|
Latif Epözdemir |
|
|
|
|
|
|
|
Kürdistan'daki çatışmaların yarattığı algı ve uluslararası toplumun çalışma anlayışı
|
2016-01-20 17:42
|
Latif Epözdemir
|
|
Bilindiği gibi bu gün Kürdistan’ın kimi ilçelerinde –Cizre, Silopi, Diyarbakır Sur ilçeleri- birkaç aydan beridir sert çatışmalar yaşanmaktadır. Düşük yoğunluklu bir savaş niteliğindeki savaş kent merkezlerine, bu merkezlerin kimi mahalle ve sokaklarında devam etmektedir. Güvenlik güçleri ve PKK militanları yer yer sıcak çatışmalara girmekte ve bu çatışmalarda her iki taraftan ve sivil halktan bir çok kişi yaralanmakta, kimileri de yaşamını yitirmektedir.
Üç yıl kadar süren bir çatışmasızlık ortamından sonra 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından Kürdistan’da tekrar silahlı çatışmalar başladı. Geçen üç yıllık çatışmasızlık döneminde, PKK dağdaki güçlerini kentlere ve kasabalara indirdi, yeter oranda kent ve mahallelerde silah ve mühimmat depoladı. Yerler kazındı, bomba düzenekleri ve mayınlar döşendi, el yapımı bombalar ve uzaktan kumandalı patlayıcılar ve tuzaklar hazırlandı, saldırı ve çatışma için işaret beklenir oldu. Derken Suruç olayının ardından Ceylanpınar’da iki polis memurunun vurulması ve PKK"nin bu olayı-işlemediği halde- üstlenmesinden sonra olan oldu. Kürdistan’ın kimi mahalleri yangın yerine döndü.
Çatışmalar başladı ama Kürtler adına savaştığı savlanan PKK neden savaştığı konusunda tatminkâr ve manidar bir açıklama yapamadı. PKK “Özyönetim” ilan ettiğini belirtti. Güvenlik güçleri de buna karşı operasyona girişince hendekler ve barikatlarda sipere yatmış 16-17 yaşında ellerine otomatik silahlar tutuşturulmuş gençler, kurşun saçmaya başladı. Bu nedenle devlet de özel kuvvetlerini ve askerlerini bölgeye yığdı. Oysa ki, ”Özyönetim “ için silahlı direniş verildiği dünyada ilk kez Kürdistan’da görülmeye başlandı. Günümüzde uğruna silahlı mücadele verilebilecek, çok az “kutsal dava” var.
Özyönetim, kültürel özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, gibi sorunlar demokratik sistemin sorunlarıdır ve eğer demokrasi var ise bu sorunlar çözülebilir. Yani Özyönetim bir demokrasi sorunudur ve demokratik zeminlerde inşası mümkündür. Bunun inşası için silahlı direnişe gerek yok. Eğer silahlı mücadele veriyorsanız sizin başka bir talebinizin var olması gerekir. Örneğin coğrafi temelde ayrı bir devlet kurma ya da bölgesel özerklik ya da federasyon talebi için kimi hallerde silahlı mücadele verilir.
Örneğin İran Kürdistan Demokrat Partisi yıllarca bölgesel özerklik için silahlı mücadele sürdürdü. Onlar “İrana Demokrasi, Kürdistana Özerklik” şiarı ile İran baskıcı rejimine karşı savaştılar. Savaştılar çünkü İran rejimi giderek demokrasiden uzaklaşarak totaliter bir sistem inşa etti ve demokrasiyi, demokratik hak ve özgürlükleri ayaklar altına aldı, hala da rejimin zorba yüzü devam etmektedir.
İngiltere ve İspanya, demokratik geleneklerin egemen olduğu ülkeler oldukları halde İRA ve BASK ayrılık yönünde silahlı mücadeleyi yıllarca sürdürdü. Ne var ki her iki ülkede, kendi içindeki farklı milliyetlere kısmen de olsa ulusal demokratik haklarını tanımıştı. Parlamenter monarşi sistemine karşın İrlanda, Katalonya, İskoçya, Galler, Malaga, Seviya gibi bölgeler kendi iç egemenliklerini kurmuş ve ama birlikte yaşamayı tercih etmişlerdi. Bu iki ülkede Barselona ve İskoçya ayrılma talebini gündeme getirdiğinde de referandum yolu gösterilmiş ve referandum sonucunda ayrılma halk çoğunluğu tarafından benimsenmemişti.
Tüm bu süreçler devam ederken her iki ülkede de silahlar susmuştu. Uluslararası toplumun gözetiminde müzakereler vardı. Çünkü o iki ülkede de toprağa dair talep vardı, toprağa ve coğrafyaya özerklik isteniyordu. Bu nedenle Uluslararası toplum bu duruma seyirci kalamazdı. Tabir caizse bu ülkelerdeki “ayrılıkçı” güçlerin düşünceleri hala yerinde duruyor va ama bu “ayrılıkçılar” silaha davranmayı düşünmüyor.
