|
Türk siyasetinin ”milli iradesi”: Tekçilik ve Türkçülük
|
2016-08-15 10:51
|
Latif Epözdemir
|
|
Son zamanlarda iyice gerilen Türk siyaseti soluk almaya ihtiyaç duymuş olacak ki muhalefet ile İktidar/saray arsındaki ilişkiler bir anda gevşemeye başladı. Bu güne dek karşılıklı olarak açılan ona yakın davalar geri çekildi. ” Tek Devlet” “ Tek Vatan” “Tek Bayrak” ülküsü etrafında, kısaca ”Tek Ses” olarak bir “Milli İrade” oluşmaya başladı.
Türk siyaseti bunu, dara girdiği her zamanda yapmıştır. Kurtuluş savaşında, ilk meclis zamanında ve değişik hassas dönemlerde “karşıtlıkları” bir tarafa bırakarak “Milli İrade” ruhu ile tek ses olma alışkanlığı ve geleneği vardır Türk siyasetinin.
Özellikle de Kürt sorunu gündeme gelince “Milli İrade” dürtüsü ile hemen bir “Milli Mutabakat” da sağlanır.
Bu “Tek”çilikten kastedilen şey “Türkçülük”tür. Lakin üniter yapı durdukça Tekçilik Türkçülük olarak algılanmaya devam edecektir. Aslında her dönemde Türk siyasetinin başına bela olmuş olan tek şey ret ve inkar siyaseti olmuştur. Geçmişte “Kürt yoktur” savının yerini bu gün “ Kürt sorunu yoktur” almıştır. Oysa ki dün Kürtler vardı. Bu gün de Kürt sorunu vardır. Yani Türk Milli İradesinin mutabık olduğu gibi Kürt sorununu yok saymak yeni bir ret ve inkar politikasıdır ve Kemalist ideolojiden nemalanmaktadır. Üniter yapıyı ruh gibi saklayan ise Kemalist anlayışın kendisidir.
Mili sözcüğü de keza bir milliyeti çağrıştırmaktadır. Bu Milliyet de kuşkusuz “makbul kimlik” ayrıcalığını elinde bulunduran Türk Milliyetidir. Kendini üstün ve payidar kabul eden, her kesi biat etmek zorunda gören, tebaa kültürünü rehber edinmiş, kendi soyundan olmayanları aşağı gören, tüm dillerin, kültürlerin anası olarak kendini gören, Türk olmayana kendi kimliği ile yaşama ve anılma şansı vermeyen egemen Türk ideolojisi yani Türk siyasetinin resmi ideolojisidir.
Sonuç terane hep aynıdır. ”Bölücülük ve teröre karşı ortak hareket”
Bu nedenle Türk siyaseti nerede “Tek” diyorsa “Türklüğü” nerede “Milli” diyorsa “Türkçülüğü” kastetmektedir. Yıllarca yaratılan bu algı, kuşkusuz ki bir anda kendi kendine değişmez. Öncelikle algıların değişmesi gerekir. Sonra da demokratik bir düzeni kurmak konusunda istekli, niyetli ve içten olmak gerekir. Bu konuda demokrasi güçlerine güven vermek gerekir. Demokratik ve çoğulcu rejimlerde ünitercilik, tekçilik, ırkçılık ve budunculuğa yer yoktur. Demokratik bir rejimde algıların yerine olgular ikame edilir.
Ulusların “milli siyaseti” kuşkusuz ki “milli” kurumlarında oluşturulur. Devleti olan ulusların zorunlu olarak “milli” siyaset ve stratejileri de olur. Bu nedenle Türk siyaseti de bu gün gerçek yerine rücu ederek “Saray” da oluşturulmaktadır. CHP ve MHP gibi sözüm ona “ana” muhalefet partileri de dün “gitmeyiz” “tanımayız” “yapmayız” “yaptırmayız” dedikleri saray ve Erdoğan’ın kontrolü altına girmekten başka bir şansları kalmadı. Bu naçar “ana muhalifler” siyaset üretmekten aciz durumdadırlar. Resmi siyasetin rantlarından pay alma peşinde olan bu çevreler eninde sonunda tükürdüklerini yalamaktan başka bir yol bulamadılar.
“TEK”TEN MEDET UMMAK “MİLLİ” YE BEL BAĞLAMAK
Adı “Türk”iye olan bu ülke, adının dahi bir etnisiteyi çağrıştırdığı ama ve fakat çok renkli, çok sesli ve çoğulcu bir ülke olduğu gerçeği ortada dururken, resmi görüşün vitrininde her zaman hazır ve nazır bekleyen o eski ” ırkçı-şoven” anlayışı hala “makbul” gören siyasal eğilimleri bir kenara atamadı. Hala “Tekçi”lik ten medet uman kimi siyaset ve devlet adamları, Türkiye’deki farklı kesimlerin gözünün içine baka baka “Türklük” ( Türk Ulusu, Türkiye vs. ) kavramı sadece “Türkleri” içermez gibi bilime aykırı söylemleri tekrar edip dururlar.
