|
Birleşmiş Milletler Örgütü vesayetten kurtarılmalıdır -3-
|
2017-03-15 11:07
|
Latif Epözdemir
|
|
TÜRKİYE, İRAN, IRAK VE SURİYEYİ KOMŞU YAPAN KPARÇALANMIŞ KÜRDİSTANDIR.
Kürdistanı paylaşmış olan devletler bu gayri meşru paylaşıma ”misak-ı milli” diyebilecek kadar adaletten uzaktırlar. İran, Irak, Türkiye ve Suriye ülkelerini ayıran sınırların tümü Kürdistan’ın bağrından geçer. Yani bu sınırlar aslında Kürdistan’ı bölen sınırlardır. Bu sınırlar mayınlar ve tel örgülerle donatılmış. Karşılıklı “sınır” ihlalleri sonucu “kaçakçılar”dan her yıl yüzlercesi ölmekte ya da yaralanmaktadır. Bu ölenler, yüksek gözetleme kulübelerinde “vur” emri bekleyen askerler değil Kürt köylüleridir. Geçinmek için bir taraftan diğerine gidip gelmektedirler. Aslında dolaşım alanları kendi ülkeleridir, paylaştırılarak “öteki” haline getirilmiş kendi ülkeleridir dolaştıkları yer. Bunlardan yakalananlar “sınır ihlali” ile yargılanmaktadır. Oysa ki bu sınırlar reva değil ve bu “gayri meşru” duruma müdahale eden, bu haksızlığı yok etmeye çalışan bir “örgüt” de, ”fiilen” yok.
Kürt ve Kürdistanlıların kendi ülkelerinde özgürce dolaşım hakkı yoktur. Gezi özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Bu en temel insani hak gaspıdır ve ama bu duruma müdahale edecek bir uluslar arası kurum bulunmamaktadır.
Kürdistan ülkesinin bölüşümü ile ortadoğuda sınırlar değişti, birbirleri ile alakası olmayan dört ülke birden bire “komşu” oluverdi. Türkiye, İran, Irak ve Suriye gerçekte birbirlerinin komşusu değillerdir. Bu ülkeler bölünmüş Kürdistan sayesinde komşu hale geldiler. Şöyle ki:
Afrinden başlayıp Nusaybinde biten 900 kilometrelik sınır, Kilis-Afrini ve Qamışlo-Nusaybin ve daha bir çok yerleşim birimini böle böle gelmektedir. Bu Kürdistanı bölen bir sınırdır. Bu sınır, Kuzey ve Batı Kürdistanı birbirine ” komşu” yapmıştır.
Suriye-Irak sınırının da keza önemli bir kısmı Kürdistanı bölmektedir.
Keza Silopiden başlayıp Çukurcaya ve daha ileriye devam eden 400 Kilometrelik bu sınır, Silopi-Zaxodan başlayıp Çukurca-Akçakale üzerinden devam eder. Bu sınır da Kürdistanı bölen sınırdır. Kuzey ve Güney Kürdistanı “komşu” durumuna düşürmüştür.
Germiyan mıntıkasındaki sınır, bir ucu Qalediz ve Hacı Umran’da, diğer ucu Hawraman’da bulunmaktadır. Bu sınır İran ve Irak arasında ama ve fakat Kürdistanı bölmektedir. Güney ve Doğu Kürdistanı”komşu” hale getirmiştir.
Doğubeyazıt-Maku’dan başlayıp Van Başkaleye ve Ormiye gölünün kıyı kasabalarını teğet geçen sınır Türkiye- İran sınırı sayılmakta ama ve fakat bu sınır da Kürdistanı bölmektedir. Şıno kenti, ve Dımdım Kalesinin bulunduğu nokta, fantastik olarak hemen tüm parçalara aynı mesafede bir bölgedir. Bu sınır Kuzey ve Doğu Kürdistanı “komşu” durumuna getirmiştir.
Yani anlaşılacağı gibi bu dört devlet aslında birbirleri ile “komşu” değillerdir. Dördü birbirine komşu yapan “bölünmüş”Kürdistandır. Bu sınırlar yukarıda değindiğimiz özel ve genel antlaşmalar sayesinde BM nezdinde “Meşru” görülmektedir.