Keza Güney Kürdistan’da da yıllarca KYB ve İKDP Saddam diktatörlüğüne karşı amansız bir silahlı mücadele veriyorlardı. Çok sayıda insan yaşamını yitirdi buralarda. Bu savaş uzun yıllar aldı. İlginçtir ki Iraktaki Kürt güçlerde Irak Kürdistan’ına özerklik talebi için savaştılar. Bu strateji son yıllarda federasyon talebine dönüştü ve şimdi orada bölgesel federal bir yönetim var. Yerel egemenlik var, yerel parlamento, yerel bölge başkanı ve yerel hükümet var . Bu günlerde ise bu sistemde sorunlar yaşanıyor. Bu nedenle bölgesel hükümet “bağımsız devlet” kurmak üzere hazırlık yapılıyor ve bunu gerçekleştirmenin yolu olarak da referandum gibi demokratik bir mekanizma hedefleniyor.
Orta doğudaki yangının orta yerinde olmasına karşın Güney Kürdistan hükümeti bağımsızlık için silahlı mücadeleye girişmeyi düşünmüyor. Irak gibi demokrasinin hayat şansı bulamadığı bir ülkede dahi bağımsızlık görüşmeler ve referandum gibi demokratik temayüllerle gerçekleşecek. Burada silahlı mücadelenin haklı gerekçeleri varken bu yola başvurulmuyor.
Ne yazık ki bu gün Türkiye"de “Kürtleri kurtarmak adına yola çıkmış” olan PKK gelinen noktada Kürtlerin ulusal demokratik ve kolektif haklarının sağlanması için gerçekçi bir projeden yoksundur. PKK, Rojavada “Kantonlar” kurdu. Baasçı ESAD rejimi ile işbirliği halinde o Kantonları “şimdilik” yönetiyor. ENEKS ve diğer Kürt guruplarına yaşama hakkı vermiyor kendi dışındaki silahlı Kürt guruplarının Rojavada savaşmasına izin vermiyor. Şengalde “Kanton” kurma peşinde. Kendisi “özyönetim” ve “Kanton” peşinde koşarak halkı oyalarken Güneydeki güçlerin bağımsız bir devlet kurmasına da şiddetle karşı çıkıyor.
PKK zaten rızası dışında dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın parçalı halini yetersiz görüyor daha da parçalanmasından söz ediyor, bunun için savaşıyor. Kürdistan bakımından ”Özyönetim” ve “Kanton” bağımsızlık ve birlik değil, bölünmüşlük ve parçalanmışlık ifade ediyor. Kaldı ki “Özyönetim” dedikleri şey yerelde gerçekleşebilecek bir şey. Zaten bölgede 100 den fazla büyük küçük belediye yönetimleri kendilerinde ve TBMM’de de güçlü bir gurupları var. İsterlerse bu avantajı doğru değerlendirip “Özyönetim” yönündeki amaçlarına demokratik ilkeler çerçevesinde kavuşabilirler. Bunun için silahlı mücadeleye, devrimci halk savaşına ve barikatlara gerek yok. Bu gün Türkiye’de yeterli olmasa bile düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda önemli olanaklar var. Bu olanaklardan yararlanmak ve demokratik bir kamuoyu oluşturmak için olanaklar var. Tüm bunlara rağmen silahlarda ısrar etmenin akıl alır bir tarafı yok.
Demokrasiyi yok ederek “özyönetime” ulaşılamaz. Henüz çerçevesi ve niteliği bile belli olmayan bu yönetim modeli için hendekler ve barikatlar kurup mayınlar ve bombalar patlatmaya, insanları yangın alevinin içinde bırakmaya gerek yok. Eğer niyet Kürtlerin özgürlüğü ise, Kürt ülkesi sadece üç ilçeden mi ibaret. ? İkiyüzyirmibin kilometrekareden fazla toprağı ve yirmibeş milyona yakın nüfusu ile Kuzey Kürdistan parçası bir bütündür ve bu coğrafyadaki herkesin demokrasiye, özgürlüğe ve kendi kaderini tayin etme hakkı özgürlüğüne ihtiyacı var. Sorun Kürt ve Kürdistan sorunudur ve bunun en makul çözüm biçimi de demokratik bir federasyondur. Özyönetim Kürdistan ve Kürt sorununa yetebilecek bir model değildir. Kürdistan halkının sorunları Özyönetimlerle çözülemez. Bölgesel özerklik yada demokratik bir federasyon, olmadı bağımsızlık. Budur Kürdistan sorununa çözüm ışığı sağlayacak modeller.
Bu modellerden herhangi birisine kavuşmak için bile bugünkü koşullarda silahlı mücadeleye gerek yok. Tüm bu modelleri tartışmak için yeterli bir tartışma zemini var. Uluslararası konjöktür artık bu tartışmalara olanak veriyor.
