|
Sorunları torunlara miras bırakmamalı
|
2016-09-11 21:20
|
Latif Epözdemir
|
|
15 Temmuz 2016 günü Türkiye kanlı bir darbe girişimine tanık oldu.
Bugüne dek benzeri görülmemiş bir darbe denemesiydi bu . Darbeciler Genel Kurmay Başkanı’nı ve kimi Kuvvet Komutanlarını önce rehin aldılar, sonra girişim başarısız olunca rehineler serbest bırakıldı. MİT’in zamanında istihbarat vermemiş olması, kimi siyasetçilerin durup dururken –sanki zan altındalar mış gibi-kendilerini aklama yönündeki açıklamaları, ABD ve Avrupa’nın tavırlarının geç beyan edilmesi ve bunun gibi bir çok durum darbecilerin kimliği ve arkasındaki gizli güçlerin kimliği konusunda bir takım soru işaretleri bıraktı. İktidar çevresi bu girişimin arkasındaki güç olarak FETÖ/ PDY işaret etti. Darbe başarısız oldu ama ardından da yanıtsız bir düzine soru bıraktı.
Darbe girişiminin ardından ilk kez sivil itaatsizlik eylemleri de baş gösterdi. Siviller darbecilere biyat ve iteat etmediler, sokağa dökülerek darbecileri önlemeye ve caydırmaya kalktılar. Askeri tankları insan gövdeleri engelledi. Askerler sivilleri hedef alarak ateş açtı, bir çok kişi öldü, yaralandı ama siviller sokakları ve sokak direnişlerini günlerce sürdürdü. Siyasal, etnik ve sosyal farklılıklar bir tarafa bırakıldı ortak değer olarak demokrasi seçildi ve demokrasinin koruması için ortak hareket oluştu. .
Bu yeni ve ama demokrasinin korunması yolunda önemli bir gelişmedir.
İktidar darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından hemen ülke çapında “olağanüstü hal”ilan etti. Bu durumda yönetimin yaptırımları KHK ( Kanun Hükmünde Kararnameler) aracılığı ile sürdürülmeye başlandı. Bu kararnameler peş peşe gelmeye başladı.
Bu yaptırımların en önemlisi bana göre, askeri vesayeti ve askerin imtiyazlı durumunu sonlandırmaya yarayacak olan düzenlemeydi. . Askeri okul, askeri yargı, askeri orduevi, lojman , askeri lise, Askeri hastane, Gata, harp akademisi ve bunun gibi kurumlar generalleri ve askerleri farklı ve imtiyazlı duruma getirmişti. Bu imtiyazlı durum askeri vesayete yataklık etmekteydi. Geçmişte generallerin silahı durumundaki MGK devletin gerçek sahibi refleksi ile davranmaktaydı. MGK’nın “tavsiye” kararları emir niteliğindeydi.
Askerler seçilmişlerin tepesinde kılıç sallıyorlardı Erbakan, Demirel Ecevit ve diğerleri askerlerin emrindeki memurlar gibiydi. Seçilmişler MGK’nın emir erleri durumunda bırakılıyordu. Bu demokratik bir temayül değildi ve kabullenmesi olanaksızdı. Bizler geçmişte defalarca bu anti demokratik kurumun yarattığı tehdide dikkat çektik ancak önemsenmedi. Hatta kimimiz MGK’yı eleştiriyoruz diye yadırgandık, yargılandık.
Asker “devleti ben kurdum” kibiri ile davrandı. Bu nedenle devletin ve vatanın en iyi, en doğru ve biricik sahibi benim edası ile hareket etti. Asker kendini devlet gibi gördü. Halka da gerekli gördüğü zamanlarda “ceberut” yüzünü gösterdi. Bu nedenle Devlet de her şeyini askerine bağışlamaktan geri kalmadı, askerin her dediğini yaptı, askere biyat ve iteat etmekte kusur etmedi. Halk ta bu nedenle “vatan bekçisi” dediği “Mehmetçiğine” yemedi yedirdi, onu korudu, kolladı , sakındı.
Bu denli imtiyazlanan ordu bu nedenle keyfi uygulamalara girdi, yasa kanun, TBMM ve diğer kurumların üstünde hep kendini gördü. Gerek gördüğü anda ise, halkın iradesine el koydu seçilmişleri ekarte etti
Diğer yandan son darbe girişimi bir siyasal yakınlaşma da sağladı ancak parlamentonun üç daimi üyesi ( AKP, CHP, MHP) meclisin diğer grubu olan HDP’yi de dışarıda bırakarak bir “Milli Mutabakat” görüntüsü çizdiler.