Son günlerde yine vitrinden indirilerek tam gazla piyasaya sürülen eski kavramları sık sık duymaktayız.
Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Devlet, Tek Millet, Tek Dil ve son dönemlerde Tek Ordu kavramı da “Tek”ler kervanına katıldı. Biz bu “Tek”lerden Tek Bayrak:Türk Bayrak, Tek Vatan : Türk Vatan, Tek Devlet: Türk Devlet, Tek Millet: Türk Millet, Tek Dil: Türk Dil, Tek Ordu: Türk Ordu olduğunu anlıyoruz. Anlıyoruz çünkü cumhuriyetten beri bu bize böyle anlatıldı, algılarımız bu yönde şekillendi.
Bize “Tek”i “Türk” ile özleştiren anlayış bizden menkul değildir. Bu anlayış Kemalist ret ve inkar anlayışının temelini oluşturmaktadır. Bu anlayışı “Türklüğü” yegane kılan, onu “makbul” gören, onu yücelten, ondan başkasına hayat hakkı vermeyen ırkçı ve kültürel “soykırma”cı bir anlayıştır. Bunu besleyen yan gıdalar da asimilasyon ve sonuçta entegrasyondur.
Kemalist ideoloji çoğulu “tek”leştiren, Kürdü” Türkleştiren” farklı kültürlere ait şarkıları “Türkü” leştiren, farklı kültürel ve etnik varlıkları, özellikle de Kürt varlığını “tehdit” olarak algılayan bir resmi görüştür.
Biz bu görüşü çok iyi tanıyoruz, bir çoğumuz bu anlayıştan çok eziyetler çekmiş, bu anlayışa karşı mücadele verirken çok bedeller ödemişiz. Bu anlayışı daha fazla sürdürmenin bir yararı yok. Çünkü bu anlayış ve bu görüş sürdürülebilir değildir ve toplumda bir karşılığı da yoktur.
Günümüz Türkiye’sinin artık bu tekçilikten kurtulup çoğulcu ve çok kimlikli esas yapısına “rücu” etmeye başladığını umarken, ne oldu da “Tek” çilik yine temcit pilavı olarak ülke sofrasına sürüldü. ?
Türkiye cumhuriyeti adı ile anılan bu ülkede eğer “Türk” her kes demek değilse, peki Kürt varlığı hangi resmi belgede onaylı. ?
Eğer Türkiye’de herkesi “Türk” gören resmi anlayıştan bir kopuş varsa bunun yasal güvenceleri nedir. ?
Geçmişte olduğu gibi, Kürtçe şarkılar söyledi diye, çocuğuna Kürtçe ad koyduğu için ( benim gibi), ben Kürdüm ve/ veya Türkiye’de Kürt var dediği için insanların ceza evlerine girmelerini önleyecek yasal bir dayanak, yasal bir güvence var mıdır? Kürtçe yayın yapan kurumlara yasa güvencesi altında mıdır?
Vatandaşların ya da. ”Ulusun” mutabakatı anlamına gelen hukuksal anlayışın yasalar manzumesi olarak ifade bulan anayasa, bu ülkenin resmi fotoğrafını çizen belge değil midir . Öyle ise, Anayasanın o meşhur ilk üç maddesi ve o ilk üç maddenin değişmesi teklifini bile “men” eden dördüncü maddesi varken başka kültür varlıklarından, başka ulusal ve etnik varlıklardan, çoğulculuktan bahsetmek mümkün mü. ?
Bu günkü TC Anayasası baştan sona “Tek” ve “Türk” resmi anlayışı ile donatılmıştır.
Anayasa ve kamusal alanda yaygın olarak kullanılan “Milli” sözcüğü ne anlama gelmektedir. “Milli Eğitim” “Milli Emlak””Milli ve manevi değerler”” Milli Spor”” Milli Takım”Milli İstihbarat”” Milli gelir” “Gayri safi milli hasıla””Milli İrade”vs. kavramlarındaki “milli” sözcüğü hangi milliyeti çağrıştıran ya da ön görenbir algıdır. ?
Bu “milli” nin de “Türk” millisi olduğunu yine bize bu resmi görüş ezberletti.
Kemalist anlayış, Türk olmayanların varlığını “Türk milletinin varlığına armağan” etti, kurban etmek istedi. ”Ne Mutlu Türküm Diyene” dedi, dedirtti.
Psikolojik travması olmayan ya da kompleksleri ve “tehdit algıları” olmayan dünyanın hiç bir yerinde “Milli eğitim” ya da “Milli Emlak” “Milli İstihbarat” gibi kavramlar yoktur.