Bir çok kişi hala duygusal tepkilerle Kürdistan’daki çatışmalara bakmaktadır. Kimileri neden BM müdahale etmiyor gibi ileri şeyler de söyleyerek feveran ediyor. Kuşkusuz ki bu konularda girişimler de yapılıyor, yapıldı bile . Ama uluslararası toplumu ikna etmek sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Çünkü uluslararası toplumun kendine özgü kriterleri var ve o kendi ilkeleri ve görev tanımı ölçüsünde hareket eder. Bu nedenledir ki kimi avukatların sokağa çıkma yasağının kaldırılması için AHİME yaptıkları başvurular beşinci defadır ret ediliyor. BM, bu olayları iç güvenlik sorunu olması hesabı ile gündemine bile almıyor. İngiltere dışişleri bakanı “PKK ile mücadelede Türkiyenin yanındayız” tarzında açıklaması yaptı. Çünkü Uluslar arası toplum yaşanan olayları “terör” ve ona karşı verilen mücadeleyi de “terörle mücadele” olarak yorumluyor.
Oysa ki dünyanın bir çok yerinde insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda uluslararası toplum hemen tepki gösteriyor. PKK hendekleri meşru ve haklı nedenlere dayanmadığı içindir ki uluslararası toplum duruma sessiz kalıyor. PKK Kürt ulusal hakları için direnmiş olsaydı;ve Kürdistan’da gerçekten Kürt varlığı tehdit altında olmuş olsaydı, PKK de Kürt varlığını korumak amacı ile şiddet uygulamak zorunda olsaydı , uluslararası toplum bu durumu görmezden gelemezdi. Gerçekte durum böyle olsa yerli ve uluslararası kamuoyu tepki gösterir, caydırıcı önlemler ve yaptırımlar uygulanırdı. BM, AGİT, AGİK, AHİM ve AB gibi ulusalar arası kurumlar ile diğer barışçıl ve hümaniter kurum ve kuruluşlar, bu duruma sessiz kalamazdı.
Uluslararası topluma göre, ortada bir ulusal direniş yok. Bu direniş coğrafi temelleri esas alan bir statü elde etme direnişi değildir. Özyönetim bir demokratik sistem sorunudur ve ancak demokrasi korunup gözetilerek sonuca gidebilir. Özyönetim uluslar arası hukukta ifadesini bulan bir yönetim modeli değildir.
Diyelim ki yarın Türkiye devlet yetkilileri bugün Kürdistan’ın Cizre, Silopi Ve Sur ilçelerinde uygulanan insan hakları ihlallerinden ötürü uluslararası bir mahkemede, örneğin Lahey Adalet Divanında yargılanmaya başlansa ve de savunma yaparken çıkıp şöyle bir savunma yapsalar: “ Kürtler uluslar arası hukukta tanımı yapılmış olan ve de meşru olan tarzda herhangi bir statü talep etmiyorlardı. -ki bu gün PKK direnişçilerinin böyle bir talebi yok- sadece devletin egemenliğine karşı direniyorlardı biz de kendi egemenliğimizi savunduk. ” derse, herhangi bir yaptırımla karşılaşmazlar.
Zaten bu gün bu nedenle uluslararası bir hukuksal yaptırım uygulanmıyor. Çünkü ortada direnişi haklı kılacak, meşru kılacak bir talep yok. Dünyanın her yerinde insan hakları ve hukuk, adalet alanındaki ihlaller bu gün artık uluslararası yaptırımlarla tarif edildiği halde neden Cizre, Sılopi ve Sur ilçelerinde olup bitenlere karşı bir tepki yok sorusunun cevabı buralardaki direnişin ve mücadelenin mahiyeti ve amaçları ile ilgilidir.
Bilindiği gibi uluslar arası hukuk ve BM ülkeleri arasındaki antlaşmalar uyarınca, coğrafi temele dayanan bir statü talep etmeden( bağımsızlık ya da federasyon) verilen silahlı mücadeleler meşru kabul edilmiyor.
PKK’nin silahlı mücadelesi böyle bir amaç içermiyor. Bu nedenle geliştirdiği şiddet de uluslararası toplum nezdinde meşru ve haklı görülmüyor. PKK’nin savaşı politik bir mücadelenin aracı olarak görülmüyor. Ama uluslararası toplumun nezdinde PKK’nin savaşı her koşulda amaç haline getirdiği algısı hakim olmuş durumdadır. Bunu PKK ve onun sempatizan kadroları dışında her kes böyle biliyor.
Lakin hem “tek vatan, tek bayrak” diyerek Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunmak hem de, halkı topyekun savaşa ve direnmeye çağırmak birbiri ile tezat politikalardır. Bu anlayışta olan bir etnik hareketin geliştirdiği silahlı direnişin meşru hiçbir yanı olmaz. Bu kabul edilir bir mücadele biçimi sayılmaz.
Belki de bu gün bölgede halkın da bu savaşa itibar etmemesinin bir nedeni de bu muğlak ve çelişik politikadır. . Bu olay aslında Kürt halkının ulusal demokratik haklarını elde etme mücadelesinden ziyade, ne yazık ki, Kürt ulusunun self ve determinasyon hakkını yok etmeye hizmet ediyor. Kürt ve Kürdistan gerçekliğini örtmeye yarıyor.
|
|
|
|
|
|
|