|
‘’Makbul’’ kimliğin irtifa kaybı
|
2013-05-17 17:00
|
Latif Epözdemir
|
|
latifepozdemir@gmail.com
Çözüm ve silahsızlanma süreci ile birlikte “makbul” kimliğin de inişe geçtiği, yasaklı kimliklerin fiilen iadeyi itibara kavuştuğu bir dönemden geçiyoruz. Kemalistler Türk kimliğini “makbul” kimlik olarak tayin etmiş ve var olan diğer kimlikleri ötekileştirmeyi, ret etmeyi seçmişti.
Fikren ve fiilen iktidar olduğu günden itibaren Kemalist ideoloji çok uluslu ve çok kültürlü “Misak” içindeki hemen herkesin manevi yaşamında bir biçimde iz bırakmayı başarmıştır. Kemalist ideolojinin zafere ulaşması yıllar almış ve bu süre içinde kuşaklar gelip geçmiştir. Geçen yıllar içinde bir çok olgu kendine yabancılaşmış ve “tek” leşerek zoraki bir “uyum” ve entegrasyona uğratılmıştır. Heba edilen çok seslilik, renklilik ve kültürel zenginlik “Türklüğün” egemen olması ve “Türk Milletinin” egemen ulus olarak “inşası” uğruna adanmıştır. Toplumu “Türk” esasına göre düzenleme rejimin temel amacı olmuştur. Bu anlamda çok sıkı ve kesintisiz bir biçimde toplum mühendisliği yapılarak yeni bir “bina” inşa edilmiştir. İnşa edilen binaya da “Türkiye” adı verilmiştir.
Günümüzde “çözüm süreci” ve yeni bir sivil anayasa tartışmaları kamuoyu gündeminin en üst sıralarını oluşturuyor. .Doğal olarak da kimi uzmanlar “millet” ve “Ulus” kavramları üzerinden bir tartışma sürdürmek sureti ile bir “ara yol” bulma uğraşına girmiş bulunuyorlar. Yeni anayasa çok kimlikli dokuyu nasıl ifade etmelidir.? Türkiye ve Türk milleti kavramları her kesi kapsayan ve kaplayan bir kimlik midir.? Türklük bir üst kimlik olabilir mi ? gibi tartışmalar yapılmaktadır.
Bu tartışmaların sonuca ulaşması için Türkiye’deki asal ve kurucu kimlikleri irdelemek ve buradan çıkacak verilerle sonuca gitmek en doğru olanıdır. Türkiye’de “azınlıklar” ın kim olduğu bilinmektedir. Lozan bu tasnifi yapmış bulunuyor.
Geriye kurucu unsur ve asal kimliklerin kim olduğunun tespit edilmesi kalıyor. Burada Türk kimliğinin yanı sıra Kürt kimliği de önem kazanıyor. Çünkü Kürtler azınlık değil, kendi çoğrafyalarında toprağa bağlı bir dile, M.Ö. sekiz bin yıla dayanan bir tarihe ulusal bir folklor ve kültüre sahip ve bu ortaklıklarını “ruhsal şekillenme birliği” ile tamamlamış bir toplumdur.
Bu nedenle yeni Anayasanın başlangıç kısmında, Türkler ve Kürtlerin yanı sıra bu özellikler taşıyan varsa diğer kimlikleri de anılmalıdır. Bu kategoriye girmeyen etnik yapılar ve azınlıklar ise kültürel ve dilsel bakımdan tamamen özgür kılınmalı ve bu özgürlükleri anayasal güvence altına alınmalıdır. Ama anayasa başlangıcında asal ve kurucu unsurları ismen anmak durumundadır. Kısacası anaysa Türkiye’deki ulusların (milletleri) ulusal varlığına vurgu yapmalıdır. Burada yeri gelmişken Ulus ve Milleti , ya da Milliyet kavramları üzerinde durmakta yarar var. Hemen belirtelim Kemalistlerin Ulus tanımı da kendilerine özgü “Türki” bir tanımlamadır ve uluslar arası tanımlardan farklıdır.
Hatırlanacağı gibi CHP’li Birgül Ayman GÜLER bir konuşmasında “kimse bana Kürt miletini Türk ulusu ile eşit gördüremez, Kürt milliyeti ve Türk Ulusu eşit olamaz.” (31.01.2013 tarihli TBMM konuşmasından)” demişti. Sözleri sert tepkilerle karşılaşan Ayman Güler bunun üzerine kendini aklamak amacı ile .bu sözlerin Atatürk’ün ulus tanımının aynısı olduğunu söyleyerek topu Kemalist ideolojiye attı. Gerçekte ise bu tanım Mustafa Kemalin Ulus tanımına uyuyor. Ayman sözlerine devamla “Benim sözlerim Atatürk’ün ulus tanımının aynısı. Türk adını taşıyan bir etnik grup göremezsiniz. Etnik olarak Türkmen, Yörük vardır. Kürt dediğiniz zaman bunun karşılığı Türk değil Türkmen olabilir.”