Bu “Türk’e” özgü bir kavramdır. “Milli Şefin” Türklüğe armağanıdır. Milli eğitimin olabilmesi için ülkenin tek milli karakterde olması gerekir. Kaldı ki öyle olan ülkelerde bile ( Örneğin İsveç vb. ) ülkelerde bile bu bakanlığın adı “Eğitim bakanlığı” dır.
”Milli Emlak” ise her toprağı, her emlak alanını, her bağı, her bahçeyi “Türk”ün kabul eden bir kompleksin yansımasıdır. Keza “Milli İstihbarat” da Türk milletinin çıkarlarını gözeten bir yapıdadır. Bu inkara gelmez. Çok uluslu ülkelerde “istihbarat” teşkilatları dahi “milli” değildir. FBI , bunun en iyi örneğidir.
Türk MİT’inin Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını koruyup gözettiğini, bu haklara gelebilecek tehdit ve tehlikeleri önceden tespit edip gereğini yaptığını iddia edebilecek bir babayiğit varsa beri gelsin.
Türkiye’nin ”icazetli “ siyasal yaşamı Kürt varlığına, Kürtlerin kolektif ve ulusal haklarının kullanması yönündeki eğilimlere, anlayışlara, programlara cevaz veren bir anlayıştan ve toleranstan yoksundur. Meri mevzuat buna uygun değildir. Çünkü siyasal şekillenme Üniter yapıya uygundur.
Türk Milli siyaseti Kürt ve Kürdistan olgularını resmen ve yasal olarak, anayasal düzeyde yasaklamıştır.
”Misaki Milli” diye tanımlanmış sınırlar içinde yaşayan herkes “Türk” her toprak parçası, “Türkün yaşadığı” “Türk Vatanı” olarak tanımlanmaktadır. Bu anlayış sağ ya da sol Türk milli siyasetinin temel anlayışıdır. Muhalefet yada iktidar fark etmez, bu anlayış mili Türk siyasetinin ( Kemalizm’in çizdiği çember içinde cevaz gören siyaset) ortak bileşenidir.
Kürt ve Kürdistan realitelerinin yadsınması, “Milli mutabakat”ın, ”milli birlik ve beraber”liğin, başlangıç noktası ve temel ilkesidir.
Yasal güvence altında olmamasına rağmen son dönemlerde Kürtlerin varlığını “gayri resmi” olarak kabul eden siyasiler var. Ancak onlar dahi meriyetteki “anayasa” ve yasalara göre “suç” işlemektedirler. Çünkü yasalar hala Kürt varlığını kabule izin vermemiştir.
Evet Kürtler var diyor kimi siyasiler. Onlara göre Kürtsün ama yaşadığın bir anakara, bir toprak , ve toprağa tanımlı, bu toprağa ait, bu toprağa bağlı olan bir dilin resmi tanımı yok, kadim bir tarihsel dönemin tanığı olan bir ülkenin adı ( Kürdistan) yok. Kürt var ama Kürt sorunu yok. Kürt vatandaşın yaşadığı bölge var ama Kürdistan kavramı yasaklı, Kürdistan yok.
Bu tür mevcut meri algılar toplumu germekten, kutuplaştırmaktan, ötekileştirmekten başka bir şey getirmez.
Doğru olan çoğulcu, çok kimlikli yapının resmen kabul edilmesi ve bu çoğulcu yapının bir ürünü olarak yeni bir anayasanın, yeni bir mutabakatın yapılarak, ülkenin de bu çoğulcu, çok sesli yapısına uygun olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Hazır bir fırsat varken ve yeni bir anayasa yapmak gündemde iken bu durum göz önünde tutulmalıdır.
Unutmamak gerekir ki, adı Türkiye de olsa bu ülkede “Türk”ten başka da uluslar ve kimlikler var.
Bu ulusal ve etnik varlıklara artık eskisi gibi yaşamak istemiyor, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi istiyor. Ulusu, bayrağı, vatanı, dili, ülkesi “ret ve inkar” edilsin istemiyor. Türklüğü “imtiyazlı ve makbul” kılan tüm anlayışların terk edilmesini istiyor. Eşit, özgür, adil ve demokratik bir düzen içinde birlikte yaşamak istiyor.
Kürt sorununu anlamak ve doğru bir çözümde karar kılmak için çok fazla edebiyat yapmaya gerek yok.
Kısaca bu ülkede “Türk”ün neyi varsa, Türke hangi haklar ve imtiyazlar verilmişse, empati yapılarak aynısını ve tümünü Kürtlere de tanımak, diğer halklara ve etnik kesimlere de tüm hak ve özgürlüklerini tanımak. İşte bütün mesele bu. Bu davranış büyük bir erdem olur.