Dikkat çeken bir başka konu da, Kürtleri sömürgeleştiren ve hala da boyunduruk altında tutarak kolektif ve ulusal haklarını gasp etmeyi sürdüren sömürgeci dört devletin dördü de Kürtler gibi Müslüman devletlerdir.
Bunların İslam anlayışı dahi hep “etnik İslam” olmuştur. “Türk-İslam”ı, ” Arap İslamı” ve “Fars İslamı”resmi inanç anlayışları olmuş, etnik ve ırkçı yanları “İslam” özelliklerini ikinci plana itmiştir.
Bu ülkeler “Müslüman” Kürtler olgusu karşısında, İslamı manipüle ederek çekinmeden“din kardeşlerini” katledebilmiştir. Kuranda “Enfal” süresi ve bu adla bilinen “Enfal” katliamları bunun en büyük örneğidir.
Kürtleri boyunduruk altında tutan sömürgeci Müslüman devletler, bu anlamda İslami manipüle etmektedirler.
Ne acıdır ki, BM üyesi etnik-ırkçı ve şoven İslam ülkeleri dahi bu duruma seyirci kalmıştır.
Fas, Tunus, Cezayir, Filistin, Libya, BAE, Ürdün, Mısır, Sudi Arabistan ve diğer İslam ülkeleri manüpile edilmesine karşın, İslamiyet ve Müslümanlığa sahip çıkma adına bile olsa Kürtlere, salt kimliklerinden ötürü sahip çıkmamışlardır. Yani Kürtler Müslüman oldukları halde Kürt olmaları ve “tehdit algısı” uyandırmaları hesabı ile BM üyesi Arapçı, Farsçı ve Türkçü Müslümanlar tarafından dıştalanmışlardır.
Halepçe katliamına BM ülkelerinden bireysel olarak tepki gösteren tek ülke İsrail olmuştur.
Kürtlerin etnik İslamcılar tarafından dıştalanmalarının bir diğer nedeni ise mezhep ayrılığıdır. Kürtlerin büyük çoğunluğu Şafİ’i/ Müslüman oldukları halde, kendi mezhepleri ile ibadet şansından yoksundur. İran, Irak Suriye ve Türkiyede, din ve diyanet kurumları egemen ulus mezhebine göre ( Örneğin Türkiyede Hanefi mezhebi) şekillenmiştir. Bir Kürt Hacca gitmek istese, ”Hanefi” olarak “niyet” etmek zorunda. Türkiye"de, camilerde hutbe, fetva ve namaz, resmi mezhep olarak algılanan Hanefi mezhebine uygun yapılmaktadır.
Kuşkusuz bir kısım “Hanefi” mezhebine mensub Kürt de vardır. Ya da önemli oranda alevi ve ama “mutedil” Kürt de mevcuttur. Türkiye"de Aleviliği İslamlaştırma ve asimilasyon çabaları hala mevcuttur. Aleviliği islamın bir “mezhebi” sayan egemen Türk islamı açıkça Müslümanlığı manipüle etmektedir.
Ama gelinen aşamada hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı gerçeği ortadadır.
Bu yılın başında, sayın Mesud Barzani Davos’taydı. Mesud Barzani, Bir devlet adamı imajı ile konuştu. Dilekleri Kürt halkının umutlarını güçlendiriyor. 50 milyon Kürt var. Bir devletleri yok. Neden olmasın ki. ?
Kürdistan başkanı sayın Mesud Barzani , 17-20 Ocak 2017 tarihinde Davos (Dünya Ekonomik Forumu ) toplantısına katılarak “Kürdistan’ın bağımsız devlet olarak Uluslararası toplumda yerini alması için” Dünya liderlerinden destek istedi.
Son olarak tekrar hatırlatalım, Karadağ ve Malta"nın nüfusu Erbil"den az. Onların devleti var. Üstelik, bir de AB üyelikleri de var. Kürtlerin henüz bir statüsü bile Yok. Uluslararası toplum ve BM adil olmak zorunda. BM nin "Sömürge" tanımı, ilk günden bu güne dek hep yanlış ve yanlı bir tanımdır. Sömürge tanımı "deniz aşırı" koşuluna bağlı olarak endekslendi. Ya deniz aşırı olmayan baskı altındaki yerler. ? Bunların BM deki statüsü nedir?
