|
IRAK KÜRT FEDERE DEVLETİ YILLAR SÜRMÜŞ BİR MÜCADELENİN ÜRÜNÜDÜR-1-
|
2018-02-24 18:20
|
Latif Epözdemir
|
|
1. BÖLÜM GİRİŞ
Irak devleti kurulduğunda, Kürtler Şeyh Mahmud Berzenci’nin liderliğinde ulusal demokratik hakları için direniş halindeydiler. Bu durum Kürtlere haklarının verileceği sözü ile, son buldu ve Kürtler yeni Irakın “kurucu unsuru” olarak devlete katıldılar. Geçmişten bu güne dek güneyde Kürt hakları tanınmadığı ya da verilen sözlere sadık kalınmadığı, gerek 1958 ve gerekse 2005 te yapılan anayasaları bizzat Irak merkezi yönetimleri uygulamadıkları için Kürtler direndi ve mücadele etmeye başladı. Kürtlerin bu mücadelesi meşru bir mücadele, dahası anayasal hakların uygulanması için de haklı bir mücadeledir.
1958’de Irak genelinde Kürtlerle Arapların aynı haklara sahip olduğunu öngören anayasa yürürlüğe girdi. Kısa bir süre kısmen demokratik bir düzen oluşmaya başlamıştı. . Ancak bu anayasaya uyulmadı ve 1961’de Eylül Direnişi başladı. Irkçı Baas rejimi bu direnişi yok etmek için 20 yıldan fazla didindi. Bu süre içinde Kürtlere akılamaz soykırım ve baskılar uygulandı. Merkezi yönetim ve Kürtler 1970 Mart ayında tekrar müzakerelere başladı ve 11 maddelik bir “otonomi” üzerinde anlaşma sağlandı. Bu uzlaşmayı bozan yine Irak Baas yönetimi oldu. 1989 yılında Saddam “ Enfal “operasyonları başlattı. “Enfal” operasyonlarında 180 binden fazla Kürt öldürüldü. Köyler yıkıldı, on binlerce Kürt göçe zorlandı. Halepçeye kimyasal bombalar atıldı. Bu tam bir insanlık dramıydı. İnsanlık bayrağının yerde süründüğü bir andı. Bir tek İsrail devleti tarihe “Halepçe Katliamı” olarak geçen bu katliama tepki gösterdi. Dünya sessiz, BM takatsız olarak olayı izledi. Barzani ailesine mensup 8000 kişi Basra çölünde diri diri toprağa gömüldü. Tüm bunlar karşısında TC, İran ve Suriye yönetimleri bir tepki göstermedi. İslam dünyası bu jenoside seyirci kaldı. Bunca Kürt müslümana uygulanan bu insanlık dışı barbarlık karşısında “İslam” dünyası, Türk İslamı, Arap İslamı, Fars İslamı sessiz kaldı. Çünkü, onlar için önce “milliyet” çıkarları vardı, İslamlıklarını da bu temel üzerinde inşa etmişlerdi.
Kürtler ulusal ve anayasal haklarından vaz geçmediler. Nihayet 1991 yılında 36’ncı paralelde çekiç gücün oluşması ile birlikte Kürdistan fiilen Iraktan ayrılmış oldu. . Kürdistan resmen tanınmayan ancak defacto olarak hüküm süren bir devlet konumuna geldi.
TÜRK IRKÇILARIN KERKÜK ÖFKESİ
17 Temmuz 1958’de A. Kerim Qasım Irak’ta yönetim ele geçirdi. Bunun üzerine sürgündeki Kürtlerin efsanevi lideri Mela Mıstefa BARZANİ 6 Eylül 1958 yılında SSCB’den Iraka geri geldi. Barzani Bağdat Hava Alanı’na indiğinde on binlerce kişinin sevgi gösterisi ve coşkusu ile karşılandı. A . Qasım yönetimi yeni kurulmuştu. Bu yüzden ülkenin önemli iki gücü olan komünistler ve Kürtlerle iyi geçinme yollarını tercih etti. BARZANİ ve öteki sürgün ve tutuklu Kürtlere özgürlük verilmişti, KDP’nin yasal olarak örgütlenmesine izin verilmişti. Barzani himayesindeki peşmerge gücü bu gün olduğu gibi merkezi Irak yönetiminin yasal askeri gücü durumundaydı.
Kürtlerin merkezi yönetimle anlaştığı bir dönemde Kerkükte bir takım provakasyonlar tezgahlandı. Kerkük ve civarında yeni yönetime karşı başkaldıran ger Türkmenler ve bazı “karşı devrim” güçleri, bir takım şiddet eylemlerine başlamıştı. Merkezi hükümet tarafından Kürdistan’ın Musul eyaletinden sorumlu olarak ilan edilmiş olan Barzani kendi yönetimi altındaki bölgede Irak hükümetinin talimatları doğrultusunda şiddet olaylarını ve başkaldırıları bastırmak için harekete geçti. İsyan güçleri Barzani ve peşmerge tarafından dağıtıldı ve isyan kısa zamanda bastırıldı.
Bu olay Irak yönetiminin bir tezgahıydı. Irak Yönetimi, böylece bir taşla iki kuş vurmayı başarmıştı: Türkmenleri Kürtlere vurdurarak aynı toprak ve iklimde yaşayan iki kardeş halk arasına kin duygularını ekmek ve kendi yönetimini sağlamlaştırmak, başkaldırıyı etkisiz duruma getirmek. Irak bu amacında da başarılı oldu ve Kürtler bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
Bu olay sonucunda, T. C. yetkilileri ve parlamentosu bir kez daha Kürtlere karşı öç alma duygusu ile şoven bir çalkantı yaşamıştır. Asım Eren mecliste bu olayı tartışırken “Mukabeleyi bil misil” cümlesini kullanarak Irak’ta öldürülen her Türkmen için on tane Kürdü Türkiye’de öldürmek gerektiğini hararetle savunmuştur. Ve tarihte 49’lar olayı olarak bilinen olay, işte böylesi bir öç alma duygusu ile başlamıştır. T. C. resmi devlet siyaseti, Kürtlere olan kinini o gün bugün taşıyıp gelmekte ve Kürtleri asla içine sindirmeye yanaşmamaktadır.
Oysa ki bu gün Kerkükte tüm vatandaşlar birbirleri ile barışık yaşamaktadır. Türkmenler hayatın her alanında kendilerini özgürce ifade edebilmektedirler. Türkmenler kendilerini Kürdistanlı kabul etmektedirler. Kimse Türkmenleri zorla “Kürtleştirme” çabasında değil. Tersine Türkmenler de Kürtlerele eşit haklara sahiptirler. Partileri, dernekleri, gazeteleri, radyo ve televizyonları var, Kürdistan parlamentosunda partileri var. Bu partilere mensup bakanları var. Kent meclisinde temsilcileri var. Yerel anlamda güvenlik güçleri içinde Türkmen askerler ve emniyet mensupları var. Ana dilde eğitim hakları üniverisite bitimine dek güvence altındadır.
Kafasına kuma gömmüş Türk ırkçılar Kerküke dair senaryolar yazmaya devam ediyor. Kerküklü Türkmenlerin ulusal, sosyal ve etnik sorunları tümden çözüldüğü halde, hala orada Kürt-Türkmen düşmanlığını körüklemektedirler. Dahası Türkiyede de Kerkük üzerinden Kürtlere kin ve nefret püskürtmektedirler. Bu düşmanca tutum Türkiyeye zarar vermektedir. Hükümet bu türden ırkçı tutumlara zemin vermemelidir.
|
|
|
|