Bugüne dek askerler kendilerini vatan konusunda imtiyazlı empoze etmişlerdi. Yani TSK’yi cumhuriyet ve vatanın tek sahibi ve temsilcisi olarak lanse etmişlerdi. Bu olgu yıkıldı askerlerin makbul ve imtiyazlı hali son buldu. Halkın demokrasi ve cumhuriyetin en büyük sahibi olduğu algısı gelişmeye başlıyor.
Darbe sonrası gelişmeler de gösterdi ki ülkenin tüm sorunları ortak bilinç ve sorumlulukla çözülebilir.
Kendi iç sorunlarını çözemeyen onların çözümünü öteleyen ülkeler her zaman için tehlikenin sınırında seyreder Senin özgücünle çözmediğin soruları başkaları kaşır ve kanatır.
Bu nedenle demokratik yollarla sorunları çözmek en risksiz olanıdır.
Alanlara çıkmış olan kimi kişilerin elinde yer yer:” Çok renk, tek ses” pankartı dikkat çekiciydi. Bu pankart Türkiyenin çoğulcu yapısını korumak için bir belgedir. Bu pankart Türkiyenin çoğulcu yapısını teyidin bir belgesidir. Bu nedenle önemsenmeli ve gereği için duyarlılık gsterilmelidir.
“Çok renk, tek ses” için başta Kürt sorunu olmak üzere tüm diğer sorunlar özgürlük adalet ve eşitlik temelinde zaman geçilmeden demokratik eğilim ve hoşgörü içinde çözülmelidir. İnkar, ret, öteleme ve erteleme anlayışından vaz geçilmelidir.
Bunun için hükümetin yapması gereken en önemli şey Kürtlerin kollektif haklarını bir an önce tanımaktır.
Kürt sorunu PKK ve onun sürdürdüğü şiddet bahane edilerek rehin tutulamaz, ipotek altına alınamaz. İktidar bu anlayışını terk etmelidir.
Evet ülkede bir şiddet ve bunu sürdüren bir PKK olgusu var. Bu şiddeti sonlandırmak için Devlet PKK ve Öcalan’la farklı olarak görüşmelerini sürdürüp onlarla anlaşabilir, savaşabilir ya da uzlaşabilir. PKK, şiddet, hendek, barikat, terör, kan barut, savaş vs. tüm bunlar başka şeyler, Kürt sorunu başka bir şey. Bu olaylar aynı anılamaz. Yani Kürtlerin kollektif haklarına kavuşması sorunu bir terör sorunu olarak görülemez. Başka bir deyişle PKK’nin bölgede sürdürdüğü vekalet savaşı bir Kürt savaşı olarak görülemez.
Silahlar çekilse de çekilmese de, hükümet Kürt sorununu çözümsüz bırakamaz. Güneş balçıkla sıvanamaz. . İktidar daha cesur olmalı ve Kürtleri sonsuza dek “memnun ve minnetdar” kalacağı bir “yapılanma” gerçekleştirmelidir.
AK Parti ve Türk devleti artık içte ve dışta savunulabilir onurlu bir Kürt siyaseti oluşturmak zorundadır. Kürtleri “sorun” olarak görmekten kurtulmalıdır.
Bu gün belki de tarihte ilk kez Kürtlerin ve Türkleri çıkarları aynı noktada kesişiyor.
Eğer devlet Kürtleri karşıya alırsa, Kürtlerin gönlünü almaz onları demokratik siyaset zemininin dışına iterse, en başta Türklere ve aynı derecede tüm halklara büyük kötülük yapmış olacaktır.
Esas büyük tehlike Kürtlerin razı ve memnun olacağı yeni bir sürecin başlatılmaması durumunda, Kürt halkının yeniden yüzünü PKK ve onun şiddetine çevirmesi olur.
Bugünkü iktidar eksik kalmış olan değişim ve dönüşümleri gerçekleştirecek güç, potansiyel ve avantajlara sahiptir. İktidarı sorunlar karşısında naçar bırakan devletin “üniter” yapısıdır. Hazır devlet yeniden yapılandırılıyorken bu “tek”çi ve “üniter” yapıdan da vazgeçilsin, çoğuldu demokratik, çok renkli bir yeniden yapılanma yoluna gidilsin.
Bugünkü iktidar eğer gelecek kuşaklara özgürlük, refah, huzur, güven ve mutluluğu miras olarak bırakmak istiyorsa yapısal değişimlerini tamamlamalıdır. Kürt sorununu çözmelidir.
İktidar bu gücüne ve cesaretine rağmen bu sorunu çözmezse tarihte övgü ile anılması güçleşir.
Özgür ve bahtiyar bir ortak gelecek herkesin ortak özlemidir.
Sorunları torunlara miras bırakmamalı.
|
|
|
|