Bakalım BM, Ortadoğu yeniden şekillenirken, “Vesayet altındaki ve Muhtar olmayan ülkelerde veya bağımsızlıklarını henüz elde edememiş olan diğer bütün ülkelerde tam bağımsızlık ve hürriyet haklarını kullanmalarına imkan vermek için, onların serbestçe açıklanmış irade ve arzularına uygun şekilde herhangi bir ırk, itikad veya renk ayırımı yapmadan bütün yetkilerin bu ülkelerin halklarına şartsız ve kayıtsız bir şekilde devri için acil tedbirler alınacaktır. ((BM’nin 14 Aralık 1960’ta toplanan 15. Genel Kurulunun 1514 sayılı kararının 5. bendi) diye yasa haline getirdiği bu ilkeye uygun hareket edecek mi. ?
“”Birleşmiş Milletler (BM), 150’den fazla devletin üye olduğu bir örgüt olmasına rağmen, bu örgütte belirleyici yetki ve etkiye sahip olan devletler, Güvenlik Konseyi (GK) daimi üyeleridir. ABD, Rusya, Çin, İngiletere, Fransa beşlisinden oluşan GK, kendi emperyalist emelleri ve çıkarları söz konusu olduğunda, ortak hareket ediyor, aralarındaki kimi çelişkileri bertaraf edebiliyorlar. Bu duruma en canlı örnek Suriyedir. BM/GK üyesi “beşli”nin çıkarları çatıştığında ise, GK fiilen devre dışı kalmaktadır. Benzer bir durum da, ABD’nin İsrail politikasında ortaya çıkmaktadır.
BM yaptırımları konusunda belirleyici ve etkileyici durumda olan GK, yani BM’nin beş daimi üyesi kendi milli ve emperyal çıkarlarını, BM aracılığıyla koruyup geliştirmektedirler. Bu nedenle BM/GK üyesi ülkelerden gelen haklı/haksız saldırılar ve hak ihlalleri karşısında BM kendini sessiz kalmak zorunda his etmektedir. Lakin BM GK üyesi beş ülkenin vesayeti altındadır. Bu beş daimi üye ise, geçmişten günümüze en çok yayılmacı ve sömürgeci uygulamaları olan ülkelerden oluşmaktadır.
Burada BM’nin “anti-sömürgeci” olarak lanse olmuş olan algısı konusunda şu görüşlere dikkatinizi çekmek isterim. : “BM’nin dünyadaki olaylar karşısındaki tutum, tam bir rezalet olmasına rağmen, kapitalist/emperyalist sistemin yaratığı birçok soruna karşı, “gün” ilan etmiştir. “Irkçılığıa karşı mücadele günü”, “Kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele günü”, “İnsan hakları günü”, “Çocuk hakları günü” vb. şeklinde liste uzuyor. Bugünlerden biri de, “sömürgeciliğie karşı mücadele günü”dür. 21 Şubat’ı sömürgeciliğe karşı mücadele günü ilan eden BM, yıllardır sömürgeci saldırganlığın destekçisi konumundadır.
Hal böyleyken, BM’nin sömürgeciliğe karşı “mücadele günü” ilan etmesi, riyakarlığın kaba bir biçiminden başka bir şey değildir. Bu, katilin kurbanına göz yaşı dökmesi gibi bir şeydir. Rezil imajını düzeltebilmek için, “gün”ler ilan eden BM, hem sistemin ürettiği ağır suçların ortağı hem söylemde bu sorunlara karşı mücadele ediyor.
“Sömürgeciliğe karşı mücadele günü” ilan eden BM’nin pratik tutumu ise, söylemin 180 derece zıttıdır. Zira BM, sömürgeci sistemin bir parçası olmakla kalmıyor, emperyalist saldırganlık ve savaş planlarına hizmet ediyor aynı zamanda. O halde BM, hem sömürgeci sistemin parçası hem yeniden üreticisi durumundadır ve sömürgeci sistemin yıkılması ile BM’de yıkılacaktır. ”(Sosyalizm için Kızıl Bayrak)
Son
|
|
|
|