temelinde Kürtlerin “Teba” olarak görülmesi zihniyeti yatmaktadır. Lakin Kürtlerin hakları “gasp” edilmiştir ve siz bunları geri verirken” lütfen” değil ama “özür diliyerek” ve de “iadeyi itibar” ederek geri vermelisiniz.
Kürt sorununu tartışan bir çok siyasetçi ya da “aydın” sorunu dillendirmekte ancak “çözüm” önerisinde bulunurken “sorunun” etrafında dolaşmaktadır. Sıkça şu konular konuşulmaktadır: “Karakolları güçlendirelim, daha modern ve teknolojik koruma ve savunma yöntemleri uygulayalım, Özel polisle mi yoksa düzenli orduyla mı, yerel yönetimleri güçlendirelim, bölgeye yatırım yapalım” önermeler tartışılmaktadır. Her seferinde “terör uzmanı” diye ekranlarda boy veren kimi köhne generaller ya da “kendileri sivil, kafaları asker” kimi kişiler atıp tutarken hep “güvenlikçi” önlemlerde bulunurlar. Kürtlerin yeniden Tenkilinin gerekliliğine işaret ederler.
Bu nedenle bu çorak tartışmalardan çözüm çıkmaz. Çıksa çıksa” çözümsüzlük” ve daha çok baskı çıkar.
Çünkü Kürt sorunu Türkiye’nin üniter yapısı ile ilgilidir. Türkiye’nin “Üniter” yapısının değişmesini gerekli kılmaktadır. Bu da şu anda pek mümkün görünmemektedir. Kanama bundandır.
|
|
|
|