|
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DÜNYA DEĞİŞTİ -1-
|
2016-01-10 23:02
|
Latif Epözdemir
|
|
1. BÖLÜM : GİRİŞ
Üzerinde yaşadığımız yer küre bugüne değin çok büyük değişimlere uğradı. Dünya bugünkü haline dönünceye dek çokça evrimler ve değişimler geçirdi. Kuşkusuz ki bu değişimler sayesinde bu günkü sükunete varıldı. Bir tek değişim ihtiyacı olduğu halde hala köhne statükolarının devamında ısrar eden bölge ve ülkelerde bölgesel, etnik ve ulusal çalkantılar hala devam etmektedir. Başta Ortadoğu olmak üzere hala Afrika ve Asya’nın bır takım bölgelerinde ulusal, etnik ve dinsel çatışmalar ne yazık ki devam ediyor. Bu Ülkeler değişime gitmemekle başta kendi halklarına ve vatandaşlarına en büyük kötülükleri yapmaktadırlar.
Dünya ülkeleri kendi içlerinde istikrar sağlamak için bir çok yönetim modelleri denediler. Her ülke kendi gerçekliğine uygun yönetim sistemleri denedi, verimli olmayan sistemlerden vazgeçerek daha gerçekçi ve verimli yönetimlerde karar kıldı. İmparatorluklar, Krallıklar, Diktatörlükler ve benzer olumsuz yönetimlerden birer birer vaz geçildi. Kimi dünya ülkelerinde Krallık rejimleri adına rastlansa bile çoğunda bu ad bir simgeden ibaret kaldı, krallıkla yönetilen ( İngiltere, Hollanda, İsveç vs. ) bir çok ülkede bile demokrasi, eşitlik ve adalet sistemleri kökleştirildi, yerel ve bölgesel bazda eşitlik ve demokrasiye özen gösterildi, bu ilkelerden vazgeçilmezlik anayasal güvencelere bağlandı.
Dünya ülkelerinin bir arada barış içinde yaşayabilmesi için başta BM olmak üzere bir çok örgütler oluştu ve bu örgütler uluslar arası işbirliği, güvenlik,bir arada yaşama, hukuk ve adalet konusunda çeşitli caydırıcı sözleşmeler ve ilkeler geliştirildi. Uluslararası sözleşmeler bu gün bir çok dünya ülkeleri bakımından bağlayıcı bir karekter içermekte ve yaptırım gücü geliştirmektedir.
Diğer yandan, Dünya ülkeleri bölgesel, askeri, ekonomik ve kıtasal ve coğrafik temellerde çeşitli birlikler, paktlar ve işbirliği örgütleri oluşturdu. Nato, AB,İMF,NAFTA,Şanghay,Arap Birliği ve buna benzer bir çok örgüt bölgesel işbirliği ve ekonomik dayanışma örgütleri olarak varlıklarını sürdürmekteler.
Ülkeler bazında bir arada yaşamak durumunda olan bir çok bölge, ulus, ulusal azınlık, etnik kesim ve farklı kültürel etnisitelerin kendi iç hukuklarını geliştirdi, bir arada yaşarken eşitlik, adalet ve özgürlük temelinde yeniden yapılanmalara yöneldi. Bu merkezi yönetimler yerine ademi merkeziyetçilik ya da doğrudan demokrasi olarak hayat buldu.
Elbette ki bir çok halkın ve etnik yapıların özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi yolundaki kazanımları, kimi yerlerde baskıcı ve statükocu yönetimlere karşı sert mücadele yollarından da geçti. Başta Avrupa kıtası olmak üzere bir çok yerdeki bu silahlı direnişler, sonuçta barışçıl zeminlerde ve siyasal görüşmelerle çözüldü. İRA, BASK, ve benzer bir takım silahlı örgütler müzakereler yolu ile barışçıl ve adil mücadele yöntemlerine dönmeye ikna edildi ve Avrupa silahlı mücadele yöntemlerine büyük ölçüde veda etti. Uygar,insani ve adil çözümler, eşitlik ve özgürlük temelindeki yeniden yapılanmalar sonucunda Avrupa farklılıkları ile bir arada yaşama rejimlerini benimsedi.
Ne yazık ki hala kimi ülkelerde farklı etnik yapılara karşı mevcut statükocu, baskıcı ve zorba yönetimler hala var ve bu nedenle bu tür ülkelerde de hala kapışmalar ve çatışmalar devam ediyor. Afrikada, Ortadoğuda ve kimi Asya ülkelerinde değişime razı olmayan bir takım ülkelerdeki çatışmaların varlığı değişime direnmekten kaynaklanıyor. Bölgemizde başta İran, Suriye,Türkiye ve Israil gibi ülkelerde,iç barış henüz sağlanmış değil. Adı geçen ülkelerde Filistin ve Kürt uluslarının ulusal ve demokratik haklarına saygılı olmayan rejimler, üniter ve tekçi yapılarında ısrar etmekte,kendi içlerindeki farklı kökenlerden gelen uluslara ve halklara karşı hala baskıcı davranmaya devam etmekte ve farklı kimliklere soylu,adil,eşit ve demokratik bir yaşam hakkını çok görmektedirler.