Mustafa Kemal Kürtleri bir “Türkmen” boyu olarak tanımlarken bunu bilinçli olarak yapmıştır. Tarihsel ve bilimsel gerçekler bunun doğru olmadığını kanıtlamıştır. Bu nedenle Kürtlerin ayrı bir millet olarak varlığını ispat ve ikna için uzun uzadıya tartışma yapmaya gerek yok.
Elbet bu sözleri söyleyenden çok söyleteni sorgulamak gerekti. Kendisi de bir cumhuriyet çocuğu olan ve Mustafa Kemalin soydaşı olarak ve de Mustafa Kemalin askeri olarak yerleşik bir algıyı tekrar etmiş oluyor. Burada suçlanacak bir kişi varsa Mustafa Kemal, suçlanacak bir düşünce varsa Kemalizm suçlanmalıdır. Bu düşüncelerin Mustafa Kemal’e ait olduğundan şüphe yok. Çünkü Kemalizm’in özünde ret, inkar, asimilasyon, ırkçılık, tekçilik ve Türkçülük vardır. Bu nedenle Mustafa Kemalin askerleri yıllardır her alanda her kademede ısrarla aynı şeyleri söyleyerek Türk olmayanları eziyor, küçümsüyor ve horluyor. Bu ırkçılığın kaynaklandığı yer Türkçü Kemalizm’dir.
Birgül Ayman Gülerin meclis konuşması bir anda yankı bulunca parlamento dahil bir çok kesimden ciddi tepki toplamıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bekir Bozdağ, Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik; Birgül Ayman Güler"i sözlerinden dolayı ırkçı olarak kınadılar. Sayın başbakan da ”bunlar Türkçeyi de doğru dürüst bilmiyor. Millet ile Ulus aynı anlama gelir” diye yorum yapmıştı. Öyle anlaşılıyor ki bu iki sözcüğün fikren yanlış ikame edildiği anlaşılmıştı
Görünen o ki Türkiye’de her iki kavramın ( Ulus ve Milliyet) içerik olarak farklı olduğuna inanan kesimler de var. Kısa da olsa çeşitli görüş açıları bakımından ulus ve millet sözcüklerinin tanımlarına bir göz atmak gerekir.
Yeni dönem İslam bilginlerinden Ahmed ARVASİ bu konuya ilişkin olarak yani Ulus ve Ulusçuluğa dair şöyle diyor.:
“Aynı vatanda, aynı toprakta doğup yetişenlerin din, örf-âdet ve menfeat birliği.”
Sayın ARVASİ devamla :” İslâmiyet “posa ırkçılığını” ve ırk ve kavim üstünlüğü iddiâlarını câhiliyye devri âdetleri olarak reddetmekle birlikte, aslâ, müslümanları, soyunu, kavmini ve ırkını red ve inkâr etmeye dâvet etmemektedir. Aksine böyle bir fiili harâm saymaktadır. Kaldı ki; “Vatan sevgisi îmândandır”, “Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz” ve “Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir” diye buyuran Resûlullah efendimizin dinini; kavimlerin, milletlerin ve milliyetçiliğin aleyhine kullanmak mümkün değildir. İslâmiyet bunları yok etmez, kardeş olmaya dâvet eder.”
Hemen belirtmek gerekir ki Millet ve Ulus aynı anlamlar içeren farklı dillerdeki ifadelerdir. Ulus Türkçedir. Millet Ulusun Arapçasıdır. Kürtçede Netewe de ulus/Millet anlamına gelen sözcüktür. Ulus sözcüğünün Avrupa dillerindeki karşılığı ise Nation , yani Nasyondur. Buradan hareketle Nasyonol Milli/ Ulusal; Nasyonalist: Ulusalcı/ Milliyetçi anlamına gelir.
Kabul etmek gerekir ki ulusun/ Milletin en geniş kabul gören tanımı şöyledir:
Ulus: aynı topraklar üzerinde yaşayan, (toprak birliği) aralarında dil,(dil birliği ) tarih,(tarihsel yaşam birliği ) duygu, ülkü, gelenek ve görenek (Psikolojik, ve ruhsal bakımdan duygu ve karekter birliği) birliği olan insan topluluğuna Millet/ Ulus denir.
Bir iki cümle ile MİLLİYET sözcüğüne de göz atmak gerekirse, milliyet; Millete özgü olma veya millî/ulusal olma durumu, aidiyetlik, ulusallık, bağlı bulunan millet, tabiiyet, tebaat anlamına gelmekte olup Osmanlıca bir sözcüktür.
Burada çok kısa da olsa Milletlerin / Ulusların oluşum süreçlerine ilişkin olarak kabul görmüş olan iki savdan söz etmek yerinde olacaktır.