”Tek”, “Milli” ve “Türk” kavramları, “Türk Ulusu” kavramı artık bu coğrafyada herkesi tanımlamaya yetmiyor.
Bu coğrafyada herkesin kendini ” buraya ait” kabul edebilmesi için herkesin eşit ve özgür olması, ulusal demokratik haklarını kullanıyor olması gerekir.
Herkesin temel ve kolektif ulusal haklarının anayasal güvence altına alınması gerekir.
Tekçilik şovenizmi tetikliyor. Şovenizm, ret ve inkara zemin hazırlıyor. Tekçilik pirim yapmaya devam eder ve siyasetin “ana dili” olmayı sürdürürse, yakın zamanda “Tek” söylemlerine yenileri de eklenebilir. Tek Başkan, Tek Akıl, Tek Siyaset, Tek Din, Tek Parti, Tek Adam kavramları da Türk siyasetinin yeni argümanları arasına katılabilir. Hele bir de bu kavramlar “Milli” sözcüğü ile birlikte anılmaya başlarsa, değmeyin siyasetin keyfine. . O zaman geriye “Tek” şey kalıyor. Oda şu: Türk siyasiler hep beraber duaya dursun. “Milli Birlik ve Beraberlik” şuuru ile ve “Milli Mutabakat” akdi ile, arşı alaya uzanacak bir seda ile: “Tanrı Türkü Korusun” duasını tekrar etsin.
Görüleceği gibi Türk siyaseti “tekçiliğe” pek sevdalı ve hevesli . Bu nedenle çoğulcu anlayışın Türk siyaseti tarafından özümlenmesi zaman alacak gibi.
“Tek”çilikten medet ummak, “Türkçülüğe” ve “Türk Milliyetçiliğine” bel bağlamak uzun vadede yarar değil zarar getirir. Mili Mutabakat güçleri bunu akıldan çıkarmamalıdırlar.
Türk siyaseti, bu dar, sığ, kadük ve köhnemiş mantaliteden ve anlayıştan hızla kopmalı, kamburlarından ve ayıplarından kurtulmalıdır. Daha çağdaş, daha bilimsel ve daha nesnel bir anlayışa gelmelidir. Türk siyaseti bu anlayışla sorunların üstünü örtmekten ve onları ötelemekten öte bir şey yapamaz. Yeni bir anlayış Türk siyasetinin önünü de açacaktır.
Fethula Güleni eleştiriyor ve suçluyorsak onun düştüğü handikaplara düşmemek gerekir. Lakin “teröristbaşı” Fethullah Gülen’de “Tek”çiliği ve de “Türkçülüğü” pek sevmektedir.
FETÖ/PDY silahlı Terör örgütünün lideri Fethullah Gülen: Yetmişli yıllarda bir gazeteye verdiği demeçte benzer ifadelerle şöyle diyor: “Evet o hayatta iken ben de yetişkin bir insandım. Her ne kadar aranıyor, saklanıyor olsa da ben gönül etseydim mutlaka onu bulurdum. Lakin benim Türklük gururum Bediuzzeman hazretlerini görmemi engelledi”diye roportaj vermişti.
Doğru söylüyor Çünkü Bediuzeman Saidê Kurdî Bitlis Hizan Nors köyünden bir Kürttü. Fethullah Gülen ise Erzurumlu ve kendini “milli” ve “Türk” kabul eden şöven ruhlu bir devşirmeydi. Onun “yüce Türk gururu” bir tebaa konumuda olan bir millete ( Kürtlere) mensup olan bir kişiyi - bir din bilgini ve zamanın en değerlisi olarak unvan almış birirsini-ziyaret etmek ona zül gelmiştir.
Şimdi işler değişti bir zamanların “sevileni” şimdinin “terörist başı” oluverdi. Meğer geçmişten beri de böyle imiş de “kardeşler” fark edememiş… Eski dostları geçmişe dair topluma bir özeleştiri dahi vermediler. Her olumsuz ve kötü eylemin arkasındaki gücün yıllardır Fethullah Gülen olduğunu söylemektedirler.
İktidar Gülen ve çevresine karşı amansız bir mücadele başlattı. Öyle ki neredeyse cemaat üyelerine selam veren herkes tutuklanmakta, görevinden ve işinden olmakta.
İktidar Fethulla Güleni darbe girişiminin tek sorumlusu olarak ilan etmektedir. Bu bağlamda onun Pensilvanya’dan iade edilmesi için bir diplomatik atak başlatılmış bulunmaktadır.
Her şeye rağmen, İngiliz Emperyalizmine karşı silahsız olarak savaşarak zafere ulaşmış olan efsanevi Mahatma Gandinin dediği gibi: Adaletsiz rejimleri ve kişileri bile adil olarak iktidardan uzaklaştırmak gerekir.
|
|
|
|