Bugün ortadoğuda barış ve sükunetin sağlanmamasının nedeni bölgedeki farklı etnik ,dinsel, mezhepsel ve ulusal sorunların özgürlük ve yerinden yönetimlere olanak verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu barışı Kürtlerin ve Filistinlilerin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkının tanınmasından geçmektedir. Bu sağlanmadan bölgeye huzur ve güvenli bir yaşam gelemez. Bu nedenledir ki bu sorun ilgili ülkelerin mevcut rejimlerinin ve üniter yapılarının ihtiyaca cevap verecek tarzda yeniden yapılanmasını zorunlu kılmaktadır. İran ve Suriye’de başkanlık sistemi, Türkiye ve İsrail’de ise parlamenter sistem olduğu halde bu ülkelerin hiç birinde de bu güne dek özgür,adil ve demokratik mekanizmalar uygulanmamaktadır. Uluslar arası sözleşmelere rağmen bu ülkelerde hala ciddi bir devlet terörü uygulanmakta ve buna karşı ise silahlı mücadeleler devam etmektedir. Ortadoğu, ilgili ülkelerin mevcut statükolarını sürdürmek konusundaki ısrarlarından ötürü kan gölüne dönmüş durumdadır.
Oysaki Dünya ülkeleri demokratik temayüller geliştirmek konusunda önemli deneyimler gerçekleştirdi. Birçok ülke kendi özgül koşullarında, ulusal ve etnik sorunlarını çözdü ve şimdi de enerji ve potansiyelini ülkelerinin mutluluk ve refah düzeyini yükseltmek için çabalamaktadır. Birçok ülke sırtındaki kamburlarından kurtuldu, resmi görüşünü değiştirdi, yapısal reformlar yolu ile eşitlik ve özgürlük rejimlerine kavuştu. Bunca değişim gösterdi ki çatışmadan, savaşmadan, kapışmadan da, barışçıl yollarla çözüm mümkündür. Her ne kadar savaş barışa göre çok kazandıran bir sektör olsa bile halklara faturası ağır gelmektedir. Savaş baronlara kazandıran bir sektör, halklara kaybettiren bir felakettir.
Türkiye Avrupa ve Asya arasında kalan bir ülke. Bir yüzü Asya’ya ,orta doğu’ya, diğer yüzü, balkanlara,Avrupa’ya bakmaktadır. Bir yandan AB’ye girme konusunda elli yılı aşkın bir süredir bir düş beslemekte, diğer yandan orta doğuda Müslüman ülkelerle bir platform içinde olmak istemektedir. Türkiye uzun vadede orta doğuda yaptırım gücü olan bir aktör olmak istiyor. Türkiye bölgede küresel bir güç olma emelinde. Bu düş gelecekte gerçekleşebilir de. Ancak Türkiye sırtındaki kamburlarından kurtulmadıkça düşleri gerçek olamaz,amaçlarına ulaşamaz. Türkiye’nin sırtındaki en büyük kambur kuşkusuz Kürt sorunudur. Bu sorun adil ve demokratik bir biçimde, eşitlik temelinde çözülmediği sürece Türkiye’de güvenli bir istikrar sağlanamaz.
Türkiye AB üyesi olmak istiyorsa Kürt sorununu çağdaş ve uygar bir biçimde çözüme kavuşturmak zorundadır. Keza bölgede Küresel bir güç olmak istiyorsa da yine Kürtlerle dost ve barışık olmak zorundadır. Salt Güney Kürdistan’la dost olmak tatminkar değildir, kendi içindeki Kürtlerle de barışık olmak zorundadır.
Çünkü tarihte ilk kez bu gün Kürtlerin çıkarına ve lehine olan Türklerin de çıkarına ve lehinedir. Koşullar Türkler ve Kürtler bakımından bir kader birliği yapmayı dayatmıştır.
Dünya ülkeleri acaba ulusal ve etnik sorunları nasıl ve hangi modellerle çözmüşler, bu yazıda bunu işleyeceğiz. Bu araştırmamız belki Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi konusunda bir düşünsel arka bahçe oluşturabilir ya da bu sorunun çözümüne yardımcı olabilir.
Yazının bundan sonraki bölümleri dünyadaki yönetim modellerini konu alacak.
|
|
|
|