Millet"in oluşumuna dair tezler kabaca iki ana yaklaşım altında toplanır: Özcü yaklaşım ve İnşaacı yaklaşım
Özcü yaklaşıma göre, milletler toplumsal tarihin doğal ürünü olan birimlerdir. Bu birimlerin temelini kanbağı, dil, din, ortak tarih gibi bir takım kültürel elementler oluşturur. Bu kimlikler birey veya topluluğa doğuştan verilmiştir; bu nedenle birey veya topluluk tarafından reddedilmeleri çok zordur. Bu ortak özellikler kitlelerde doğal olarak bir birliktelik hissi veya milliyetçilik oluşmasını sağlayarak milletin harekete geçmesine ve kendi devletini kurmasına neden olur.
İnşaacı yaklaşıma göre, milletler tarihsel sürecin görece daha geç döneminde ortaya çıkmış bir olgudur; ayrıca kapitalizmin ortaya çıkışı, sömürgecilik, modern devletin yapılanması ile yakından ilgisi vardır. Başka bir deyişle, milletin oluşumu insan toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkmış bir olgu değildir. Toplumsal gelişimin belli bir safhasında meydana gelmiş bir üründür. Her şeyden önce bir milletin oluşumundan önce bir milliyetçilik akımının ortaya çıkmış olması gereklidir.”( Vikipedya, Özgür Ansiklopedi)
Kabul etmek gerekir ki Marksist anlayış ulusun tanımını ve gelişim süreçlerini kabul etmekle birlikte bu alandaki PRİMORDİYAL yaklaşımı kabul etmez.
Bu yaklaşıma göre, yaklaşıma göre, insanlık doğal olarak etnik biçimde bölünmüştür. Bu nedenle, ulusal / Milli kimlikler ebedi ve ezeli kimliklerdir. Ulusal/Milli ve etnik kimlikler arası savaş ve kapışmalar kaçınılmazdır. Çünkü ulusal gruplar “dış dünyayı” kendi kimlikleri üzerinden anlamlandırmak istemektedirler. Primordiyal anlayış, ulus içindeki sınıf ve katman farklarını görmezden geldiği için Marksistlerce benimsenmez.
Tüm bu açıklamalardan sonra bir de Türkiye’deki sürece göz atmak gerekir.
Dünyadaki örneklere benzemeyen ve Ulus-Devlet olarak bina olan Türkiye’de devlet ulustan önce kuruldu. Ulus denilen şey ulus tanımına uymayan ve yapay olarak yeniden oluşturulmak istenen bir olaydı .Oluşturulmak istenen Ulus/ Millet Türk kimliğini esas alıyordu. Bu nedenle tek “makbul” kimlik olarak Türk kimliği işaret edilerek Türk Ulusu tanımı yapılıyordu. Bu merkezden bakıldığında var olan diğer kimlikler “geçersiz” ilan edilerek Türke tabi kılınmak istendi. ”makbul” görülen Türk olmaklık aynı zamanda “İmtiyaz” ve “Üstünlük” ile de taçlandırıldı.
Rejimin birey olarak Türk olmayanlarla pek ciddi bir sorunu yoktu. Ancak bireylerin mensup olduğu aidiyet ve ulusal kimlikle savaşılıyordu. Örneğin Kürtler birey olarak bir çok kamusal alanda görev aldılar, parlamentoya girdiler, devletin çeşitli kademelerinde önemli görevlerde bulundular. Rejim için sorun oluşturmadılar. Çünkü Türkçü rejim Kürt ile değil “Kürtlükle” mücadeleyi yeğliyordu. Çünkü tehdit oluşturan “uysal” Kürt değil, Kürtlük tehdit algısı olarak kabul ediliyordu.
Kemalist rejim bilinçli olarak Osmanlı sosyal yapısına “enkaz” diyerek toplumsal hafıza kaybı yaratmıştır. Bu gün görünen o ki, aslında gerçek enkazı Kemalistler yaratmış ve bu gün o enkazı kaldırmak, toplumu kendi asal dokularına kavuşturmak sancılı bir süreci yaşatmıştır. Bu süreci esas olarak, “toplumsal yaşamdan Kemalist algıyı temizleme” süreci, “tekçilik ve Türkçülükten” arınarak, çokuluslu ve çok kültürlü yaşama geçiş süreci, yani, özgürlük ve eşitliğin kurulması için yüzleşme, barışma, tanışma ve yeniden yapılanma süreci olarak adlandırmak gerekir.
Makbul Türklük yeniden yapılanma sürecinde irtifa kaybedeceği için Türkçüler yeniden yapılanmaya şiddetle karşı çıkıyor ve statükonun, yani üniter yapının olduğu gibi sonsuza dek devam etmesini istiyor. Makbul kimliğin inişe geçmesi ayrıcalık ve üstünlük kompleksini de sona erdirecektir. Bir ulusal övünç ve gurur olarak özümlenmiş olan üstünlük, üst kimliğe aidiyet, üstün ırk algısı, demokrasi, eşitlik ve özgürlük sağlandığında yerle bir olacaktır.
Türkçüler bunu görüyor, bu nedenle tüm güçleri ile değişimin önünde barikat oluşturmaya devam etmektedirler.
|
|
|
|